Yine aynı sıradan devam edelim. Horoz Nuri'nin yanındaki evde Tireli bir ana kız yaşardı. Adını hatırlamadığım yaşlı kadın, kara kuru, altında çiçekli bir pijama, ayağında terlikle dolaşan biriydi, genellikle kapı önünde dikilir, bazen evlerinin önünü süpürürdü. Kızını akşam saatlerinde gelen taksiye binerken görürdük. Tombul, aşırı makyajlı, siyaha boyanmış saçlarıyla orta yaşlarda bir kadındı. İşten dönüş zamanını hiç hatırlamıyorum, muhtemelen bizim uykuda olduğumuz saatlere denk gelirdi. O zamanlar pavyon denilen gece kulüplerinden birinde çalışırmış. Ara sıra yabancı adamlar da gelirdi evlerine. Mahalleli ile bir iletişimleri yoktu. Kimse kimsenin işine de karışmazdı bizim mahallede.
Bir üstteki ev tipik dulhane evlerinden biriydi. Bahçesine merdivenle inilen bu evde Raym'anım (Rahime Hanım) Teyze otururdu. Onun da kocası çok önceden ölmüştü. Yalnız yaşardı ama çocukları sık sık ziyaretine gelirdi. Sessiz, sakin, sevilen komşularımızdan biriydi.
Raym'anım Teyzenin yukarısında lakabı adını bastırmış neşeli teyzeyi hatırlıyorum. "Elma Şekeri" diye bilinirdi. Elmacık kemiklerine bolca sürdüğü allıktı bunun sebebi. Sessiz bir kocası ve artık evlenme yaşını geçmeye başlamış, devlet dairesinde çalışan kara kuru bir kızları vardı. Mini etek modasının başladığı yıllarda etek boyunu kısaltması ona bakış açımızı değiştirmemişti. İki kuru bacağının hiçbir albenisi yoktu. Fakat ara sıra onu ziyarete gelen bir arkadaşı vardı ki, mankenlere taş çıkartacak cinstendi, onu unutamam. İnce naylon çorap giymiş bacaklarını sergileyen süper minisiyle sokağın başından göründüğü andan itibaren bütün mahallelinin bakışlarını bir mıknatıs gibi üzerine çekerdi.
Çocukken çok yemek seçerdim, annem bu huysuzluğuma karşı çoktan teslim bayrağını çekmişti. Özellikle yaz aylarında hiçbir sebze yemeğini ağzıma koymaz, öğünleri sana yağında pişirilen yumurtayla geçirirdim. Fakat abur cubura çok düşkün olduğumu söylemeliyim. Midem şerbetlenmişti bu pisboğaz beslenme şeklime. Mesela elime para geçtiğinde gider şambali dediğimiz, üzerinde bir sıra yer fıstığı monte edilmiş şerbetli hamur tatlısını alır, onu yedikten hemen sonra sokağımıza giren Turşucu Yaşar Ustaya kayıtsız kalmazdım. Dört bisiklet tekerlek üzerine oturan camekanlı el arabasında, biri lahana, diğeri badem dediğimiz körpe salatalığın (İstanbullular buna hıyar der) olduğu içi turşu suyu dolu iki plastik kovayı yerleştirmiş beyaz önlük giyen bir seyyar satıcıydı Yaşar Usta. Kovaların içinde birer plastik torba içine koyduğu buz kalıpları turşu suyunu iyice soğuturdu. "Yaşar Ustanın Florya Turşusu geliyoooor." dediğinde gözlerim parlardı. Genellikle lahana turşusunu tercih ederdim ama lahana parçalarıyla tıka basa doldurulmuş cam bardağın içine kepçeyle ilave ettiği turşu suyu miktarı azaldığı için üzülürdüm. Bu yüzden hızımı alamayıp, üstüne cila niyetine turşu ücretinin yarısını ödeyip bol acılı bir bardak sade turşu suyu içerdim. Mahallemizin seyyar satıcıları da bir nevi komşularımız sayılırdı.
Biraz daha yukarı çıkalım. Elma Şekeri teyzeye komşu Bekir'lerin ailesi sokağımızın düzgün nitelikli ailelerindendi. Nedense sık sık mevlut okuttukları kalmış aklımda. Bekir'in annesinin adı şu an geldi aklıma. Evet, Nimet Teyze, ufak tefek, güler yüzlü biriydi. Babası da sakin bir beydi, kavga ve gürültülerinin olmadığı nadir komşularımızdan biriydi onlar. Büyük kızları Kevser evlenmiş ve hemen ardından bir çocuk doğurmuştu. Bekir'e gelince... Bizden birkaç yaş büyüktü. Eşrefpaşa Lisesine giderdi ancak yıllarca dikiş üzerine dikiş atardı. Aynı sınıfı iki kez okuyan öğrencilere çift dikiş yaptı denirdi o zamanlar. Alaycı bir ifadeyle de "Sağlamcı gidiyor" denip kafa bulunurdu. Yine onun gibi lisede tekleyen bir üst sıradaki komşumuz Erdal yüzünden Eşrefpaşa Lisesine göndermek istememişti annem. Adı haşarılıkta kötüye çıkmış bir liseydi o zamanlar. Oturulan semtteki okullarda okuma zorunluluğu, okul aile birliklerine yardım yapıp ayrıcalık elde edebilecek kadar mali durumumuzun müsait olmaması sebebiyle ne Atatürk Lisesi, ne de Namık Kemal beni kabul etmemiş, burnumuzu sürte sürte Eşrefpaşa Lisesinin yolunu tutmuştuk. Sonunda gecikmeli de olsa liseyi bitirmişti bizim Bekir. Ödül olarak kendisine bir Bisan bisiklet alındı. Tip itibarıyla ufak tefek bir çocuktu. Bisikletin selesine dahi oturamıyordu ama onu sürmesini iyi öğrenmişti. Bisikleti olmayan bizim gibi çocuklara turu yirmi beş kuruş kiraya verir harçlığını çıkarırdı.