"Huzurlu aşk mı tercih edersiniz, yoksa gelgitli, inişli çıkışlı mı?"
İlâhi Deep, bu haftaki konu önerin bana yıllar önce tanıdığım muzip bir arkadaşımı hatırlattı. Ferdi Tayfur'un fırtına gibi estiği yıllarda milletin dilinden düşürmediği bir şarkı vardı. "Huzurum kalmadı fani dünyada, yapıştı canıma bir kara sevda" Delikanlılık çağımızda arkadaşlarla birlikte gezerken esnaf dükkanlarından, evlerin pencerelerinden acı acı gökyüzüne yükselirdi bu şarkının nağmeleri. Yine sıcak bir yaz günüydü, Ferdi Tayfur, ağlak sesiyle kulaklarımızda patlayıp "... huzurum kalmadı.." diye cıyaklamaya başlayınca arkadaşımız kendini daha fazla tutamamış, bir seyyar satıcı ağzıyla bas bas bağırmıştı ortaya. "...köfte var ciğer var." O günden sonra Ferdi Tayfur'un sesi kasetlerden sokaklara, caddelere fırlayıp "huzurum kalmadı" diye yeri göğü inlettiğinde bir gülme krizi eşliğinde hep bir ağızdan "köftemiz var, ciğerimiz var buyurun." demeye başlar olmuştuk.
Ferdi Tayfur o yanık, yürekleri parçalayan sesiyle aşkta huzur olmayacağını nasıl anlatabilirdi daha başka? Şu aşk konusuna yazılarımda defalarca değindim. Kendilerini aşkın kor ateşinde huzur bulduklarına inandıranlar sonunda sözüme geldiler. Aşk bir hastalıktır, aklınızı kullanın, kendinizi koruyun, yakalanmamaya bakın dedim mi, dedim. İlişkilerde aşk tek taraflıdır, yani taraflar birbirlerine asla aşık olmazlar, bir aşık bir de aşık olunan vardır dedim mi, dedim. O halde aşk da huzur nasıl bulabilirsiniz? İnsan hasta olunca huzurlu hisseder mi kendini hiç? Hem öyle bir hastalık ki bu aşk, hasta olduğunuzu asla kabul ettirmiyor size. İyiyim, ben iyiyim, sadece aşığım. Delilik resmen. Hiç delinin ben deliyim dediği duyulmuş mu ki?
Sonra aşk nasıl bir şey? Tercihe dayalı bir şey mi? Benimkisi az huzurlu olsun. Ya da duble huzurlu istiyorum, yanında bir de kola, zero, mümkünse soğuk ve teneke kutuda. Yok pipet, bardak gerekmez, ben doğrudan ağzımı dayayıp içmeyi tercih ederim. O tenekenin soğukluğu aşkımın ateşini söndürsün biraz.
Şimdi aşkın gelgit olayına bir şey diyemeyeceğim. Aklıma nedense birden Silivri geldi. İnişli çıkışlı deyince bir şeyler söyleyebilirim bak. Dedim ya aşkta iki taraf var. Biri aşık kişi, bu zavallı vatandaş hep çıkar, yorulmak nedir bilmez, sırtına ne vurulsa durmaksızın çıkmaya devam eder, kan ter içinde kalsa da çıkar, gözleri görmez, kulakları duymaz, nereye çıktığını bilmese de çıkar hep. İkincisi aşık olunan kişi. Bu şanslı vatandaş ise iniştedir. Yokuş aşağı koyuvermiştir kendini. Bütün yükü çıkana yüklemiş, ıslık çala çala keyfini çıkarır inişin. İlki zirveyi bulacağım, mutlak mutluluğa ereceğim diye çabalarken inişte olan sahile vardığında çoktan unutmuştur çıkanı. Gemisine binip yeni aşklara yelken açmıştır çoktan.
Velhasıl sevgidir esas olan. Yunus Emre'nin "Sevelim sevilelim" sözünün 200 TL'lik banknotların üzerine yazılmış olması da ayrı bir ironi.
Ha bir de değinmeden geçemeyeceğim. Eskiden oturduğumuz sitede eşimin bir WhatsApp grubu var. Herkes birbirine "Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun" diye mesaj göndermiş! Hatta her cuma günü sabahın erken saatlerinde "Hayırlı Cumalar" diye mesaj yazmayı kaçırınca sıkıntıdan şekeri yükselen Alman Ulrike'miz de geri kalmamış bu kutlamaya. Görüyor musunuz halimi, Sevgililer Gününüzü kutlamazsam kendimi huzursuz hissedeceğim ben bak şimdi, hay Allah. Aman yarabbi hale bakın, algı tam gaz!