Eşim çocuk yaştaki masum askerlere yapılan zulümden çok etkilenmiş görünüyor. Basında çıkan haberler sinirlerini germiş iyice. En üst makamdan aldığı talimatla tankların üzerine çıkan güruhun gencecik ana kuzularına yaptıkları aklından çıkmıyor bir türlü. Hepsi kendi çocuğuymuş gibi, ağlamaklı... Ben de isyanlardayım bu duruma. Kaldırıp başımı televizyon ekranlarına baktığımda bunun demokrasi şenliği olduğunu anlatıyor birisi, yedi gün yedi gece sürecekmiş...
Uzaktan sesleniyor eşim bütün gerginliğiyle. "Hadi hadi kalk artık, yapacak bir sürü işimiz var?" Belli ki sabah haberlerine takmış kafayı yine. Bana gelince, iki saat olmuş yatalı. Uyku girmemiş gözüme. Ne işler varmış yapılacak? Düşünüyorum, hiçbir şey gelmiyor aklıma. Tezgah tipi soğutucu arızalıydı. Onun için servis gelecekti... Ne zaman? Bilmiyorum ki (!)
Çaresiz kalkıp yüzümü yıkıyorum. Teker teker düşüyor belleğime yapılacaklar, uykuyu gözümden atarken. "Kahvaltı hazır hayatım." Yok bu bile fayda etmiyor yüzünü güldürmeye.
İlk önce Ünal Ustadan başlayalım. Cuma günü aramıştım yanılmıyorsam eğer. Özdere'de tatil yaptığını ama pazartesi günü dönmüş olacağını söylemişti. "Tamam" demiştim, "Pazartesi görüşürüz." Arıyorum, ama görüşemiyoruz. Çünkü telefona cevap veren yok. Hani pazartesi dönmüş olacaktı? Bütün iyimserliğimle "Belki de dönmemiş, denizdedir." diyorum. "Birazdan döner bana."
Yok, ne dönen var ne arayan. Ama bizim de beklemeye tahammülümüz yok. Eşim söylenmeye başlıyor. "Tek adam bu mu yahu? Kesinlikle buna yaptırmayacağız, başkasını bulacağız." Yeni Sanayi Sitesine gitmek üzere çıkıyoruz evden. Yine bir şans vermek istiyorum Ünal Ustaya. "Dükkandadır belki, telefonu gürültüden duymamıştır." diyorum.
İşyerine geldiğimizde Ünal Ustanın dükkanının kapalı olduğunu görüyoruz. Dün mermercinin önerdiği başka bir mobilyacıdan fiyat almakla başlıyoruz işe. İki tezgah altı dolap istediğimiz. Çay ocağı, eviye, kahve makinası, tost makinası falan konulacak üzerine. İlk gittiğimiz yer tamam yaparız ama biraz beklemeniz lazım. Sözleşmeli işlerimiz var, İzmir Mavişehir'e yetiştirmemiz gereken. "Ne zaman başlayabilirsiniz peki?" diye soruyorum. Aldığım cevap mekanı hemen terk etmemizi gerektiren cinsten. "Bir aydan önce başlayamayız."
Birkaç yer dolaştıktan sonra aynı işi yapan Ünal Ustanın abisine düşüyor yolumuz. Hafta sonuna kadar yetiştirebileceğini söylüyor dolapları. Tam anlaştık derken abisinin ortağı Ünal Ustayla çalıştığımızı öğrenince ortağını arama ihtiyacı duyuyor. Neyse ki yaptığı telefon görüşmesi sonucunda icazet alınıyor. Sıcağı sıcağına önce tezgah ve eviye seçimi için mermerciye oradan ölçü almak üzere yaylaya çıkıyoruz.
Uzun uzadıya şöyle yapalım, böyle yapalım, şu renk olsun, bu renk olsun tartışmalarından sonra kararlar veriliyor. Ölçüler alınıyor. Ali Usta atölyeye geri dönüp seçtiğimiz renk var mı ellerinde, onu araştırıyor. Biz de peşinden yola çıkıyoruz. Şehirdeki işlerimiz bitmedi ki daha. Önce malzemeciye gidiyoruz. Tam işyerinin kapısındayken Ali Usta arıyor. "Biz de geldik." diyoruz. Seçtiğimiz renkle biraz ton farkı varmış ellerinde. O mu, bu mu derken, o olsun diyoruz sonunda. Dolap ve çekmece kapaklarının kulplarını seçiyoruz gitmişken. "İyi bari, bu iş de halloldu." deyip rahatlıyoruz biraz.
Tabela ölçülerini alan kişiden ses seda çıkmadı. "Tabelacıya gidelim, bir bakalım fiyat çıkardı mı?" derken birkaç yerden daha fiyat almanın doğru olacağını düşünüyoruz. İkinci konuştuğumuz reklamcı ile anlaşıyoruz. "Bundan sonra böyle, aramazsan müşteri kaçırırsın işte." deyip söyleniyorum, sanki umurlarındaymış gibi.
Televizyon ve internet bağlantıları için Ozan Beyle konuşmuştum daha önce. "Bir araştırayım." demişti. Gidip konuşmak lazım artık. Ozan Beye doğru giderken telefonum çalıyor. Soğutucu servisi gelmiş, Kaplan Köyünde bekliyormuş. Daha önce niye aramadı ki bu çocuk. Hemen yaylaya çeviriyoruz yönümüzü. Bir çeyrek sonra köyde buluşup yaylaya çıkıyoruz. Soğutucunun bütün arka paneli ve üst tablası sökülüyor. Gaz kaçıran petek değiştiriliyor. Tam iki saat uğraşıyor servis elemanı. O işi tamamlayıp gittikten sonra küçük havuza bakıyorum. Su kalmamış olması gerekirken havuzun dolu olduğunu görüyorum. Vananın yanındaki filtre tıkanmış. Filtreyi temizleyip vanayı açıyorum. Sorun giderilmiş oluyor. Yukarı yaylanın büyük havuzu da dolmuş olmalı. Çıkıp ceviz fidanlarını sulayan bölge vanasını açmak lazım. Aceleyle patika yoldan çıkıyorum yukarı. Havuz tam dolu olmasa da idare eder. Alt kısmı sulayan vanayı açıyorum. İçim rahat etmiyor, ceviz fidanlarının sulandığından emin olmak için aşağı doğru yürüyorum. Esas niyetim geçen sene su bol diye komşuya çektiğim hattın vanasını kapatmak. Vananın üzerinde büyük bir taş var. Kaldırmaya çalışıyorum ama her şey eskisi gibi değil artık. Belimde iğne batar gibi iki zonklama duyuyorum. Taşı ve kontrol edemediğim diğer fidanları arkamda bırakıp dönüyorum aşağı yaylaya.
Eşim hidroforun yanında kekik arıyor. Gözler alışmadı tabii kekik bitkisine. Ben onların membaını biliyorum. Artık kekiği tanımış olmanın verdiği gururla eşimi kekiklerin bolca bittiği yere götürüyorum. Elinde makas var köküyle gelmesin diye. "Ver bana ben toplayım." diyorum. Vermiyor, çünkü büyük zevk alıyor bunu yaparken.
Bugün bir de elektrikli termosifon takılacaktı. Ama vakit geç oldu. Dönüşte yol kenarında güzel bir ağaç dikkatimizi çekiyor. Hemen fotoğrafını çekiyorum.
Termosifon satıcısı işyerini kapatmış. Bu iş de yarına kalsın. Soğutucu servisi geldi ya, gerisi kolay.