Çarşamba sabahı, Stream'in uçağının bulunduğu alana indim ve uçağımı hangarının karşısındaki pistin sonuna park ettim. Trafiği
izlemek için el telsizimi kullanarak, pist boyunca koştum ve kapıyı kontrol ettim.
Ana kapı kilitliydi, arka taraftaki yaya kapısını bir levye kullanarak açmaksa benim için uzun sürmedi. İçeriden, ana hangarın kapısı bir düğmeye basılınca açılıyordu. İçeri girip kapıyı yeniden kapattım.
Uçağın kilidi açıktı ve anahtar, yuvasından aşağı sarkıyordu. Uçakta iki kulaklık, en üst düzey elektronik havacılık cihazları,
arka tarafta, Teksas, Louisiana ve Oklahoma'nın çoğu bölgesini kapsayan haritalar vardı.
Stream'in günlük defterinin bulunduğu uçuş çantası, bagaj bölümündeydi. Teksas
genelinde ve Alabama’nın doğusuna kadar her tarafı bir baştan bir başa uçmuştu.
Motor yağı temizdi ve her iki yakıt tankı da doluydu. Pilotun işletme el kitabı, sağ koltuğun arkasındaki cebin içindeydi. Sınırlamalar bölümünü açtım. Uçağın
deposu tamamen doluyken, iki yüz elli kg yolcu ve bagajla, iki bin km menzili
vardı. Birkaç dakika içinde ne kadar yakıta ihtiyacım olacağını hesapladım ve sonra mevcudun
yeterli olabileceğine kanaat getirdim.
Telsizim cızırdadı. Birileri, beş mil kuzeyden yaklaşıyordu.
Piste doğru koştum ve uçağımın yanında beklemeye başladım. Kuyruktan tekerlekli
bir uçak, piste inip elli metre ötemde durdu, içinden zayıf ve orta yaşlı iki kadın indi. Onlara buralarda kiralık bir hangar ve yakıt bulabileceğim bir yer olup
olmadığını sordum. Bana, hava alanı sahibi olan bir ailenin adını ve telefon
numarasıyla bölgedeki yerli halkın kullandığı bir yakıt tankerinin cep telefonu numarasını verdi.
“Teşekkür ederim bayan, çok naziksiniz.” dedim ve
şapkamı yüzüme indirip yüzüme ve uçağımın kuyruk numarasına dikkat etmediklerini
ümit ettim.
Hafta ortasında, Doğu Teksas, güney Florida ve
aradaki tüm bölgeler için uçuş haritaları satın almıştım. Key West'e direkt
uçuş bin yedi yüz km ve bütün yol, neredeyse açık denizde olacaktı. Stream'in
geceleyin, tek motorlu bir uçakla, okyanusu geçebilecek kabiliyette bir
pilot olup olmadığını merak ediyordum. Şahsen ben, söz konusu beceriye sahip biri kesinlikle
değildim ama o, benden daha cesur bir pilot olduğunu kanıtlamak zorunda
kalacaktı.
Bu kez yönümü güneye doğru çevirdim. McAllen'deki bir silah
fuarından otomatik bir adet 45’lik ve bir de 38’lik tabanca ile her biri için mühimmat
satın aldım. Hayatımda hiç silah kullanmamıştım. Bunların nasıl kullanılacağını
öğrenmek için bir video izlemem gerekecekti. Diğer bir dükkândan dört parmaklı
yumruk halkaları ve ucu tırtıklı on beş santim tungsten ağzı olan bir bıçak
aldım. Spor malzemeleri satan bir mağazadan bir kafa lambası, diğer bir
mağazadan da bir spor çantası, küçük bir seyahat çantası, gündelik bir elbise, bir bahriyeli spor ceketi ve birer çift kadın ve erkek iç çamaşırı aldım. Giysileri,
diş fırçalarını, tıraş bıçaklarını üç yıl önce satın aldığım üç paket
prezervatifle birlikte iki torbaya böldüm ve çantaları Tieresse'nin uçağının
arkasına yerleştirdim.
Sargent, henüz ölüm hücresi mahkûmlarının çalışmak için
hücrelerinden çıkmalarına izin verilirken, yani ben gelmeden birkaç yıl
önce, beş adamın kaçmaya çalıştığını anlatmıştı. Kendilerini oluklu mukavva
kutularına koli bandıyla sardıktan sonra 4,5 metre yüksekliğindeki jiletli tel çitlerin
üzerinden atlamaya çalışmışlar. Gardiyanlar havaya ateş açmışlar. Kaçanlardan
ikisi çitlere ulaşmadan yüzükoyun yere uzanmış ve teslim olmuşlar. Birisi yarıya kadar tırmandıktan sonra yere düşmüş. Dördüncüsü ise kendini diğer tarafa atmış ama
hemen teslim olmuş. Beşinci ise kaçmayı başarmış.
Bir buçuk hafta boyunca bu olay bir efsane gibi
anlatılmış. Teksaslı askerler eyalet sınırları dâhilinde geniş bir alana
yayılarak arama çalışması başlatmışlar. Meksika sınır geçiş noktalarında tuzaklar kurmuşlar. Gemilerde boş kamaraları aramışlar, ana eyalet yolları
ve çift şeritli yollar üzerinde rastgele kontrol noktaları oluşturmuşlar. İz takip
köpeklerini kullanarak ve at sırtındaki hapishane güvenlik görevlileriyle her geçen gün çemberi biraz daha genişletmişler.
Onuncu gün bir balıkçı, kaçan mahkûmu Trinity
Nehri'nde yüzerken bulmuş. Vücudu şişmiş haldeymiş. Jilet telli çitin üzerinden
geçtikten sonra kokusunu alan köpeklerden kaçmak için, vücuduna sardığı mukavva
kartonlarla nehre atlamış, kartonlar nemlenince ağırlaşmış. Daha sonra annesi, müfettişlere
verdiği ifadede, oğlunun yüzme bilmediğini söylemiş. Kaçak, muhtemelen kaçtığı
günün ilk saati içinde boğulmuştu. Onu arayanlar da bir cesedin peşine takılmışlardı.
Hikâyeyi anlattıktan sonra Sargent,
"Gördüğün gibi, eğer dikkat etmezsen, seni
kurtaran bok, bir bakarsın ölümüne sebep olabilir.” demişti.
“Janus’un* iki yüzü. Söylediklerinin sadece
yarısını anlıyorum, Sargent.” dedim. Güldü,
“Bu kadarı sana yeter.” dedi.
Planımı tekrar tekrar gözden geçirdim, bir
şeyleri kaçırdığımdan emindim. Benim ölümüme sebep olacak, bilmediğim şey neydi? Ölmekten
korkmuyorum. Hayır, kesinlikle korkmuyordum. Ama hâlâ üzerimde taşımakta olduğum bir
gururum vardı.
Kredi kartındaki şüpheli bir etkinlik konusunda sahibini uyaran kimlik avı e-postasındaki bir bağlantıyı tıkladığında, bastığı
tuşları onların ev bilgisayarlarına yüklemiştim. Onların ortadan kaybolmalarından sonra
programı kaldırma şansımın olup olmadığını merak ediyordum. Eğer bunu yapamıyorsam bu
durum benim için büyük bir risk oluşturacaktı.
Yargıç Stream, perşembe sabahı yola çıkacak ve cumartesi
öğleden sonra geri dönecekti. Miami'de mola verdikten sonra Austin'den Key
West'e uçmak üzere bilet satın almıştı. Gerçek Yargıç Moss, konferansa
katılmadığı için herhangi bir ticari bilet satın almamıştı ancak Stream ile ilgili
bir şeyler daha yapmak zorundaydım. Yaptığım ortaya çıkmasın diye uçak rezervasyonunu iptal etmem gerekiyordu. Sonra kafamdakileri halletmek için tehlike bölgeye geçtim.
Çarşamba sabahı, son kez olması umuduyla, üçüncü
kez Stream'in uçağının bulunduğu havaalanına uçtum. Bu, tamamen önceden kontrol
etme fırsatı bulamadığım plânımın bir parçasıydı. Ama şanslıydım. Hava rüzgârsızdı ve kimsecikler yoktu. Uçağımı Yargıç Stream’in hangarına soktum. Daha önce üç kez yaptığım
gibi arka taraftan geçip hemen ana kapıyı kaldırmıştım. Onunkinin yanında, kanat
kanada gelecek kadar uçağımı koyabileceğim yeterli bir alan vardı. Kamp kıyafetlerimle dolu
bavulumu aldım ve Stream'in uçağının bagaj bölmesine yükledim. Bir gün önce
akaryakıt tankerini aramış, Stream’mişim gibi yaparak uzun bir uçuş için her iki uçağın deposunun tamamlanmasını istemiştim. Daha sonra depodaki bu yakıtı yakmak için iki
saat sürecek gergin bir yolculuk yapacaktım ama önce yargıcımı almam gerekiyordu.
Bisikletime bindim ve evine kadar kırk km’lik bir yolculuğa çıktım. Sırt
çantamda Güney Teksas'tan satın aldığım silahlar ve bıçak, bir şişe su, hala
ambalajlarından çıkarmadığım iki yastık kılıfı, Dallas dışındaki bir polis ihtiyaç fazlası
mağazasından satın aldığım üç çift kelepçe, yün battaniye ve bir koli bandı
vardı. Kazara bir Eyalet polisi beni durdurup aramaya niyetlense muhtemelen hapsi boylayabilirdim.
*Janus: Bir yüzü sağa bir yüzü sola bakan iki yüzlü Roma tanrısı.
(Devam edecek)