KATEGORİLER

18 Temmuz 2016 Pazartesi

BİR PAZAR GÜNÜ

17/07/2016 Pazar, Tire

Sabah on birde gelecekti Minik Nakliyat derin dondurucu ve büyük buzdolabını almaya. En korktuğum işlerden biriydi bu. Aklıma geldikçe kendimi başka şeyler düşünmeye zorlayacak kadar. Hem derin dondurucu hem de buzdolabının derin dondurucu kısmı tıklım tıklım dondurulmuş gıda dolu. Onları çıkartıp taşısak soğuk zincir bozulacak, içindekilerle birlikte taşımaya kalksak gavur ölüsü gibi yerinden kalkmayacak.

Konuştuğumuz saatten tam on beş dakika önce arayıp evimizin bulunduğu siteye geldiklerini bildirdiler. Binanın etrafındaki tretuvar oldukça geniş. Üstelik tel çit ile çevrildiğinden dolayı apartmanın girişine çok fazla yaklaşamıyor araçlar. Nakliyeciler gelene kadar eşimle buzdolabının derin dondurucu kısmını boşaltıp yatay derin dondurucuya sığdırmaya çalıştık. Buzdolabı taşınır hale gelmişti gelmesine ama derin dondurucuyu yerinden kımıldatmak oldukça zor görünüyordu. Her ikisi de sürme kapılı dolabın içinde. Dışarı alınırken rayların zarar görmemesi lazım.

Nakliyeci ile birlikte iki taşıyıcıyı karşıladım. Birlikte eve girdik. "Bunu böyle taşıyamayız" diyecekler korkusu iyice sinirlerimi bozuyordu. Korktuğum başıma geldi nitekim. "Bu taşınacak, başka yolu yok" dedim. Taşıyıcılar birbirlerinin yüzüne bakarken onlara cesaret verdim. "Ben de size yardım ederim."

İyi ki sadece bir kat yukarıdayız. Merdivenlerin başına kadar itip sürükleyerek getirdiğimiz dondurucuyu üç kişi kolaylıkla taşıyacağımızı sanıyordum. Oysa merdivenden inmeye başlar başlamaz attığım her adımdan sonra vücuduma binen dengesiz yük beni iyice zorlamaya başlamıştı. Son basamağa adımımı atmak üzereydim ki belime bir iğne saplandı, dondurucunun köşesi elimden hızla kaymaya başladı. "Ben iyi değilim, bırakıyorum" diyebildim. Basamakların sonuncusuydu. Hemen yere indirdiler koca alameti. Apartmanın dış kapısına kadar cilalı mermer yüzeylerde iterek sürükledik. Bu sayede rahat bir nefes aldım. Umarım belimde yaşadığım sıkıntı kalıcı olmayacaktı.

Düz ayak yerde daha dengeli taşıdık içi yüklü derin dondurucuyu. Pikabın üzerine çıkarttık. Kalan boşluğa şimdi kullanmadığımız büyük ekran TV yi taşıdılar. Hemen yola çıktık yaylaya doğru.

Derin dondurucu ve buzdolabını kapılardan geçirebilmek için bazı kapı kanatlarının sökülmesi gerekti. İndirme ve yerlerine yerleştirmek o kadar zor olmadı. Eşim dikkat ve özveri ile çalışan nakliyecilere havuz başında kahve ikram etti. Ben de gidip kaynak suyu getirdim. Konuştuğumuz ücret üzerine küçük bir bahşiş vererek gönderdim.

Eşim buzdolabını bilmem kaçıncı kez temizlerken ben de terası süpürüp yıkadım. Geçen sene üzerinde domates kuruttuğumuz ızgaraları çıkarttım yukarı. Pazardan aldığımız biberleri ızgaraların üzerine serip onları güneşle baş başa bıraktım. Güneş beklemediğim kadar yakıcıydı. Ağaç gölgesi olmadığından yarım saat sonra ortalığı mis gibi biber kokusu sardı.

Kurutmak amacıyla havuz başındaki kiraz ağacına astığımız kekikler kurumuş. Havuzun kenarında kurumuş kekik yapraklarını dallardan sıyırdık, ovalayarak kullanmaya hazır hale getirdik eşimle birlikte. "İşte" dedim.  "İşte benim arzuladığım hayat bu, sen ve ben burada oturmuş bahçemizden çıkan kekikleri işliyoruz, ne güzel."

"Gel biraz daha toplayalım." diyor eşim. Hidroforun arkasında onların bolca boy gösterdiği yere gidiyoruz. Kekikler çekince köküyle birlikte geliyor. Kökün sökülmemesi için makas kullansak iyi olacak. "Makas almaya gideyim" dediğimde eşim "Hadi yarın toplayalım bunları, daha hediye alacağız" diyerek akşamki düğünü hatırlatıyor.

Havuza su iyi geliyor ama henüz yarısına kadar dolmuş. Muhtemelen kaçırıyor bir taraflarından. Bir an önce onarmak lazım. Yukarı yaylaya çıkmama gerek yok, oradaki büyük havuz daha dolmamıştır. Akşam gelmeyeceğim için giderken havuzun vanasını sulamaya açıyorum çıkmadan evvel.

Şehre dönüp hediyemizi alırken biraz da alışveriş yapıyoruz. Taş Ev'le ilgili aklımıza gelen son eksiklikler bunlar. Eve dönüyoruz. Balkonda güneşlenmeye bıraktığımız kayısı reçellerinin üzerini onlarca arı kaplamış. Bu kadarını bir arada hiç görmemiştim. Reçelin yarısı gitmiş. Kim bilir kimin kovanına bal olacak bizim reçeller. Hiç de ayrılmaya niyetleri yok. Eşim içeriden bir tava getiriyor. Sürmeli balkon kapsını ürkerek aralıyoruz. Tavayı kah vurarak kah sallayarak kaçırtıyoruz arıları. Zor da olsa çoğu havalanıyor tülbentle kaplı reçel yüzeyinden. Hemen içeri alıyoruz üzerinden ayrılmamaya direnen birkaç tanesi olduğu halde. O kadarıyla baş etmemiz kolay. Bir tepsi reçeli kurtardıktan sonra yanındaki kazana üşüşüyorlar arılar. Aynı taktiği uygulayarak onu da kurtarıyoruz arıların elinden.

Köy düğününe gideceğiz diye seviniyordum. Ama onlar da artık dejenere olmuş. İsterdim aslında şöyle eski usul bir köy düğünü görmek. Yeni garajın orada bir salon adresi verilmiş davetiyede. Düğün sahipleri geçen sene bizim on gün boyunca köylerinden taşıdığımız kestane silkicileri. Acemice silkici aradığımız bir dönemde, söz verip gelmeyen bir sürü insandan yılmış iken onlar yetişmişti imdadımıza. Kolay kolay silkici bulunmuyor buralarda. İki yüz elli lira yevmiyeye sırtlarını dönüyorlar. Köy köy dolaşırken ta Dündarlı Köyünden bulmuştuk bu aileyi. Bir sene sonrası için sözleşmiştik yine. İlişkileri soğutmamak için arada bir arıyorduk birbirimizi. Şanlı Urfa'daki öğretmen oğullarına İlahiyat Fakültesi son sınıfında okuyan bir kız bulmuşlar. Aileden başka bir kız geldi yanımıza İmam Hatip Lisesi son sınıfındaymış. Artık bu tür dini okullar prim yapıyor. Neslimizin geleceğine biraz daha kara bakıyorum.

Saat beşte başlayacak düğün yemeği, elimizdeki davetiyede öyle yazıyor. Sonra mevlit okutulacak. Yakışır elbet. Nikah merasimi saat sekizde. Keşkek olmazsa olmazıdır bu yöre düğünlerinin. Hem keşkeğin tadına bakalım hem de mevlidi kaçıralım diye saat yedide orada olmaya karar verdik. Yeni garajın bir köşesi düğün salonu olarak ayrılmış. Dışarıda ocaklar kurulmuş. Ocağın önüne yerleştirilen masalarda yemeğini yiyen içerideki salona geçiyor.

Kapıda düğün sahipleri karşılıyor bizi. Hediyemizi bırakıp yemek yenilen tarafa geçiyoruz. Boşalan masanın birine oturur oturmaz kullan at tarzı tepsiler içinde şehriye çorbası, şiş köfte, keşkek, irmik helvası ve ayrandan oluşan menü ikram ediliyor. Yemeği yiyoruz ama kalkmıyoruz yerimizden, adet bilmediğimizden. Uzun bir süre oturuyoruz yemeğini yiyenin kalktığını fark edene dek. Salona girdiğimiz zaman mevlit bitmiş nikah kıyıldı kıyılacak. Nikah memuru geliyor damatla gelinin masasına şahitlerin huzurunda. Eşime "Bu düğünü niye köyde yapmazlar ki?" diye sormaktan alamıyorum kendimi. Köye gelmiyor mu belediyenin nikah memuru? Gelin ilahiyatçı ya, başı kapalı. Ne dini bütün çocukları olur şimdi bu güzel ailenin, en üst düzey yöneticisi "milli irade iş başına" dediğinde meydanlara koşacak ya da pisi pisine şehit (!)  olacak...

4 yorum:

  1. Fotoğraflara bakarken gördüğümüz her güzelliğin ardındaki emeği, çabayı, katlanılan sıkıntıları okuyorum yazılarınızda.

    Size geçmiş olsun derken size ve eşinize çok selamlar.

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler. Sizlerle paylaştıktan sonra ve özellikle güzel yorumlarınız sayesinde bütün yorgunluklarımızı unutuyoruz.
    Bizlerden de selam olsun size :)

    YanıtlaSil
  3. İlk fotoğrafa kaç dk baktım bilmiyorum. Ne olduğunu anlamak için. Sanki biberlerin üstüne bişey dökülmüş şeffaf bişey . Izgaraları çıkaramadım bir türlü. Okuyunca anladım :)
    Siz hayalinize ulaşmışsınız. Ne güzel bakalım bizim için mümkün olacak mı?
    Gelin hanım için yorumlarınıza da :)

    YanıtlaSil
  4. :)) Sizin için de mümkün elbette. Olmaması için sebep yok. Ne görüyor, ne düşünüyorsam onu yazıyorum. Hiç bir merciye yaranma ya da hiç bir merciden çekinme kaygım yok. Bu güzel bir şey;)

    YanıtlaSil