KATEGORİLER

11 Haziran 2020 Perşembe

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 39/2

Şans yüzüme gülmüştü. Muhafız timi beni hücreme götürürken, mahkûmlar alkışlamaya başladılar, metal kaşıklarla tenekeden kahve kupalarına vuruyorlardı. Koğuşta futbol maçları ya da diğer spor karşılaşmalarındaki zaferleri kutlayamazdık. Sadece, içimizden birinin hayatta kalmayı başarması halinde tezahürat yapılıyordu.

Beni, infaz günüm belirlenmeden önce kaldığım B-Bloktaki hücreme geri getirdiler. Lila, yine güvenlik ekibindeydi ve yanında yeni göreve başlayan iki kişi daha vardı. Sargent, koridorun karşısında, aynı hücresinde kalmaya devam ediyordu.

“Aramıza yeniden  hoş geldin, Inocente.” dedi. "Sana avukatının bitirim olduğunu söylemiştim."

Hücrem boştu. Lila'ya eşyalarımı ne zaman alacağımı sordum. Yeni gardiyanlardan biri,

“Ölmediğine şükredeceğin yerde hala durmadan bir şeyler istiyorsun.” dedi.

Sargent hücresinde gülmeye başladı. Kapım kapandıktan ve Lila kelepçelerimi geri aldıktan sonra, kâğıttan bir uçurtma notu sekerek ayağımın dibine düştü. Sargent, kâğıdın içine dört tane beyaz hap sıkıştırmıştı. “Çok para harcamak, beni hiç bu kadar mutlu etmemişti.” yazdığı notunun sonuna gülen bir suratla imzasını atmıştı.

Gece yarısıydı. Ölümümün üzerinden altı saat geçmiş olabilirdi. Kırk saattir uyumamıştım ama en ufak bir yorgunluk hissetmiyordum. Bir saat yoga yaptım, sonra karşı hücreye doğru fısıldadım,

“Sağ ol, Sargent.”

“Rica ederim.” dedikten sonra devam etti.

“Gece yarısı oldu, Inocente, hadi artık yat da biraz uyu.”

Haplardan ikisini yuttum, sabah beşe çeyrek kala kahvaltı tepsisi gelene kadar gözümü kırpmadım. Sonra üzerime bir ağırlık çöktü, bir takım sayıların okunduğu cızırtılı diyafon sesleri rüyalarıma karıştı. Rüyamda babamla uçağa binmiş memlekete geri dönüyordum. Gardiyanlar saat sekizde yanıma gelene kadar uyanmadım.

Üçü de oradaydı. Luther bana gülümsüyordu. Gardiyanlar dışında kimseye dokunmadan beş yıldan fazla bir zaman geçirmiştim. Benim için çok önemli bir gündü bu. Hepsine sarılmak istedim. Bana bandana'nın Pennsylvania'daki bir laboratuvara gönderildiğini ve iki haftadan kısa bir sürede sonuçların alınacağını söylediler. Hepsi ayağa kalktı ve elleriyle cama dokundular. Eğildim ve camın arkasından ellerini öptüm.

2.019. Gün: Avukatlarım bu kez zamanlama konusunda yanılmışlardı. Görünen o ki, hiç kimse, idam cezasına çarptırılmış mahkûmları kurtarmak için acele etmiyordu. Laboratuvar sonuçlarının çıkması altı aydan fazla bir zaman aldı. Bazı bulgular elde edilmişti. Teknisyenler, kumaş üzerindeki kurumuş terden iyi korunmuş DNA'yı çıkardılar ve parmak izine benzer, ancak ondan milyar kat daha güvenilir tam bir genetik görüntü elde ettiler. Avukatlarım, çıkan sonuçları, daha önce suçlu bulunan veya suçlanan diğer şüphelilerin DNA veri tabanı kayıtlarına göre gözden geçirdiler. Sonuçlar, Tieresse öldürüldükten üç ay sonra, Houston'ın kuzeyindeki bir banliyöde, bir fahişeyi öldürmekten suçlu bulunan biriyle eşleşti. Katil, kadını beyzbol sopasıyla öldürmüştü. Wichita Şelaleleri yakınlarında bir hapishanede ömür boyu hapis cezasını çekiyordu.

Avukatlarım bunun üzerine şamdanın üzerinde yeniden DNA testi yapılmasını istedi. Yeni atanan savcı bu talebe karşı çıkmadı. Tieresse’nin cinayetinden bu yana geçen yıllar içinde, teknoloji çok daha iyi duruma gelmişti. Yeni teknikler sayesinde kimyagerler, bir parça deri hücresinden genetik profil oluşturabiliyorlardı. Analistler silah üzerinde dört farklı profil buldular. Biri Tieresse'ye, biri bana aitti. Profillerinden birinin temizlikçi kadına ait olması sürpriz değildi. Dördüncü profil ise, bandana üzerindeki DNA ile eşleşti.

Luther Wichita Şelalelerine gitti ve mahkûmla videoya kaydettiği bir röportaj yaptı. Lucas Gleason adında, orta yaşlı, beyaz bir adam. Çökmüş avurtlara ve solgun bir cilde sahip. Luther'e sirozu olduğunu ve bir ay içinde ölümünün beklendiğini söylemiş.

Tieresse'yi öldürdüğünü itiraf etmişti.

Yaptığı bir soygun nedeniyle on yıllık hapis cezasına çarptırılmış ve Tieresse cinayetinden sekiz ay önce şartlı tahliye edilmiş. Daha sonra Houston'a taşınmış. Şehir merkezinin doğu yakasında, sanayi bölgesindeki bir mahallede bulduğu bir pansiyonda, tek kişilik bir oda için haftada altmış dolar kira ödüyormuş. Sabahları bir taqueria'* da, öğleden sonra şık bir otelin otoparkında, araba yıkama işinde çalışıyormuş. Karımı da ilk kez o otelde görmüş.

Orası, vakfın öğle yemeklerini düzenlendiği ve Tieresse’nin rutin olarak katıldığı bir yerdi. Gleason, Luther'e anlatmaya devam etmiş.

Arabasını vale standında bırakan Tieresse’in elindeki yüzüğü fark etmiş. Oturduğu yerin adresini öğrenmek için arabanın plakasını not etmiş.

Luther’e, “Yüzük sahteydi. Sana onun tüm yüzük ve kolyelerinin sahte olduğunu söylemiştim.” dedim.

Luther, “Gleason'un kuyumcu gözü olduğunu sanmıyorum.” dedi.

Gleason'a daha sonra ne olduğunu sormuş.

Eve gidip zili çalmış ama kimse cevap vermemiş. Bir kez daha çalmış. Kimsenin evde olmayabileceğini düşünmüş. Ön kapı açıkmış, oradan içeri girmiş. İçeride hiçbir şey gözüne yeterince süslü gelmediği için, bir an yanlış eve girmiş olabileceğini geçirmiş aklından. Ancak dolabı açtıktan hemen sonra içi elmas kolyelerle dolu olduğunu düşündüğü bir sürü kutuyla karşılaşmış. Artık doğru yerde bulunduğuna kanaat getirmiş. Mücevherleri cebine doldurmuş ve dışarı çıkmış. Fakat yolunu şaşırıp yanlış yöne dönmüş ve karşısına bir çalışma masası çıkmış.

“Sağa döneceğine sola dönmüş.” dedim. Luther bana baktı ve sonra kaldığı yerden devam etti.

Gleason, daha sonra salona girmiş ve masanın çekmecesini açmak için bir an duraksamış. Başını kaldırdığında, Tieresse’yi karşısında görmüş. Saçları havluyla sarılmış, üzerinde bornoz varmış. Duştan yeni çıkmış. Gleason etrafı karıştırırken muhtemelen sesleri duymuş olabilirmiş. Tieresse, onun kim olduğunu sorunca yerinden sıçramış. Panikleyip onu öldürmüş.

Luther ona saatin kaç olduğunu sormuş. Hatırlamadığını söylemiş. Luther ısrarla bir kez daha sormuş. Bu kez Gleason,

“Dinle, dostum, kaybedecek hiçbir şeyim yok. Eğer bilseydim, sana söylerdim. Tek bildiğim, oraya vardığımda hava kararmıştı ve oradan ayrılırken zifiri karanlıktı. Bunu hatırlıyorum çünkü ilk başta hiç ışık olmadan içeriyi görebiliyordum ama dönüş yolumda birkaç kez tökezlemiştim. Yakayı ele vereceğimi hiç düşünmemiştim, en azından bugüne kadar.” demiş.

Luther, Gleason'a bu işi nasıl yaptığını sormuş.

“Kadını öldürdüğümü artık bildiğini sanıyordum.” demiş.

Luther ona beş fotoğraf göstermiş: tahta bir tokmak, şömine demiri, kristal kâğıt ağırlığı, beysbol sopası ve şamdan.

“Bunlardan herhangi birini kullandın mı?” diye sormuş.

Gleason, “Evet,” demiş, parmağını cinayet silahının üzerine koymuş.

*taqueria : küçük Meksika lokantası

II. BÖLÜMÜN SONU

(Devam edecek)

4 yorum:

  1. Vay canına! Demek ki bizim Rafael cidden masummuş!

    YanıtlaSil
  2. alla allaaaa sıradan bir hırsızlık vakasıymış yani sonra da öldürmüş bu kadar basitmiş yaa :) bandana işe yaradı :) şamdanı hatırladı herhalde :) teknolojinin yararları :) eee bundan sonra nolcak ki :)

    YanıtlaSil