KATEGORİLER

20 Mart 2017 Pazartesi

VENÜS, TAŞ EV'İN YENİ MASKOTU

19/03/2017 Pazar, Tire
Yorgunluğumuzu üzerimizden atamadan uyanıyoruz sabaha. Dün geç saatte İzmir'den yapılan kahvaltı grup rezervasyonuna hazırlık yapmamız lazım. Saat 10.00'da yola çıkacaklarını bildirdikleri için çok fazla telaşa gerek yok. Alışveriş için yeniden şehre dönüyorum. Geceyi birlikte geçirdiğimiz oğlum ve kızım birazdan yukarı gelecekler.

Hafta sonları çalışmak üzere yeni bir garson işe başlayacak bugünden itibaren. Şehirdeki işlerimi kısa sürede halledip yaylaya çıkıyorum. Kırkı çıkan Venüs şimdiden Taş Ev'in maskotu oluyor. İlk kez sosyal bir ortama giriyor. Önce Fifi'yle tanıştırıyor, birbirlerine karşı gösterecekleri tepkiyi merak ediyoruz. Beklediğimiz gibi Fifi, Venüs'ün aşırı ilgisinden pek hoşlanmıyor ve ondan uzaklaşıyor. Bebek Venüs Fifi'yi korkutup kaçırıyor.

Hazırlıklar tamamlanır tamamlanmaz misafir araçları geliyor. Bir anda bahçede ağaçların altı arabalarla doluyor. Kahvaltıya gelen misafirlerimizin hepsi genç. Önce öğrenci sandığım gençlerin asistan hekim olduklarını öğreniyorum. İnternet üzerinden keşfetmişler Taş Ev'i. Bu yöntemle tanınıp insanlara ulaşmak daha çok hoşuma gidiyor. Demek ki Facebook reklamları işe yarıyormuş.

Misafirlerimiz yemeklerini yedikten sonra bol bol fotoğraf çektiriyorlar. Hava genellikle kapalı bugün. Venüs'ü mümkün olduğu kadar güneş gören yerlerde tutuyoruz. Ne de olsa ilk kez çıkıyor dışarı. Önce terasta güneşin keyfini çıkartıyor, daha sonra bahçeye iniyor. Uykusu gelince üzerine battaniyesini sarıp, şömine sobanın yanında kızımın kucağında yerini alıyor. Yaramaz bir bebekten farksız.

Öğleden sonra kızımın arkadaşları geliyor ailesi ile birlikte. Birkaç saat sonra çocuklarımızı uğurluyoruz. Onlarla kısa süre de olsa birlikte olmak, sağlıklı ve mutlu görmek bile yetiyor bize. Akşam misafirleri gelmeye başlıyor. Ertesi gün mesai olması sebebiyle misafirlerimiz daha erken ayrılıyor düne kıyasla. Yarın olduğu gibi pazartesi günleri bana ilginç geliyor. Genel olarak insanlar haftanın ilk gününde tatil havasından zor sıyrılırlar. Pazartesi sendromu yaşayan çalışan kesimin yanında bizdeki durum tam tersi. Yarın bizim için haftanın son günü. Bir hafta ne çabuk geçti?

Haftaya burada baharın gelişi yani Nevruz kutlamaları var. Yerli halk mangalını alıp kırlara, bayırlara yayılır. Aşkın Şef ekibi daha da arttırmamızı öneriyor. Özellikle dışarından gelenler doldurur Taş Ev'i diyor. Haftaya kadar enerji depolamamız şart.

Oğlum gece yolculuğu yapıyor. Eve döndükten sonra kızımı arıyorum. Venüs'ü özel şampuanıyla yıkamış, saç kurutma makinesiyle kurulamış ve yatağına yatırmış.



19 Mart 2017 Pazar

ÇİFTE MUTLULUK

18/03/2017 Cumartesi, Tire

Kahvaltı günleri sabah erken çıkıyoruz yola.  İki gün önce sipariş ettiğim kuzu etini almak için yol üzerindeki kasabımıza uğruyorum. Kuzu zor bulunuyormuş bu aralar. Kasap Balıkesir'e kadar hayvan bakmaya gitmiş. Ancak bir saat sonra hazır olabileceğini söylüyor. Zaten şehirden başka alacaklarım da var. Hemen hemen her gün bir şeyler eksiliyor. Ekibi yukarı çıkardıktan sonra şehre geri dönüyorum. 

Sabah serinliği yerini güneşli bir havaya bırakıyor. Kahvaltı sakin geçse de öğlen saatlerinden başlayan bir yoğunluğun içinde buluyoruz kendimizi. Akşam rezervasyonları birbiri ardına sıralanıyor. Akşama doğru ekmeğin yetmeyeceği anlaşılıyor. Aşkın Şef kıyma da kalmadı diyor. Tam vaktinde çıkıp ekmekleri ve kıymayı yetiştiriyorum şefe. Yaylaya döndükten sonra birbiri ardına gelen konuklar bize sezonun en iyi cumartesi gününü yaşatıyor. Salonumuz tamamen doluyor, rezervasyonsuz gelen misafirleri geri çevirmek zorunda kalıyoruz. Şans yine yüzümüze gülüyor. Fırında ekmeğin bulunmadığı saatte ekmek bulmam, kasaptan kıyma almam sayesinde konuklarımızın menümüzden seçtiği her şeyi karşılayabiliyoruz.

Yol yorgunu oğlumu annesiyle birlikte eve bıraktıktan sonra kızımın da İzmir'den bize doğru yola çıktığını öğreniyorum. Mutluluğum çifte katlanıyor. Üstelik Venüs'ü de yanında getiriyor kızım. Yarın ilk kez yaylaya çıkıp sosyalleşecek bizimki. 

Gece oldukça geç vakte kadar misafir ağırlıyoruz. Şehre inip ekibi evlerine dağıtıyorum. Kızım benim gelişimi beklemiş. Annesi pazarlık yapmış onunla, kesinlikle Venüshiçbir yere değmeyecek. Ona küvet uzunluğunda bir duşakabin tahsis edilmiş evde. Kucağıma alıyor ve oynamaya başlıyoruz. Aynı peluş bir oyuncak gibi. İnsan elinden bırakmak istemiyor. Saat ikiyi geçtikten sonra bilgisayarımın başına oturabiliyorum. İnternet kesik. Modem ara sıra yapıyor bu numarayı. Kapatıp açınca düzeliyor ama kalkmaya mecalim yok. Günlüğümü yazmam ertesi güne kalıyor bir kez daha...


17 Mart 2017 Cuma

MART KAPIDAN BAKTIRIYOR

16/03/2017 Cuma, Tire

Dün yarın kandil, iş olmaz demişti Aşkın Şef. Sabah ekiple birlikte yaylaya çıkarken telefon etti. "Bugün kandil değilmiş, bir arkadaş facebook'ta kandil mesajı göndermiş, o yanılttı beni." "Peki ne zamanmış kandil?" diye sorunca, "Ya 28'i ya 29'u olması lazım." cevabını alıyorum. 

Pazar alışverişine ekibi Taş Ev'e bırakır bırakmaz başlamam gerek. Sağ kolumda hafiften başlayıp her geçen gün artan bir ağrı var. Ağır taşımam biraz zor bugün ama alınacak çok fazla bir şey de yok zaten. Patates, domates gibi ağır malzemeleri satıcılar arabaya yerleştiriyorlar. Selçuk ayvası arıyorum. Birkaç tezgah dışında pazara ayva gelmemiş pek. Kilosu altı liradan beş kilo ayva alıyorum. Aldığım diğer malzemelerle birlikte cadde üzerindeki pazar tezgahının yanına bırakıyor, geçerken alacağımı söylüyorum. Pazarda Giritçe avronez dediğimiz sarmaşık, enginar bollanmış olsa da henüz turfanda sayıldığından fiyatlar yüksek. Üç beş sap avronezin demetini altı liradan satıyorlar. Geçen hafta 1,5 liraya aldığım domatesin kilosu 3 liraya fırlamış. Patlıcan, salatalık, biber fiyatları hala çok yüksek. Yazın gelmesini dört gözle bekliyoruz artık.

Döndüğümde mutfak personelini eşimin hazırladığı fellah köfteleri yuvarlarken buluyorum. Malzemeler gelince Aşkın Şef meze yapımına girişiyor. Ben de fellah köfte yuvarlamasına katılıyorum. Ayşe Hanımın yardımıyla çabuk bitiriyoruz işi. 

Mart ayının en soğuk gününü yaşıyoruz. Bozdağ tepeleri yine kara büründü. Güme Dağında da kar yağdığı haberi geliyor. Bu soğukların bir an önce bitmesini istiyorum. Kolumun ağrısı ile odun hazırlamam da zor olacak. Depoda bir iki günlük odun kaldı.

Akşama Torbalı'dan misafirlerimiz var. İstedikleri masayı hazırlatıyorum. Onları beklerken beş kişilik bir grup arkadaş geliyor İzmir'den. Dışarıdan gelenlerin havaya yola aldırdığı yok. Yerli halk güneşin yüzünü göstermesini bekliyor.

Torbalı'dan gelen misafirlerimizi daha önce defalarca ağırladık. Taş Ev'in hayranlarından bir aile. Bu sefer yanlarına bir başka aile ile birlikte geliyorlar. Yeni misafirlerimiz karı koca meslektaşım. Onlar da çok beğeniyorlar Taş Ev'i. Beklediğimiz saatten daha önce gelen konuklarımız havanın soğukluğuna aldırmadan terasa çıkıyor, gün batımını izliyorlar. 

Avlunun hemen altında erik ağaçları çiçek açmış. Gündüz saatlerinde onların fotoğrafını çekmeyi ihmal ediyorum. Gece manzarası da fena olmaz bu güzelliğin deyip dışarı çıkıyorum. Serin esen rüzgar havayı iyice soğutuyor. Fotoğrafı çeker çekmez kendimi içeri atıyorum. Sıcak havaya tam alışmışken dondurucu soğuk rahatsız edici. 

Son günlerde yerli misafirlerimiz artış dışarıdan gelenler ise azalma trendine girdi. Bunun herhangi bir sebebi olduğunu düşünmüyorum. Taş Ev'i ilk kez keşfeden yerli misafirler bilakis sevindiriyor beni. Bu akşam ilk kez ağırladığımız misafirlerimizle sohbet ediyorum. Onlar da yolumuz uzak diye Kaplan Köyü'ndeki diğer restoranlara gittiklerini söylüyorlar. "Gerçekten uzak mıymış?" diye soruyorum. Hanımefendi "Hayır, hiç de uzak değilmiş." diye cevap veriyor. İki durum tespiti yapıyorum bu cevap üzerine. Tire ufak bir yer, ufak yerlerin doğal olarak dedikodusu bol. Anladığım kadarıyla yolumuzun uzak olduğu dilden dile konuşuluyor. Yolu Taş Ev'e düşmeyen birçok kişi etkileniyor bundan elbette. Bu birinci tespit. İkincisi, Taş Ev'i hiç bilmeyen daha çok sayıda insan var. Yaptığımız tek tanıtım facebook üzerinden olunca tanıtım konusunda yetersiz kalıyoruz. Misafirlerimizin artması elbette sevindirir bizi ama yeni açılan bir restoran için oldukça iyi bir durumda olduğumuzu düşünüyorum. Her şeyden önce kış mevsiminin başında hizmete açıldık ve kışı geçirdik. Sularımız dondu, yollarımız bozuldu, kardan ve hava koşullarından etkilendik.  

Şömine sobamız salonu güzel ısıtıyor. Tuvaletlerin dışarıda olması bir diğer dezavantaj. Buz kesen havada sıcak ortamdan buz gibi soğuk tuvalette ihtiyaç gidermek konfor kaybına yol açıyor ama aşağıdaki diğer restoranlarda da durum aynı olduğu için aleyhimize bir durum oluşturmuyor. Koca kışı geçirdik sayılır nasıl olsa. Önümüzdeki günlerde Taş Ev çok daha güzel olacak...

ÇOBAN KAVURMA

16/03/2017 Perşembe, Tire

Dün ekiple birlikte kararlaştırdığımız üzere yarım saat önce düşüyoruz yollara. Aşkın Şefi de alıyoruz rotamız üzerinde bir yerden. Havanın soğuk olacağını düşünüyoruz. Bu yüzden ilk yapacağımız şey şömine sobanın yakılıp salonun ısıtılması...

Rezervasyon saatine tam bir buçuk saat kala Taş Ev'e varıyoruz. Böyle durumlarda saniyeler çok daha hızlı akıyor sanki. Şömine sobayı yakıyor Fırat. Depodan bir araba dolusu kestane odunu getirip merdiven altına depoluyorum. Aşkın, ızgaranın ateşini hazırlıyor. Ayşe Hanım her zaman olduğu gibi işinin başında. Ben de onlara yardımcı oluyorum. Rezervasyon misafirlerini beklerken Büyük Şehir Belediyesine ait bir araç giriyor bahçeye. Aslında çalışma saatimiz bile başlamamış. Halk Eğitimde yapacakları bir toplantı için gelmiş misafirler. Sabah güneşi serinliğin önüne geçmiş. Üst kattaki salona çıktıklarında içeride sigara içmek için müsaade istiyorlar. "Terasta içebilirsiniz, hem hava da o kadar soğuk değil." diyorum. Birlikte çıkıyoruz terasa. Pırıl pırıl bir güneş havayı iyice yumuşatmış. Terasta oturabileceklerini, servisin dışarı taşınmasını rica ediyorlar. Siparişler alınıyor. Aşkın Şef meşhur gözlemesini terasa gönderince, yenisinin siparişi gecikmiyor.

Rezervasyon saati hayli geçtiği halde gelen giden yok henüz. Kışın öğle yemeğine fazla misafir gelmez. Gelecek olanlar da genelde rezervasyon yaptırırlar. Erken gelmemiz Belediye'den gelen misafirlere yarıyor. Yemeklerini yedikten sonra hesabı ödeyip ayrılıyorlar. Şehre inip alışveriş yapmam lazım. Söylenen saatin üzerinden yarım saat geçtiği halde beklemeye devam ediyoruz. Personeli yarım saat önce göreve çağırmış olmamın hiçbir anlamı kalmıyor. Rezervasyon yaptıran dostumu arıyor, misafirlerin geciktiğini söylüyorum. İstanbul'dan gelecek misafirlerin uçaklarının rötar yaptığını ancak er ya da geç mutlaka gelecekleri söylüyor. Bir saat daha geçiyor. Aşkın Şef beklememe gerek olmadığını ve gecikmeden şehre inebileceğimi söylemiş olsa da ilk defa gelecek bu özel konukları bizzat kendim ağırlamak istiyorum. Telefonum çalıyor. Ekranda İzmir kodlu sabit bir numara görünüyor. Henüz bekledikleri misafirlerin gelmediğini, bu sebeple yemeği iptal etmek durumunda olduklarını söylüyor. Gecikmeli de olsa şehre iniyorum. 

Alışveriş işinden sonra eve uğruyorum. Eşim yine boş durmamış nefis bir yaprak sarma hazırlamış yukarısı için. Yapraklar tülden daha ince ve harika görünüyor. Onun yorulmasına gönlüm razı değil ama boş duramama hastalığı var kendisinde. Yorulmasına karşı olduğum için "Ne gereği vardı şimdi bunun, zaten satılmıyor, yazık değil mi onca emeğine?" deyip söyleniyorum. Çok geçmeden o zehir hafızasıyla dalga geçtiğimi çıkarıyor ortaya. "Geçen sefer birbiri arkasına satılmamış mıydı?" diye çıkışıyor. "Haklısın" diyorum. Aslında istediğim tek şey onun yorulmaması.

Eski tanıdıklarımdan birini makamında ziyaret ettim. Odasında birkaç misafiri vardı. Hepsine merhaba deyip ellerini sıktıktan sonra masanın karşısındaki koltuklardan birine oturdum. Yanımdaki misafirlerden biri dikkat çekecek kadar çok konuşuyor. Daha sonra onun devletten emekli, orta düzey bir memur olduğunu öğreniyorum. O konuştukça hepimiz ağzımız açık dinliyoruz. Meslek hayatı boyunca karşılaştığı olayların nasıl üstesinden geldiğini anlatıyor. Öyle bir anlatıyor öyle bir anlatıyor ki, "Yok artık." diyecek hale geliyorum. Böyle bir insan yeryüzünde yok. Bu kadar dürüst, düzene bu kadar kafa tutan, kimsenin dokunmaya gücünün yetmediği... İnanmaya çalışıyorum, olmuyor. Nezaketen inanır gözüküyor, hatta dolduruşa gelip takdir dolu sözler bile sarf ediyorum. Hızını alamıyor, mafyayı nasıl dize getirdiğini anlatmaya başlıyor, avcıların abartılı hikayeleri gibi.  İki husus var aklımda. Birincisi insanın kendini övdüğü konularda daima tersi çıktığını tecrübe etmiş olmam, ikincisi mevcut düzenin kendisine karşı insanları uzun süre karar verici makamlarda tutamayacağı... Kimse hiç yalan söylemiyorum demesin bana. Bilirim ki o yalancının tekidir. Kimse ben dürüstüm demesin, bilirim ki her türlü namussuzluk onda. Kimse adilim demesin, kendini övmesin. Bıraksın yaptıklarını başkaları değerlendirsin.

Akşamın erken saatlerinden itibaren rezervasyon yaptıran, yaptırmayan misafirler gelmeye başlıyor. Eşimin hazırladığı yaprak sarma en çok talep edilen yemek. Aşkın Şefin maharetini bilen ya da bu yörenin insanları menüde bulunmadığı halde çoban kavurma ya da mantarlı bonfile sote sipariş ediyorlar. Şef işini iyi biliyor. Kuzu şiş için önceden marine edilmiş kuzu etlerini kullanıyor. Lokum kıvamında öyle güzel bir çoban kavurma çıkarıyor ki ortaya, tarifi mümkün değil. Ancak resimlerini çekmekle yetiniyorum.

Misafir masasına oturmak adetim değil. Lakin misafirim üniversiteden yakın bir arkadaşım, yanında getirdiği arkadaşları da kafa dengi olunca durum değişiyor. Geç vakte kadar oturuyoruz. Arka masada sadece genç bir çift var. Çok geçmeden onlar da kalkıyor. Sohbet derinleşiyor. Siyasi mevzulara dalıyor, memleketin gidişatını konuşuyoruz. Her birimizin siyasi görüşleri farklı olsa da birleştiğimiz husus Atatürk'ü sayıp seviyor, onun fikirlerini benimsiyor olmamız. Çok kitap okuyan, eğitim kültür düzeyleri yüksek insanlar. Ülkenin maceraya sürüklendiğini, bütün yaşananların ülkemiz üzerinde tezgahlanan hain planın birer parçaları olduğunu konuşuyoruz. Siyasilerin göz yumduğu hatta alenen destek verdiği Fetö örgütlenmesinin orduya nasıl adım adım sızdığını anlatan bir kitabı anlatıyorlar. Doğruyu, yanlışı görebiliyorlar. Yine de benim kadar karamsar değiller ülke geleceğine dair.

16 Mart 2017 Perşembe

FİFİ'NİN ŞANSLI GÜNÜ

15/03/2017 Çarşamba, Tire


Bugün öğlen yemeğinde doğum günü kutlaması var. Genellikle bu tür kutlamalar akşam yemekleriyle birlikte yapılırken sabah kahvaltısı ya da öğlen yemeğinde olunca sıra dışı bir durum çıkıyor ortaya. Elemanlar sabah beni bekletmiyorlar. Yol üzerindeki çiçekçiden kırmızı renkli bir gonca gül alıyorum. Şimdiye kadar bir gonca güle verdiğim en yüksek bedel isteniyor. Bunun sebebini çiçekçi izah ediyor. Hollanda'nın çiçek getiren tırları kriz nedeniyle gümrükte takılmış. Bu doğru mu yoksa bahane edip fiyat mı çekiyorlar anlamak mümkün değil. Çaresiz kabul ediyorum. Beyefendi şehir dışından geliyor arkadaşına sürpriz doğum günü yemeği için. Gül ve konfeti istemişti masa süslemesinin yanı sıra. Erken saatlerde arayıp teyitleşiyoruz.

Fırat şömine sobayı yakmakla başlıyor işe. Hava iyice soğudu. Kışın kazma kürek yaktırdığı günler. Biraz daha dişimizi sıktık mı bundan sonrası kolay. Depodan hazır kesilmiş odunlardan getiriyorum. Bir araba odun obur soba için bir gün dayanmıyor. Beklediğimiz saatte geliyor misafirler. Gündüz saati olmasına rağmen mumları yakıyoruz. Akşamın romantizmini vermiyor yine de. Yemekten sonra törenle masaya getirilen pastanın mumları üflenirken patlatılan konfeti de abartılı geliyor gözüme. Oysa akşam yemeğinde doğum gününü kalabalık arkadaş grubuyla kutlamak, alkolün verdiği çakırkeyiflikle güzelleşen neşeli bir muhabbetin sonunda doğum günü sahibine pastanın mumları üfletilirken kimsenin beklemediği anda patlatılan konfetinin verdiği etki bir başka oluyor.

Dışarıda ayaz var. Gelirken yolda rastladığım Fifi henüz yaylaya dönmedi. Dün yeterince yemek bırakmamıza rağmen çitin altından kaçmayı başarmış. Özgür olmayı seven bir köpek. Zeytin gibi vefasız değil ama. Öğleden sonra çıkıp geliyor. Birbirimizi görünce seviniyoruz. Aşkın Şef kaynattığı kemikleri veriyor. Zeytin'in aksine son derece sakin bir şekilde hırlamadan yiyor yemeğini.

Öğleden sonra mutfakta ceviz kırıyoruz akşam misafirlerimizi beklerken. Fifi bahçeye her çıktığımda yanıma koşturup ayaklarımın dibine yatıyor, kuyruğunu sallayarak. Telefon geliyor İzmir'den. Cumartesi günü için yeni bir doğum günü kutlaması... Masanın süslenmesini istiyor misafirimiz. Kulaktan kulağa özel gün kutlama talepleri bir çığ gibi çoğalıyor. Bir telefon da şehrin ileri gelen simalarından birinden, meslektaş bir dostumdan geliyor. Meslektaş derken restorancılık manasında değil elbette. Restoran işi benim için asla bir meslek olmayacak. Bir hobi, zamanı değerlendirme ve zevk aracı sadece. Değerli dostum OSB'den misafirleri için Kaplan'da Taş Ev'i adres göstermiş. Öğlen saat tam on ikide gelecekmiş misafirler. Salonu ısıtmamız için daha erken çıkmalıyız yola.

Akşam misafirlerimizden biri elinde bir balık paketiyle geliyor. Aşkın Şefle olan eski muhabbetine dayanarak onu pişireceğimizden emin. Aşkın Şef nezaketle dışarıdan balık kabul etmediğimizi söylüyor.  

Gecenin ilerleyen saatlerinde Fifi ayaklarımın etrafında dolaşıyor. Aşkın Şef onun yemek kabını kaynatılmış kemiğe ufaladığı ekmekle dolduruyor. Bugün onun şanslı günü. Tıka basa karnını doyurduktan sonra şımarık hareketlerle minnetini gösteriyor.

15 Mart 2017 Çarşamba

TIP BAYRAMI

14/03/2017 Salı, İzmir

Bugünü tam manasıyla kendime ayırdım. Uzun aradan sonra nihayet bu hafta anne ve babamı ziyaret edeceğim. Gitmişken kızımı ve Venüs'ü de görmekti niyetim ama olmadı. Bugün hava güneşli ama serin biraz.

Sabah kahvaltısından sonra yola çıkıyorum. Yarın öğlenki özel gün rezervasyonu için süsleme malzemeleri alacağım yerde mola veriyorum. Gaziemir'de büyük bir mağaza burası. Giriş katında muhtelif dekorasyon malzemeleri, heykeller, eskitme ahşap dolaplar, mumlar, tablolar enva-i çeşit aksesuarlar var. Hepsi cezbedici. Üst kattaki geniş alanda yapma çiçekler sergileniyor. Güller, ortancalar, menekşeler, çiçekli ve çiçeksiz bitkiler, hatta kaktüsler. Hepsi yapma ancak dokunmadan yapma olduğunu anlamak zor. Uzak Doğu'dan ithal edilen bu yapma çiçekler gerçek bir sanat şaheseri. Rengarenk gonca güller, açmış güller, demet güller... Kırmızı bir gonca gül dalını inceliyorum. Dikenler gerçeği gibi ele batmıyor. Sap kısmının rengi sanki olması gerekenden biraz daha açık ama çiçek yaprakları tam rengini bulmuş. Yapma çiçek gerçek çiçeğin yerini tutar mı? Tutmaz sanırım. O zaman gülü ağacından koparmak daha mı iyi? Diğer taraftan çiçek dalında güzel demiyorlar mı? Aslında çiçekçilik endüstri haline gelmiş. Her bir türü ve rengine farklı anlamlar yüklenen milyonlarca çiçek sevgiliye, hastaya, eşe ve dosta hediye edilmek üzere yetiştiriliyor. Yapma çiçek her ne kadar ustaca yapılmış olsa da suni olduğunu düşününce bütün havası kayboluyor gözümde. Taş Ev'i süsleyecek güzel resim ve tablolar var. Tablo seçiminde eşimle birlikte karar vermeyi tercih ediyorum. Ne yazık ki yanımda değil. Rahatsızlığından dolayı evde kalıp dinlenmek istedi.

Kızımı arıyorum. Ayarlarını mı kurcaladım da bozdum bilmiyorum ama ne eşim ne de ben kızıma telefondan ulaşabiliyorum. Telefon çalar çalmaz meşgule düşüyor hemen. Bu yüzden whatsapp kanalını deniyorum. Defalarca aramama karşılık cevap alamıyorum. Eşime telefon ediyorum. O bir şekilde ulaşıp merakımı gideriyor. İşyerine gitmiş. İnternetinde sorun olduğundan whatsapp görüşmesi de mümkün olamamış.

Bugün Tıp Bayramı. Kızımın ve onun gibi diğer sağlık çalışanlarının bayramı. İnsanlara şifa dağıtmak ne yüce bir duygu. Sabah misafirlerimizden birinin Facebook sayfasında "İyi ki, doktorluk mesleğini seçmişim." yazısını okudum. O an kızım geldi aklıma. Üniversite sınavında bütün tercihlerini silme Tıp Fakültelerinden yapacak kadar sevdalı bu mesleğe. Mesleğin zorluklarını onun öğrencilik yıllarından itibaren öğrendik. Sayfalar dolusu bilgiyi dar zamanda nasıl tutardı hafızaları anlayamazdım. Dilimin dönmediği Latince kelimeler nasıl olur da o kadar kolay dillerinden dökülürdü. "Ex" olmanın dünyadan elini eteğini çekmek, "Vertebra" nın omurgayı oluşturan kemikler olduğunu ondan öğrendim. Gün geldi ezberlemeye çalıştığı kelimeleri elime tutuşturduğu kitaptan takip ederken uykum ağır bastı. Ama o uyumadı. Üniversiteyi dönem ikincisi olarak bitirdi. Nöbetler başladı. Biz yatağımızda uyurken geceleri tükenmek bilmeyen enerjisiyle şifa dağıtmaya devam ediyordu. Devamlı kendini yenilemek zorunda hissettiren bir meslek doktorluk. Kızımla bugün buluşup onun bayramını kutlamak isterdim ama yine işinin başında olduğu için olmadı. İnsanlara şifa dağıtan bu yüce meslek dalında çalışanların bayramı kutlu olsun. Onlara hak ettikleri saygının gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Annemleri her ziyaret ettiğimde çocukluk günlerim gelir aklıma. Eve yaklaşırken telefon ediyorum. Annem açıyor telefonu. Sesi güzel geliyor. On gündür çektiği soğuk algınlığını atlatmış görünüyor. Seviniyorum. Onları ziyarete geleceğimi, babamın beni beklemesini söylüyorum. Geçenlerde babamın bir telefonu utandırmaya yetmişti beni. "Oğlum sen Ankara'dayken daha sık görüşürdük, seni çok özledik, gel de bir yüzünü göreyim." demişti. Geçen haftalarda iş, güç derken zaman bulamamıştım. Ancak bu haftaymış kısmet. Eşrefpaşa'nın dar cadde ve sokaklarından geçiyorum. Yeni yeni iş yerleri açılmış, bazıları kapanmış. Gördüklerim bana artık eskiyi hatırlatmıyor. Mahallenin eskileri, çocukluğumun tek katlı evleri gibi birer birer göçmüş gitmişler. Yeni yabancı yüzler eski bahçeli evlerin yerini alan apartman dedikleri küçücük kutucuklar gibi soğuk. Annem telefonda uyarmıştı "Kalaylıların evini yıkıyorlar sokağa girmen zor." diye. Geçişe kapattıkları sokağımıza giriyorum. Evin yakınlarında bir kapı önüne park ediyorum arabayı. Doğduğum evin karşısındaki evleri yıkıyor bir lastik tekerlekli ekskavatör. Çocukluk yıllarımı geçirdiğim sokağın son evleri de yıkılıyor. Eski zamanların kocaman evleri gözüme şimdi küçücük geliyor. Arabamdan inip başımı sol taraftaki binalara doğru kaldırıyor, dalgın dalgın bakıyorum. Hepsi birbirinin aynı beş katlı bitişik nizam binalar. Annemlerin evi doğduğum evin yanındaki apartman üçüncü katı. İlk kez evi bulmakta zorlanıyorum. İş makinesinin yıktığı yapılar sokağın görüntüsünü değiştirmiş. İmdadıma kapının önündeki çam ağacı yetişiyor. Bahçeli evimizin her iki yanına dikmişti onu dedem, çok eskiden. Çam ağaçlarının gölgesi, iğne yaprakları her zaman çocukluğumun bir köşesinde yerini korumaya devam ediyor. O ağaçlardan birinin elektrik hatlarına engel oluşturduğu gerekçesiyle kesildiğini öğrendiğim zaman çaresizce ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Dedemin hatırasıydı onlar. Diğeri kahramanca direniyor insanlara inat. İşte o eşini kaybetmiş çam ağacını gördüm de öyle emin oldum annemlerin oturduğu evden.

Beni özlemle kucaklıyorlar. Çok değil bir saat yetiyor birbirimizi görmeye. Babamın meşhur gut rahatsızlığı dışında olumsuz bir durum yok. Annem merakla soruyor, endişeli. Evet mi çıkar dersin. Ben karamsarım. "Korkarım öyle." diyorum. Televizyonda babam Ulusal Kanal ve Halk TV arasında dolaşıyor. Televizyonun sesi kısık ama aklı orada. Biraz yükseltiyor sesini sonra dayanamayarak. Ekranda Bahçeli. Ekranın altında büyük puntolarla "Ne değişti Bahçeli?" yazıyor. Bahçeli daha önceki yıllarda kayda alınmış bir grup toplantısında bas bas bağırıyor. "Cumhurbaşkanı Akepe'den olabilir, Mehape'den olabilir, Cehape'den olabiliiiir. Sadece Recep Tayyip Erdoğan'dan cumhurbaşkanı olamaz..." Şimdi cumhurbaşkanı olamaz dediği kişiyi çok daha büyük yetkilerle başkanlığa taşıyor. Benim gözümde siyaset kokmuş, lağım bile temiz kalır yanında. Anlayamadığım halk görmüyor mu bütün bu olup biteni, başkanlığın ülkeye değil sadece birinin günahlarını örtmeye yaradığını. İnşallah o günahlar bir referandumla örtülmez de yaptıkları yanlarına kalmaz bu halkı aldatanların, makam uğruna kendini satanların.

Annem yemek yemem için ısrar ediyor. Eskiden çok yemek seçer, her sevmediğim yemekte yağda yumurta yerdim. O günleri hatırlıyorum. Annem istersen iki yumurta kırayım deyince çocukluğuma dönüyorum. O yumurtalar çocukluğumun bonfileleriydi. Yapılacak işler nedeniyle fazla kalamıyorum, kırılmasın diye bir kahve içip ayrılıyorum yanlarından, çocukluğumun dar sokaklarından...

Gaziemir Metro'dan alışveriş yapmam lazım. Kızım arıyor, onunla görüşemediğim için üzgünüm. Evde eşimi yalnız bırakmamın huzursuzluğu da var içimde. "Venüs'ü de görmeyecek misin şimdi?" diye soruyor. Bir daha ki sefer inşallah.

Dönüş yolunda Aşkın Şefi arıyorum. Pazar alışverişini benim yerime o üstlendi bugün. Güzel arapsaçı görüp aldığını söylüyor. Eve girmeden önce Salı Pazarına gidiyor, kalabalığa dalmaksızın en yakın balıkçıdan balığımızı alıyorum. Salı günlerinin ritüeli haline getirdiğim balık masasını kuruyorum. Metrodan aldığım aysberg ve roka pazardan aldığım dereotu ve domatesle melez bir salata hazırlıyor, halis zeytinyağımızla çeşnilendiriyor, balığın yanında eşimle birlikte keyifle yiyoruz.

13 Mart 2017 Pazartesi

GARİP BİR GÖKKUŞAĞI

13/03/2017 Pazartesi, Tire

Bize göre haftanın son günü. Sabahtan parçalı bulutlu olan hava sürekli değişiyor. Bir ara pırıl pırıl bir güneş ortalığı aydınlatıyor. Serin havada güneşin değdiği yer ısıtıyor insanı. Depoda odun iyice azaldı, dışarıdakiler ise günlerce yağan yağmurun altında sırıl sıklam. Fırsat bu fırsat deyip Taş Ev'in arkasındaki istiflenmiş ağaç kümesine iniyorum. Ağaç motorunu çalıştırdıktan kısa bir süre sonra benzini bitiyor. Deposu küçük olduğundan üç araba odunu zor tamamlıyor. Benzini yağını tamamlayıp işe koyulmadan önce parçalara ayıracağım odunları seçiyor, bir üst sekiye taşıyorum. Alt kısımlarda biraz kurulardan varmış şansıma. Bir araba, iki araba derken motorun benzini bitene kadar çalışmaya devam ediyorum. Bu arada küçük bir kaza atlatıyorum. Uzun ağaç kütüğünün bir tarafına sol ayağımla basıp hareket etmesini önlerken ıslak ağaç ayağımın altından kayıyor. Testere ayağımın ucuna değip ayakkabımı parçalıyor. Şükürler olsun ki testerenin ucu ayakkabıyı keserken çorabıma bile değmiyor. Aklımdan geçen benim gizli bir koruyucum olduğu. 

Öğleden sonra yağmur kaldığı yerden aralıklarla devam ediyor. Salonda şömine soba tüm güzelliği ile yanıyor. Bir ara beni yukarı çağırıyor elemanlar. Şehir manzarası harika. Bozdağ tarafında her zamankinden çok daha kalın ve düşeye yakın bir gökkuşağı oluşmuş. Şehrin batı yakası yağmurla yıkanmış, berrak bir görüntü veriyor. Hemen fotoğrafını çekiyorum bu güzel tabiat olayının.

Şehre inip işlerimi görüyorum bu arada. Dönüşte iki gündür fırsat bulamadığım günlüklerimi tamamlıyorum. Önemli bir rahatsızlık geçiren eski bir dostumu arıyorum, telefon rehberim silindiğinden beri bir türlü ulaşamadığım. Dün gelen misafirlerimizden birinden aldım numarasını. İnsanlar zor günlerinde kendini göstermeli. Bu dostum da hem sağlık problemleri hem de iş problemleri ile inanması güç sıkıntılar yaşıyor. Ona sağlık ve iyi dileklerimi sunuyorum.

Akşam kızım arıyor. İşim olduğu için sonra ararım diyorum. Dün de aynı şeyi söylediğimi ama aramadığımı söylüyor. Yarım saat sonra arıyorum. O Venüs'ü anlatıyor bana, ben bizim Fifi'yi.