KATEGORİLER

29 Haziran 2020 Pazartesi

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 55/4


BÖLÜM IV

Saat sekizde, penceremin dışına tüneyen bir çift parlak sarı, yas ötleğeni beni şarkılarıyla uyandırdı. Kendime bir Americano demledim ve verandaya çıktım. Elli metre uzağımda ve zeminden altı kat aşağıda, Stream ile Moss, nerede olduklarını ve orada neden olduklarını merak ediyorlardı. Artık onlara bunu söylemenin zamanı gelmişti.

Yer altı silosunun giriş kapağını açık bıraktım ve merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Gözetleme deliğinden ışıkların yandığını ve televizyonun çalıştığını görebiliyordum. Kasa kapısını açtım ve

“Günaydın, Mahkûmlar!” dedim.

Stream’in gözlerinin altında koyu halkalar oluşmuştu. Moss’un gözleri ise kızarmış ve yanağında, çenesine doğru süzülen gözyaşı izleri parlıyordu. Zamanlayıcıyı açtım ve anahtarı çevirdim. Ekrandaki kırmızı rakamlar sıfıra doğru geri sayıma başladı.

“Daha önce tanışmadık fakat şimdi size kendimi tanıtmak istiyorum. Belki de beni önceden hatırlamış olabilirsiniz.” dedim. 

Onlara kim olduğumu söyledim. İkisi de fazla tepki vermediler.

“Birkaç yıl önce, dakikalar kala idamdan geri döndüm. Çünkü siz iki hukukçu, bazı gizli prosedürlerinizin ve kurallarınızın, benim karımı öldürmediğim gerçeğinden daha önemli olduğunu düşündünüz.” dedim. 

Seslerini çıkarmadılar yine.

“İlçe hapishanesinde ve Eyaletin ölüm hücresinde geçirdiğim altı buçuk yıldan fazla bir süre boyunca parmaklıklar arkasındaydım. Daha ne söylemek icap eder bilmiyorum ama sayenizde altı yıl, sekiz ay ve on bir gün, bir odaya kilitlendim. Bu 2.444 gün yapar, isterseniz benim matematik bilgimi kontrol edebilirsiniz, diğer bir deyişle 58.656 saat. Yani bu süre, sizin burada ne kadar kalacağınız anlamına geliyor."

Parmağımla duvardaki dijital saati işaret ettim.

“Hay aksi, tamam hatamı kabul ediyorum, evet, bu benim hatam. Sanırım benden birkaç saat daha fazla burada kalacaksınız, çünkü geri saydırmaya yeni başlıyorum. Bu hiç aklıma gelmemişti. Affedersiniz. Daha sonra bu birkaç saati nasıl telafi edebileceğimizi konuşuruz. Zira bunun için çok vaktimiz olacak." dedim.

Stream, “Evet, adını hatırlıyorum." dedi. "Seni eldeki delillere dayanarak önce jüri mahkûm etmişti, Moss ya da ben değil.” dedi. 


“Bunu neden yaptığınızı anlatmanız ve bana gerçekleri açıklamanız için en kısa zamanda size fırsat vereceğim.  Şimdilik, dışarı çıkmadan önce, misafir edileceğiniz bu yer hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Armageddon'dan* korktuğu için hayatta kalabilecek birkaç sürvivalist** hariç olmak üzere,  ABD genelinde, bir füze silosunda, yaşama şansına sahip olan, sizin dışınızda birilerinin olduğunu sanmıyorum. Umarım bunun kıymetini anlarsınız. Burada gördüğünüz bütün işleri kendim yaptım.” dedim.

Moss, “Dışarıda ne kadar kalacaksınız?” diye sordu.

Onlara sadece kırk-elli metre ötede yaşadığımı söyledim. Yeni malikanelerinde ışıkların ve televizyonun nasıl çalışacağını izah ettim. Onlara geçen gece yaptıklarımın kısa bir özetini sunmak amacıyla uzaktan kumandayı kullandım: MRE'lerin oluktan nasıl aşağı düştüklerini ve hücrelerinde, rezervuarın her gün suyla nasıl dolduğunu vs. Onlar için kâğıt, kalem ve bir sürü kitap yerleştirdiğim masalarından bahsettim. HVAC ve atık sistemlerinin nasıl çalıştığına dair kısa bilgilerin yanı sıra hapishane müdürlerinin hazırladıklarına benzer, bir hoş geldiniz yazısı verdim.

“Bakın, eğer kurallara uyarsanız, birlikte iyi anlaşırız.” dedim.

Her iki yargıç yüzüme baktılar. Stream kızgın görünüyordu, Moss ise korkmuş görünüyordu.

“Gözlemlerime göre, ikiniz de reçeteli ilaç kullanmıyorsunuz sanırım. Fakat yanılıyorsam, hangilerine ihtiyacınız olduğunu lütfen bana bildirin, onları sizin için temin etmeye çalışayım. Var mı sorusu olan?”

İkisi de konuşmadı. Hangi haber kanalını tercih ettiklerini sordum ve hiçbirinden cevap alamadım. Bunun üzerine ben de TV’yi CNN kanalına ayarladım.

Stream'i göstererek,

 “Sana John diyeceğim,” sonra Moss'a döndüm,

“Senin adın da Jane olacak.”

Ölüm hücresinde gardiyanlar bizi soy adlarımızla çağırıyorlardı ya da bunu yapmaya çabalıyorlardı diyelim ama size karşı ben daha dürüst davranacağım: İsimleriniz boğazıma yapışıyor. Size John ve Jane demek kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacak. Ve tahmin edeceğiniz üzere önümüzdeki günlerde, kendimi iyi hissedersem, bu tamamıyla sizin lehinize olacak.”

Moss, “Size ulaşmamız gerekirse nasıl iletişime geçebileceğiz? diye sordu.

Yanıt vermedim.

Stream, “Bizi burada bırakıp hiçbir yere gidemezsin.” dedi.

"John, sanırım bunu yapabilirim fakat sonunda gerçekten sizi önemsediğimi anlayacak kadar tanıyacaksınız beni.”

Onları geride bırakıp kapıyı kilitledim, sanıyorum ki, başka bir şey daha söylediler ama ne dediklerini duyamadım.

Aradan bir saat geçmeden, restoranda, masaların bulunduğu bölümde oturmuş, kahvemin yanında elma kızartması yerken, çevremdekilere heyecanımı belli etmemek için hayatımı yazıyormuşum gibi rol kesiyordum. Austin gazetesine ve yerel televizyon haberlerine göz attım. Yeni bir gelişme yoktu. Günlük yaşantıma dönmeye başlamıştım. Hırdavatçı dükkânından birkaç malzeme aldım ve gün boyunca marketten ihtiyaçlarımı tamamladım. Ayrıca birkaç kitap satın aldım: II. Dünya Savaşının tarihi üçlemesinin üçüncüsü, Neruda’nın şiir kitabı ve Booker Ödülü'ne aday gösterilen bir roman. Boşuna telaşlanmıştım. Farklı davransaydım bile, kasabadakiler yine de benden şüphelenmeyeceklerdi. Eve döndüğümde mahkûmlarımdan herhangi bir ses gelip gelmediğini kontrol etmek için kulak kabarttım. Tek duyduğum sadece kuş sesleriydi.

İki gün boyunca onları, yalnız başlarına bıraktım.

Mahkûmiyetlerinin üçüncü günü, 6. kata indim. Gözetleme deliğinden baktım. Moss'un saçları ıslaktı ve yatağında oturuyordu. Stream ise şınav çekiyordu. Her ikisi de birkaç MRE yemişti. Kasa kapısını açtım ve içeri girdim. İkinci kapının kilidini açarak hücrelerinin önüne doğru yaklaştım. Demir çubuktan yaptığım askılarının her birine ikişer havlu, üçer beyaz pamuklu tulum, beşer tişört, kapüşonlu sweatshirt astım ve onların her birine birer çift spor çorap ve parmak arası terlik bıraktım.

“Görüyorum ki, duş işini halletmişsiniz. Size haftada bir kez temiz kıyafet getireceğim ve kirli çamaşırlarınızı toplayacağım. Bugün öğleden sonra AVM’ye gideceğim, bana bedenlerinizi söylerseniz, her ikinizi de iç çamaşırı alabilirim. Ayrıca sizin için e-okuyucu aldım, bana, yukarı çıkmadan evvel, hangi kitapları ve gazeteleri yüklememi istediğinizi söylersiniz. Üzülerek bildirmek isterim ki, burada herkese açık internet erişimi mevcut değil.”

Moss, “Eğer sorun, haksız yere hapishanede geçirdiğiniz yıllar sebebiyle, size ödenmesi gereken tazminatı alamadığınızla ilgili ise, bu konuyu halledebiliriz.” dedi.

“Jane, sen hiçbir şeyi düzeltemezsin.” dedim. “Evinizi temiz ve düzenli tutmak istiyorsanız, çöplerinizi lütfen buraya atın.” 


Bir çöp torbası uzattım, Moss demir parmaklıkların arasından boş konserve kutularını torbanın içine attı. Stream’in hücresinin önüne geldiğimde, o hiç istifini bozmadı.

“Topla kendini, John. Çöpünü böyle biriktirirsen, burası altı ayda kokudan geçilmez. Sanırım bu durum metresinizin hiç hoşuna gitmeyecektir.”


Moss, “Leonard’ın metresi değilim.” dedi.

“Jane, boş ver, biliyorsun, lafın gelişi işte. Fakat endişelenme, eninde sonunda olacaksın.” dedim.

Stream’e, “Bak, bu son şansın John,” dedim ve çöp torbasını ona doğru uzattım. Yine kıpırdamadı. Omzumu silktim ve geri döndüm. Kapıyı kapatırken arkamdan Stream'in sesi geliyordu. Moss'a bir şeyler fısıldıyor olmalıydı, belki de bana söyleniyordu. Hangisi olduğunu anlayamadan kasa kapısını çektim, kapattım.

*Armageddon'dan*: Dini kaynaklarda dünyanın sonu geldiğinde yapılacağı rivayet edilen büyük kıyamet savaşı.

**sürvivalist: Her ne şart olursa olsun hayatta kalma planlarını yapan kişi

(Devam edecek)

2 yorum: