KATEGORİLER

28 Şubat 2017 Salı

BIDIK

27/02/2017 Pazartesi, Tire

Bugün medeni toplumlarda haftanın ilk çalışma günü. Bizde tam aksine haftanın son iş günü. Pazar gününün yoğunluğu ardından sakin geçmeye aday. Üstelik bir de derbi maçı var diyor elemanlar. O zaman boş zamanları değerlendirmek lazım. Temizlik ve mutfak işleri bitince ceviz kırmaya başlıyoruz. Önceki stokları erimiş. Son zamanlarda ceviz krokan satışları da arttı.  

Hava düne göre daha serin. Şömine sobayı yakıyoruz. Hazır odun kalmamış içerde. Depodan bir araba odun getiriyorum. Şef hünerli ellerini ceviz kırma işinde de gösteriyor. Onun kırdığı cevizlerde kelebek çıkarma yüzdesi oldukça yüksek. Hava gittikçe kararıyor. Rüzgarlar yağmur bulutlarını çağırıyor. Çok geçmeden yağmur damlaları avluyu ıslatıyor.

Kocaman bir tepsiye kırdığı cevizleri ayıklamaya koyuluyoruz. İçeri soğumasın diye kapıyı kapatıyoruz. Mutfaktaki tek pencere bahçeye bakıyor. Gelen gideni görmemiz mümkün değil. Saat beşe kadar ceviz ayıklıyoruz. Dışarıdan bir ses duyuyoruz. Kapı açılıyor. "Açık mısınız?" Kapalı mı görünüyoruz? Buyur ediyoruz misafirleri. Ceviz işi paydos. Uzay gemisindeki gibi herkes yerini alıyor, görev başına (!)

Ödemiş'ten yeni tanıştığımız bir bayan misafirimiz arıyor çok geçmeden. O da açık olup olmadığımızı soruyor. Açık olduğumuzu söyleyince yola çıktılarını, az sonra burada olacaklarını söylüyor. Daha sonra gelen gidenlerle güzel bir gece geçiriyoruz. Kapanış saatinden az önce misafirlerimizi uğurluyoruz. Bu vakitten sonra İzmir'e kızımızın yanında gideceğiz. Yarın check-up günümüz. İlk kez akıllı bıdığı göreceğim için heyecanlıyım.

Yola çıkıyor, gecenin ilerleyen saatlerinde İzmir'e varıyoruz. Park sorunu kızımın oturduğu yerde de büyük problem. Geçen sene kapının önündeki arabama boydan boya derin çizikler atmıştı ruh hastasının biri. Eve yakın bir yer bulup Allah'a emanet ediyorum arabamı.

Eve girer girmez kızım kucağında bıdıkla karşılıyor bizi. Üzerine gecelik bile giydirilmiş. Ama sürekli olarak kollarını geri çekiyor. Anlattıklarından daha sevimli bir şey. Cinsiyetinin kesin olarak belirlenememesinden dolayı onu geçici olarak bıdık diye çağırıyoruz. En az bir on beş gün daha adı bıdık olarak kalacak görünüyor. Bugün de veterinere götürmüşler bıdığı. Mama yiye yiye obez olmuş, poposunu güçsüz ayakları taşımıyor. Kızım salondaki halıyı da kaldırınca cilalı parke üzerinde bir kaç adım attıktan sonra ayakları yana açılıyor. Gözleri açılmış artık, boncuk boncuk bakıyor. Onunla uzun süre oynuyorum. Kızımın bilgisayarından günlüğümü yazmak üzere hazırlık yapıyorum. Uykusuzluk yazmama mani oluyor. Tarihi atıyorum ama gerisi gelmiyor. Bugünün güncesi yarına kalıyor...

27 Şubat 2017 Pazartesi

BADEM AĞAÇLARI ÇİÇEKLENDİ

26/02/2017 Pazar, Tire

Haftalar yine çabuk geçmeye başladı. Erken kahvaltı rezervasyonumuza yetişmek için hayli erken düştük yollara... Hava güzel mi güzel. Badem ağaçları çiçeklenmiş.

Eşimle mutfaktayız şef gelene kadar. Yeterli salatalık olmadığını fark ediyorum. Şimdi, hemen çıkmazsam millet bastırdıktan sonra çok daha zor. Yollardaki her çukuru ezberlediğim için o dar ve virajlı yollar benim için otoban olmuş. Anında şehirdeyim. Evden bir iki şey daha alıyorum. Kaplan yolları hayli kalabalık. Baharı da geçtim adeta bir yaz havası.

Bizim şömine soba çıtır çıtır yanıyor, salon sıcak mı sıcak. Ancak misafirlerin neredeyse tamamı terasa yayılmış. Az sonra Aşkın Şef geliyor. Emir komutayı ona bırakıyoruz. Son salatalığı söğüş şeklinde doğrarken bırak ben keseyim diyor ve dikkatimi dağıtıyor. O keskin bıçak son dilim olarak sol elimin yüzük parmağının uzunu alıyor diklemesine. Hemen birbirinin üzerine üç yara bandı yapıştırıyorlar parmağıma. Güçlükle kan duruyor. Nazara bağlıyoruz.

Bugünün misafir profili hayli değişik. Genellikle Tire'den misafirlerimiz. İzmir'den gelen de var hafta sonu olmasından dolayı. Dışarıdan gelen misafirlerden biri Taş Ev'in levhasını gördüğünü ama ev sandığını söylüyor. Levhadaki restaurant yazısı Taş Ev'e göre hayli küçük. Bunu düşünmemiz ve bir çözüm getirmemiz gerekiyor. İçki satışı da her zamankine oranla düşük. İlk kez etlerimizin marinasyonunda alkol kullanıp kullanmadığımız soruluyor.

Akşamın yorgunluğu üzerimize çöküyor. Hava hala sıcak.


26 Şubat 2017 Pazar

BUNU YAPSA YAPSA SOLCU BİR KİŞİ YAPAR

25/02/2017 Cumartesi, Tire

Bugün ilk misafirlerimiz İzmir'den. Kahvaltı etmek için yer arıyorlarmış. Bizim kahvaltı verdiğimizi öğrenince pek sevindiler. Hanımefendi ne kadar konuşkan ise eşi bir o kadar sessiz. Uzun uzun Taş Ev'i inceliyorlar. Kendileri de eski bir taş ev satın alıp restore etmeyi düşünüyorlarmış. Girişteki İtalyan desenli seramikler ilgilerini çekiyor, nereden aldığımızı soruyorlar. Empoli diyeceğim yerde Empero deyiveriyorum. Ancak kafamda soru işareti var yine de. İnternette aradığımı bulamıyorum. Empero seramik markası yerine sanayi tipi mutfak ekipmanları markası çıkıyor. Demek yanılmışım. Aklıma arka tarafta kalan birkaç koli seramik kutusu geliyor. Kutunun üzerindeki yazıdan aradığımı buluyorum. İlgimizden çok memnun kalıyor misafirler. İzmir'in eski semtlerinden birinde deniz manzaralı evlerine yapacakları restorasyon konusunda fikrimi soruyorlar.

Güneşin yükselmesiyle birlikte hava ısınıyor. Ama biz yine de şömine sobayı yakıyoruz. Kızım bıdığın resim ve filmlerini whatsapp 'tan gönderiyor. "Dişi dediler ama bu resimde görünen ne?" Veterinere sormuş, erkek olabilir demiş. Kısa zamanda kesin olarak anlaşılacakmış. İsim konusunu biraz geciktirsek hiç fena olmayacak. Erkekse kız ismi veremeyiz herhalde.

Öğleden sonra bir grup iş adamı iş yemeğinde buluşuyor Taş Ev'de. Ankara ve Kuşadası'ndan gelen misafirler mekana ve yemeklere bayılıyorlar. Torbalı'da yapacakları bir yatırım masaya yatırılıyor. İçkilerini yudumlarken keyifle yemeklerini yiyorlar. Arada sohbetlerine katılıyorum. Ayrılırlarken içlerinden biri soruyor: "Yanlış anlamayın ama siz solcu musunuz?" Şaşırıyorum beklemediğim bir soru bu. "Anlamadım?" diyorum. Tekrar soruyor. "Siz diyorum, solcu musunuz?" Gülerek, "Elhamdülillah solcuyum." diye cevap veriyorum. Bu cevabıma gülüyorlar. Niye bunu sorduğunu merak ediyorum. Taş Ev'i göstererek, "Böyle bir yapıyı ortaya çıkaran kişi olsa olsa solcudur". diye düşündüm diyor. Daha sonra hepsinin sağ görüşlü olduğu çıkıyor ortaya. Sağın ve solun birbirlerine bir zamanlar nasıl kışkırtıldığından bahsediyoruz. Muhsin Yazıcıoğlu'nun hapiste yatarken söylediği bir sözü aktarıyor içlerinden biri. "Bizim vatan haini olarak gördüğümüz kişilerin en az bizler kadar vatan sevdalısı olduğunu çok geç anladık."

Kızım mesaj gönderiyor video çekimleriyle. "Bunu doyurmak imkansız, neredeyse beni bile yiyecek." Akşama doğru sağ kulağım ağrımaya başlıyor. Elimi üzerine değdiremiyorum. Yıllar süren bir sıkıntı bu. Epeydir unutturmuştu kendini. Teşhis koyamadı doktorlar, anlayamadılar çünkü. Biri hep sağ tarafınla çiğniyorsun lokmaları dedi. Diğeri dişlerinde problem olabilir belki dedi. Dişlerimi yaptırdım ama ağrı kesilmedi.

25 Şubat 2017 Cumartesi

LOZAN 2023

24/02/2017 Cuma, Tire

Esnaf piyasada yaprağın kıpırdamadığından yakınıyor. Bu durum illa ki bize de yansıyor olmalı. Gün geliyor beklemediğimiz kadar çok misafir ağırlarken bir gün sonra durum tersine dönüyor. Yeni açılan bir işletme olmamıza ve kışın getirdiği olumsuz hava ve yol şartlarına rağmen sadık misafirlerimizin olması sevindirici. Onların dışında ilk kez gelen ve memnun ayrılan dostlarımız da ilerisi için ümit veriyor.

Her hafta olduğu gibi küçük pazar alışverişini öğleden sonraya bıraktım. Fırat'ı yaylaya bıraktıktan hemen sonra henüz Aşkın Şef'i görmeden şehre dönüyorum. Pazarda enginarlar bollanmaya başlamış. Yeşil biberin kilosu da yedi, sekiz liralardan beş, altı liralara düşmüş. Mandıraya uğrayıp, yoğurt ve peynir ihtiyacımı karşılıyorum.

Eşim bugün döndü oğlumun yanından. İzmir'de kızımın evinde bizim yeni maskota bakıyor. Beklediğim telefon erken geldi, haftaya Cumartesi günü yeni bir evlenme teklifi rezervasyonumuz oldu. Beyefendi Ankara'da geçici bir görevdeymiş. Bu sefer misafirlerimiz Kuşadası'ndan. İki masa ayrılmasını istedi beyefendi. Biri arkadaşları içinmiş. Arkadaşları hem keman çalacak hem de fotoğraflarını çekecekmiş. Şampanya patlatılacakmış kızın teklifi kabul etmesinin ardından. Evlilik teklifi için bölgenin değişmez adresi olmak yolunda hızla ilerliyoruz. Bu konuda kendimizi biraz daha geliştirirsek daha da ünleniriz. Mesela havaya fenerler uçurabilir, masanın süslenmesinin yanı sıra farklı etkinlikler düşünebiliriz.  

Akşam rezervasyonları gelmeye başlıyor. Gelenlerin tamamı aile. Bu durum beni hayli sevindiriyor. Gün boyunca şef yeni mezeler hazırladı. Vitrinimizi yeniden tanzim etti.

Hava kararsız, bir açılıp bir kapanıyor. Akşama doğru serinlemeye başlıyor. Fırat şömine sobayı yaktı. Henüz hava kararmadan misafirler gelmeye başlıyor. Daha önce birkaç kez gelen başka bir misafir arıyor. Yayla yolunda arabaları hararet yapmış. Gidip alıyorum onları kaldıkları yerden. Verdikleri rahatsızlıktan ötürü özür üzerine özür diliyorlar. Her insanın yapması gereken bir şey bu oysa.  

Devamlı misafirlerimizden biri ile sohbet ediyoruz. Kendisi esnaflık yapıyor. İşlerin durgunluğundan söz ediyor. Ben de ortamın samimiyetine güvenip "Ne olacak memleketin bu hali?" deme gafletinde bulunuyorum. Adam küfür etmişim gibi gözlerini açıyor. "Abi ne demek istedin şimdi sen, anlamadım bak bunu." Az önce işlerin durgunluğundan, esnafın siftahsız dükkan kapattığından dem vuran sanki başkası. Ben şaşırıp susmayı tercih ederken o devam ediyor hesap sorar gibi. "Ne varmış memleketin halinde?" Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ne de olsa misafirim oluyor burada. Siyaset tartışmanın yeri değil ki burası. Ama o oldukça istekli buna. "Son on beş yılda hastanelerde sıra beklemiyor, parasız tedavi görüyorsun yalan mı?" Eşi müdahale ediyor durumu düzeltmek için. "Masrafları ve ilaç parasını maaşlardan kesiyorlar sonra ama."

Toparlamaya çalışıyorum durumu. "Ben memleketin hali derken gelen şehit cenazelerini, savaş durumlarını falan şey ettim." diyorum. O devam ediyor, ana muhalefet partisine giydirirken cumhurbaşkanına övgüler düzüyor. Reislerinin Amerika'ya ve bütün dünyaya nasıl posta koyduğundan bahsediyor. Hızını alamıyor. Bütün İslam alemi arkamızda. "Amerika ve Avrupa bundan korkuyor." diyor. İbretle dinliyorum söylediklerini. "Hele bir 2023 yılı gelsin, cumhurbaşkanımız başımızdan eksik olmasın, o zaman dünya lideri olacağız." 2023 yılının hikmetini anlamadığımı söylüyorum. "Lozan Antlaşması var ya." diyor. "Onun süresi bitiyor." Şaşkınlıkla dinliyor ve merak içinde soruyorum. "E, ne olacak o zaman?" Tereddütsüz cevaplıyor. "O zaman Ortadoğu toprakları, Irak, Suriye bizim olacak, Boğazlardan istersek hiçbir ülkenin gemisini geçirmeyeceğiz, bor madenlerini işletmeye açacağız." Şimdi niye işletmiyoruz bor madenlerini bir engel mi var? "Var tabii, Lozan Antlaşmasına göre. Ama yüz yıl sonra, yani 2023 yılında bu antlaşma hükümsüz kalacak." Tutamıyorum kendimi, tartışmaya girmek istemediğim halde. "Ben Lozan Antlaşmasının bütün maddelerini okudum ama antlaşmanın yüz yıl geçerlik süresi olduğuna dair bir madde hatırlamıyorum. Misafirimiz konuya son derece hakim. "Var, var."

İşte böyle memleketin hali. Referandumda "Evet" oyu verecek kitle genel olarak bu düşünceler içinde. İlerisi için ümitlenmeye neden göremiyorum bu ülkede. Bu insanların seçtiği yöneticilerden memlekete ne hayır gelir. İşte size demokrasi, işte size milli irade (!) 

Erken kalkıyorlar misafirler geçen haftaların aksine. Seviniyorum buna. Eşim telefon ediyor, yeni gelmiş eve. Biz de çıkmak üzereyiz. Eve varınca kızımız bizim maskota biberonla mama yedirmeye uğraşırken canlı yayın yapıyor telefondan. Uzun uzun maskaralıklarını seyrediyoruz bıdığın. Venüs koymuşlar adını aldığı yerden. Bu adı benimsemiyoruz eşimle. İnternete girip köpek isimlerine bakıyorum. Hera adını önereceğim. Kulağa hoş geliyor ama anlamı biraz çarpık geldi. Hera; Yunan mitolojisinde tanrıların tanrısı Zeus'un kız kardeşi ve eşi. Çok güzel olduğu kadar mücadeleci ve kıskanç. En büyük rakibi de Afrodit elbette. 

24 Şubat 2017 Cuma

GOLDEN

23/02/2017 Perşembe, Tire
Sabah yukarı çıkarken bize mutfak işlerinde yardımcı olacak bir elemanı alacaktık yanımıza. Onu bize öneren esnaf vatandaş "Valla geleceğim dedi ama gelmedi." deyip devam ediyor, "Boş ver onu, daha iyisini buluruz." Oysa daha dün sabah işte nasıl tecrübeli olduğunu, çalışmaya ihtiyacı olduğunu ballandıra ballandıra anlatmıştı. Şaşırmıyorum artık bu durumlara. Sözün peynir ekmek gibi yendiği başka bir yer görmedim. Bu marazi olayın sosyolojik bakımdan incelenmesi gerektiğine inanıyorum. Küçük yerleşim yerlerinin özelliği midir bu? Eşim otuz yıl önce her şeyin farklı olduğunu söylerken zamanla halkın bir bölümünün yozlaştığını düşünüyor.

Bir taraftan temizlik işleri devam ediyor, Aşkın Şef ise mutfakta meşhur şiş köftelerini hazırlıyor. Şömine sobamız aç kurtlar gibi kocaman kütükleri yutarken odun stokumuz  hızla azalıyor. Bugün de yakacak odun için hazırlık yapmam lazım.

Şefe personel için çoktandır yapmadığı kremalı mantarlı spagetti hazırlamasını söylüyorum. Kısa süre içinde hazırladığı, üzerinde dumanları tüten koca bir tepsi makarnanın yaydığı koku iştahımızı kabartıyor. Oturup afiyetle yiyoruz.

Yaşam biçimine dönüşmüş yaygın bir inanç var halkımız arasında. Perşembe akşamlarına cuma akşamı deyip alkol almıyorlar. Haftanın altı günü su gibi içki içen insanımız bir günü yaratıcıya tahsis ediyor. İnancı gereği günaha girmemek için alkolden uzak durmayı anlayabilirim. Ne var ki bu yasağı haftanın belli bir gününe indirmek hangi kitapta yazılı bilmiyorum. Artık o hale gelmiş ki, insanlar birbirinden çekinir hale gelmiş. Adamın o akşam içki içmek istiyor canı, fakat toplum baskısını, "Cuma akşamı içki içerken görmesinler." korkusunu yenemiyor. Bu nedenle dünkü yoğunluk yok bu gece. Dün kapanış saatimiz bir sonraki güne taşarken bugün saatinde kapatıyoruz mekanı.

Geceyi golden ile birlikte geçirmiş kızım. Ona güzel bir ad bulmak lazım. Bebek mamaları ile besleniyor şimdilik. Yarın sabah oğlumun yanından dönen eşim benden önce görecek bu şirinlik muskasını.

23 Şubat 2017 Perşembe

EN ÖNEMLİ SORUNUMUZ SONA ERDİ HAMDOLSUN

22/02/2017 Çarşamba, Tire

Bugün sabah bir vesile ile Fırat'ın küçük kızını gördüm. Çok şirin bir şey. Babasını görünce gözlerinin içi gülüyor. Üşümesin diye eve kömür bıraktık. Yaylaya çıkıp bahçeden içeri girer girmez bir tuhaflık sezdim. Şefin tavukları kümesin dışında dolaşıyordu. Taş Ev'in kapısını açmadan oraya yöneldik. Dışarıda dolaşan tavuklardan biri eksik. Hemen dünkü köpekler geldi aklıma. Aç köpekler yine tavuğun birini parçalamış. Neyse ki diğerleri kurtarmış canını. Kümesin köşesindeki teli aralayıp içeri girmiş olmalı köpekler. Bahçeyi çevreleyen tel çitte de açılmalar var. İlk işimiz onları kapatmak olmalı.

Öğlen bir bankanın müdürü misafir getireceğini söylemişti. Çok geçmeden geldiler. Onların kalkmalarının ardından Aşkın Şef işini bitirir bitirmez bahçenin alt tarafına iniyoruz. Fırat gelen misafir olursa haber verecek bize. Büyük bir  gediği kapatmak için rüzgardan devrilen bir ağacın gövdesinden yararlanıyoruz. Yanımda götürdüğüm ağaç motoru ile dalları kesiyorum. Güzelce kapatıyoruz boşlukları. İkincisine geçmeden Fırat arıyor, misafir geldiğini haber veriyor. İşi bırakıp çıkıyoruz yukarı. Akşam rezervasyonları geliyor. Arnavut ciğeri çok rağbet görüyor bu aralar. Şef ciğer alınacağını söylemeyi unuttuğu için bir kez daha şehre inmem gerekiyor. 

Şehirden çabuk dönüyorum. Kızım dört haftalık bir golden retriever almış biraz büyüdükten sonra bize bırakacak. Whatsapp tan resimlerini gönderiyor, şirin mi şirin.

Taş Ev'in misafir portföyü tam istediğim gibi gelişiyor. Bu akşam bir düğün yemeği, bir evlilik yıl dönümü ve bir de doğum günü kutlama yemeği. Özel günler için tercih edilen mekan oldu Taş Ev.

Esnaf piyasada kriz yaşandığına işaret ederken işlerin eskisi kadar iyi olmadığını söylüyor. Bundan biz ne kadar etkileniyoruz? Etkileniyor muyuz? Anlamamız mümkün değil. Biraz daha zamana ihtiyacımız var. Kızım whatsapp tan ufaklığın resimlerini göndermeye devam ediyor. Ona güzel bir isim bulmalıyız. Anneannesi onu biberonla beslediğinden süt annesi oluyormuş.

Gelen misafirler havalar ısınınca tesisi genişletmek, kapasiteyi artırmak zorunda kalacağımıza işaret ediyor. Ben ise ısrarla buna karşı olduğumu söylüyorum.

Haberlerden izlediğime göre Türkiye'nin en büyük sorunu çözülmüş. Bu konuda yıllardır mücadele eden hükümetimizi kutlamak gerek. Türk Silahlı Kuvvetlerinde bundan böyle kadın subay ve astsubaylar baş örtüsü takabilecek. Ülkemizde demokrasi adım adım gelişiyor (!) Ümit ediyorum ki bazı komutlar da en kısa zamanda değiştirilir ve ülkemizin bir ayıbı daha temizlenmiş olur. Mesela komutan ya da önemli bir misafir birliği ziyaret sırasında ne diyor askere hitaben? "Merhaba Asker." Ne kadar gerici bir söylem, bakar mısınız? Hükümetimizden beklentimiz bu tür komutlardan dilimizi arındırması. İnsanın içinden kabaran iman duygusu yansımalı bu tür diyaloglarda. "Selamün Aleyküm Asker." diye seslenmeli ziyaretçi büyüğümüz. Askerimiz avazı çıktığı kadar bağırmalı "Aleyküm Selam" derken. Bak işte o zaman göreceksiniz. Ne şehit cenazesi gelecek, ne de kadına şiddet uygulanacak. Kişi başına düşen milli gelirimiz tavan yapmazsa ne olayım?

Biz kadın askerin başını örtebileceğine dair devrim niteliğinde karar çıkartırken elin uğraştığı şeye bakın. NASA, galaksimiz dışında insan yaşamı için uygun olabilecek yedi gezegen keşfetmiş. Bu tür ıvır zıvır şeylerle uğraşacaklarına gitsinler önce ordularına biraz iman aşılasınlar.

Keten helva yandıkça yanıyor. Güzel yurdum her geçen gün milli şuurunu kaybederken Araplaşıyor. Atatürk bu ülkeye fazlaymış meğer.


22 Şubat 2017 Çarşamba

YANDI GÜLÜM KETEN HELVA

Uzun zaman oldu sohbet etiketiyle yayın yapmayalı. Ülkemizde yapılan siyaseti etik bulmuyorum. O yüzden siyasetle aram iyi değil. Bu ülkede siyaset deyince halkı aptal yerine koyacak derecede aldatma, iktidara gelince çevresini ve destekçilerini ihya etme, halkın ve ülkenin çıkarlarını değil de iktidarını koruyan partililer, iktidara gelmeyi projeler üreterek değil, iktidarın hatalarını öne çıkarmak suretiyle sağlayacağını düşünen muhalefet, çarpık parti içi demokrasi, liderler sultası, menfaat gördükleri ya da gazabından korktukları iktidarın kulu kölesi olmuş medya organları, yüksek öğrenim kurumları, asker, yargı ve siyasi kişilikler geliyor aklıma...

Yaklaşan referandum ile ilgili olarak düşüncelerimi aktarmak ve bu kadar iğrenç gördüğüm siyaset üzerine yazmak, biraz içimi dökmek istedim. Siyasetin halkı aldatmak olduğunu söyledim ya, çok uzaklara gitmeyin. Düne kadar Hoca Efendi deyip diz çöktükleri Amerikan maşasını ana muhalefet partisi ile aynı cephede göstermek suretiyle kandırıyorlar halkı. Ne ABD'yi ne de Avrupa ülkelerini ikna edebildiler ama anası yavrusu bütün muhalefeti ve halkın neredeyse tamamını darbe senaryosu ile kandırdılar. Cumhurbaşkanı demokrasi havarisi oldu böylece, ne ayakkabı kutularına sığdıramadıkları milyonlar kaldı akıllarda ne de savcısı olup güç birliği içinde derdest ettikleri milli ordumuz. Kandırılan halk olunca ceremesini bir şekilde halk ödüyor ve yine halk ödeyecek. Gel gelelim cumhurbaşkanı kandırılınca cezası yok. Önce Erbakan kandırdı (yok kandırmadı bana göre, eski Hocasının Anti-Amerikancı söylemleri ile  iktidara gelemeyeceğini anladı sadece) gömlek değiştirdi, sonra Fetö kandırdı (aslında kandırmadı, sadece orduyu çökertmek için bir oyundu bu), daha sonra PKK kandırdı (bence PKK de kandırmadı, iktidarda kalmak için ABD ve AB'nin ülkeyi bölme planlarına hizmet etti). Her kandırılması ülkeye büyük zararlar verdi, bir sürü cana mal oldu. Çoluk çocuk siyasete girmeden önceki refah düzeyleri ile şimdiki saltanatları arasındaki farka hiç girmeyelim. Siyaseti bu yüzden sevmem işte.    

Ana muhalefetin tutulacak bir yanı yok. İktidar hata üstüne hata yapıyor. Dış politika, ekonomi alt üst olmuş, gelir adaletsizliği alabildiğince artmış, yurdum insanları ortadan bıçakla kesilmiş gibi kutuplara ayrılmış. Muhalefet ülke bu haldeyken bile bir varlık gösteremiyor. Lider aynı lider. Madem bir varlık gösteremedin. Bu işi kıvıramadım de çekil. O koltuk muhalefette bile olsa ne kadar yapışkan bir şeymiş öyle.

Yavru muhalefet deseniz onun muhterem lideri bana göre bir açık verdi. Ne olduğunu bilmiyorum ama kesinlikle bir açığı var. Başta ABD olmak üzere iktidarın kapanına kısıldı. Düne kadar başkanlığa geçit vermeyen lider iktidar partisinden daha istekli cumhurbaşkanının başkanlığına şimdi.

Size bir şey söyleyeyim mi? Referandumda neyi tercih edeceğimizi neredeyse kimse bilmiyor. Ben de bu yazıyı yazmaya başlamadan az önce okudum 18 maddelik anayasa değişiklik teklifini. Eskiden ne imiş, referandumda evet çıkarsa ne olacakmış, halkımızın % 99'u bilmiyordur tahminim. Bilmiyor derken, açıp okumamıştır yani. Medyada söylenenleri saymıyorum. Çünkü yandaş medya başka anlatır bu referandumu, az da olsa iktidarın desteklediği değişikliklere karşı duran medya başka. Doğrusu açıp okumaktır elbette.

Az gelişmiş toplumlarda demokrasinin diktatörlüğe kapı açabileceği hususunu birkaç kez işlemiştim daha önce. Taze bir örnek, Aliyev. Karısını cumhurbaşkanı baş yardımcısı seçmiş. Kararını açıklarken bakanlar ayağa kalkıp alkışlıyorlar. Bizde durum farklı mı? Çok değil üç beş yıl sonra Emine Hanım başkan baş yardımcısı. Demokrasi hakkında Hitler'in bile haklı eleştirileri vardı. Kavgam isimli kitabını okurken adama hak vermiştim.

Referandumda oylanacak olan anayasa değişiklik maddeleri değil aslında. Mevcut cumhurbaşkanı oylanacak. Eğer muhalefetin oyları daha fazla olsaydı bu referandumda iktidar hayır, muhalefet evet derdi. Kimse anayasayı iplemezdi anlayacağınız.

Benim anlamakta zorlandığım hususu, hakkını vermek gerekirse ana muhalefet de dile getiriyor. O da şu: Böylesine bir gücü elinde bulunduran cumhurbaşkanı daha fazla ne ister. Başbakan elinde, istediği zaman git der, önceki gibi gider. Parti zaten elinde, bakanından milletvekiline. E, yargı elinde, istemediği bir karar çıktığında hemen ayar çekiyor, durumu yüksek yargı düzeltiyor hemen. Öğretim üyeleri deseniz hemen hepsi onun yalakası. Kim bilir belki rektör olacaklar, belki de ayaklarının kaydırılmasından korkuyorlar. Polis, asker elinde. Ne kaldı geriye? Muhalefet mi? Yavru muhalefeti de bir Bizans oyunuyla aldı yanına. Ana muhalefet acemi bir senaryoyu darbe sanarak cumhurbaşkanının gücüne güç kattı. O da oyuna geldi belki farkında, belki değil. Farkındaysa eğer. O zaman açıklaması şu: Ana muhalefeti hep darbeci suçlaması ile sıkıştıran iktidarın eline yeni bir koz vermek istememiş olabilir. Eğer durum böyleyse yazıklar olsun. Ana muhalefet "Kardeşim sen bunlara yataklık yapmadın mı? Sen yargıyı, orduyu bunlarla doldurmadın mı? Beni kandırdılar demekle olmaz. Hadi ver bunun hesabını bakalım." demesi gerekmiyor muydu? Bunlar madem seni devireceklerdi, yaverleriniz bile onlardanken o kadar zor muydu sizi ortadan kaldırmak? Boğaz Köprüsüne iki tank göndermekle nasıl darbe olurmuş? Meclise düşen bombalar Aksaray'a niye düşmez? Emine hanım yeni temizlettim, iş çıkarma başıma mı diyecekti yoksa?

Ben -isterseniz ayıplayın- bu ülke şartlarında demokrasiyi benimsemiyorum. Tek adamlık eğer adam Atatürk gibi bir adamsa sonuna kadar desteklerim. Ama tek adam hep kandırıldığını iddia eden ama sadece halkı kandıran bir adamsa eğer, sonuna kadar "hayır" dır oyum. Eğer sonuç "evet" çıkarsa yandı gülüm keten helva...