KATEGORİLER

14 Haziran 2020 Pazar

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 41/3


Luther bana, içinde kişisel bakım malzemeleri ve temiz kıyafetler bulunan bir spor çantası verdi ve dördümüz hep birlikte, bulunduğumuz yere yakın, hüküm giymiş mahkûmları topluma yeniden kazandırma konusunda faaliyet gösteren, kar amacı gütmeyen bir vakfın kiraladığı daireye gittik. Şehrin bir ucunda, içinde iki brülörlü bir soba ve bir çekyat bulunan tek odalı bir daireydi. Bir ay için bana tahsis edilmişti. Buzdolabı ve mutfak dolapları yiyeceklerle doldurulmuştu ve masanın üzerinde içinde nakit beş yüz dolar bulunan bir zarf vardı.

Olvido, burada kalmak zorunda olmadığımı hatırlatarak fazladan bir odasının olduğunu, orada beni, istediğim kadar misafir edebileceğini söylemişti.

Yalnız kalmayı tercih ettim. Etrafımda beni gözetleyen biri olmadan kapımı sonuna kadar açıp tuvaletimi kullanabilmeyi, gecenin bir yarısında istediğim gibi TV izlemeyi, istediğim saatte ve istediğim süre boyunca duş alabilmeyi özlemiştim. Sabaha karşı saat 3'te caddeden aşağı doğru inerek markete gitmenin ve mikrodalgada patlatmak üzere bir torba mısır almanın hayalini kuruyordum. 


“Çok teşekkür ederim Olvido, şimdilik burada idare edebilirim.” dedim. Bana sarıldılar ve sabah beni yine arayacaklarını söylediler.

Spor çantasını masanın üzerine koydum ve odanın ortasında durdum. Kollarımı iki yana açtım, artık aynı anda duvarların ikisine birden dokunamıyordum. Soğuğa rağmen pencereyi açtım, çünkü bunu yapabiliyordum. Caddede klakson sesleri yükseliyor, gecenin karanlığına karışıyordu. Karşı tarafta iki harfi yanmayan bira reklamının neon lambası bana göz kırpıyordu. Mini şort ve deri ceket giyen üç kişi - sanırım çocuktular - caddenin ortasında patenle kayarken kaldırım kenarına park etmiş  otobüsün etrafından dolaştılar. Neredeyse gece yarısı olmuştu ve en ufak bir yorgunluk hissetmiyordum.


Bazı binaların duvarları ince, elek gibidir, sesler bitişik daireden olduğu gibi duyulur. Yan dairede, Doğu Avrupa'dan, Polonyalı olduğunu düşündüğüm genç bir çiftin küçük oğlan çocuklarını avutmak için yaptıkları mücadele başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kadın artık ninni söylemeye başlamıştı, adam da ona, sanırım bir mandolinle eşlik ediyordu. Buzdolabındaki altılı paketten iki bira kaptım ve kendimi kanepeye attım. TV’de haberleri sessiz moda getirerek gece boyunca ağlayan çocuğu dinledim. Sabaha karşı saat dörtte, pencereye doğru yaklaştım ve trafik lambası ışığının sarıdan kırmızıya değişmesini takip ettim. Sağ taraftan sadece tek araba yaklaştı. Işıkların önünde durdu, şoförün sigara içtiğini görebiliyordum. Üzerinde bir üniforma vardı, belki de işten evine dönen bir güvenlik görevlisiydi. Bakışını, benim bulunduğum pencereye doğru çevirdi. Beni fark edince başını hafifçe salladı. Yeşil ışık yanar yanmaz, egzoz borusundan çıkarttığı beyaz duman kıvrımlarını arkasında bırakarak ağır aksak ilerledi. Gökyüzü sahte şafağın ilk ışıklarıyla aydınlanırken trafik yoğunluğu artmaya başlamıştı. Tuvalete gidip yüzümü yıkadım ve sonra uzanıp derin bir uykuya daldım.

Sabah saat onda, Topluma Yeniden Kazandırma Vakfından bir gönüllü, dumanı tüten iki fincan kahve ve elinde bir şehir haritasıyla kapımı çaldı. Ona, bana tahsis ettikleri daire, malzeme ve kıyafetler için teşekkür ettim ve kısa bir zaman önce buraya yakın bir bölgede yaşadığımı hatırlattım.

“Üzgünüm, bunu bilmiyordum.” dedi. Bana şehir haritası verdiği için utanmıştı. Ona dert etmemesini söyledim ve ortamı yumuşatmak için,

“Burada insanlar hala kâğıda basılmış haritalar mı kullanıyor?” dedim. Bu işleri daha da kötüye götürmek üzereydi ki,

“Tamam, söz, artık şaka yapmayacağım.” dedim. Gülümsedi. Yeni bir ehliyet almak için beni trafik şubesine götürdü. Daha sonra, gönüllüler tarafından bağışlanan bin doları hesabıma yatırmak için bir banka şubesine gittik. Tabii ki de benim paraya  ihtiyacım yoktu ama bunu ona söylemenin nezaketsizlik olabileceğini düşündüm.

“Çok teşekkür ederim. En kısa sürede size olan borçlarımı geri ödeyeceğim.” dedim. Koluma iki kez nazikçe dokundu. Bir ay sonra, yardım vakfına on bin dolarlık bir çek gönderdim.

Önceki gece, akşam yemeğinde, Olvido bana bir zarf vermişti. Gönüllü, beni eve bıraktıktan sonra zarfı açtım. İçinde, beni ölüme gönderen on iki kişilik halk jürisi üyelerinin dokuzu tarafından kaleme alınmış mektuplar vardı. Şimdi, diğer üç kişiye ne olduğunu merak edebilirsiniz. Bunu ben de merak etmiştim. Kendime bir fincan espresso hazırlayıp mektupları okumak üzere kanepeye uzandım.

Vahim bir yanlış değerlendirmeniz sonucunda, hayatının altı yılını kaybetmesine neden olduğunuz birine ne diyebilirsiniz? Erkek ya da kadın olsun, cevaplaması neredeyse imkânsız böyle bir soruyu, cevaplamaya cesaret edebildikleri için, bu insanlara hayran kaldım. Tieresse bana, insanların dürüstlüklerinin icraatlarıyla değil çabalarıyla yargılanmaları gerektiğini söylerdi. Okuduğum mektupların her birindeki acı ve keder net bir şekilde hissediliyordu. Bu insanların kesinlikle kötü niyetli olmadıklarını düşünüyor ve iyi birini öldüren kişiye karşı antipati duymalarında haklı sebepler buluyordum. Netice itibarıyla kalemi elime aldım ve onları bağışladığıma dair her birine ayrı ayrı birer mektup yazdım. Benim asla affetmeyeceğim insanlar da vardı fakat, onlar, bir zamanlar eşimi öldürdüğüme inanan erkek ve kadınlardan oluşan, halk jüri üyeleri arasından değildi.


Mektupları katlayıp yeniden zarfın içine yerleştirdim. Minik mutfağımın marley zemininde koşuşturan küçük bir hamam böceğini izledim. Zarfı göğsüme bastırdım. Mektuplar, yalnızlığımı azaltacağı yerde, beni biraz daha yalnız hissettirdi.


Tieresse ile tanışmadan birkaç yıl önce, bir gece, yerel haberleri izliyordum. Muhabirler tecavüz nedeniyle otuz yıl hapis cezasına çarptırılmış genç bir mahkûmun hikâyesini anlatıyorlardı. Yeni bir DNA testinden sonra masumiyeti kanıtlanıncaya kadar beş yıl boyunca suçlanmaya devam edilmişti. Onun serbest bırakılmasını bekleyen büyük bir kalabalık hapishanenin önünde toplanmıştı. Tüm eşyalarını koyduğu bir koliyi kucağında taşıyarak dışarı çıktı. Üzerine bir eşofman çekmişti ve kemik gözlükleri arkasından sırıtıyordu. Sonra bir an, kalabalıkla karşılaştı, hemen koşarak annesinin, kız kardeşinin ve kız arkadaşının arasına karıştı ve gözden kayboldu. Muhabirlerden biri, oğlunun masumiyetinden hiç şüphe etmediğini söyleyen anneyle röportaj yapmıştı. Oğlunun ait olduğu yere, yani evine geri dönebilmesi için masumiyetinin ne kadar sürede kanıtlanacağı, kadının bilmek istediği tek şeydi. Ellerini bir araya getirip başını geriye doğru itmişti. Ağzından şu sözler döküldü.

“Tanrıya şükürler olsun. Bütün yücelik İsa Mesih Efendimiz'indir.” Kendinden son derece emin ve huzur içindeydi. O zaman ona gülümsediğimi hatırlıyorum.

Ölüm hücreme doğru yürüdüğümde, beni sadece gardiyanlar karşılamıştı. Houston mahkemesinden özgür biri olarak çıktığımda, yine etrafımda tanıdığım hiç kimse yoktu. Muhabirler, kameralarını sadece bana sabitlemişlerdi. Ailem ve eşim ölmüştü. Dostlarım ise hala hapisteydi. La Ventana çalışanlarından çoğu, duruşmalarıma gelip ifadelerini vermişlerdi ancak onlar benim ailem değil iş arkadaşlarımdı ve aileden farklı olarak, arkadaşlar değişebilirdi. Restoranımın kepenkleri ve üst kattaki dairemin panjurları kapalıydı. Önümüzdeki ay onları satmayı düşünüyordum. Dışarıda olduğum için mutluydum, ama eski yaşantımın bütün izleri silinmişti. Kendimi sonsuz bir boşlukta hissediyordum.

İlk günümü tamamen yürüyüşe ayırdım. Olvido bana bir cep telefonu vermişti, öğleden sonraları, sadece beni kontrol etmek için, bir kez çaldırıyordu, ondan başka arayan yoktu. Offshore bankamdaki fonlarımın yeni bir hesaba aktarılmasını sağladım. Salaş bir kafede oturup bir saat boyunca yerel gazeteleri okudum, önceki gün adliyenin önünde çektikleri çeyrek sayfa büyüklüğündeki fotoğrafımı görünce çok şaşırdım. İş yeri sahiplerinin, kim olduğum hakkında hiçbir fikirleri yok gibiydi. Ancak içkimi hazırlayan genç adam, başka bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sormak için masamın yanına geldiğinde yumruğunu benimkiyle tokuşturdu. Ona büyük bir bahşiş bıraktım ve kuzeye, Buffalo Bayou'ya doğru yürüdüm, yol üzerinde seyyar bir büfeden hamburger almak için mola verdim. Saat beşe doğru eve döndüğümde, bacaklarım o kadar ağrıyordu ki merdivenleri zor çıktım. Banyo yaparken bir kadeh şarap içtim ve küvette hemen uykuya daldım.

(Devam edecek)

4 yorum:

  1. Jüriyi affetti ama polisleri, savcıyı ve hakimi affedeceğini sanmıyorum hiç. Ömrümden 6 yılı çalmış olsalar ben de affetmem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rafael'in de affetmeye hiç niyeti yok, bakalım ne işler çevirecek şimdi?:)

      Sil
  2. eh her şey normale dönüyor yavaş yavaş şu anda iyi bi yaşam sürmeye başladı, affetmek de iyi bişi zaten :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Affetmek iyi bişi de, Rafael'in kitabında o bölüm yok:)))

      Sil