KATEGORİLER

23 Haziran 2020 Salı

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 49/3


Kontrol kuleleri bulunmayan hava alanlarında, pilotlar ortak bir frekansta iletişim kurarak bulundukları bölgedeki uçakları ve planlarını birbirlerine bildirirler. Bu sayede, iki pilot piste aynı anda inmeye çalışmaz ve kimse başka biri inerken kalkış yapmak için sıraya girmez. Stream'in çağrılarını nasıl ifade ettiğini öğrenmek istedim. Tarlanın on mil kuzeyinde, üç bin metrelik dar bir dairede uçtum ve telsizde onu dinledim. Kendisini duyabilen herkese yapacaklarını bildiriyordu. Kalkış, piste yaklaşma ve iniş çağrılarının ses kayıtlarını aldım. Son inişini anons ettiğinde kuzeye döndüm ve geri dönüş uçuşuna başladım.

Otuz yedinci yaş günümde, ben hala uyurken Tieresse iki bardak taze greyfurt suyunu yatak odamıza getirmişti. Gölgelikleri açtı ve bana dedi ki,
“Hadi kalk ve gözlerin ışıldasın doğum günü çocuğu, sana bir sürprizim var.”

Arabasına bindik ve güneye, sahile doğru sürdü.

“Galveston’a mı gidiyoruz?” diye sordum. Tieresse, işaret parmağını dudağına götürdü,

“Şşşt, soru sormak yok.” dedi, bataklık araziyeye girmemek için kaplaması delik deşik bir yola döndü ve arabayı batı yönüne doğru sürdü. Birkaç dakika sonra çiftlik olduğunu düşündüğüm bir yere girdik. Arka tarafta alüminyum prefabrik bir bina, kaplaması olmayan pist ve büyük, çift motorlu bir turboprop uçağı görünüyordu. Tieresse beni paraşüt atlayışına getirmişti.

Orada bizden başka kimse yoktu. Bir düzine katlanır sandalye ve bir de beyaz tahtası olan bir sınıfta oturduk. İki paraşüt eğitmeni, güvenlik önlemleri ve olası aksilikler hakkında dersler verirken biz footsie* oynadık. İki saat sonra, çıkmadan bir şeyler atıştırmak isteyip istemediğimizi sordular. Tieresse,

“Bence bu hiç iyi bir fikir değil delikanlı, şimdi hemen işimize bakalım.” dedi.

Tieresse ile birlikte iki uzmanı uçağa kadar takip ettik. Uçağın içinde koltuk yoktu, sadece gövdeye paralel uzanan iki sıra yerleştirilmişti. Pilot uçaktaki yerini almış, kontrol listesini gözden geçiyordu. Sert bir şekilde gökyüzüne doğru tırmandık ve sonra birden sol tarafa döndük. Tieresse pencereden dışarı bakıyordu. Başı dönmüştü. Benim durumum iyiydi. On beş bin metreye yükseldiğimizde eşimle birlikte uzman olduğunu düşündüğümüz insanlara bağlı bir şekilde aşağı atladık. Saniyeler içinde saatte yüz altmış kilometreden fazla bir süratle düşmeye başlamıştık. Tieresse’nin ağzının hareket ettiğini gördüm, bir şey söylüyordu, ama kulaklarımdaki rüzgârın uğultusu sözlerini boğuyordu. Dudaklarını okumaya çalıştım, bana gülümsedi. Bağlandığım genç adam bileğime taktığım altimetreye dokunarak rakımı kontrol etmem gerektiğini hatırlattı, yani paraşütü beş bin metrede açmayı unutmayacaktım. Sağ kolumu geri çektim, paraşütün ipine uzandım. Eğitmen elimi tuttu ve ipi işaret etti. Seri bir hareketle ipi çektim. Paraşüt açıldı ve bir anda  iniş hızımız düşünce sarsıldık. Yavaş yavaş aşağıya doğru süzülürken sessizlik, az önceki sağır edici uğultunun yerini almıştı. Tieresse'nin nefes nefese kaldığını görebiliyordum, eğitmenim benim iyi olup olmadığımı sordu. Kuzeyde Houston şehrinin siluetini seyrediyordum, daha sonra 180 derece dönüp güneye, Meksika’ya doğru baktım. Bir süre sonra, tuzlu bir göletin kenarında, hafif meyilli, sazlık bir alana indik.

Tieresse koşup yanıma geldiğinde kollarım hâlâ titriyordu.

“Mutlu yıllar, aşkım.” dedi.

“Müthiş bir şeydi bu! Teşekkürler corazón.”**

“Ne demek!” dedi. “Eski rengin yerine geldiğinde yeniden yaparız!”
Ve dediği gibi bu heyecanı sonraki günlerde yeniden yaşadık.

Başka bir şey daha hatırladım, çocukluğumdan bir sahne geldi gözümün önüne. Chiapas'ta yaşıyorduk. Annem ve ben koka*** çiçekleriyle bezenmiş tarlanın kenarında duruyorduk. Ürün, babamın çalıştığı Meksikalı bir adama aitti, ancak tarlada çalışan ırgatlar çoğunlukla Guatemala'dan geliyordu ve anlayamadığım bir dil konuşuyorlardı. Gülmeye başladılar, annem onları dikkatle süzüyordu. Bir eliyle minik elimden tutarken diğer elini güneşe siper ediyordu. 'Mira tu papá, él está muy bajo'**** dedi. Dönüp baktığımda babamın yemyeşil tarlaya paralel ve onun en fazla elli metre üzerinden uçtuğunu gördüm. Bir anda tepe taklak döndü ve baş aşağı uçuyordu. Ben büyük bir zevkle çığlık attım. Guatemalıların, dizlerinin bağı çözülmüştü korkudan. Anneme ve bana poz verirken el salladı, gülümsemesini ve gözlerindeki ışığı görebiliyordum, durmadan havaya zıplayıp ellerimi çırpıyordum.


Bu iki anımı hatırladıktan sonra kafamda planım yavaş yavaş oluşmaya başlamıştı. Pazartesi sabahı evimin yakınındaki havacılık akademisine gittim. Eğitmene, sekizli rulo veya 180 derece ters dönüş yapma konusunda bir dereceye girmek gibi bir niyetim olmadığını, sadece daha iyi uçabilmek ve kendine daha güven duyan bir pilot olmak için akrobasi dersleri almak istediğimi söyledim. Gerçek sebebi kendime saklamıştım. Akrobasi dersi, paraşüt alabilmem için yarattığım bir bahaneydi.


Ertesi ay paraşütle atlama kursuna kaydımı yaptırdım. İki hafta boyunca yirmi beş solo atlayıştan sonra beni sertifikalandıracak bir paket için peşin ödeme yaptım. Artık aşırı rüzgâr olmadığı takdirde, istediğim yere inebileceğimden az çok emindim. Eğitmene sinüzitimin başladığını ve bir süre ara vermem gerektiğini söyledim. Çok üzüldüğünü söyledi. Fakat paramı peşin aldığı için samimiyeti konusunda şüpheliydim. İyileşir iyileşmez onu arayacağımı söyledim ve elini sıktım. Onu bir daha asla görmeyi düşünmüyordum.


Günler kısaldı. Kansas’ta hava iyiden iyiye soğumaya başlamıştı. Yerler iki metre karla örtüldü. Sıcaklık durumundan emin olmak için yeraltı silosunda bir iki gece geçirdim. Zamanlayıcıları çalıştırdım, ortam sıcaklığı gayet iyiydi, su temizdi. İki kez öksürdüm, bu yüzden hava filtrelerini değiştirmem gerektiğini düşünüp notumu aldım. Eğer altı yıllık hapishane tecrübem olmasaydı (ve tabii ki, istediğim zaman dışarı çıkabileceğim düşüncesi), kar ve buzun altına gömülmüş olarak yerin altında iki gece geçirmenin klostrofobisi beni intihara sürükleyebilirdi. Ancak, asıl sorun önümde duruyordu.

Restoranın barındaki tabure yerine bir masaya oturarak orada daha fazla zaman geçirmeye başladım. Bir kâse çorba veya BLT***** sipariş ettikten sonra, bir yandan yazarken, diğer yandan da bir şeyler atıştırıyordum. Ne yaptığımı soran herkese kitap yazdığımı söylüyordum. Kitabın konusu, Tieresse ile birlikteliğim ve onun yaşamı sona erdikten sonra başıma gelenlerle ilgiliydi. Susanna, kahvemi doldurdu ve bana bir yayıncım olup olmadığını sordu.

“Henüz yok, ama bunun için daha zamanım var.” dedim.


Aslında, ikisi New York'ta ve biri de Hollywood'da olmak üzere üç yayıncı temsilcisi benimle iletişime geçmiş ve hikâyemi bir milyon dolara satabileceklerine garanti vermişti. Bu benim başıma gelenleri bilmediklerini kanıtlamıştı, bu yüzden sonradan aradıklarında sorularına cevap bile vermedim. Ünlü bir film yapımcısı telefonuma mesaj bırakmıştı. Avukatımı aradım ve ondan kimseye numaramı vermemesini istedim. Bana Reinhardt dışında hiç kimseye numaramı vermediğini söyledi. Özür diledim ve telefonu kapattım. Haftanın geri kalanında, yabancıların beni bu kadar kolay bulmasının nasıl mümkün olduğunu düşündüm ve bundan endişe duydum.

*footsie: Ayakları birbirine romantik bir şekilde dokundurarak fingirdeşmek

**corazón: İspanyolca, hayatım

***koka: Kokain yapımında kullanılan bitki

****Mira tu papá, él está muy bajo: İspanyolca, Babana bak! Ne kadar alçaktan uçuyor.

*****BLT: Pastırma, marul ve domatesli sandviç

(Devam edecek)

4 yorum:

  1. pastırma yiyemesem de pastırma marul domates bi deneyim. bu bölüm de anılaar anılaar ah mazi olduuuu rafael açısından :) sonra da bakalım nolcak bu hazırlıkların sonu :) rafael kötü yola doğru yavaş yavaş gidiyo, böyle tek başına hiçkimseye söylemeeden planını yapıp uygulamaya başladığına göreee kafası gitmiş biraz yani hafiften delirmeye doğru gidiyo olabilir, bütün psikopatlar gibi, bu chapter a kadar rafaele sempati duyuyordum ama artık psikopat ya da sosyopat mış meğerse yaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Muhtemelen Kayseri pastırmasıyla iyi olur, ister çemenli ister çemensiz:)
      Rafael ile biraz empati yapmayı dene bir bakalım:)))
      Cesaretinden ve azminden dolayı benim takdirimi kazanmaya başladı:)

      Sil
  2. Ben de giderek daha çok "zaten Rafael'in içinde varmış böyle biri, yaşadıkları sadece ortaya çıkmasına katkı yapmış" diye düşünüyorum. İnsan kinlenir, intikam almak ister, atar tutar hatta belki gider açıktan saldırır ama böylesine ince detaylı plan yapmak... Yargıçlar hak etmiyor bunu demiyor, aksine hak ediyorlar ama yine de şaşırtıcı buluyorum Rafael'in azmini, hırsını.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Düşünüyorum, çok sevdiğim biri var ve bir cinayete kurban gidiyor. Alıp beni götürüyorlar ve onu sen öldürdün deyip ölüm cezasına çarptırıyorlar. Son dakikada şans eseri ipten dönüyorum. Sevdiğimin hunharca öldürülmesinin acısına mı yanayım, toplumun haksız yere beni suçlamasına mı, hapishanedeki hücremde çektiğim işkenceye mi, neredeyse idamla sonuçlanacak kaderime mi?

      Şimdi sevgili Deep olsa, ama hapishane sana çok şey öğretti, oradan da edindiğin bilgi ve tecrübe var deyip hakkımda yanlış yere idam kararı veren yargıçları affetmemi isteyebilir. Ama ben Rafael'e biraz kafayı sıyırmış olsa da hak veriyorum hala:)

      Sil