KATEGORİLER

18 Haziran 2020 Perşembe

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 45/3


Altı hafta sonra, malzemelerimi stoklamıştım ama yaşam tarzımı da biraz değiştirmem gerekiyordu. Isıtmalı havuz yaptırmak için bir şirketle sözleşme imzaladım. Normal bir havuzda da yüzebilirdim ancak havuzu ısıtarak veya ısıtılıyormuş gibi göstererek yüksek enerji tüketimini açıklayabilirdim. Daha sonra, Kansas City’den bir şirkete domates, kıvırcık marul ve altı çeşit biber yetiştirebileceğim doksan metrekarelik bir sera inşa ettirdim. En önemli işlerden biri de elektrik ve su bağlantılarını elden geçirmekti.

İşin kurnazlık tarafını hallettikten sonra, artık benim için inşaata başlama vakti gelmişti. Bir ıslak beton kesme makinesi kullanarak, altıncı bodrum katının beton zemininde dört adet 10 cm x 10 cm delik açtım ve iki adet korunaklı hücrenin inşaatına başladım. Deliklerin içinden geçen PVC borular vasıtasıyla, su ve atıklar iki kat alttaki depolama tanklarına boşalacaktı. Her iki hücrenin tavanından 50 cm aşağı gelecek şekilde yatay birer çelik çubuk monte ettim. Mahkûmlar portatif duş çantalarını o çubuklara asabileceklerdi. Oklahoma City'den satın aldığım kamp tuvaletlerini deliklerin üstüne denk gelecek şekilde yerleştirdim. 

Tavana gömme LED ışıkları taktım. Işıkları her gün sabah saat yedide açıp geceleri saat on birde kapatacaktım. Onlarla birlikte televizyonu, eş zamanlı çalıştıracak bir zamanlayıcıya bağladım. Elektrik devrelerini de aynı şekilde bir yönlendirici aracılığıyla bilgisayar ağıma aktardım. Tüm ampuller hücrelerin dışındaydı, bu yüzden onları içeri girmeden değiştirebilecektim. Hasımlarımın fiziksel olarak ne kadar yetenekli olabileceklerini bilmiyordum ve öğrenmeye de hiç niyetim yoktu. TV'nin altında, kapının yanındaki duvara cıvatayla tutturduğum, mahkûmlarımın serbest bırakılıncaya kadar kalan zamanlarını, saat ve dakika cinsinden gösterecek geri sayımlı dijital bir saat ve onun yanında da gün, tarih ve saati gösteren pille çalışan bir takvim vardı.

Yedi buçuk santimetre arayla düşey çelik çubuklar ön cepheyi kapatacaktı. Her hücreye paranın satın alabileceği en yüksek teknolojiye sahip güvenlikli kapılar koydum. Onları Houston'daki bir hırdavatçıdan almıştım. Demir çubuklardan oluşan ve hücreleri birbirinden ayıran bölmedeki kapıya kilit koymamıştım. Birbirlerini ziyaret etmek istedikleri zaman benden izin almak zorunda kalmayacaklardı. Bitpazarından onlar için ucuz sehpalar aldım ve her birinin üzerine bir kitap rafı yerleştirdim. Çekmecelerine not defterleri ve birer düzine kurşun ve tükenmez kalem koydum. Işıklar kapandıktan sonra okumak istedikleri takdirde kullanabilecekleri, iki pille çalışan kamp fenerlerinden aldım. Her hücrenin birer adet normal sandalyesi, sallanan sandalyesi ve spor yapmaları için sabit bisikleti vardı. Odaların her birine bir karyolanın yanı sıra en sağlamından birer tane de ranza yerleştirdim. Her iki karyolanın yatakları yirmi yıl garantiliydi.

Birinci çelik çubuk sırasının kırk santimetre önünde, iki asma kilitli ve otuz santim çekme zincirli kapısı olan ikinci bir çubuk sırası vardı. Bu alan, onlarla benim, daha önemlisi onlarla özgürlük arasında tampon bir bölge oluşturuyordu.

Hücrelerinden kaçabileceklerinden kuşku duyuyordum ancak ölüm hücrelerinde öğrendiğim ve önemli gördüğüm başka bir şey daha vardı: güvenlik tedbirlerinde gereksiz çokluk! Merdivenlerden yukarı çıkan dış kapıyı bir banka kasasından yaptırmıştım. Onu buraya taşımak için Junction City'den bir kamyon kiralamıştım ve parasını ödememde yardımcı olmaları için Kansas City'den üç günlüğüne kiraladığım işçileri kullandım. İşleri bittiğinde, evlerine uğurlamadan önce onlara bira ve taco aldım. O günü ve o gün yaptıklarıyla ilgili tek bir şeyi hatırlamayacaklarını umuyordum. Kasa kapısı modifiye edilmiş, çok özel bir kilide sahipti ve onu sekiz haneli bir şifreyle açabiliyorum. Yüz milyon kombinasyon olduğu düşünülürse, şifremin güvenli olduğundan oldukça emindim. Kapılarına bir gözetleme deliği açmak için endüstriyel elmas uçlu bir matkap kullandım, böylece mahkûmlarımın yanlarına yaklaşmadan onları  uzaktan da görebilecektim.

Bir kat üste, yani beşinci kata, elektrikli bir köpek maması dağıtıcısının otomatik kolu vasıtasıyla günde bir kez yiyecek ve suyun hücrelerden her birine indirileceği on santimetre genişliğinde iki kare delik açtım. Mahkûmlar atıklarını ve küçük çöp parçalarını yaşam alanlarının tabanındaki drenaj deliklerinden atabileceklerdi, atıklar bulundukları yerin iki kat aşağısındaki depolama tankına düşecek ve arka bahçe septik tanklarında bulunan bakteriler tarafından bertaraf edilecekti. 3. ve 2. katların döşemelerine otuzar santimetre kalınlığında ses yalıtımı döşettim, aynı malzemeden ve aynı kalınlıkta, duvarları da kapladım. 1. Kattan aşağıya doğru, yer altı silosunun her tarafına, fiber optik kablo döşeyerek bozuk para büyüklüğünde, küçük, uzaktan kumandalı kameralar yerleştirdim. Dijital saatin içinde de bana hem video hem de ses gönderebilecek uzaktan kontrol edebileceğim bir kamera vardı. Duman ve yangın alarmları ile karbon monoksit detektörlerini, tehlike durumunda bana mesaj gönderecek şekilde programladım. Amacım katil olmak değildi, hapishane bekçisi ya da bir gardiyan olmayı hedeflemiştim.


Sabahtan itibaren akşamın erken saatlerine kadar haftada dört gün çalışıyordum, inşaat yaklaşık dokuz ay sürmüştü. İşlerim bittiğinde, 6. kata bir radyo indirdim ve sesini sonuna kadar açtım.  Banka kasasından yaptığım kapıyı kapattım ve dışarı çıkana kadar katları tırmandım. Hiçbir ses duyamıyordum. Kulağımı aşağı açılan menhol kapağına dayadım ve iyice kulak kabartarak dinledim. Uzaklarda bir helikopterin rotor sesi dışında yine hiçbir şey duyamadım. Hangarın dışına yürüdüm ve sesin fark edilip edilmeyeceğine baktım. Uzaktan kumandayla sesin seviyesini ayarlayabiliyordum, aşağıda Rolling Stones'un “Satisfaction” şarkısı çalıyordu.

Ertesi sabah kahvemi içtikten sonra, restoran çalışanlarına bir sonraki seyahatimin beni heyecanlandırdığını söyledim. Kuzey Arizona'ya gidecektim. Onlara pazartesi günü göstereceğim resimleri aslında bir hafta önceden çekmiştim. Batıya uçacağım dediğim beş gün boyunca yeraltındaki hücrelerde kaldım. Birine üç günümü, diğerine iki günümü ayırdım ve her şeyi test ederek  elden geçirdim. Işıklar programlandığım gibi yanıyordu. Göz maskem ve kulak tıkaçlarım TV'nin ışığını ve sesini yok edebiliyordu. Yiyecek ve su beslemeleri zamanında aşağı düşmüştü. Duş tankı ilk gün aşırı dolmuştu. Gereken ayarları yaptım. Pis su ve atıklar sorunsuzca boşaltılmıştı. Hava temiz ve havalandırma düzenli olarak çalışıyordu. Bir beyzbol sopası ve bir de levye kullanarak dışarı çıkmaya çalıştım ama bir çentik dahi atamadım. Anahtarlarım ve telefonumdan başka ne tür bir aletin onların kaçmalarına imkân verebileceğini hayal  dahi edemiyordum ve her ikisinin de ellerine geçmemesi için her türlü tedbiri almıştım.  Burası tam bir kaleydi. Alcatraz'dan daha güvenli bir hapishane inşa etmiştim. Eğer bu zindandan kaçabilirlerse, özgürlük onların hakkıydı.

Hasımlarımla tanışmamın artık zamanı gelmişti. Bir tanesini hemen, ikincisini biraz düşünerek bulmuştum, ama diğer ikisi o an aklıma gelmemişti.


Teksas Eyaleti Adalet Bakanlığı'nın web sitesindeki resmi özgeçmişine göre, Sarah Moss, on yıldır Ağır Ceza Mahkemesi'nde çalışıyordu. Mary's Hukuk Fakültesini bitirmiş, altı yıl boyunca San Antonio'da Bölge Savcı Vekili olarak görev yapmıştı. Bexar İlçesinin Bölge Savcı Vekilliğine atanmayı bekliyordu, atama gerçekleşmediği için mahkemedeki görevine devam ediyordu. Teksas Üniversitesinin ponpon kızlarındandı ve orada, ileride kocası olacak Güney Austin'li bir Megachurch papazı olan Harvey ile tanışmıştı. İkilinin hiç çocukları yoktu.

(Devam edecek)

4 yorum:

  1. Vay be! Demek ki bazı insanlara cidden yanlış yapmamak lazım!

    YanıtlaSil
  2. adam kafayı kırdı, delirmiş demekki hapishanede :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yedi yıl, kolay değil elbette, bir de haksız yere hapis yattığını düşün, yine iyi.

      Sil