Kelime oyununun bu haftaki kelimelerini Bonheur belirledi. Organizatörlüğünü sevgili DeepTone'un yaptığı bu güzel etkinliğin beşinci haftasına girerken geniş bir katılımın sağlanmış olması beni ziyadesiyle heyecanlandırdı. Yazmış olduğu yazılarla hünerlerini gösteren bütün katılımcılara teşekkür ederim. Gerçekten çok güzel eserler üretildi. Bundan sonraki haftalarda belirlenecek kelimelerde tekrara düşmemek ve önceki haftalarda hangi anahtar kelimelerin kullanıldığını görmek maksadıyla her hafta güncellemeyi düşündüğüm bir liste hazırladım. (TIK TIK)
Bu hafta, etkinliğimize ben de bir öyküyle katılmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz. Haftanın kelimeleri:
*** KEDİ, FİLM, KEMAN, HASRET, AĞAÇ ***
ARANIZDAN BİRİ
Beni anlayacağınızı umuyorum. Bu hayatı ben seçmedim, hepinizin arasından hayat seçti beni. Çocukluğumdan beri adım adım bu mesleğe hazırlandım, buna da meslek denirse tabii. Annem de aynı işi yapardı, onun annesi de... Kaderim bu benim, kaçamazdım.
Serin bir akşam, saat yediye doğru yol alıyor. Yağmur yağdığında bıçak gibi kesilir işim. Caddelerde boy gösterip yapılacak bir iş değil ki bu, sağanak altında. Gece mavisi gökyüzüne bakıyorum, yıldızlar bana göz kırpıyor. Belli ki yağmur yağmayacak bu gece. Şükürler olsun! Bunu küçükken öğretmişlerdi bana, diğer öğrettiklerinin yanında. Karşı dairelerden süzülen ışıklara bakıp sıcak bir yuvanın hasretini çekiyorum içimde. Keşke onların yerinde olsaydım...
Bütün vücut kıvrımlarımı ortaya çıkaran beyaz bir elbise giyiyorum. Rakipleriniz arasında fark edilmek istiyorsanız, özellikle de ten renginiz benimki gibi esmerse, beyaz giymek oldukça akıllı bir seçim. Annemin öğrettiği gibi ağır bir makyaj yaptım. Az ileride, sinemanın önünde, direğe monte edilmiş panodaki "Ahlat Ağacı" afişi dikkatimi çekiyor. Birkaç gün önce izlediğim Nuri Bilge Ceylan'ın bu filmi beni derinden etkilemiş, başroldeki Sinan'la özdeşleştirmiştim kendimi. "İster sevelim ister sevmeyelim, bazı özelliklerimizi babalarımızdan alırız. Zayıflıklarımızı, alışkanlıklarımızı ve daha pek çok şeyi..." Oysa bana şefkatle sarılacak bir babam olmamıştı. Yani ben böyle düşünüyorum. Belki annemin yanına gelenlerden biriydi ama hangisi olduğundan asla emin olamadım. Çocukken eve gelen adamlara baba diye hitap etmem öğretilmişti. Onlara saygıda kusur etmedim, onlar da her zaman aldıkları küçük hediyelerle sevgilerini gösterdiler bana. Sevgiyle şefkatin farklı şeyler olduğunu okuduğum kitaplardan öğrendim. Yalnızdım, hiç arkadaşım olmadı kitaplardan başka.
Modası geçmiş olmasına rağmen kısacık boyumu biraz olsun gizleyen ve aynı zamanda beni seksi gösteren yüksek ökçeli bir pabuç giyiyorum. Belediye Kavşağı yakınlarında, İpekyolu caddesinde müşterimi beklediğim sırada elektrik kesiliyor, araçların far ışıkları dışında her taraf kararıyor. Birkaç araba yanıma yanaşıyor, kısa bir korna çalıp sataşıyorlar, beklediğim aracın olmadığını fark edince arkamı dönüyorum. Farlar üzerime geldikçe tedirginliğim artıyor. Bugün şanslı günümdeyim aslında. En azından beklediğim, annemin benim için ayarladığı biri var. Çoğu zaman cadde üzerinde birkaç saat salınır, beklemekten sıkılınca eve geri dönerim. Bazen gözüme kestirdiklerimin eli sıkı çıkar değerimi vermezler bazen de ben beğenmem onları. Saatime bakıyorum. Toyota marka beyaz bir otomobil tam önümde duruyor. Evet, beklediğim bu olmalı, dönüp plakasına bakıyorum. Sürücü camı indiriyor, bana doğru eğiliyor, karanlığın gölgesinde yüzümü gösteriyorum. Artık işimde iyice uzmanlaştım, insanları ilk bakışta tanıyorum, hangisi belalı, hangisi bonkör, hangisi ince ruhlu anlayabiliyorum. Arabanın içindeki esmer, orta yaşlarda biri, kıvırcık saçları var. Dişlerini göstererek sırıtıyor, hayatımda ilk kez birini tanımakta bu kadar zorlanıyorum. Adam, bütün ön sezilerimi darmadağın ederken sabırsız bir şekilde yanındaki koltuğu işaret ederek bağırmaya başlıyor.
"Hadi, ne duruyorsun, binsene."
Belli ki kimseye görünmek istemiyor. Ona bu konuda anlayış göstermeliyim. Ağzı leş gibi rakı kokuyor, mesaiye erken başlamış. Kapıyı açıp sessizce yanına geçiyorum. Başımı ondan tarafa çevirip hafifçe gülümsüyorum. Gülümsemek için mutlu olmak şart değil. Bu konuda yeterince tecrübeliyim. Mesleğimin gereği bu. Araba hareket ediyor, fakat nereye gittiğimizi bilmiyorum. Çok da önemsemiyorum zaten ama bedelimi bir an önce netleştirmem lazım. Her zaman yaptığım gibi sağ kaşımı kaldırırken sesimin tonunu bir miktar yükseltip soruyorum.
"Kısa mı, uzun mu?"
"Uzun olursa ne kadar?" diye ürkek bir sesle karşılık veriyor esmer adam. Bu gece harcayacak fazla zamanım yok. İşimi bitirip bir an önce evime dönmek istiyorum. Biraz düşündükten sonra kabul etmeyeceğini düşünerek,
"Üç yüz dolar" diyorum. Bezgin bir ifadeyle yüzüme bakıyor, uzun bir sessizlikten sonra zoraki bir gülümsemeyle,
"Okey, tatlım" diyor. Cebinden acemi hareketlerle çıkardığı üç adet yüzlük banknotu bana uzatırken ellerinin titrediğini fark ediyorum. Heyecanı ve cömertliği bu işlere ilk kez kalkıştığını ortaya koyuyor. Kısa bir süre yol aldıktan sonra arabayı sol taraftaki ara sokaklardan birine çekiyor ve çok katlı binaların arasındaki parka giriyor. Yakın bir yer olması hoşuma gidiyor, dönüş yolunda taksiye fazla para ödemeyeceğim. Çevreye bir göz atıp arabadan indikten sonra sert bir şekilde çarpıyor kapısını. Ben de istenmeyen bir kedi yavrusu gibi sessizce onu takip ediyorum. Her zaman yaptıkları bir şey bu zaten. Bir anlık zevkin kurbanı zavallının biriyim hepsinin gözünde. İşimin bu bölümünden nefret ediyorum.
Yedinci kattaki dairesi son derece şık döşenmiş. Esmer, kıvırcık saçlı adam üzerindeki ceketi koltuklardan birinin üzerine atıyor. Müzik setinin düğmesine basar basmaz Çaykovski'nin keman konçertosu suit daireyi konser salonuna çeviriyor. Sanki orada ben yokmuşum gibi davranıyor. Soyunup duşa giriyor hiçbir şey söylemeden. Müziğin hüzünlü sesi beni alıp başka alemlere götürüyor. Kulağım kemanın sihirli nağmelerine bir zamk gibi yapışmış durumda. Ceketinin iç cebinden dışarı sarkan siyah cüzdanı ilişiyor gözüme. İçinden bir yüz dolar çekiyorum. Bu benim dönüş parama fazlasıyla yeter.
Üzerimden beyaz elbisemi sıyırıp kırmızı örtülü geniş yatağa uzanıyor ve beklemeye koyuluyorum. Kısa bir süre sonra yanıma gelip uzanıyor. Yanılmamışım. Bu işe ilk kez kalkışıyor olmalı. Bir saat kadar sürekli karısını anlatıyor bana. Ona yaşadıklarını unutturacak tüm hünerlerimi göstermek istiyorum. Ama nafile. Ne yaparsam yapayım ilgisini çekemiyorum. Bu benim en büyük başarısızlığım. O ise büyük pişmanlık içinde, bana aldırmaksızın sürekli göz yaşı döküyor. Sarhoşluğuna veriyorum. Bugüne kadar böyle bir şey başıma hiç gelmedi. Yatakta sızıp kalıyor sonunda. Beyaz elbisemi giyip yüksek topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçiriyor ve sessizce ayrılıyorum yanından.
Telefon edip bir taksi çağırıyor ve hemen eve dönüyorum. Kapıyı annem açıyor. Her zamanki gibi ona vereceğim parayı bekliyor ve bana gururla gülümsüyor. Evin geçimi artık tamamen benim sırtımda. Karşı koymam yüzünden uzun zamandır eve erkek almıyor. Elli yaşından sonra pazarını büyük ölçüde kaybetti zaten. Böyle bir pisliğin içinde yerim yok benim. Bunu kendime bile izah etmekte zorlanıyorum. Belki eskiden geçimimizi sağlayan babalarımın annemin makyajlı yüzüne aldanması bir lütuftu bizim için. Ya da onların "Vücuduna iyi bak, para kazanmak için ona ne zaman ihtiyacın olacağını bilemezsin." demeleri çelmişti aklımı.
"Yaptığımız iş bir alış veriş," diyorum, anneme parayı uzatırken. Alan memnun, satan memnun! Onun buna inanıp inanmadığı konusunda şüphelerim var, bunu gerçekten bilmiyorum. Ellisine gelmiş olmasına rağmen formunu korumuş görünüyor, minberi mihrabı yerinde. Gülümseyen gözlerinde pişmanlığın ve yılların verdiği yorgunluğun gölgelerini hissediyorum. Bir acıma hissi sarıyor içimi. İşte bu yüzden bir an önce bu işlerden elimi ayağımı çekmek istiyorum. Geçmişimiz ne kadar karanlık olsa da benimle gurur duyduğunu biliyorum.
Yüzümdeki boyaları, takma kirpiklerimi çıkardıktan sonra duşa giriyorum. Serin suyun altında günahlarımdan arındığıma inanmak istiyorum. Bornozuma sarınıp anneme iyi geceler dedikten sonra odama çekiliyor ve kapımı kapatıyorum. Yarın, üniversitede uzun bir gün olacak benim için. Bir an önce sosyoloji sınavına hazırlanmalıyım.