Kitabın Adı: SON
Yazar: Ayşe KULİN
Sayfa Sayısı: 301
Yayınevi: Everest Yayınları
Beni hayli yoran Mario Levi'nin kitabından sonra kolay okunabileceğini düşünerek özellikle seçmiştim Ayşe Kulin'in bu romanını. Mamafih yedi bölümlük serinin sonuncusu olan "Son" adlı romanı beklentimin üzerinde basit bulduğumu söylemek zorundayım. Aynı karakterlerin yer aldığı serinin daha önce yayımlanmış kitaplarını okumamak bir eksiklik hissi uyandırmıyor. Ayşe Kulin'in bu eseri hakkında yapılan olumsuz eleştirilerin pek çoğuna katılıyorum. Her şeyden önce yazım dili itibarıyla usta bir yazar tarafından kaleme alındığına inanmakta zorlandım. Bazı olumsuz eleştirilere rağmen romana ilişkin tek olumlu tarafın seçilen konu ve kurgu olduğunu düşünüyorum. Evet, kurguda bazı mantık hataları, uyumsuzluklar var lâkin üzerinde biraz mesai harcanabilse bütün bunların düzeltilmesi mümkün. Aceleye getirilmiş, edebi yönden hiçbir özelliği olmayan, artık ne yazsam gider havasına kapılmış ünlü bir yazardan üstünkörü yazılmış bir kitap...
Yakın geçmişin sosyo-ekonomik ortamı içinde fikri yapısından dolayı işini terk ederek Uzakdoğu'da çalışmaya karar veren genç bir mimar çıkıyor önce sahneye. Eşi ilk zamanlar kocasının bu kararına karşı çıkıyor. Adam Şangay'da göreve başladıktan kısa bir süre sonra Urla yakınlarındaki bir koyda yalnız başına yüzen genç kadın, bir balıkçı motorunun çarpması sonucu ilk anda kaza mı cinayet mi olduğuna karar verilemeyen bir şekilde yaşamını yitiriyor. Ölen genç kadının tesadüfen tanışıp on aylık çocuğunu kumsalda yanına bıraktığı genç kadın olayın tek görgü tanığı. Romana dahil olan bu genç kadın Uluslararası bir örgüte yaptığı iş müracaatının sonucunu bekleyen bir doktor ve onun da ilginç bir hikâyesi var. Genç mimar cenaze töreninden sonra küçük çocuğunu da yanına alıp Çin'in Şangay kentine dönmek üzere yola çıkıyor. Adamın uçakta şans eseri yanına oturan kişi eşinin ölümünden kısa süre önce tanıştığı ve olayın tek görgü tanığı olan kadın doktordan başkası değil. Genç kadın daha önce yaşadığı farklı bir olay sebebiyle birileri tarafından canına kastedilmek istendiğini düşünüyor. Bu yüzden yıllar öncesinden kendisine gönül veren ve asıl hedefin genç doktor olduğunu düşünen becerikli bir polis komiseri sayesinde yurt dışına kaçırıldığını görüyoruz. Çok geçmeden deniz kazasına ilişkin düğüm sürpriz bir şekilde çözülüyor. Kadın doktor yaşamı boyunca baskı altında tutulmasından şikâyet eden ve bundan sonra başına buyruk bir hayat sürmek isteyen bir tip. Genç kadının mimarla uçakta başlayan ilişkisi küçük çocuk sayesinde birlikte aynı evi paylaşacak dereceye kadar ilerliyor. Birkaç ay sonra eşini kazada kaybeden mimar, kendisine yakın bulduğu genç kadına aşık oluyor. Kaza nedeninin ortaya çıkmasına kadar ücret karşılığı kısa bir süre çocuğun bakımını üstlenen kadın doktorun plânı başka. Genç kadın artık kimseye bağlanmamak hususunda kesin kararlı. Bu yüzden önce kendisine ilân-ı aşk eden polis komiserine, daha sonra genç mimara kapıları kapatıp yaşamına özgür bir şekilde devam etmeyi tercih ediyor.
Halen yaşamakta olduğumuz sosyal baskılar, ekonomik sıkıntılar, adaletsizlik gibi kavramlar romanın içine mesaj şeklinde serpiştirilmiş. Ancak yazar bunu yaparken hiç maharetli değil. Kendisiyle aynı görüşleri paylaşmış olmama karşın yazarın bu tür saptamaları romana yapmacıklıkla iliştirilmiş hissi uyandırıyor. Diğer taraftan iki yerde roman kahramanlarından birine yazarın daha önce yazdığı romanlarından birini okutturması son derece basit, kendi reklâmını yapması bakımından hayli itici geldi bana. Sanırım Orhan Pamuk da bir romanında aynı yolu izlemişti. Ayrıca yazarın "Benim Adım Kırmızı" romanındaki gibi olayları ayrı bölümler halinde karakterlerin ağzından anlatmış olması Orhan Pamuk'un etkisi altında kaldığı izlenimini doğuruyor.
Kitap baştan sona kadar betimlemelerden ve duygulardan yoksun bir şekilde ilerliyor. Adeta resimsiz bir cep fotoromanı okuyorsunuz. Romanın kahramanlarından Hakan'ın eşini kaybetmesinden birkaç gün sonra on aylık çocuğunu yanına alıp Çin'e seyahat etmekte iken tanıştığı genç kadınla uçakta yaptığı sohbet insanı dumura uğratacak cinsten. Eşinin cenazesinden değil de, adam sanki bir yakının düğününden dönüyor, üstelik tesadüf eseri karşılaştığı bir kadına aşık olacak kadar ileri götürüyor işi. Ya kadına ne demeli, uçakta tanıştığı ve sadece bir kez görüştüğü adamın evinde kalmaya başlıyor çocuğu Ada'yı bahane ederek. Evet işler bu şekilde cereyan edebilir belki ama konu yeterince işlenmemiş, ham kalmış. Kolay okunan bir kitap, hatta merak da uyandırmıyor değil. Bununla birlikte Ayşe Kulin'e yakıştıramadığım yüzeysel bir dile sahip. Buna rağmen şaşırtıcı bir şekilde yüzbinlerce baskı yapılmış. Halkımız düşünmeye hacet bırakmayan, bir şey öğrenmeden, sadece vakit geçirmek için okuyabileceği, popüler kültüre uygun, hap gibi kitaplardan çok hoşlanıyor belli ki. Eğer okunacak başka kitabınız kalmadıysa size de şiddetle tavsiye ederim!