Güne merhaba dediğimiz saatlerde İzmir'e gitmek henüz gündemimize girmemişti. Taş Ev yeni bir maceraya yelken açıyor. Dün muhasebecimizle görüştükten sonra işe belediyeden ruhsat almakla başlamamızı, gerisinin kolay olduğunu söylemiş, bunu söylerken de zorlu bir sürecin başında olduğumuzu hissettirmişti. Ben ise tam aksine, olmadığı kadar rahattım. Bütün işlemlerin tıkır tıkır yolunda gideceğini ve her şeyi düşündüğümüz için bize teşekkür bile edeceklerini hayal ediyordum. Diğer taraftan eşimin belindeki rahatsızlık sebebiyle gideceğimiz doktorun randevu saati yaklaşmıştı.
Geçen sefer yaylada bulunmam gerektiği için aşağı inememiş, eşim doktora bensiz gitmişti. O zamandan bugüne bir ay geçtiğine inanmak ne kadar güç (!) Geçen sefer randevu saatinde geldiği halde içeri epey beklettikten sonra aldıklarından çok aceleci görünmeyen eşimin aksine panik durumuna giren ben kendisini hareketlendirmek amacıyla randevu saatine daha yirmi beş dakika varken sadece on dakikamız kaldığını söyledim. Doktorun yanına tam zamanında vardık. Birkaç dakika sonra içeri aldı doktor. Bundan önceki seanslarda beline yapılan mikro iğneler önemli ölçüde etkisini göstermişti. On dakika sonra dışarı çıktı.
Günün en önemli olayı ruhsat müracaatı. Fen İşlerine yönlendirmişti bizi muhasebecimiz. İlk önce oradan başladık. Durumu genç müdüre anlattım kısaca. Ruhsat İşlerine yönlendirdi. Ruhsat İşleri bölümünde o kadar alaka gösterdiler, o kadar işimizi kolaylaştırdılar ki gerçekten bu kadarını beklemiyordum. İşler yolunda gidince keyiflenirim ben. Keyiflenince çenem düşer. Aklımda ne kadar soru varsa sıralamaya başladım. Müdür "Tapu yanınızda mı?" diye sordu. Elimizi kolumuzu sallaya sallaya gelmişiz. "Yanımızda değil, bizim gelme nedenimiz de bu zaten. Neler lazım onu öğrenmeye geldik." dedim. Memurlardan biri kapı numaramızım 11 olduğunu hatırladı. Bir diğeri eski kayıtlardan tapu örneğini çıkardı. Başka bir memur numerataj dedikleri belgeyi çıkardı verdi ileride lazım olacağını söyleyip saklayalım diye. Arkasından ruhsat için başvuru dilekçesini hazırlayıp imzalattılar. Öyle bir zaman dilimiz seçmişiz ki, bütün belediye memurları dört koldan bize çalışıyor. Taş Ev'i görmeye, işyeri olarak uygunluğunu görmeye Fen İşleri servisinden geleceklermiş. Ay başında bizi yeniden beklediklerini söylediler. Teşekkür edip ayrıldık yanlarından.
Henüz öğlen olmamış ama bütün işimiz bitmişti. Ani bir kararla İzmir'e gitmeye karar verdik. İlk durağımız Kemalpaşa. İnternette yaptığım araştırma sonucuna göre en uygun prefabrik binaların bulunduğu bir adres. Biraz zor bulsak da bu adresi Elif Hanım bizi güzel karşılıyor. Bir tanesi yaylada kalacak aile için diğeri depo olarak değerlendirmek üzere iki prefabrik ünite üzerinde anlaşmaya varıyor, yaylaya nakli, vinçle indirilmesi dahil olmak üzere sözleşme imzalıyoruz.
İçecek köşesinin tezgah dolaplarını yapmak üzere anlaştığımız Ali Usta arıyor. Öğleden sonra montaja gelebilirmiş. Cuma gününe ancak yetiştirecekti işi oysa. "Usta ne yaptın sen? Bilseydim çıkmazdım yola ama ben İzmirdeyim." diye çıkışıyorum. Tezgah üzeri raflar için istediği fiyatı yüksek bulup İzmir'den tedarik etmeye karar vermiştik. Sıkı bir pazarlıktan sonra aynı fiyata raf yerine dolap yapması şartı ile anlaştık.
Biz prefabrikçi ile pazarlık yaparken kızım arıyor. Arkadaşlarıyla Kemalpaşa Yukarı Kızılca köyüne geleceklermiş. Bizim bulunduğumuz yere sadece on kilometre uzaklıkta. Bizi de davet edince hemen çıkıyoruz yola. Yollar köy yolu gibi değil, oldukça geniş ve bakımlı. Zeytin ağaçları ile kaplı çiftlik evlerinin arasından geçerken arada villalardan oluşan siteler görünüyor. Gördüklerim şaşırtıyor beni. Kemalpaşa nüfusuna kayıtlı olmama rağmen yıllarca görmediğim yerler buraları. Nüfusu sadece beş bin olan köy irisi bir ilçeydi kırk yıl önce. Yukarı Kızılca köyünün adını duyardık sadece. Ne yolunu, ne izini bilirdik. Sonra Erzurumlular doluştu buraya. Kısa zamanda çoğunluğu sağladılar ve seçilen belediye başkanları Erzurumlu oldu. Şimdi nüfusu yüz elli bini aşmış ilçede yerli nüfus göçer nüfusa göre oldukça az.
Kısa bir yolculuk bizi Yukarı Kızılca köyüne getiriyor. Köy meydanındaki caminin karşısında bir kasap, kasabın önünde yirmi kadar kesilmiş koyun kancalarla yan yana asılmış. Biftek, bonfile, pirzola, ciğer, köfte ne ararsan var. Kasaptan alınan etler hemen yanındaki kömür mangalında pişirilip salata eşliğinde servis ediliyor. Erzurumlu atalarından gelen hayvancılık kültürünü de taşımış yöreye. İzmir'den pekçok kişi biliyor burayı. Yan taraf ve üst katta masa ve sandalyelerin dizildiği salaş bir alan var. Pirzolası idare eder ancak biftek ve bonfile kayış gibi. Marine edilmeyince ızgara da kurtarmıyor eti.
Doktorlar gurubu az sonra geliyor. Siparişler verildikten kısa bir süre sonra masaya getirilen et ve köfte tabakları herkes aç olunca bir çırpıda boşalıyor. Biz kalkıp gitmeyi düşünürken kızım "Daha durun burası henüz ilk durak." diyor. Caminin yanından kır kahvesini andıran bir yere geliyoruz. Serin bir rüzgar okşuyor tenimizi. Etler yendikten sonra tavla oynanan mekanmış burası. Doktorlar grubunun ablası oldukça sohbeti hoş biri. Yaşadığı olayları tiyatro seyreder gibi ağzımız açık dinliyoruz.
Nöbetler doktorluk mesleğinin ayrılmaz parçası. Taşıdıkları sorumluluk duygusu altında iyice gerilir doktorlar. Ara sıra kafayı dağıtmak, günün stresinden uzaklaşmak için arkadaşlarına takılırlar. Kadının kocası rahat mı rahat. Bilir doktorluk mesleğinin ne menem bir şey olduğunu. Bu yüzden eve biraz geç kalınca eşinin bir arkadaşına takıldığını bilir. "Saat geç oldu, hadi artık dön evine." demek aklından geçmez. Bazen arkadaş sohbetleri tatlıdır. Zaman su gibi akar. Gecenin bir vaktinde evin yolu bulunur.
Kadının annesi kocası kadar rahat değildir. Nesiller boyu süren anane, gelenek ve görenekler önemlidir onun için. Aklına kızı düşer. Vakit geç olmuştur. Telefon etmek ister ama çekinir biraz. Yine de içi rahat edemez evin sabit telefonunu çaldırır. Damat açar telefonu karısının aradığını düşünerek. Kayınvalide utanır telefonu damat açınca. Hatır sorulacak saat değildir aranan saat. Damat merak eder
"Ne oldu anne kötü bir durum yok inşallah."
"Yok oğlum, yaramaz bir şey yok, öylesine aradım işte bir hal hatır sorayım diye"
Dedim ya, saat uygun değildir bu muhabbete. Merak eder damat
"Anne, babam falan iyi değil mi?"
Sonunda kayınvalide üzerine düşmez bir tavır içinde kızını sorar.
"Nazlı evde mi?"
"Anne, kızın bir arkadaşının yanına gitti, bazen geç vakte kadar oturur sohbet eder onlar, merak etme sen. Gelince aramasını söyleyim mi?"
Kayınvalide bozulur ama belli etmemeye çalışır.
"Yok oğlum aramasını gerektirecek önemli bir şey yok. Hadi sana iyi geceler oğlum." der ve telefonu kapatır.
Kadın gece yarısı eve geldiğinde koltukta uyuklamakta olan kocası gözlerini açar.
"İki üç saat önce annen aradı. Seni sordu, arkadaşında dedim."
"Önemli bir şey yok değil mi, aramak için geç oldu artık."
"Geldiğinde Nazlı arasın mı diye sordum. Önemli bir şey olmadığını söyledi."
"Tamam o zaman sabah ararım ben."
Sabahın saat yedisinde kadın telefon sesine uyanır.
"Alo?"
"Sen nasıl kadınsın? Ben şimdi adama ne diyeceğim? Gece vakti ne işin olur senin? Kocan evde sen nasıl dışarı çıkarsın?"
"Uyku halini üzerinden atamayan kadın, annesinin öfkesini anlamakta zorluk çeker."
"Anne dur bir dakika, ne oldu? Nedir bu telaşın senin? Hele sakin ol anlat bana."
Anne ağlamaklı,
"Kızım ne yapacağım şimdi ben? Adam haklı sonuna kadar. Al evinin yolunu bilmeyen bu kızını, diyecek olursa ben ne derim. Vay benim başıma gelen..."
"Dur dur bir dakika, sen ne demek istiyorsun bana teker teker anlat bakalım. Yoksa ben hiçbir şey anlamıyorum dediklerinden. Baştan alalım. Dün akşam geç vakit evi aramışsın."
"He, aradım. Kocan çıktı telefona. Seni sordum. "Kızına sahip olamıyorum, orada burada geziyor." dedi.
Kadın sesinin tonunu yükselterek dişlerinin arasından.
"Öyle mi dedi gerçekten? Bana kelime kelime tam olarak ne dedi onu söyle."
"Tam olarak öyle demedi ama onu demeye getirdi."
"Anne insanı çatlatma sabahın köründe. Bırak onu bunu, ne demeye getirdi laflarını. Kocam sana kelimesi kelimesine ne dedi tam olarak."
"Nazlı arkadaşına gitti" dedi.
"Peki başka ne dedi?"
"Al kızını başımdan kalksın." dedi.
Kadın dişlerini gıcırdatarak,
"Kocam sana bunu mu dedi?"
"Eh, öyle demedi ama, onu demek istedi, Ahh ne yaparım ben, konu komşunun yüzüne nasıl bakarım."
"Anne, bak uyku gözümden akıyor, kocam sana tam olarak ne dedi?"
Annesi biraz mahcup olmuş bir şekilde,
"Gece geç dönebilir, döndüğünde sizi aramasını ister misiniz?" dedi.
"Ahh anne. sabah sabah ben de bir şey var sandım. Hadi kapatıyorun, uyuyacağım bir saat daha."
Kocasını iyi tanıyan kadın, muziplik yapar.
"Muhsin, sen dün gece anneme ne dedin?"
Adam telaşlanır karısının tavrına bakarak,
"Ne demişim?"
"Anneme kızına sahip olamıyorum, orada burada geziyor demişsin."
"Yok vallahi öyle bir şey demedim."
"Sadece o olsa yine iyi."
"Yaa, başka ne var?"
"Al kızını başımdan kaksın demişsin. Anamın almasına gerek yok, ben gidiyorum."
"Dur Allah aşkına. Bir yanlış anlaşılma var. Bunu söyleyebileceğime inanıyor musun gerçekten?"
Kadın dozunda bırakıp işi tatlıya bağlar.
"İnanmıyorum hayatım."
Aradan bir ay geçer. Yine kadının annesi akşamın geç bir vaktinde arar evi . Kadın aynı arkadaşının evindedir. Telefonu açan damat bu sefer daha dikkatlidir. Kızının nerede olduğunu soran kayınvalidesine,
"Nazlı banyoda" der. Telefonu kapatır kapatmaz derhal karısını arar:
"Karıcığım hemen eve koş. Annen aradı yine. Senin banyoda olduğunu söyledim. Tekrar ararsa yandığımızın resmidir."
Zevkli geçen sohbette anlatılan bir yaşanmış öyküydü yukarıdaki. Geç saatlere kadar oturduk. Beyaz saçlı, bermuda şortlu kahveciye sordum "Rakım kaç burada?" Bin yüz metre civarında olduğunu söyledi. Bizim yayladan çok daha yüksekmiş ama bizdeki manzaradan yoksun burası. Onca yüksekliğe sahip olmasına rağmen böyle rüzgar olmazmış her zaman. İstanbul'a yağan yağmur getirirmiş rüzgarı...
Geçmiş olsun....Ben Kızılca Köyü'nü duymayanlardanım sanırım. gezilecekler listemize ekleyelim orayı da..
YanıtlaSilSağ olun. Kemalpaşa Armutlu köyü istikametinde yer alıyor Yukarı Kızılca köyü. Yazları temiz hava ve yeşillikler içindeki görüntüsüyle insanları cezbediyor. Maalesef şarjım bittiğinden dolayı yeterince fotoğraf çekemedim. Hafta sonu güzel bir alternatif olabilir sizin için.
SilBizim buralarda kasap restaurant kültürü çok fazla. Ne istediğini kasaba söylersin, salaş mekanlarda yemeğini yersin. Ama buralarda pirzola biftek bonfile değil, daha çok tepsi kebabı, kağıt kebabı yenir. Siz de yemişsiniz zaten. Ve neden bilmiyorum her zaman için salaş mekanlar tercihimdir.
YanıtlaSilBu arada belediyede işlerinizin bu kadar tıkırında gitmesi şaşılacak durum.
Bilmez miyim:) Tepsi kebabını ilk olarak kasaba yaptırmış, odun fırınına göndermiştik. Pide ekmeğiyle hep beraber yumulmuştuk tepsiye...Tadı hala damağındadır.
SilUmarım eleman konusunda da doğru insanlar çıkar karşımıza:)
Aslında hep yaylada baş dinlenir sanırdım da sizin yaylasız resimlerinize bakınca :)))))) Çok selamlar eşiniz ve size.
YanıtlaSilTebdil-i mekanda ferahlık vardır :)))) Teşekkürler. Bizden de size selamlar.
Sil