Tuvaleti kullanmak ve elimi yüzümü yıkamak için
kalktım. Kayıt cihazlarının açık olmasını umuyordum. Başım belaya girerse, onlar benim sigortam olabilir ve belki bu sayede kendimi kurtarabilirdim. Çorabımda sakladığım kalemi çıkarıp kâğıt havlu üzerine bir not
yazdım. Ziyaret kabinine döndüğümde, gardiyanın beni izleyip izlemediğini kontrol
ettim, sonra onu cama tuttum. Kağıdın üzerine şunları yazmıştım,
“Bana lütfen bir iyilik
yap ve sonra gelen üç cümleyi yüksek sesle oku.”
Sonraki üç cümle şöyleydi:
“Eğer senin için de
sorun olmazsa Fransa'daki iki arkadaşıma birer mektup yazar ve benim durumumla ilgili
bilgi verebilir misin? Onlara kendim yazmaya çalıştım ama buradaki posta ofisi sanırım bana takmış, mektuplarımı göndermiyor. Bunu yapmak istemiyorsan, seni anlayışla
karşılarım.”
Sargent, istediğimi yapacağını söyledi.
“O zaman ben de senin istediğini yapacağım.”
dedim.
Başını eğdi ve “Inocente, gerçekten sen iyi misin?” diye sordu.
“Bomba gibiyim, dostum.” dedim.
İki saattir konuşuyorduk. Ziyaret alanındaki
gardiyanla göz göze geldik, bana eliyle saatini gösterdi. Ayağa kalktım ve elimi cama koydum.
“Yemin ederim, iyiyim. Sana bazı şeyler anlatmak için kısa zamanda döneceğim, tamam mı? Bu arada, dikkatli ol, seviyenin dışında kal.” dedim.
“O, sözü sana veremeyeceğimi biliyorsun.” dedi.
Çıkarken, otomatik makineden bir şişe su aldım ve notu yazdığım kağıt havluyu tuvalette yıkadım. Koridorda, bir trustee yan tarafa geçip bana yol
verdi ve ben geçene kadar ayakkabılarına baktı. Bina girişine geri döndüm. Ziyaretçi
kartımı sürücü belgemle takas ettiğimde, kapıda yeni bir gardiyanla karşılaştım. O beni hemen tanıdı,
“Tanrı’ya şükret. İsa'ya dua et.” dedi.
“Dua etmem gereken kişinin adı Olvido.” dedim.
Gardiyan şaşırmıştı. Onun yanıt vermesini beklemedim. Dışarı çıktım ve otobanı geçtim ama uçağa binmek
yerine Farm Road 350 yolunun kenarına çıkıp otostop yapmak için başparmağımı havaya kaldırdım. Kasasında tulum giyen, saman kokulu dört Meksikalının bulunduğu bir pikap yanımda
durdu ve beni alıp belediye binasının bulunduğu caddenin sonunda, fast-food
restoranlarının olduğu yerde bıraktı. Onlara birer hamburger ve
patates cipsi aldım, gracias* dedim ve caddenin
karşı tarafına geçtim. Sarı renkli bir altlığın üzerinde, sol elimi kullanarak keçeli kalemle şunları yazdım,
“Papaz Efendi, eşinizin bir ilişkisi olduğuna
dair duyduğunuz şeyler gerçeği yansıtmıyor. O size her zaman sadık kaldı.”
Notumun altına “Bir Bilen” yazıp imzaladım. Sayfayı üç
kez katladım ve Moss'un kendi eliyle adresini yazdığı zarfa koydum. Altlığa yeni bir boş sayfa yerleştirdim,
“Sevgili Lucian, baban her zaman seninle arasını
düzeltmek istedi. Sen ne düşünürsen düşün, o seni seviyor ve seninle gurur duyuyor.”
İlkinde olduğu gibi aynı şekilde yazıp imzaladım. Satış makinesinden bir
pul seti aldım ve gerekenden daha fazla pul yapıştırdım. Onları yapıştırmak için parmağımı suyla ıslattım ve olası parmak izlerimi silmek için kâğıt bir mendil kullandım. Bu sayede DNA taşıyan cilt hücrelerimi ortadan kaldırmış olmayı
ümit ediyordum. Başka bir mendil kullanarak, her bir zarfın köşesinden tuttum ve
onları ABD Posta Servisi'nin otoparktaki mavi posta kutusuna attım.
O akşam, eve döndüğümde, barbeküyü yaktım, Stream ve Moss'un yazdığı mektupları ateşe attım. Kömürler grileşmeye
başladığında, yarım tavuk ızgara yaptım ve bir tencere fasulye pişirdim. Hepsini alıp iki şişe
Meksika birası ile birlikte aşağı, yanlarına götürdüm. O an bana sorsanız, size kesinlikle zengin bir adam
olduğumu söyleyebilirdim. Kısa bir süre sonra neden kızgınlığımdan eser kalmadığını merak ettim.
Tieresse’in petrol işinde servet yapan üniversiteden
oda arkadaşı Tulsa'nın, adını unuttuğum bir kasabadaki göl evinde bir
hafta geçirmiştik. Sabah saat onda uykuya yenik düşen bir traktör sürücüsü iki
şeritli bir yolda virajı alamayınca Tulsa’nın SUV'una büyük bir süratle çarparak onun ölümüne sebep
olmuştu. Önceden Tieresse’nin kafasında bana su kayağı öğretmek vardı ama öğleden
sonra bundan vazgeçmişti,
“Burada yelkenli de var, hadi bunu
öğrenmeyi deneyelim.” demişti.
Alçaktan uçup o evi bulmayı planlıyordum.
Sabah karnımda yanma hissi ve müthiş bir baş
ağrısıyla uyandım, gözlerim kararmaya başlamıştı. Biraz olsun rahatlamak için
dört aspirin birden yuttum ve bir süre sonra uyuyakaldım. Öğleden sonra uyandığımda evde kalmamın iyi olacağına karar vermiştim. Seradan birkaç marul ve olgun domates topladım, kasabadan yiyecek
bir şeylerin yanı sıra pasta malzemeleri aldım.
Aldıklarımın ödemesini yaparken, kasadaki görevli Margaret, hasta olup olmadığımı sordu. Az önce biraz ateşimin olduğunu söyledim. Başım
dönüyordu ve öne doğru eğildim. Elimdeki malzemelerin düşmesini önlemek için poşete
koymak yerine konveyör bandın üzerine bırakmak zorunda kaldım. Eve döner dönmez,
eşyaları yerleştirmeden kendimi doğruca yatağa attım.
Akşam kendimi biraz daha iyi
hissediyordum. Akşam yemeğini erkenden yedim ve daha sonra keki pişirdim. Ertesi
gün pastayı aşağı indirdim.
Geri sayımdaki dijital saate baktım. 49896: 00:
00'ı gösterdiği anda, vakit tamam dedim, aşağı yukarı bir yıl olmuştu. Bir yılın dolmasına tam olarak beş buçuk dakika vardı.
"Bakın size pasta getirdim." dedim. Oralı olmadılar.
“Mektuplarınızı da gönderdim.” dedim.
En azından bir teşekkür etmelerini beklerdim fakat ikisi de bana dönüp bakmamıştı bile.
“Mutlu yıllar Jane,” dedim. Moss ağzını açmadı.
“Sana da, John” dedim. Stream de bir cevap
vermedi.
Pastayı üçe bölüp iki parçasını iki ayrı kâğıt
tabağa koydum. Her dilimin üzerine doğum günü mumu yerine birer plastik çatal
sapladım.
"Hadi, şimdi tadını çıkarın." dedim ve tabakları parmaklıkların altından
hücrelerine doğru kaydırdım.
“Kutsal Kitap, kendinizden önce
hayvanlarınızı besleyin diyor.” dedim.
Onların paylarına düşeni
verdikten sonra kendi pastamdan bir parça ısırdım. Kreması fazla şekerli değildi. Zaten tatlıyla fazla aram yoktu. Üzerindeki siyah benekler Madagaskar
vanilyasıydı, hiçbir masraftan kaçınmamıştım. Gülümseyerek,
“Bu tür pastalara Hindistan cevizi çok yakışır ama ben bu sefer kullanmadım. Herhangi bir şeyi saplantı haline getirmek benim tarzım değil.” dedim.
*gracias: İspanyolca, teşekkür ederim.
(Devam edecek)