"Tarihi eserlere, müzelere, tarihi sit alanlarına, antik kentlere, kalıntılara, buluntulara ilgi duyuyor musunuz?"
Tarihi eserlere, müzelere, tarihi sit alanlarına, antik kentlere, kalıntılara, buluntulara ilgi duyduğumu söylersem yalan olur, bense yalanı hiç sevmem. Sevmek için bilmek gerekir. Bilinmezi sevmek bana göre değil. Şöyle bir düşündüğümde tarihi eserlerle ilk tanışmamın ilk okul yıllarıma dayandığını hatırladım. Bir okul gezisinde Efes antik şehrini gezmiş ve Meryem Ana Evi'ni ziyaret etmiştik. O günlerden aklımda kalan beyaz taşlı bir yolun kenarında düşey yivli sütunlar, yıkık dökük mermer kaideler ve lahit kalıntıları... Şapel haline dönüştürülen Meryem Ana evinin önündeki çeşmenin suyunu içip hacı olmuştuk. Bize rehberlik eden öğretmenlerimizin, Bülbül Dağı eteklerinde yer alan Meryem Ananın bir süre yaşadığı öne sürülen bu yerin, yaşamı boyunca o bölgede hiç bulunmamış Katolik bir rahibe olan Anne Catherine Emmerich'in (1774-1824) gördüğü rüya üzerine keşfedildiğinden bahsetmediklerini geçtim, geziye ilişkin en küçük bir bilgi vermediklerini hatırlıyorum. Beslenme çantalarımızı yanımıza alıp piknik havasında bir geziydi sanki. Günümüze birkaç taş parçasından başka bir şey kalmadığından olsa gerek dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Selçuk ilçesindeki Artemis Tapınağı'na da o ilk gezi programımızda yer verilmemişti.
Uzak geçmişimizi hatırlatan tarihi eserlere, müzelere, antik kentlere neden ilgi duymalıyız, ya da ilgi duymalı mıyız? Bu özel bir merak mı, bilgili, kültürlü olmanın bir koşulu mu? Bu soruları sordum kendime. Bazı arkadaşlarımız, yazarlar gezip gördükleri tarihi yerleri, antik kentleri detaylı bir şekilde fotoğraflarıyla birlikte paylaşıyor ve bizler de zevkle okuyoruz onları. Bu tür etkinlikler, konuya ilişkin güzel öyküler yazmanın, fotoğraf çekmenin, farklı yerler görüp sağlıklı yürüyüşler yapmanın, araştırıp farklı yerlerin tarihi ve mitolojik geçmişleriyle ilgili yeni şeyler öğrenmenin vesilesi olabilir elbette. Bütün bunları ayrı tutuyor ve yapanlara saygı duyuyorum. Yeri geldiğinde aynısını ben de yaparım. Ama mesele bu değil. Yazılı tarihin içine duygular, görüşler, bakış açısını yansıtan düşünceler karıştığı için bu konularda okuduklarımızın ne kadarının gerçek olduğunu kestirmek hayli zor. Peki tarihin somut belgeleri olarak kabul edebileceğimiz tarihi eserler, kalıntılar, buluntular hakkında bize anlatılanlar gerçek tarihi yansıtıyorlar mı? Bütün bunların ötesinde tarihin bize ne faydası var? Gerçekten sormak istiyorum, tarihten ders alıyor muyuz, yoksa tarih tekerrürden mi ibaret?
Elbette, gezip gördüğüm tarihi yerler, eski çağlardan kalan eserler, Efes ve Meryem Ana evinden ibaret değil. Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında bu tür yerleri, müzeleri gezilerimin olmazsa olmaz nedeni sayıp programıma dahil etmek zorunda hissettim kendimi. Roma'nın Colosseum'undan tutun, Bergama açık hava müzesine, Van Akdamar Adasındaki Ermeni Kilisesinden Çanakkale Şehitliği'ne kadar pek çok tarihi eserleri, müzeleri, camileri, türbeleri ziyaret ettim. Başım göğe erdi mi? Paris'te Louvre'un kapısından dönüp Mona Lisa'nın aslını görememiş olmam hayatımda ne değiştirdi, neyi eksik bıraktı?
Biliyorum bu düşünce pek çoğunuza aykırı gelecektir. Çanakkale şehitliğinde ülkenin dört bir tarafından gelen çocuk yaştaki insanların bağımsızlık uğruna canlarını verdiği yerleri görmek, memleketlerini ve isimlerinin yazdığı levhaları okuyup saygıyla onları yâd etmek güzel. Ama bence daha da önemlisi onların canlarını verdiği bu topraklarda ülke kaynaklarının nasıl çarçur edildiğini, o günkü imkânsızlıklara rağmen emperyalist devletlerden kurtardığımız vatanın bugün aynı güçlere yıllar boyunca nasıl peşkeş çekildiğini düşünmek çok daha güzel.
Yabancı devletlerin ülkemizden aşırmalarına göz yumduğumuz antik çağlardan kalma taş parçalarını yurt dışındaki müzelerde görebilmek için büyük paralar harcıyoruz. Yetişme tarzımız, aldığımız eğitim, ekonomik durumumuz tarihe, kültüre ve sanata yeterince önem vermemize engel. Ülkemiz tarih bakımından son derece zengin olmasına rağmen bunun değerini bilmiyoruz. Bergama açık hava müzesine bilet alıp içeri girdikten sonra elli metre bile gitmeden geri döndüğümüzü hatırlıyorum. O günlerde bakımsızlık, sararmış otların arasında sessizce yatan koca taş parçalarını görmeye gelen onca turiste çok şaşırmıştım. Zamanında bir kütüphane, bir tapınak ya da bir hamamın yapı taşları olan kalıntılar pek mahzun gelmişti gözüme. Böyle mi olmalı? Konuyla ilgili uzmanları bir araya getir, tarihsel kayıtlardan çıkar plânlarını ve aslına uygun bir şekilde yeniden restore et, bakımını, temizliğini yap, gerekirse birkaç temiz kafe ekle etrafına, yorulduğunda dinlenmek için, ki görenler hayran kalsın.
Yabancı ülkelerde durum farklı. Tarihi eserlerin sunumu, onlara verilen değer hayranlık verici, değerli sanatçıların eserlerinin sergilendiği müzeler pırıl pırıl. Bu ve benzeri tarihi yapılarda devamlı bir restorasyon, bakım var. Eserlerin zamana karşı zarar görmemesi için müzelerin içinde daimi olarak sabit bir ısı ve nem oranı korunuyor. Onlar için kültürel turizm önemli bir kazanç kapısı. Elde ettikleri kazancın bir bölümünü sahip oldukları bu kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılması için bakım ve restorasyon çalışmalarına ayırıyorlar. Yani bizimkiler gibi bir kapısına köyden bir bekçi koyup saldım çayıra Mevla'm kayıra demiyorlar.
Günümüzde teknoloji sayesinde artık her türlü bilgiye ulaşmak kolay. Gezip göremediğimiz yerler hakkındaki bilgilere, fotoğraflarına rahatlıkla ulaşabilmemiz mümkün. Bunun dışında eğer bir tarihi eseri, antik bir kenti yerinde görmek, bir müzeyi ziyaret edeceksem önceden orada göreceklerime ilişkin detaylı bir ön araştırma yapmayı, gerekli bilgilerle donanmayı, ancak ondan sonra bu ziyaretime anlam kazandırabileceğimi düşünüyorum. Rehberler ne güne duruyor, diyebilirsiniz. Turla yaptığımız gezilerde rehber tarafından verilen bilgilerin kısa sürede unutulduğunu fark ettim. Bu tür tarihi ve kültürel gezilerde ön hazırlık yaptıktan sonra gezeceğimiz yerleri ziyaret ederken çektiğimiz fotoğrafların yanı sıra bilgilerimiz tazeyken onları yazıya dökmek en güzeli. Muhteşem tabloların sergilendiği resim galerilerini gezdim. Özellikle Rönesans dönemine ait sanat şaheserlerini görme imkânım oldu ve pek çoğuna hayran kaldım. Ama yine de kabul etmeliyim ki, antik kalıntıların sergilendiği, pislikten, bakımsızlıktan ötürü insanın içini sızlatan açık hava müzeleri, türbeler, mezarlar, kalıntılar, taş parçaları hiç ilgimi çekmiyor.