Bekleme salonunda oturmuş, başparmağı ve
işaret parmağı arasında kalemini döndürürken ara sıra okuduğu yazıdaki bir bölümü
işaretlemek için duraksıyordu. Olvido, zamanını boşa geçiren biri değildi.
Camın arkasından telefonla konuşmaya
başladık. Olvido,
“Davanın seyri hakkında sizi bilgilendirmek istedim. Yargıtay bu sabah,
temyiz başvurumuzu geri çevirdi. Başka argümanlar bulmamız gerekiyor. Konuya
ilişkin iddialarımızı farklı yollardan sürdürmeye devam edeceğiz. Şu anda, Houston
Bölge Savcılığı yeni başvuru için uygun bir süre belirleyecek.”
“Lanet olsun, buna inanamıyorum.” dedim. “Kimseyi
öldürmedim ben. Tanrım, bu kâbus daha ne kadar sürecek?”
Hiçbir şey söylemedi. Bir şey demesini zaten beklemiyordum.
“Kusura bakma.” dedim. “Ne kadar süre verirler?
“En az doksan gün vermek durumundalar.” dedi, “Fakat,
eski eşinizin oğlunun Bölge Savcılığını sık sık aradığına dair söylentiler
geliyor kulağıma.”
“Reinhardt’ın mı?” diye sordum.
“Evet, ta kendisi!” dedi. “Bu nedenle yakın bir zamanda
harekete geçmeleri benim için sürpriz sayılmaz. Sanırım hareket tarzımızı
değiştirmemiz gerekecek. Henüz bunun nasıl olacağını bilmememe rağmen yeni bir
şeyler bulmalıyız. Biliyorum işimiz zor, yasalar çerçevesinde elimizden geleni
yapmak zorundayız.”
“Biliyorum.” dedim.
Başıyla otomatik meşrubat makinelerini işaret
etti ve “İstediğin bir şey var mı?" diye sordu.
“Bir takım elbise, belki bir kravat ve buradan
çıkış anahtarları.” dedim.
Güldü. Ayağa kalktım ve elimi cama koydum. Geri
döndü. Benden saklamaya çalışıyordu fakat ayrılmadan önce gözünden akan birkaç damlayı
fark ettim.
Gardiyanlar hemen beni almaya geldi. Sargent
duştan yeni çıkmış ve hücresine yeni dönüyordu. Ziyaretin içeriğini sordu ve ben
de ona söyledim.
Avukatım davanın seyrine ilişkin son haberi verdikten
sonraki dört gün hücremden dışarı çıkmadım. Havalandırma için geldiklerinde,
hayır dedim. Duş sıram geldi, beni geçmelerini söyledim. Sakal tıraşı olmadım.
Beşinci gün, McKenzie ile birlikte iki yeni gardiyan hücremi bastı ama ortalığı
karıştırmadılar. McKenzie, sakalımı kesmemi söyledi. Ona cevap bile vermedim ancak tutanak tutmadı. İyice acıkınca sancılanmaya başladım. Yemek
tepsime bırakılanlar arasından bir iki lokma attım ağzıma. Dolabımda altı paket ton balığı
ve üç kutu barbunya pilaki vardı, ama konserve açacağını bulamadım. Belki de McKenzie
aşırmıştı ve ben fark etmemiştim. Yenisini sipariş etmeyi
düşündüm.
Tamı tamına on iki yıl hapis yatmış, üç idam kararından sonra da temize
çıkmış bir adam tanıdım. Şu sıralar bir hayır vakfını işletiyor. NPR*’nin yaptığı bir röportajda insan ruhunun esnekliğinden bahsediyordu. Onur kırıcı olanların dışında başına gelen şeyi sayıp dökmüştü. Aptaldı ama şanslı biriydi.
Tutuklandığım zaman bile hiçbir zaman yargılanmayacağımı
düşünmüştüm. Duruşmaya gittiğimde masum bulunacağımdan emindim. Ölüm hücresine
attılar, mahkemenin illa ki bu yanlışı düzelteceğine inanıyordum. Tahammül,
delirmekle aynı anlamı taşır. Kendini güçlü hissettiğin zamanlarda daha çok hayale
kapılırsın, daha çok hayal kurarsan kendini daha güçlü hissedersin. Sargent, bir
defasında her an bir şeyler olabileceğini, Tanrı’dan ümidin kesilmeyeceğini
söylemişti. Fakat ben hücremde oturup altı dakika öncesine kadar berat
kararından haberi olmayan adamlardan biri olamazdım. Aman, boş ver diyemezdim. Yapacak
hiçbir şey kalmadı dedirtemezlerdi bana hiç kimse. Tanrı yeniden ülkeyi sular altında bırakıp Nuh'u göreve
çağırmazsa, babamın mezarı üzerine yemin ederim ki, yapmadığım bir şey için
idam edilecektim. Buna katlanacak gücüm yoktu. Evet, buna dayanamazdım artık.
“Üzgünüm
Tieresse” dedim. Buraya geldiğimden beri onunla ilk kez konuşuyordum. Tieresse’nin
adını ya da hatırasını burada anarak ona saygısızlık etmek istememiştim. Fakat
elimde olmadan tekrar mırıldandım, “Üzgünüm.”
Hapishaneye düşmeden önce ABD’li bir rehinenin
kafasını uçuran teröristin videosunu izlemiştim. Rehinenin iç dünyasında
fırtınalar kopuyordu belki ama dışarıya karşı korkusuz görünüyordu. Kamera
çekime girmeden önceki sahneyi hayal etmiştim: Rehine, elinde bıçak tutan
kapüşonlu haydudun yüzüne tükürüyor, buna karşılık haydut da belinden çıkarttığı
tabancasını adamın kafasına indiriyordu. Rehine sendelemişti ama düşmemişti.
Biliyorum, izlemek hataydı. Beyninizin asla silemediği bazı
görüntüler vardır.
1,707. Günde bir rüya görmüştüm. Rehine videosu yeniden gözümde canlandı. Yüzüne
maske takan terörist, bıçağı bileği taşına sürtüyordu. Turuncu tulum giyen
rehine, teröristin önünde diz çökmüştü. Elleri bağlıydı. Cüretkâr ve sakindi. Ekrana
girmeyen biri, teröriste yabancı bir dilde bir şeyler söylüyordu, sanırım Arapça'ydı. Rehine dönüp ona bakmıştı. Rehinenin yüzü benimkiyle aynıydı. Sıçrayarak
uyandım. Saat dokuzdu. Yüzbaşı kapımda bekliyordu.
“ Günaydın, Mahkûm Zhettah. Müdür sana bir şey söylemek istiyor.”
dedi.
Kenara çekildi ve Müdürün ön tarafa geçmesine
izin verdi. Ranzamın kenarında oturuyordum. Müdür, kapıya doğru yanaşmamı
istedi. Bana, yargıcın infaz tarihimi belirlediğini söyledi. Önümde tam dört ayım vardı. Otuz gün daha bulunduğum yerde kalacağımı, daha sonra beni başka bir
yere nakledeceklerini söyledi. Götürecekleri yerin adını vermedi ama kastettiği
yerin intihar hücreleri** olduğu açıktı. Bana mahkeme emrinin yazılı olduğu kâğıt parçasını
uzattı ve birkaç gün içinde prosedürleri gözden geçirmek üzere geri döneceğini
söyledikten sonra Yüzbaşıyla birlikte yanımdan ayrıldılar.
Sargent, bana “Ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu.
“Yetkililerin hayatta bulamayacağı offshore
bankalarda yaklaşık beş yüz milyon dolarım var. Bunu sana vermemi ister misin?”
dedim.
Sargent, “Bak ne yapalım biliyor musun?” dedi.
“Şöyle, bir gün sen diğer gün ben birer sone***
ezberlemeye çalışalım. Bu işi seni alıp götürecekleri güne kadar sürdürelim.
Hangimiz daha az hata yaparsa diğerine yazsın. Anlaştık mı?” dedi.
“Sen çatlağın tekisin, hastalıklı bir pisliksin.” dedim.
“Haklısın, Inocente.
Şimdi söyle, benimle anlaşmaya var mısın yoksa?
“Tamam, kabul.” dedim.
Önce Sargent başladı. 117. Sone'yi seçti. Her mısrasını
sular seller gibi okudu.
“O dizeyi seviyorum,” dedim. “Vurma beni,
canlanan nefretinle.”
“Ezberlediğim ilk şiirdi.” dedi. “Onu, sekizinci
sınıftan atılmadan hemen önce okumuştum.”
“O zaman hile yaptın.” dedim.
“Olabilir.” dedi, “Hadi şimdi senin sıran.”
On sekizinciyi seçtim. Ben de sıfır hatayla
geçtim.
Sargent, “Güzel, ama sanki biraz yuvarladın, öyle
değil mi?” diye sordu.
“Belki, ama sadece son kısmı ağzımdan farklı
çıkmış olabilir,” Ona diyeceğim şeyin adını unutmuştum.
Sargent, “Dize” dedi.
“Evet, dize” dedim, “İnsan nefes alırken böyle
şeyler olabiliyor.”
Sargent, “Ne istiyorsan onu söyle, bana sulu
gözlülük yapma, o zaman kuralları değiştirmemiz lazım, bundan sonra seninkini ben
seçeceğim, benimkini de sen seçeceksin. Anladın mı?"
Eğer Sargent'ın arkadaşım olmaktan başka bir
niyeti olsaydı, bu ne olabilir bilmiyordum. Eğer yapmak istediği sadece beni avutmaksa,
bunu başarıyordu. Ama eğer benimle inatlaşıp dövüşmeye kalksaydı sonuç
felaket olurdu. Şimdiye kadar yaptığım her kavgadan sonra, 3. seviyeye
çıkmıştım. Sargent, beni almaya geldikleri gün, skoru söyledi. İkimiz de dörder hata yapmıştık.
*NPR : ABD’de bağımsız bir radyo
**intihar hücreleri : idam mahkûmlarının intihar etmesine mani olmak için 24 saat kamera ile gözetlendiği hücre
*** sone : iki dörtlük ve iki üçlükten oluşan 14 dizelik bir nazım şekli.
*** sone : iki dörtlük ve iki üçlükten oluşan 14 dizelik bir nazım şekli.
(Devam edecek)