Sokakta hiç kimse yoktu. Bilgisayarına bağlı kamerayı uzaktan yönlendirerek son kontrollerimi yaptım, alarmı ve köpeği olmadığı hemen hemen kesin gibiydi.
İki kez kapı zilini çaldım. Arka bahçeye açılan kapının kilidi açıktı, çünkü
bildiğim kadarıyla, her cuma sabahı, bahçe işleriyle ilgilenen görevlinin avluyu
kontrol edebilmesi için kapı açık bırakılıyordu. Şansıma kilitsiz bir
pencere ya da kapı bulmayı umuyordum, fakat bulamadım. Çaresizlik içinde sağa
sola gizlenmiş bir anahtar aradım ama yoktu. Bu işi zor yoldan yapmaya da hazırlıklıydım fakat bir süre daha bunu yapmak zorunda kalmamayı ümit ediyordum.
Stream geldiğinde saat sekizi sadece birkaç dakika geçiyordu. Onu takip ettiğim günden beri her çarşamba günü aynı şey tekrarlanıyordu. İki blok öteden Porsche’un homurtusunu duydum. Garajın dış
duvarına yaslandım. Elektrikli garaj kapısının açılırken çıkardığı sesi ve Stream’in Porsche’u
yavaşça içeri soktuğunu duydum. Alnımdan bir damla ter gözümün üstüne düştü. Hemen kontağı
kapatıp kapıyı açtı ve daha aşağı inmeden karşısına dikilip 45’liği göğsünün
orta yerine doğrulttum.
“Ne istersen al.” dedi.
“Ben de onu planlıyorum.” dedim.
Ona, arabadan
çıkmasını, arkasını dönmesini söyledim ve hemen ellerini arkadan
kelepçeledim. Garaj kapısını kapatmak için düğmeye bastım ve sonunda biraz olsun rahatlamıştım.
“İçeri girelim mi?” dedim.
Mavi kot pantolon, siyah tişört ve koşu
ayakkabıları giyiyordum. İçeri girer girmez elime bir çift lâteks eldiven geçirdim.
Dışarısı henüz tamamen kararmamıştı ama yine de mutfaktaki ışığı açtım. Üzerini aradım ve cebinden telefonunu aldım.
“Silah taşımana gerçekten şaşırdım, bu yüzden seni öldürebilirdim.” dedim.
“Benim kim olduğumu bilip bilmediğini bilmiyorum,
ama büyük bir hata yapıyorsun.” dedi.
Cevap vermedim.
“Akşam yemeğine birileriyle buluşmam gerekiyor.”
dedi.
“SUV’un anahtarları nerede?” diye sordum.
Arkasına geçip kolundan çevirdim, göz göze
geldik, bana bakıyordu. Bıçağın ucunu boğazına bastırdım.
“Mesele şu: İlk tercihim seni öldürmek değil ama
eğer mecbur kalırsam ikinci tercihim o olabilir. Anlıyor musun?” dedim. Başıyla beni onayladı.
“Güzel. Şimdi ses çıkartmak, gürültü yapmak yok.”
dedim ve ağzını koli bandı ile kapattım. Başına da bir yastık kılıfı geçirdim.
“Hadi artık gidelim.” dedim ve onu garaja geri
götürdüm. Onunla birlikte bisikletimi SUV'unun arkasına koydum ve üzerini bir
battaniyeyle kapattım.
“Eğer ses çıkardığını duyarsam ya da polis beni
çevirirse kafana kurşunu yersin.” dedim.
Porsche'nin arka kapısını açtım ve koltuğun
üstünden içinde üç karton kutu sıcak Çin yemeği bulunan çantayı aldım.
Hızımızı sınırın üç dört km altında sabitleyerek özel
havaalanına geri döndüğümüzde havanın alaca karanlığı, geceyi karşılamıştı. Hangarda,
ayak bileklerinin etrafına ikinci bir bilezik kelepçe geçirdim ve onu uçağımın
arkasına ittim. Yastık kılıfını başından sıyırdım, ağzındaki koli bandını çıkardım. Cep
telefonunu kapatıp arabasına geri koydum.
“Kalkışa hazır olun, majesteleri.” dedim.
“Anlaşılıyor ki, kim olduğumu biliyorsun.” dedi.
“Daha önce söylediğim gibi. Eğer sesini
çıkartırsan, seni öldürürüm.” dedim.
Gece yarısı saat bir’e yaklaşırken eve döndük.
Ayak kelepçelerini çıkardım ve adımlarına dikkat et dedim. Birlikte yerin
altı kat altına indik, sol elimle Stream'in dirseğini tutarken, sağ elimde tabanca
vardı. Bir kafa ışığı takıyordum. Karşılıklı dar kirişlerin dışında yeraltı
silosu, bir su altı mağarası kadar karanlıktı. Asma kilitleri açtım ve Stream'i
hücresine koydum ve kapıyı arkasından kilitledim.
“ Eller, Mahkûm.” dedim.
“Ha!” dedi.
“Arkanı demir çubuklara dön.” dedim.
Kelepçelerini çıkarıp aldıktan sonra,
“Şimdi parmaklıklardan uzaklaş ve bana bak.”
dedim.
Silahımı göğsüne doğrulttum,
“İç çamaşırın dışında üstündeki tüm kıyafetlerini
çıkar ve buraya bırak.” dedim.
Ona kalın, pamuklu bir elbise verdim.
“Saat yedide ışıklar yanacak ve TV çalışmaya
başlayacak. Masanın üzerinde kullanabileceğin bir okuma lambası var. Yarın
görüşürüz. Tatlı rüyalar.” dedim.
"Burada neler oluyor?" dedi.
Banka kasasından imal ettirdiğim kapıyı kapattım
ve yukarı çıktım. Herhangi bir ses çıkartsa dahi yer altı silolarının fiberglas
yalıtımı bütün sesleri absorbe edecekti.
Yargıç Moss’un kocası, perşembe sabahı saat
yedide buluştuğu kilise personeli için evinden ayrılırken, ben caddenin
karşısında, Yargıç Stream’in park halindeki SUV'unun içinde oturuyordum.
Stream’in sahte cep telefonundan Moss’un sahte cep telefonuna mesaj göndererek onu
bir saat içinde alacağını söyledim. Saat sekizde, garaj kapısı açılmaya başladı.
Arabanın kapısını kapatır kapatmaz SUV’la önünü
kestim ve silahımla aşağı indim.
“Kornayı çalarsan ya da sesini çıkartırsan, seni
öldürürüm.” dedim.
“Yanımda hiç param yok, sana sadece yüzüğümü verebilirim.”
dedi.
“Dışarı çık ve arkanı dön.” dedim.
Onu aradıktan
sonra bileklerini kelepçeledim. Ağzını koli bandıyla kapattım,
“Seni bir saniyeliğine bu şekilde bırakacağım.”
dedim. Onu arabasının direksiyonuna bağlamak için diğer kelepçe takımını
kullandım. SUV'a geri döndüm ve onu BMW Sedan’ın yanına çektim.
“Gördüğün bu SUV, Leonard’ın. Nasıl, beğendin mi?”
Gözlerini açtı.
“Endişelenmene gerek yok. O tamamen güvende.”
Ona
da Stream'e söylediklerimi aynen tekrarladım. Başına bir yastık kılıfı geçirdim ve onu SUV'un
arkasına koydum. Üzerine bir battaniye örttüm.
“Şimdi söyleyeceklerimi iyi dinle. Dediklerim
bittiğinde anlayıp anlamadığını soracağım. Eğer anladıysan battaniyenin
altından bacağını kaldır.” dedim.
Yaklaşık otuz dakika boyunca yolda olacağımızı
ve eğer polis tarafından çevrildiğimiz takdirde, onu başından vuracağımı kendisine söyledim.
“Gideceğimiz yere vardığımızda sana haber
vereceğim. Söylediklerimi ses çıkarmadan yapacaksın. Benim dediklerimi aynen yaparsan
sana zarar vermeyeceğim. Şimdi az önce söylediğim her şeyi anladın mı?”
Battaniye
hareket etti.
“Tamam, o zaman.” dedim ve hemen direksiyon başına geçtim.
Trafik tahmin ettiğimden daha kalabalıktı. Austin’in sivil
havaalanına yaklaşırken, bir otoyol polisi bizim tam ters istikametimizden geçti. Farkında
olmadan hız göstergesine baktım. Maksimum sınırın çok altındaydım. Dikiz
aynasına baktım. Polis geri dönmedi.
(Devam edecek)
(Devam edecek)