KATEGORİLER

19 Haziran 2020 Cuma

SİSTEM Mİ YOKSA BİREY Mİ DOĞRU OLAN HANGİSİ?

Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki bölümüne katılan blog yazarları sosyal hayatımızı olumsuz yönde en çok etkileyen konular üzerinde samimi fikirlerini paylaştılar. Genel olarak eğitim sorununa dikkat çekilirken, özgürlüğün, fırsat eşitliğinin ve adaletin yeterli düzeyde olmaması, ırkçılık ve kadına karşı şiddet konuları dile getirildi.

Bazı eğitimci arkadaşlar, toplumun en büyük sorunu olarak "eğitim" in görülmesini ve eğitimcilerin bu sorunun baş sorumlusu olarak gösterilmesinden yakınarak gereksiz yere alınmışlar. Gereksiz diyorum, çünkü bu konudaki tartışmalarda, eğitimcileri suçlayan ya da onları sorumlu gören hiçbir yazıya rastlamadım.

Bazı arkadaşlar da, eğitim ve diğer etik/ahlâki sorunların sistemden kaynaklanmadığını, insanın kendi kendini geliştirebileceğini, iyi bireylerin iyi toplumu oluşturacağını, hiçbir sistemin soruna çare üretemeyeceğini, sorunun bireysel ahlâk sorunu olduğunu iddia ederken, daha da ileri gidip eğitimli kişilerle, elitist tabakanın sistem tartışmalarıyla boşa zaman harcadığını, hiçbir sorunu çözmek gayretinde bulunmayıp korkularından ve cesaretsizliklerinden dolayı ellerini taşın altına koymadıklarını ifade etmişler.

Eşimin eğitimci olması, çocuklarımın da aynı eğitim çarkından geçmesi sebebiyle eğitim konusunda bir parça söz hakkımın olduğu kanaatindeyim. Öncelikle eğitimcilerin toplumun mevcut eğitim düzeyindeki sorumluluğunun ihmal edilebilecek düzeyde olduğunu, eğitimin sadece eğitimcilerin sırtına asla bindirilemeyeceğini söylemek isterim. Eğitimin de, sağlık, adalet, yönetim ve ekonomi branşlarında olduğu gibi sistemden kaynaklanan ciddi sorunları vardır ve eğer eğitimi en büyük sorun olarak görüyorsak, bunun tek sorumlusu, gelmiş geçmiş ve mevcut hükümetlerdir.

Nasıl bir sistem? Özgürlüğe önem veren, adil, eşitlikçi, yeniliklere açık, bilimsel ve uygulanabilir olmalıdır sistem. Sistemi ayakta tutan yaptırımlar, hapis ve para cezaları, herkese, bütün bireylere eşit ve adil bir şekilde belirlenmeli, denetlenmeli ve uygulanmalıdır. Asya'nın pek çok bölgesinde gördüğümüz pis insanlar, sahip oldukları sistem sayesinde, Singapur'u dünyanın en temiz memleketi yapmışlardır. Evde istediğin kadar çocuğuna temiz olmayı, başkalarının hakkına saygı göstermeyi öğret, eğer ülkede sistem yoksa hepsi nafile çabadır.

Eğer vatandaş ödediği vergilerin doğru bir şekilde kamu yararına kullanıldığını görüyor ve vergide adaletin sağlandığından emin olabiliyorsa seve seve gider, son kuruşuna kadar vergisini öder. İyi bir sistemin olmadığı yerde vergi dairelerinin duvarlarına "Vergilendirilmiş Kazanç Kutsaldır" yazarak sorunun çözülmediğini artık biliyoruz. Örnekler çoğaltılabilir ancak konumuza dönelim.

Bir kabule göre "bireyin davranış biçimi genlerine kazınmıştır ", diğerine göre insan doğduğunda bir "tabula rasa", yani yoğrulmamış hamurdur, ailesi ve çevre şartları onu biçimlendirir. Sağlık bakımından genlerin önemini kabul etmekle birlikte, sosyal davranış bakımından, ikinci görüşe daha yakınım. Aile başta olmak üzere bütün çevre sağlıklı bir sistemin içinde yaşıyorsa, yeni doğan bir çocuk da kendini o sisteme uydurmak zorunda kalır. Sistem kamu mallarının hırsızlığına, rüşvete, yolsuzluğa kapılarını kapatmışsa, o çocuk da, o toplumun bir ferdi olarak kötüye, yanlışa tevessül etmez. Ya ederse? Edemez, çünkü sistem buna müsaade etmez, toplumun düzenini bozan, topluma ya da kamuya bir zarar veren her kimse, ister sıradan bir vatandaş, isterse cumhur başkanı olsun, hak ettiği cezayı verir.

Sistemi kurmak kolay mı diyeceksiniz. Hem kolay hem de zor. Toplumu önceleyen, kişisel menfaat sağlamaya set vuran, adil, eşitlikçi ve bağımsız bir sistem her alanda kolaylıkla kurulabilir. Sorun ne?

Her şeyden önce toplumun her kesimi bunu istemesi lâzım. İstemezler mi? Küçük bir kısmı istemez, diğer büyük kısmı istese bile ellerinde iyi bir sistem kuracak güçleri yoktur. İstemeyen küçük kısım mevcut sistemden yarar sağlayan varlıklı insanlardan oluşur. Büyük kısım ise gerçek anlamda halk dediğimiz, kolay kandırılabilen, manevi değerleriyle uyutulan, küçük kısım tarafından özellikle cahil bırakılan toplumun büyük ekseriyetidir. Peki, çare?

İşte geldik yine başa. Madem küçük, varlıklı bir nüfus dünyayı sadece kendi  menfaatleri uğruna döndürecek bir düzen kurmuş ve türlü yalan ve aldatmacalarla yaptıklarının ne kadar da çok halkın menfaatine olduğunu söylüyor ve onları kandırabilmek için özellikle cahil bırakıyor, o zaman tek çarenin cehaleti ortadan kaldırmak olduğunu görmek zorundayız. Yani, tek çare bilimsel EĞİTİM! Yukarıda sözünü ettiğim gibi sağlıklı bir eğitim sistemine kavuşmak inanıyorum ki, her türlü sorunu ortadan kaldırabilecektir.

Kanaatimce bütün soyut kavramlar, duygularımız, inançlarımız tamamen bireysel özelliklerimiz. Onları topluma mal edemeyiz. Birini severiz ya da birileri tarafından sevilebiliriz. Toplum bizi sevmek veya biz toplumu sevmek zorunda değiliz. Toplumda saygı ve itibar görmenin de hiçbir anlamı yoktur desem ilk başta şaşırabilirsiniz. Fakat, devleti dolandıran, yalancı, hilekâr ve yetim hakkını yiyen varlıklı bir kişinin toplumda en itibarlı kişi olarak görüldüğü, elini öpebilmek için önünde uzun kuyrukların oluştuğu bir ülkede yaşadığımızı söylesem ne demek istediğimi anlarsınız. Oysa, esas saygıyı ve itibarı hak eden, boğazından haram lokma geçmemiş, bilimin ve sanatın doruklarına tırmanmış nice insanımızın eğer cebinde parası yoksa yüzüne bile bakılmadığı mâlumlarınızdır.

İnanç da bireyseldir ve öyle olmalıdır. Onu topluma mal etmek, kullanılmasına, insanlarımızın saf duygularının sömürülmesine zemin hazırlar.

Peki doğru olan hangisi? Düşündüklerimi sizlerle paylaştım. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, nüfusunun yarısı yukarıda belirttiğim görüşlere aynen katılır, diğer yarısı tamamen karşı çıkar. Benimle aynı fikri paylaşanların ruhlarını biraz okşarken, diğer yarısı, muhtemelen, ciddi bir şekilde bana öfkelenmişlerdir. Öfkelenenlerin bana Mevlâna'dan, sahabelerden öyküler anlatıp, Kur'an ve hadislerden verecekleri örneklerle düşüncelerimi bertaraf etme gayretlerini derin bir saygı ile karşılamaya hazırım. Çünkü benim gibi düşünenlerin bana öğreteceklerinden daha fazlasını onlardan öğrenme imkânım olacak.

24 yorum:

  1. Barış Özcan'ın snowpiercer filmi anlattığı bir videosunu izlemiştim,öyle bir anlattı ki izleyeceğim diye not tuttum filmi kendime:) Son cümlesi şuydu ; % 1'imiz şapka ,%99'umuz ayakkabıyız.Adaletsizliğe dayanamayan ayakkabılar devrim yapma fırsatı bulup şapka olunca malesef yine aynı düzeni devam ettiriyor. Sistem denilen şey bireyden bağımsız bir şey değil.Bu yüzden her şeyde günah keçisi diye sistemi göstermek , topu taca atmak demek. İnsanın her şeyi yapıp edip, şeytana uydum demesi gibi :) Birçok alan için böyle .

    Okuduğum zamanda öğretmenlerimin yarısından fazlası sadece gelip masaya oturup, önlerinde ki kitabı (bizde de olan ders kitaplarını,matematikte dahil) yazdırıp, zil çalınca çıkıp giderdi.Sitemin günahı büyük ama, orada koca bir ama var ve bu görmezden gelinebilecek bir durum değil.

    Doğru bir sistem ütopyası bu günümüzden daha iyi olabilir belki ama bireysel dediğiniz soyut alanlar , bireysel kaldığı sürece , sistemin açıklarını bulacak ve oradan sızmaya devam edecektir.Mükemmel sistem diye bir şey söz konusu olamaz neticede :)

    Ya ederse? sorusuna sizin gibi kesin bir "edemez " demiyorum zira insanı programlanabilir olarak görmüyorum.Kastettiğiniz bilimsel eğitim de bunu gerçekleştiremez. Yine de dediğim gibi , şu anımızdan daha iyi olacağımıza inanıyorum. Bir kadının kendi kanı ile katilini ve ölerek kurtulduğunu yazdığı haberi vardı bu gün sosyal medyada.Dün de küçük ev hayvanlaraına işkence ederek türlü türlü şekilde öldüren insanlar olduğu ve bu yaptıklarından keyif aldıklarını gösteren ifşa mesajları vardı.Bu yüzden soyut kavramları bireysel alana hapsetmek , tozu halının altına süpürmek gibidir nazarımda.Bu alanda doğru eğitim ile toplumsal bazda ele alınmalı.


    İnanca gelince :) ,din diyelim, son paragrafınıza istinaden , deep'in sayfasında yazmıştım.Din kavramının özünde önce birey sonra da toplum vardır, bu nedenle hiçbir zaman bireysel bir olgu olmamıştır ama sürekli böyle bir tarif çabası var.Açıkçası bu da benim anlamadığım şey. Bahsedilen şey dayatma ve zorlama ise, kendi inancım adına diyeceğim, çizgi çok net biçimde inandığım kitapta emrolunuyor. Senin dinin sana, benim dinim bana.Diğer dinler hakkında bilgi sahibi olmadığım için no comment :)

    çok yazdım, konuyu ıskalamamışımdır umarım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz ve naif bir üslûpla yapmış olduğunuz değerlendirmeler beni mutlu etti. Diğer taraftan 43. Ağaç Ev Sohbetleri hakkında blog sayfasınızdaki yazınızı yayından kaldırmanıza hem şaşırdım, hem üzüldüm. Böylesine güzel bir platformda farklı ve hatta zıt görüşlerin paylaşılmasının hem bize hem de diğer okurlara faydası olacağını düşünüyordum oysa. Umarım, yayını kaldırmanız sehven olmuştur.

      Her şeyden önce sizin gibi inançlı bir insanın felsefe eğitimi almış olması, düşüncelerinizi şahsım adına çok daha değerli bulmamı sağlıyor. Diğer taraftan, sizin, inanç ve düşüncelerinizin bağımsız ve en az benimkiler kadar doğru yolu bulmak amacını güttüğüne inanıyorum.

      Farklı düşüncelere sahibiz, bu açık. Bu yüzden algılarımızın oluşması, aile ve yetiştirilme tarzımıza değil muhtemelen farklı kaynaklardan beslenmemize bağlı. Çünkü ben de inançları kuvvetli bir ailede büyüdüm, hatta camilerdeki kur'an kurslarında çocuklara, gençlere dersler verdim, tecvit öğrendim.

      Fakat şu anda paranoya aşamasına gelmesem de genellikle septimist/kuşkucu fikirlere sahibim. Bu fikirlerimin ilk doğuşu ilk üniversite yıllarıma, dini inancımı sorgulamaya başladığım yıllara kadar gider. Bu konuda cevap bulamadığım pek çok soru var kafamda hâlâ.

      Neyse, Barış Özcan'dan bahsetmişsiniz. Bu genci tanımıyordum, internette biraz araştırma yaptım. Eğer bir söz etmişse, sözün sahibine bakamadan edemem çünkü. Hakkında yazılıp çizilen pek çok şey var. Yayınlanmış söyleşilerinin, videolarının hepsini izlemeye devam edeceğim. 15 Temmuz'dan sonra eşi ve çocuğunu alıp bir daha Türkiye'ye dönmemek üzere ABD'ye yerleştiği ve Fetö'cü olduğuna dair ciddi kuşkuların olduğu söyleniyor. Bu konuda kesin bir kanaate henüz sahip olamadım ama araştırmaya devam edeceğim. En çok vurgulanan husus, twitter'de yazdığı "3.61" mesajı. Bunun iki anlama geldiği iddia ediliyor. Birincisi, Kur'an'da 3.surenin 61. Ayeti ve diğeri sözde 15 Temmuz darbesinin yapıldığı dönemde iş başındaki hükümetin 3. Dönem, 61. hükümet olması. Elbette bunlar, tevatürden ibaret olabilir. Ben zaten mevcut iktidarı 15 Temmuz'u gerçekleştirenlerden çok farklı görmeyenlerdenim. Sonuçta her ikisi de ABD'nin piyonları. Bana göre, iki haşarı kardeşin babalarından kalan mirası paylaşırken yaptıkları kavgadan ibaret.

      Sanırım bu iş uzayacak, yorumunuza ikinci kısımda cevap vereyim:)

      Sil
    2. Barış Özcan, zeki bir adam. Tespiti doğru bence de. "Ayaklar baş oldu" tabiri daha çok kullanılıyor bizde. Muhtemelen İngilizce'de ayakkabı, şapka metaforu onun yerine kullanılmış. Doğru, çünkü ayakkabı şapka olunca ayakkabı olduğunu unutuyor ve şapkanın nimetlerinden faydalanıyor. Sistem işte, tam bu noktada bir ihtiyaç. Ayakkabının ve şapkanın görevlerini, onların hak ve hudutlarını sistem belirleyecek. Birey, yani insan, içinde hem iyilik hem de kötülükleri barındıran bir varlık. Güç kimin elindeyse canavarlaşıyor ve kendi menfaatine sistemler üretiyor.

      Her meslekte olduğu gibi eğitim sektöründe de görevini layığıyla yerine getirmeyen, hatta kendisine verilen yetkiyi kötüye kullanan insanların olduğu kaçınılmaz bir gerçek. Bunu kişilere bırakmak yerine sistematik bir şekilde denetlemek, yeri geldiğinde eğitim faaliyetlerinde bulunmak, ödül ve ceza sistemini uygulamak başarıyı beraberinde getirecektir. Sistem kötü olursa, dört yıllık fakülte mezunu değerli bir öğretmeni, torpille müfettişliğe getirir, iki yıllık eğitim enstitü mezunu birine denetlettirebilirsin.

      Doğrudur, ideal bir sistem esasen ütopyadır. Sistemi ne kadar iyileştirmeye çalışırsan çalış, illâ ki yanlışları ve eksiklikleri olacaktır. İyi bir sistemi içselleştirmek de sistemin görevidir. Toplumu oluşturan bireyler belli bir seviyenin üzerine çıktıkları zaman zaten sistemin ağırlığından kurtulurlar. Sistemin en önemli özelliği, koyduğu kuralları adil, eşit ve bağımsız bir sekilde denetlemesi olmalıdır.

      "Doğru eğitim toplumsal bazda ele alınmalıdır." derken belki de farkında olmadan benim düşüncemi teyit etmiş oluyorsunuz. Buna ne söyleyebilirim ki!

      Din konusunda yanlış bir şey söylediysem düzelteyim hemen. Normal bir vatandaşın üzerinde dini bilgimin olduğunu düşünüyorum. Din "Allah'la kul arasında" görüşü, yani din mevzuunda bireysellik, benim de savunduğum, lâik kesimin büyük bir yalanıdır. Zaman zaman bu ifadeyi kullanarak ben de hataya düşmüş olabilirim. Bunun nedeni, yaşama biçimimizin dinin gölgesinde kalmasını istemeyişimiz olabilir. Her ne kadar nüfusumuzun yüzde doksan dokuzu müslüman denilse de dini kuralları hakkıyla yerine getiren insan sayısının nüfusun yüzde onunu geçmeyeceğini düşünüyorum. O halde burada bir iki yüzlülük var. Yani, "Kusura bakma Allah'ım ben bu kadarını yapıyorum." diyemezsiniz. Bana söyler misiniz ülkemizde kaç müslüman sahip olduğu mal varlığının kırkta birini zekât olarak fakirlere dağıtıyor?
      Umman'da bulundum, müslüman bir ülke. Beş yıldızlı otellerin havuzunda kadınlar bikinileriyle havuza girerlerken, eşleri beyaz entarileriyle otelin barında viskilerini yudumluyorlardı. Samimi inanç sahiplerine saygı duyuyorum. Fakat, Muscat'ın köylerinde iki zayıf keçisinden başka bir varlığı olmayan insanlara indirilmedi bu din.

      Evet, doğrusu, İslâm dini, insanın yaşamıyla iç içe, toplumsal özelliği olan bir din. Kutsal kitabı, Kur'an, medeni hukuk, sosyal yaşam, miras, siyaset, ekonomi ve akla gelen her konuda bir ilâhi yasalar bütünü. Ve ona inananların şeriat dedikleri, bizim gibilerin ise tüylerini diken diken eden tam anlamıyla budur.
      Akıl ve inanç var olduğu sürece bu ayrım biteviye sürecektir.

      Teşekkür ederim:)

      Sil
    3. Bir karışıklık olmuş , önce onu düzelteyim:)

      Ben sizler gibi istikrarlı bir ağaç ev sohbetleri katılımcısı değilim.4 konu hakkında yazdım sadece ve bu haftanın konusu üzerine bir paylaşım yapmadım.Dolayısıyla silme gibi bir durum söz konusu değil.Takip ettiğim sayfalara da arada bir yorum bırakıyorum, bu haftanın konusu içinde böyle yaptım.


      Barış özcan hakkında sizin vesilesiniz ile ilk kez bir şeyler okudum.Arada bir önüme kitap önerileri videosu olarak düşüyordu, o kadar bilgim var.Snowpiercer dizisi popüler olunca filmi olduğunu öğrendim ve videoya bu şekilde ulaştım.Komplo teorileri konusunda becerekliyiz bu net :) Açıkçası dinlerken keyifli olsa da prim vermem.Bir konu varsa ve o konu hakkinda ne söylemişse genelde ona bakarım , her konuda ne söylenmiş diye bakmak zahmetli ve mesakkatli, o kadar sabırlı değilim:) Gercekten büyük bir etkilenme olmuşsa o zaman biraz belki :)

      Doğru eğitim konusunda benzer mi düşündük bilemiyorum ama dogrunun herkesin doğrusu diye farklı pencereler açtığını biliyorum.

      Akıl ve inanç ayrımı konusunda ayrıldığımız söyleyebilirim ama sizin bahsettiğiniz şekliyle değil:)

      Akıl inanç ile ayrı kulvarda değil aynı yol üzerinde .Yol almada büyük bir nimet olan aklın , yolun sonuna ulaşmada desteğe ihtiyacı olduğunu ve inancın da bunu sağladığını düşünüyorum.Çıkıntılık yapan seyin işe sahip olduğumuz "ben" ler olduğunu düşünüyorum.nefis,istekler,hevesler vs. işte :)


      İkiyüzlülük haline diyecek sözüm yok , malesef öyle.Sonradan müslüman olan bir sanatçının islamı iyi ki insanlardan ögrenmemisim dediğini hatırlıyorum,haklı.

      Çıkar ve menfaat için din maskesi takanları köşede tutuyorum ama eksiklerini bilen ve elinden geleni yapmaya gayret edenleri aynı potaya koymayı da doğru bulmuyorum.Hepimiz insanız, zaaflarımız , kusurlarımız , hatalarımız var.Mükemmellik insana ait bir olgu degil.

      Konu daha uzar gider :)

      Ben de teşekkür ederim, iyi günler

      Sil
    4. Vakt-i Dem, özür dilerim. Evet, sanırım kaŕışıklık olmuş:) Muhtemelen, Mavi Lale'nin sohbetlere ilişkin yazısını siz yazmışsınız gibi düşündüm, daha sonra blogunuzda aynı yazıyı göremeyince böyle bir hata yaptım. Umarım beni affedersiniz:)

      Barış Özcan konusunda belirttiğim üzere kesin kanaat sahibi değilim, ilginç biri, ilginç fikirleri var ve onu anlamaya çalışacağım. Onu tanımama vesile olduğunuz için teşekkür ederim ayrıca.

      Akıl ve inanç konusuna daha fazla girmeyeceğim, son sözleriniz de dahil olmak üzere farklı fikirlerimiz var. Bunu öğrenmiş olduk, amacımız zaten birbirimizi ikna etmek değil, teşekkür ederim:)

      Diğer konularda hemfikiriz, bu güzel sohbetten zevk aldığımı söylemeliyim:) İyi günler:)

      Sil
  2. Hımm bence iç içe olmalı yani ikisi de gelişmeli sistem gelişip birey gelişmiyorsa orda da sıkıntı olur bence :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bireyi geliştirecek olan sistemin kendisidir, Ebrar.
      Eğer bireyi geliştirmiyorsa sistemde sıkıntı var demektir.

      Ne var ki, yazılarımda bahsettiğim üzere, gücü elinde bulunduranlar, iyi bir sistem istemezler, mevcut kötü sistemin devamından yana olurlar. Çünkü, menfaatları o yöndedir:)

      Sil
  3. Ben bireyden yana ağır basmaktayım. Blogumda sana iki tavsiye var; beklerim.

    YanıtlaSil
  4. Bence de iki taraflı olmalı. Sonuçta mesela bir şekilde sistem 4/4lük. Bana kalırsa 4/4lük sistemde insanın kendi seçebileceği sistem. Yani şunu demek istiyorum bence tek bir sistem olmamalı. Çünkü herkesin öğrenme şeysi farklı. Bu yüzden bence bir sürü sistem olmalı, insan kendine göre seçebilmeli. Ama ondada karışıklıklar olur kesin. Her neyse insanın en istediği sistem olsa bile kendisi de çalışmadıktan sonra ya da araştırmadıktan sonra yine hiçbir faydasını görmez. Bu yüzden bu yükümlülüğü ne sadece insana ne de sadece sisteme yüklyebiliriz bence.

    Öğretmenler neden alınmış, yanlış anlamış onu ben de anlamadım. Çünkü onlarda hepimiz gibi sistemin köleleri yani??...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sistem bireye hizmet eder. Yani birbirinden bağımsız iki kavram değildir. İdeal bir sistem Vakt-i Dem'in söylediği ve benim de ona katıldığım gibi ütopya'dır.
      Fakat, iyiye doğru geliştirilebilir, hatalar düzeltilebilir. İdeali bulamasak da, daha iyisini istemek hakkımız. Elbette, egemen güçler, izin verdiği ölçüde.

      Tek bir sistemden bahsetmiyorum. Hepsine sistemler bütünü demek belki daha doğru. Eğitim, sağlık, adalet, üretim, plânlama... Aklına ne gelirse. Bireysel ölçekte bize zarar verecek şeylerden sakınmak, spor gibi faydalı şeylere yönelmek, sanatla uğraşmak, okumak, bilgi sahibi olmak, ayağımızı yorganımıza göre uzatmak, yazılı olmayan ve kendi üzerimizde uyguladığımız bir sistemin parçalarıdır aslında. Her canımızın istediğini yapıyor muyuz? Yapmaya kalksak, sonu nasıl olur?

      Son paragrafında bahsettiğin konuya ben de şaşırdım. Doğru diyorsun, hepimiz mevcut sistemin köleleriyiz. Kölelikten kurtulmanın yolu sistemi ıslah etmekten geçer:)

      Sil
  5. Bu soruyu "bireysel özgürlükler için toplumsal özgürlüklerin önüne geçilebilir mi?" diye sorarsak cevap açık sanırım... Sistem birey için vardır ve birey sistemi değiştirebilir, buna inanıyorum ama toplumun geneline hitab eden bir sistem kurulmuşsa ve belirli kuralları varsa, birey ona uymaya zorunludur. Ama bu onun bir nevi kölesi olmak gibi hissediliyorsa, ya birey kendi içinde bir çelişkiye sahiptir (çözüm: psikoterapi?), ya kendiyle çelişen bir sistemde yaşıyordur (çözüm: yaşanılan ortamın / koşulların değiştirilmesi örn. ülke değiştirmek) ya da sistem arızalıdır (çözüm: sistem değişikliği / darbe ya da toplumsal ortak kararla değişen anayasalar, toplumsal kurallar vs.). Ve kesinlikle eğitime dayanıyor (öğretime değil), kendimizden daha ileride bir noktaya gelebilmek için önce farkındalık, sonra aktif uğraş vermek...
    Çok damardan konular açıyorsunuz birbiri ardına, çok keyif alıyorum!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özgürlük konusu ayrıca tartışılabilir. Bireysel özgürlük, toplumsal özgürlüğün teminatıdır. Bireysel özgürlük hiçbir zaman sınırsız değildir ve toplumsal özgürlüğün önüne geçemez.
      Toplumsal özgürlüğü daha farklı bir açıdan ele almak da mümkün. Özgür bir toplum muyuz? Hayır. Çünkü toplum olarak kendi menfaatlerimize göre değil küresel sermayenin çıkarlarına göre hareket ediyoruz, ya da buna mecbur bırakılıyoruz.

      Hadi diğer soylediklerinizi toparlayalım, Konumuz sistem, iyisi var, kötüsü var. Kötü sistemlerin örneği çok, iyi sistemin kusursuzu mümkün değil. Eğer sistem kötüyse; Birey dayanma gücüne ve/veya tercıhine ve/veya imķânlarına göre
      a) Psikoterapik destek almaya
      b) Ülke değiştirmeye
      c) Anarşiye
      d) Etik olmayan davranışlara, suça (rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, cinayet, görevi kötüye kullanma, adam kayırma, uyuşturucu ticareti vs)
      e) intihara
      zorlanabilir.

      Darbeleri sıralamaya katmadım, çünkü onların müsebbibi belli. Dünyayı yöneten süper güçler, başta ABD elbette.

      Sistemi iyileştirmek kolay değil kanaatimce. Her anayasa, ya da yasa değişikliği belli zümrelerin işini kolaylaştırıyor. Eğitim bir çare gibi görünse de, başta eğitim sistemini yerle bir edip o yolu kapatıyorlar.

      Maalesef sevgili Sadece C. bu konuda karamsarım. Daha önce belirttiğim üzere, iyice dibi görmeliyiz ki, Atatürk gibi bir adam çıkıp, sıfırdan bağımsız bir ülke bağışlasın. En büyük toplumsal sorunumuz olarak yönetim sistemi demiş ve demokrasiyi eleştirmiştim. Atatürk, şeklen demokrasiyi benimser görünse de aslında bal gibi diktatördü. İyi bir diktatör ama. Anayasayı değiştirmekten aciz demokrasi yönetimiyle, hele hele o zamanlar, hilâfeti kaldırabilir miydin? Harf devrimi, kadına seçme, seçilme özgürlüğü verebilir miydin? Ezanı Türkçe okutturdular diye suçladıkları CHP'lilerin yüzleri yerden kalkmıyor. Anlayacağın, sistem, bizim gibi ülkelerde kolay kolay iyileştirilmez, buna müsaade etmezler:)

      Sil
  6. sistem düzgün olcak, isveç norveç gibi, bunun için bireyler gelişmiş olcak ama beklersek gelişmez, o yüzden önce sistemi isveç norvaç gibi yapcan insanlar gelişir zaten o zaman :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nobel ödüllerini kimlere veriyorlar biliyor musun? Sistemi iyileştiren kişilere değil, kötü olan sistemi pekiştirenlere:)
      İskandinav ülkelerinde de iyileştirilecek sistemsel sıkıntılar vardır elbette ama adamların bizden fersah fersah ileride olduğu su götürmez bi gerçek:)

      Sistemi onlar gibi nasıl yapcan deep? Bildiğin bir formül varsa söyle şu makus talihimizi yenelim, ülkemizi bu sistem arızasindan kurtaralım:)))

      Sil
  7. yanlış davranışlarda bulunan birine hiç mi aile terbiyesi görmedin gibi laflar deriz mesela yani sanırım birey kendi kendine çekirdekten üzüm olmuyor onu besleyen geliştiren büyüten bir şey lazım. başta aile sonra eğitim öğretim ve onları da düzene koyan bir sistem gerekli. olgunlaşmayı başaran üzümler de sistemi dengeli ve düzenli tutmaya onu sorgulayıp geliştirmeye çalışmalıdır. yani üzüm olmadan bağ bağ olmadan üzüm olmaz :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Son cümlene kadar katıliyorum, fakat son cümleni müsaadenle biraz değiştireyim, olmaz mı:))
      "Bağa bak üzüm olsun, yemeye yüzun olsun" Yani sistem iyiyse iyi birey yetişir, kötüyse, aynı bakımsız bağın üzümüne benzer bireyler:))

      Sil
  8. Bir çok blog arkadaşımız bu konuda yazdı. Toplumsal sorunlara dair kafa yoran, çözüm üretmeye çalışan insanların varlığı bana "umudunu kaybetme" diyor. Zira bu aralar o noktaya geldiğim için bu çabalar, benim için daha çok şey ifade ediyor.
    Öncelikle kusurlu dahi olsa demokrasiye inanan bir insanım. Parlamenter sistemin eksikleri ve aksayan yönleri çok olmasına rağmen daha ideal olduğunu düşünüyorum.
    Öncelikli sorunun sistem olduğunu düşünmekle beraber bireyin sorumluluğunu sisteme yüklemenin de kolaycılık olduğunu düşünüyorum. Sonuçta sistemi bireyden bağımsız düşünemeyiz. Sistemi oluşturan ve yürüten de bireyler.
    Sivil toplum kültürümüz çok zayıf. Konuşuyoruz ama üretmiyoruz. Üretmekten kastım elbette ki ekonomik değer değil ,ahlaki ve toplumsal değer üretimi. Ekonomik üretimimizi korumaya ve üretmeye verdiğimiz emeği toplumsal değer üretimi için vermiyoruz. Emek verilmeyen konuşma ve proje safhasında kalan fikirlerin de bir karşılığı olmuyor.
    Toplumdaki ve sistemdeki aksayan yönlerin bir çoğumuz görüyoruz ama insiyatif alan, elini taşın altına koyan çok az. Karnından konuşmak işi çözmüyor. Kahvede dünya sorunlarına çözüm üreten Memed emmi den bir farkı yok bence, insiyatif almadan, sosyal medya paylaşımları ile stres atan, kendini aydın olarak tanımlayan insanların.
    Ben çözüm üreteyim , başkaları da yapsın, kolaycılığı kişisel tatmin sağlıyor yalnızca. “Kabahat hep başkasında zaten” yaklaşımı var toplumumuzda.
    Siyaset Bilimi dersinde siyasi yozlaşmadan bahsediliyordu. Hocamız,” kaç kişi her hangi bir partiye üye? ” diye sordu. Bu seferde,” ama parti içi demokrasi yok , benim düşünceme uygun parti yok” düşünceleri dile getirildi. O zaman hocamız “ Öyleyse şikayete de hakkınız yok. Madem eğitimli aydın gençler olarak, gördüğünüz çeşitli sorunlar var. Fikirlerinize uymasa da en yakın olan bir partiye girin ve demokratik bir mücadele sergileyerek sorunları çözmeye çalışın” dedi.
    Yani demem o ki ,bence asıl sorunumuz, doğru ve iyi olduğunu düşündüğümüz şeyleri dile getirirken, bunları gerçekleştirmenin mücadelesini vermiyoruz. Hocamızın yaklaşımını çok doğru bulduğum için bu örneği verdim ama sadece siyasetten bahsetmiyorum. Zira sistem deyince, yürütme kısmı olan siyaseti de içine alan, daha büyük bir mekanizma var. Kişisel olarak ne kadar donanımlı nitelikli olursanız olun, birey olarak sistemin dişlileri arasında eziliyorsunuz. Sistemi denetleyici gücün unsurlarından birinin de “Sivil Toplum Kuruluşları” aracılığı ile halkta olması gerektiğiniz düşünüyorum.
    Ha,” bu kadar devasa bir sorunları, ben bir birey olarak nasıl çözerim? “ sorusu ortaya çıkıyor. O zamanda , proje döngüsü eğitimlerinde verilen cevabı verebilirim. Önce büyük sorunu tespit edin. Bunu meydana getiren unsurları belirleyin. Sonra da sizin çözebileceğiniz bir maddeyi seçin ve çözüm üretin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cam güzeli, (1/2)
      Öncelikle bu harika yorumunuz için sizi kutlarım. Katıldığım noktalar var, ayrıldığım noktalar var az da olsa.

      Ayrıldığimız nokta "sistem kötü ancak biz de fikir üretmekten başka bir şey yapmıyor, elimizi taşın altına koymuyoruz, köydeki Mehmet Ağadan farkımız yok" söyleminizden ziyade bunun sorumluluğunu bizler gibi özellikle eğitimli ve fikir sahibi bireylere yüklemeniz. Yoksa tespit doğru, hiçbir şey yapmadığımız gibi bizler de o kötü giden sistem çarkını farkında olmadan, mecburen ya da işimize geldiği için elbirliğiyle çevirmeye çalışıyoruz. Aslında bu bir paradoks. Hiçbirimiz birey olarak sorumluluğumuzu üzerimizden atamayız. Ancak bu davranışımızın sebeplerine hiç değimemişsiniz. Ben söyleyeyim.

      Korkuyoruz! Bırakın elimizi taşın altına koymayı, düşüncemizi söylemekten bile korkuyoruz.

      Sistem öyle kötü bir sistem ki, yalancıları, yalakaları, ülkesini satanları, hırsızları yüceltirken vatanını seven iyi ahlâk sahiplerini yok ediyor.

      Demokrasi kâğıt uzerinde harika bir yönetim sistemi. Fakat uygulama yanlış. Platon'un sözünü bir kez daha tekrarlamak istemiyorum ama eğitimsiz toplumda diktatörlüğe kapı açan bir sistem. Mutlaka iyileştirilmesi ve doğru bir şekilde uygulanması lazım, zira daha iyisi henüz kesfedilmedi.

      Sivil toplum örgütlerinin bir kısmı ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar, sistemin aksayan yönlerini ve sisteme aykırı uygulamaları dile getiriyorlar. Hatta bu uğurda hapis cezasına çarptırılanlar var. Başka ne yapmaları gerekiyor, ne yapabilirler, sistemi iyileştirmek yasamanın görevi, onlar sadece toplumun sesi olarak hükümeti uyarıyorlar.

      Siyaset sistemi düzeltme, iyileştirme yetkisine sahip yegâne organ. Hocanız güzel söylemiş hoş söylemiş de, size işin iç yüzünden pek bahsetmemiş.

      Sil
    2. Camgüzeli (2/2)
      Partiye üye oldun diyelim. İlk başta söz hakkın yok, hizmet edeceksin. Kapı kapı dolaşıp katılsan da katılmasan da parti programını anlatacak, bol miktarda umut dağıtacak ve başkanın ne derse onun deiklerinin dışına çıkmayacaksın. Diyelim eksiksiz yaptın bunları. Üstlerinin bir dediğini iki etmedin. Milletvekili seçileceksin. Seçim senin liyakatine, ahlâkına ve niyetine göre değil, mal varlığına, elitist kesimle ve büyük holdinglerle ilişkine göre. Sözler vereceksin ama vatana, millete şu hayırlı işleri yapacağına değil, hangi ulusal ve uluslararası güç odaklarının çıkarlarını savunacağına dair sözler. Bunun karşılığında paranın musluğu açılacak önüne, seçim zamanı en büyük para yardımını yapacaksın partine bu şirketlerden aldıklarınla. En ses getiren propaganda çalışmalarını yapacaksın. Adamlar tutacaksın, ev ev dolaşıp pirinç çay dağıtsın. Nasıl olsa paran çok. Ama senden daha çok parası olanlar da var meclise girmek isteyen. Ve onlar senin kadar donanıma da sahip değil. Belki de onlar genel başkanın daha çok gözüne girmişler, bu yüzden listede onların altında kalmışsın.

      Milletvekili oldun diyelim. Öyle bir şey ki bu particilik, başkan elini kaldır derse kaldıracak, indir deyince indireceksin.

      Uzatmayım, bunları sen de biliyor olmalısın. Vatana hizmet etmek, sistemi iyileştirmek isteyeni eritir. Bütün yasalar topluma hizmet etmek için değil bazı çevrelerin menfaatleri için çıkarılır. İddia ediyorum tek gayesi sistemi iyileştirmek, daha adil, daha eşitlikçi, sosyal adaleti sağlamak olan bir yasa çıkmaz, çıkartılmaz meclisten. Sadece toplumun gazı alınır zaman zaman, patlamasın diye. Bir de seçim öncesi rüşvet neviinden bir kaç iyileştirme dışında hiçbir sey.

      Karakter olarak ben böyle bir pisliğin içinde rahatsız olurum bir, toplum adına iyi bir şeyler yapmaya kalksam yaptırmazlar, bu da iki.

      İşte bu yüzden parti üyesi olmuyor, bu işlere girmiyor nice doğru kişiler. Dürüst olmak gerekirse, girseler, girsek bile acaba biz aynı mı kalacağız bu düşüncelerimizde?

      İnsan içinde iyiliği ve kötülüğü birlikte taşır, iyi bir sistem insanı iyi bir yönetici, iyi bir vatandaş olmaya zorlar.

      Sonuç olarak bireysel bazda yapılacak çok fazla bir şeyimiz yok. Sistemin iyileştirilmesi için toplumun zorlaması gerekir, bu halkın dogru bir şekilde eğitimini gerektirir.Mevcut sistemden nemalananlar da bunu hiiiç istemezler.
      Teşekkürler:)

      Sil
    3. Yani sayın Kystros Tyrha Bey, ben tam “sorumluluksuz hayat, oh ne rahat” moduna girip ayaklarımı uzatarak kahve içerken, arı kovanına çomak sokmaya gerek var mıydı ki? Ben bu kafaya ulaşmak için ne çok uğraştım biliyor musunuz?
      Yani yarama parmak bastınız yorumunuzla.
      Aslında o örneği verirken meramımı net anlatacağımdan emin değildim ama sorumluluk almanın gerekliliği üzerine, hocamızın yaklaşımını çok beğendiğim için o örneği verdim.
      O halde başka bir örnekle daha meramımı anlatmaya çalışayım.
      Bir eğitim seminerinin çay molasında diğer katılımcılarla bir yandan çay içerken, bir yandan da tanışıp muhabbet ediyorduk. Sohbet ilerledi katılımcılardan bir genç, yer aldığı bir sosyal sorumluluk projesinden bahsetti. Görme engelliler için sesli dijital kütüphane oluşturuyorlardı. Belli periyotlarla gidip kitap okuyarak yardımcı oluyordu.
      Proje ilgi ve beğeni ile karşılandı. Takdirler ifade edildi. Toplumsal konularda sorumluluk alınmadığından bahsedildi, İleri ülkelerde ki engelli haklarından örnekler verildi. Hararetli konuşmalar sürerken mola saati bitti. Ayrılırken projede yer alan genç, biraz önce gösterilen teveccüh den aldığı cesaretle, katkıda bulunmak isteyeceklere yardımcı olacağını, detaylı bilgi vereceğini söyleyerek isteyene telefon numarasını vermeyi teklif etti.
      Biraz önce mangalda kül bırakmayan, toplumumuzu duyarsızlıkla suçlayan o hararetli guruptan sadece bir kişi gencin telefon numarasını aldı.
      Bakın tamamen apolitik ve insani duyarlılık gereği yapılan bir projeye tamamı eğitimli ve imkan sahibi kişilerden gelen destek buydu.
      İşte bunu anlatmak istiyorum.
      Sorumluluğun eğitimli ve fikir sahibi kişilere daha çok düştüğüne de inanıyorum. Kişisel yaşam kalitesi toplumsal yaşam kalitesi ile doğru orantılıdır. Eğitimli ve imkan sahibi kişilerin topluma karşı daha fazla sorumlu olduğunu düşünüyorum.
      İmkanım yeterli değil diyen bir çok kişi ,öğlen molasında elinde modernliğin meşalesi gibi dolaştırdığı Starbucks bardağı ile muhayyel ufuklara dalgın dalgın bakarak poz verdiği fotoğrafını sosyal medyada paylaşıyor.” Eee yani, insan kahvede mi içmesin ? “... İçsin elbet azizim ama o içtiği kahvelerden sadece birisinin parasını kenara koysun .Sosyal medyada takipleştiği kişilerden ödünç aldığı layklar birkaç yüz tane eksik olacak belki ama bir çocuğun hayatı değişecek belki de.
      Eee bir kahve parasından ne olacak?... Aynı masada oturan diğer arkadaşları da ayda bir kahve parasını ayırsa, bunları toplasalar çok rahat bir öğrenciye destek olunur.
      Bu çabalar sistemi iyileştirmez belki ama toplumsal bilinç düzeyini yükseltir. Toplumsal bilinci yüksek bireyler sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla bir araya gelerek dönüştürücü bir güç oluşturur. Sistemi düzelmeye zorlar.
      Ben hiçbir şey yapmamaktansa yapabildiğin bir şeyden başlamanın önemli olduğunu düşünüyorum.
      Biliyorum hayal kuruyorum ama olsun,hayali bile güzel…

      Sil
    4. Güzel şeyler hayal etmek mümkün elbette:) Ama realite, anlattığınız gibi ortada!
      Verdiğiniz örnek beni hiç şaşırtmadı. Duygusal bir milletiz. İş lafa gelince mangalda kül bırakmayız. Fakat "hadi buyur, göster kendini madem" denildiğinde hiç oralı olmayız.

      Bazen sürü psikolojisi etkili olabiliyor. Özellikle yardım kampanyalarında çıkıyor böyle durumlar. Bazen milliyetçi, bazen dini duyguları harekete geçirerek hem iyi hem kötü şeyler yapılabilir. Aynı ajitasyonla Fetö de az yardım parası toplamamıştı. Bunlar bizim toplumun bilinç düzeyimizi ne kadar yükseltir çok emin değilim.

      Sizin verdiğiniz örneğe sistemsel bir çözüm önereyim. Starbucks ülkemizde moda, evet. Fiyatını iki katına çıkaralım mesela. Farkı devlet sosyal sorumluluk projesinde kullanalım. Parası olan gitsin içsin Starbucks kahvesini, iki kat atsın havasını sosyal medyada. Özellikle mali bakımdan sıkıca denetleyelim ki gevşeme olmasın. Üstelik yerli Türk Kahvesi daha cazip hale gelir, ya da belki dışarı daha az para kaçırırsın.

      Sadece Starbucks değil, diğer ithal ve lüks tüketim ürünleri için benzer uygulamalar yapmak çok mu zor? Sevgili Camgüzeli, benim kurduğum hayaller de böyle!

      Sizin hayaliniz olan bireysel gayretler ile benim sistemsel hayallerim insana son derece kolay gibi gelen fakat kişisel ve toplumsal bozulmamız nedeniyle çözemediğimiz sorunlar.

      Sil
  9. Gerçekten güzel bir eğitim isteniyor mu bu ülkede..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Net bir cevap, Hayır istenmiyor. Çünkü malûm çevreler mevcut, kötü eğitim sisteminden son derece memnun:)

      Sil