Hücreme geri döndüğümde, o gün yaşadıklarımı hatırladım. Ölüm hücresindeki mahkûmların bazıları, her hafta avukatlarına
mektup yazarak davaya ilişkin hangi konuların ele alınması gerektiğini ve nasıl
gündeme getirilmesi hususunda öneri ve tekliflerini sunarlar. Avukatları kendilerini dinlemediği takdirde deliye dönerlerdi. Ben onlar gibi değildim. Çünkü
daha önce dersimi öğrenmiştim. İşin uzmanlarına güvenmek zorundasınız. Bütün
avukatlarıma, muhtemelen onların duymak istediklerinden daha fazla, masum
olduğumu söyledim. Tieresse, hayatta tanıdığım en zeki kişiydi ve ben en
azından bunun farkına varabilecek bir zekâya sahiptim. Hukuki konularda, avukatlarıma
pratik tavsiyelerde bulunmak bir kere bile aklımın ucundan geçmemiştir.
Sargent, Águila idam edildiğinde, davasının
Yargıtay'da hala devam ettiğini söylemişti. Ona, bunun mümkün olamayacağını söyledim. Mahkeme
bitene kadar kimseyi öldüremezler. Sargent sözlerime güldü. Bana cevap veremeden
duramadı.
“Allah iyiliğini versin, Inocente, bu işlerde nelerin döndüğünü anlayabilmen için, bunca zaman burada kalman yetmedi mi?”
“Yasalar ve hukuk söz konusu olduğunda, ne alengirli işlerin çevrildiğini gerçekten de bilmiyordum. Aslında, onları bildiğimi hala söyleyemem. Ancak gelişen olaylara bakılırsa önümüzdeki yedi ay boyunca
umursamazlığımı askıya almalıydım.
Beni görmeye geldikten iki gün sonra, yani planlanan
infazımdan beş gün önce, avukatlarım, mahkemeden infazın bir süreliğine
ertelenmesini ve bandanada DNA testi yaptırılmasını talep eden bir itirazda
bulundu. Duruşmaya Reinhardt da katıldı. Bölge Savcısı, bunun bir infaz geciktirme
taktiği olduğunu söyledi. Hâkime, bandana üzerinde DNA olduğuna dair bir kanıt
olmadığını ve olsa bile bunun hiçbir anlamı olmadığını, çünkü cinayet
mahallinde olduğuma dair yeterli kanıtların ellerinde mevcut olduğunu söyledi. Fakat duruşma hâkimi,
Savcının bu görüşüne katılmamıştı. Bölge Savcısına sordu:
“Bandana üzerinde, cinayet silahında bulunan DNA
ile eşleşen bir DNA varsa, bu durum kurbanı öldüren kişinin bandana takan biri
olduğunu göstermez mi?”
Hâkim, Savcıdan herhangi bir cevap gelmesini beklemedi. Yürütmeyi durdurduğunu ve Adli Tıp tarafından bandana üzerinde inceleme
yapılması için emir vereceğini söyledi. Hâkim, tokmağı vurduğu anda
Reinhardt'ın yanında duran Savcı, aceleyle mahkeme salonundan çıktı ve bir saat
sonra Bölge Savcılığına temyiz başvurusunda bulundu.
Olvido, haberi vermek üzere öğleden sonra beni ilk çağırdığında günlerden perşembeydi. Planlanan infaz tarihim ise ertesi
haftanın çarşamba günüydü. Neredeyse idam edilmeme bir hafta vardı, bu yüzden ona
sormuştum. Neden hiçbirinizin aklına bandanadaki DNA’yı tespit ettirmek gelmedi?
Olvido, “Biz bunu teklif ettik ama kanıtlar önce
Bölge Savcısı tarafından kontrol edilmişti ve mahkeme kararına kadar bandananın alınmasına
müsaade edilmedi. Bu arada duruşma sırasında dikkat ettiniz mi, eşinizin oğlu
sizinle pek ilgilenmiyormuş gibi görünüyordu.”
Sargent, bana uçurtma
göndermek için McKenzie'ye rüşvet vermiş olmalı, çünkü hücreme geri döndüğümde,
yastığımın altında sıkıca katlanmış üçgen bir kâğıt parçasının ucunu gördüm.
Sargent bana bir şeyler yazmıştı.
“Söylentilere göre senin tarafta bir şeyler kaynıyor.”
Neler olduğunu kısaca özetledim ve katladığım kâğıt parçasını akşama, yemek tepsime bıraktım. Sargent cevap yazdı,
“Sana bir faydası olur mu pek emin değilim
ama senin için dua ettiğimi biliyorsun, Inocente.”
Yazısının sonunda sıkılmış bir yumruk ikonu resmi vardı.
Pazartesi günü, ölüme gitmeme iki gün kala,
hapishane müdürü yanıma uygulama prosedürünü okumaya geldi. Ranzamda
otururken gelip benim önümde dikildi. Haki pantolon, açık yakalı mavi bir
gömlek, dirsekleri yamalı bronz renkli kadife bir ceket ve süet bot giyiyordu.
Elinde bir tek piposu eksikti. Sanki üniversite profesörlerine benziyordu.
Bana adımla hitap etti. İdam günü öğlen vaktine kadar
olağan ziyaretlerimi yapabileceğimi söyledi. Ona hiçbir ziyaretim olmayacağını
söyledim. Kapının önünde bekleyen Yüzbaşı’ya baktı. Onun orada beklediğini ilk kez
fark etmiştim. Müdür beni bu durumda diğer birime saat ona varmadan götürebileceklerini
söyledi. Evet, aynen böyle dedi, diğer birim! Kendimi bir anda başka bir uzay
ve zamanın içinde buldum.
La Ventana'yı
açmazdan bir ay kadar önceydi. Kuzey Çin'deki küçük bir köydeydim ve yerel
pazarlardan birinde alışveriş yapıyordum. Çince bir kelime dahi bilmiyorum. Tanıştığım
satıcılar ise İngilizce bilmiyorlardı. Ne satın aldığım, acı veya tatlı olup
olmadığı, pişirilip pişirilmemesi gerektiği ya da çiğ yememin hastalanmama veya ölmeme neden
olup olmayacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama heyecan vericiydi, çünkü yarın, anlatacağım bir hikâye ile eve gideceğimi biliyordum.
Biri beni omuzlarımdan sarsmaya başladı. Hücreme geri
dönmüştüm. Müdür bana sesleniyordu,
“Rafael, Bay Zhettah, her şey yolunda mı?”
Kendime gelmeye başlamıştım, düşünmeye çalışıyordum.
Gerçekten, bu soru bana mı sorulmuştu? Başımı salladım ve,
“Evet, efendim.” dedim. Yüzbaşının hareket etmediğini, hala orada ayakta
dikilip ellerini arkasına bağladığını fark ettim. Elinde göz yaşartıcı aerosol
tutup tutmadığını merak ettim. Bir punduna getirip müdürü rehin alsaydım bana
ne yaparlardı?
Hapishane Müdürü, diğer mahkûmlara kişisel eşyalarımı
bırakmam için form doldurmam gerektiğini söyleyip bu konuda hazırlığım olup
olmadığını sordu. Oralı olmadım. Sonra bana dönüp, eğer varsa, cenaze
merasimime kimlerin katılabileceğini sordu. Açık kapıdan soğuk bir hava sütunu
vurdu yüzüme, bir hava kompresörünün darbeleri vücudumu titretmeye başladı.
Bana bakıyordu, benden cevap bekliyordu. Bedenimin
ne olacağını önceden hiç düşünmemiştim, buna ilişkin ritüellere gerçekten
inanmıyordum ama farklı bir nedenden dolayı hapishaneye gömülmek istemedim.
Vücudumu bir tıp fakültesine bırakıp bırakamayacağımı sordum. Başını sallayan Yüzbaşı’ya
baktım.
“Avukatımla görüşüp bununla ilgilenmesini isteyeceğim.” dedim.
Eğer istersem
bir papaz gönderebileceğini ve diğer birim personelinden sakinleştirici alabileceğimi
söyledi. Herhangi bir sorum olup olmadığını sordu, hayır demeden başımı salladım.
Kapıya doğru yarım adım attı ve bana ayağa kalkmam için yer açtı. Elini sıkmam
gerekip gerekmediği konusunda kararsız kaldım.
“Bir şeye ihtiyacın olursa lütfen bana haber ver,”
dedi ve sonra gitti.
Hücremde etrafıma bakındım. Águila'nın bana
bıraktığı satranç takımım vardı ama onu oynamasını bilen hiç kimseyi
tanımıyordum. Shakspeare sonelerini ve Rilke’in Şiir kitabını Sargent'a
vermeyi düşündüm, bir ihtimal onlar zaten kendisinde de vardı, belki de onların hepsini
ezberlemişti. Onunla yarışırken beni kum torbasına çevirmişti. Güldüm. Bir yıl
boyunca her gece ağladığını duyduğum Kamboçyalı bir adamın yanında kalmıştım.
McKenzie ona "Mao Başkan" diyordu. Bir gün onai
“Mao Çinliydi.” demiştim. McKenzie,
“Sana
ne oluyor, Za-Heater?” diye bana karşılık vermişti.
Onun tek kelime İngilizce
konuştuğunu duymadığım halde radyomu ve yemek ısıtıcımı Mao’ya bırakmaya karar
verdim. Yasal eşyalarımı ve lambamı kimin isteyebileceğini düşünüp kafa
patlatırken kapımın altından başka bir soğuk hava dalgası patladı. Birden midem
bulandı, koştum, tuvaletin önünde diz çöküp istifra ettim. "Burası neden bu
kadar soğuk?" diye sordum. Kimse cevap vermedi. Fakat birkaç dakika sonra Gardiyan
Johnson servis penceresinin kapağını kaldırdı ve bana, plastik bir bardakla çay uzattı.
“Teşekkürler, bayan” dedim.
“Hoş geldin oğlum.” dedi bana. Dışarıda sis vardı - çevre ışıklarının etrafında
haleler gördüğümü söyleyebilirdim – ve hücrelerde sıra dışı bir sessizlik. Sağ
tarafta, kapımın hemen dışında, bir floresan ışığı cızırdadı ve ampulü çatladı.
Anında deliksiz bir uykuya daldım. Görevlilerden biri hücreme yemek tepsimi bırakırken
kısa süreliğine uyanır gibi oldum ama yeniden derin bir uykuya daldığımdan dolayı yemekle ilgilenmedim.
(Devam edecek)
Mr. Kaplan, normal koşullarda bu kitabı asla okuyamazdım. Daha önce de yazdığım gibi sayfaları gözümle şöyle bir tarayıp sonuna bakar ve kitabı uzak bir köşeye bırakırdım.
YanıtlaSil:))) Sizi anlıyorum. Benim asıl merak ettiğim, kitabın ikinci yarısında gelişen olaylara göstereceğini tepki. Ve Sargent ile Rafael arasındaki Ghandi örneğinde somutlaşan tartışmada hangi tarafta yer alacağınız?
SilKısaca, bir yanağınıza vuran kişiye diğer yanağınızı uzatanlardan mısınız yoksa sen benim bir yanağıma vurdun deyip aynısını ona yapmak için fırsat kollayanlardan mı?:)))
Ah hadi bu konuyu tartışalım. Çünkü cidden kafamı meşgul edecek bir şeye ihtiyacım var Mr. Kaplan. İyi değilim.
SilYanağıma vuran kişi - tokatı hem gerçek hem de mecaz anlamda değerlendiriyorum -haklıysa kılımı kıpırdatmam; haklı olmasa bile sevdiğim biriyse yıkılırım ve yine karşılık vermem, sadece üzüntümü dile getiririm. Haksız ise ve özellikle sevdiğim biri de değilse bin pişman ederim. Yani vereceğim tepki duruma bağlı. Bazen sadece yaptığını yüzüne vurmak bile uyandırıp pişman etmeye yeter karşıdaki insanı. Bazense ne yapsan boş, zerre anlamaz hatasını. Koşullar ne olursa olsun diğer yanağımı uzatacağımı sanmıyorum.
Rafael ve Sergeant gibi hapiste olsam işler nasıl olurdu hiç bilemiyorum. Yani tüm o saçmalıklara sessiz kalamazdım çünkü elimde değil karşılık verirdim ama karşı koyacak durumda olmayacağım için başım çok derde girerdi sanırım.
Siz ne yapardınız?
Enteresan:) Ben romanın içinde kaybolmuş durumdayım. Bazı konularda çeviri zorluyor. Örneğin dün akşam mahkeme kararlarını sadece doğru ve yanlış şeklinde niteleyemezsin demişti Sargent. Onlar daha çok beyzbol maçına benzer. Sonra başladı mı beybol maçını anlatmaya. Yok efendim topu at, topu tut firlat, birinci kaleler vs. Ya ben bu sporun b'sinden anlamam. Okuyuculardan biri pekala beyboldan anlayabilir. İşin ucunda rezil olmak da var. Çeviri filmlerde sık sık görüyoruz bunu. Belki bu kısma gelince beyzbol birinden yardım isteyebilirim belki.
SilSahi deep ABD de bulunmuş, rodeo gösterilerine bile katılmış, acaba beyzbol'dan da anlar mı ki? Muhtemelen:)
Şimdi geleyim konuya. Enteresan diye başlamamın nedeni bu konuda ne yapabileceğimi, ne şekilde davranacağımı kendime hiç sormamış olmamdı. O zaman, Rafael uzerinden gidip hedefi bir miktar daraltalım;
Yanağına vurulması mecaz anlamda, önceden tanıdığın ve sevdiğin biri değil, kendisine zarar vermeden seni ortadan kaldırmanın yollarını arıyor, onun yüzünden büyük bir haksızlığa uğradığını düşünüyorsun. O olabildiğince kudretli, isterse seni anında sıkıntılarından kurtarabilir. Sen ise son derece aciz bir durumdasın, bulunduğun zaman içinde yapabileceğin hiçbir şey yok. OK:)
Durum vahim anlayacağın! Şimdi soru şu: Dünya hali işte. Gün olur devran döner, şansın yaver gider o kişinin şerrinden kurtulursun. Artık onu üzecek bir takım şeyler elinde. Bundan sonra spoiler olmasın, başka bir örnek vereyim. Mesela politik ilişkilerini kullanıp onu batırmayı mı plânlarsın? Yoksa o iş bitti, artık kendi hayatıma bakayım mı dersin?
Eğer ilk yolu seçersen, unutma ki bazı riskleri göze almak zorundasın. Yani bu yapacağın işin adı belli "İntikam". Diğer taraftan ikinci yol hayatında yeni, beyaz bir sayfa.
Buyrun:)))
Ben ne yapardım:)))
SilSanırım Rafael'in yapacaklarını yapmazdım.
Evet, intikam ruhumuzu okşayan ve hoşumuza giden bir duygu. Ama ben bu konuda risk almaya girmezdim sanırım. Fazla inancım olmasa da yukarıda bir yerlerde oturup bizleri sevk ve idare edene bırakırdım ceza faslını. Fakat bir yandan da, sıkıştırırdım onu, "Bak bu işi bu dünyada hallet, öbür tarafa bırakırsan benim açımdan hiçbir anlamı yok" derdim meselâ.
Genel olarak ona üç ay mühlet verirdim Mrs. Kedi. Geçmişte bazen adıma en ağırından intikamımı aldığı durumlar olmuştur. Bazen de kulak asmaz, ben de ha bugün ha yarın alacak intikamımı diye bekler dururum.
Daha önce birkaç kez anlattım sanırım. İşten ayrılmama sebep olan bir mühendis. Onun hakkında hiç kötülük geçirmiyordum aklımdan. Ama o bunun tersini yaptığımı düşünüyordu. Sebepsiz yere, önemsiz bir konuda gurur yapıp işten ayrılmakla sonuçlandı olay. Aynı şirkette 18 yılımı doldurmuştum ve en azından bir on yıl daha çalışmayı plânlıyordum.
Bu olaydan sonra onunla tek kelime konuşmadık. Bana bağlı çalışıyordu. Ben ayrıldıktan sonra koca genel müdürü işten attırdım diye ne kadar sevinmişti kim bilir? Oysa gurur yaptığım için işi ben birakmıştım. Patronun bana haksız yere sesini yükseltmesiydi sebep. Buna sebep olan ise o mühendis. Ancak patron, hatasını kabul eder de benden özür dilerse istifamı geri alabilirim dedim. Hatasını kabul ettiğini benim gönlümü alarak gösterdi ama özür dilemedi.
Bir ay geçti aradan, iki ay ve üçüncü ayın içindeyken bir haber aldım. Erzincan yakınlarında bir trafik kazası, iki ölü. Durmakta olan ışıksız bir tıra yüksek hızla arkasından çarpmışlar. Aracı kullanan bir yakınıydı. Benim işten ayrılmama sebep olan mühendisle birlikte o da hastane yolunda hayatını kaybetmişti.
Sonuç. Değişik duygular içinde buldum kendimi. Sevindim mi? Hayır. Üzüldüm mü? Yine hayır. Oysa yıllarca birlikte çalışmış, bir sürü iş seyahatine birlikte çıkmış, aynı içki masalarında birlikte bol bol kahkaha atmıştık. Ve ben bu adam hakkında bütün duygularımı yitirmiştim.
Aradan yine yıllar geçti. Bazen aklıma düşer. Belki o olay yaşanmasaydı, ben yaşamayacak, o yaşayacaktı. Kim bilir?
Daha önce de bahsetmiştim, biz eşimle Deistiz Mr.Kaplan. Dinlere inanmıyoruz ama "karma" kavramına inanıyoruz. Eşimin karması öyle güçlü ki ona bilerek bir haksızlık yapan 6 aya kalmadan cezasını çekiyor. Daha cezası öbür tarafa kalanı görmedik :D Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste derler ya söz konusu eşimse bu söz hep tutuyor. Ama bu karmanın gerçekleşmesinin tek bir şartı var, o da Evrim'in o kişi için kötü bir şey düşünmüyor olması. Yani Evrim tüm saflığı ile güvendiği birinden bir kazık yemiş ve yine de içinden kötülük geçirmezse o yanlışı yapanın vay haline :)))) Her şey olup bittikten sonra da hiç sevinmez Evrim, sadece "Hak ettiğini bulmuş demek ki" deyip geçer. 7 yıl önce evimizi alırken 10-15 bin civarı kazıklanmıştık, aradan 1 hafta - 10 gün geçti. Evi satan aldığımız adamın iş yeri soyuldu ve kasalarından -tam hatırlamıyorum ama - 12-13 bin gibi bir meblağ çalındı. Bu aklım gelen en basit örnek. Anlayacağınız şu dünyada yanağımı istesem de kaçıramayacağım tek insan eşim olabilir :))))))
SilEşim sanırım son yıllarda deistlik mertebesine yükseldi:) Ben dinlerin hiçbirine inanamam. Karma kavramına inanmak istesem de öyle bir şeyin varlığı konusu kafamda net değil. Arayış içindeyim diyebilirim inanç dünyasında. Putperestlik dahil aklıma hitap eden herhangi bir inanca kapılarım açık:)
SilEvrim Bey'le aramda üç ay var demek:) Benim yaşıma gelince 6 ay beklemesine gerek kalmayacak muhtemelen:)
Ya siz nasıl davranırsınız Mrs. Kedi? İki üstte çerçevesini çizdiğim yorumumda. Size zarar verme riskini göze alıp intikam peşinde koşar mısınız? Anladığım kadarıyla Evrim Bey ve benim sahip olduğumuz güçler yok sizde:)
Size bir sır vereyim mi?
Eşlere bu gücümüzün hiçbir etkisi yok:))))))
Yapılan kötülük direk bana ise intikam peşinde koşmam çünkü yine kendimi kötü koşullarda bulabirim gözümü karartırsam. Kurtulmuş olmama odaklanıp yoluma devam etmeye çalışırım. Ama - evet kocaman bir ama var - kendi başıma bela açmadan kesin sonuç alabileceğim bir intikam fırsatı çıkarsa karşıma, onu da es geçemem sanırım. Yapılan kötükük bana değil de sevdiğim birine ise başımı belaya sokmayı göze alarak intikam almadan yüreğim soğumaz. Yani yine koşullara bağlı Mr. Kaplan :) Tabi ki bunlar hep farazi, başa gelince ne olur bilinmez.
SilMcKenzie adı dikkatimi çekti :) hikayenin hepsini okuyacağım diğer bölümlere gidip
YanıtlaSilBenim de ilgimi çekmişti. Genellikle kızlara verilen bir isimmiş ama burada erkek bir gardiyanın adı. Bu bir roman çeviri deneyimim:) Okumak isterseniz yayından kaldırdığım diğer bölümleri e-mail adresinize gönderebilirim:)
Silşırınga gözüktüüüü :)
YanıtlaSilİçimi kaldırma şimdi, adam gidiyor zaten:))
Sil