KATEGORİLER

22 Mart 2017 Çarşamba

HAVA DEĞİŞİMİ

21/03/2017 Salı, Aydın

Bir hafta daha geçti. Eşimle bu güzel günü birlikte yaşamak mutluluk verici. Sabah kahvaltısından sonra kontrol için hastaneye uğruyoruz. Eşimin ultrason sonuçlarının güzel olması sevindiriyor bizi. Uzun zamandır ilk kez birlikte pazara çıkıyoruz. Dolaşırken her adımımızda bir tanıdık rast geliyor. Mehter takımı hızında ilerliyoruz. Sarmaşıklar bollanmış, tezgahları süslüyor ancak fiyatlar hala yüksek. Bir köylünün tezgahına yaklaşıyoruz. Pazarlık sonuç vermiyor. Kuşkonmazın demeti yedi, sarmaşığın altı lira. Taş Ev'e geldiğimizde biz de sizinle pazarlık yapacağız deyince şaşırıyoruz. Güler yüzlü köy kadınının bu lafı üzerine pazarlığı kesip tezgahtaki bütün sarmaşıkları alıyoruz. Köylü kadın soruyor, "Biz bu köy kıyafetiyle gelsek içeri alır mısınız?" "Ne demek, diyorum, başım üstüne bu kıyafetle gelirseniz daha da memnun oluruz, Taş Ev'in yöresel özelliğine katkı sağlamış olursunuz." Meğerse köylerine gidip gelirken Taş Ev'in önünden geçerlermiş. Tanınmak mutlu ediyor bizi. Elbette iyi izlenim bırakmak, iyi olarak tanınmak, güvenilir olmak önemli.

Pırıl pırıl bir güneş var bugün. Hava sıcaklığı ideal. Ne üşüyoruz ne sıcaklanıyoruz. Her mevsimin güzelliği ayrı deseler de ben bu baharı seviyorum. Ne soğuktan ne sıcaktan şikayet ediyor insan bu mevsimde. Pazarı dolaşmaya devam ediyoruz. Referandum yarışı tam gaz. Hayır'cılar, Evet'çiler harıl harıl çalışıyorlar. Ne kadar kötüleşti halimiz. Eskiden ister şehirli, ister köylü olsun insana bakınca siyasi tercihini anlamak mümkün olmazdı. Şimdi kılık kıyafetine bakınca insanların ne olduğu belli oluyor. Anayasa değişikliği, başkanlık sistemi hikaye. Nisan ayında yapılacak referandum Atatürk mü, Recep Tayyip Erdoğan mı havasına girmiş durumda. Evet oyu vereceklerin önemli bir bölümü Atatürk'ten vaz geçmediklerini söylüyorlar. Bir kısmı Atatürk'e düşman kesilmiş ama bu konuda konuşacak cesaretleri yok. Abdülhamit hayranlığı her geçen gün artıyor. Atatürk, bağımsızlığımızın mimarı, dini kullanarak halkı sömürenlerin korkulu rüyası, kimliğini kaybeden halka ulus bilincini aşılayan bir deha... Bugünleri görmüş çok önceden. Gençliğe emanet etmiş bu vatanı. Gençliğe bakıyorum, ellerinde akıllı telefonlar, ya oyun oynuyorlar ya da birbirlerinin postlarını beğeniyorlar. Referandum umurlarında değil. Hayırcı'ların çoğu orta yaşlı Atatürkçü hanımlar. Atatürk'ün ülkeyi emanet ettiği gençlik ise başlarını örtüp Evet'çiler safına geçmiş durumda. 

Pazar alışverişini tamamlıyoruz. Aldıklarımızı yaylaya çıkıp dolaplara yerleştiriyoruz. Fifi Taş Ev'in yanında bizi bekliyor. Sevincini sempatik hareketlerle gösteriyor bize. Ona yiyecek bir şeyler veriyoruz. Salı günleri alışkanlık haline getirdiğimiz balık sofrası kurmak yerine farklı bir şey yapmaya kararlıyız bugün. Kuşadası, İzmir derken Aydın'a gitmeye karar veriyoruz. Tam yirmi yıl önce, Çine Barajının yapımı sırasında bir yılımızı geçirdiğimiz şehre. Aydın'da yakın dostlarımız var, hatta Kaplan günlüğümü de okurlar kendileri. Kızacaklarını biliyorum ama pazar alışverişi nedeniyle geç vakit çıktığımız kısa süreli bu gezimizde onları telaşa sokmamak için kimseye haber vermiyoruz. Vakitten kazanalım diye Selçuk'tan otoyola giriyoruz. Şöyle alabildiğince gaza basmayı özlemişim. Eskiden Aydın çıkışında radar kontrolü olduğu geliyor aklıma, hızımı ayarlıyorum. Hava insanları dışarı davet ediyor...

Otoyol çıkışında kenti selamlamaya başlıyoruz. Şehir oldukça genişlemiş yeni binalar yapılmış ama imar denilen şeyin zerresi yok. Bulvarın üzerine yüksek binalarla adeta set çekilmiş. Yine de yirmi yıl öncesinin köy irisi havası kalmamış. Yeni açılan alışveriş yerleri canlılık getirmiş şehre. Geçen yıl uğradığımız Forum Aydın ilk durağımız. Hafta arası olmasına rağmen oldukça hareketli. Starbucks Coffee hınca hınç dolu. Aslında Aydın'a gittiğimde yapacağım ilk şey geçen sefer belirlediğim yerden kokoreç yemekti. Eşim "Ben aç kalırım sonra." deyip aklımı çeldi. Alışveriş merkezinde epey zaman harcadık. Eşimin en mutlu anları. Beğendiği giysilerin birini giyip birini çıkarıyor. Bu işin sonu gelmeyecek sanki. Onun mutluluğu benim şikayetimin önüne geçiyor. Sessizce bekliyorum işini bitirmesini. Giydikleri yakışıyor üzerine. Fikrimi alıyor, söylüyorum. İyi ki hanımlar giysilerini seçerken beyleri de düşünmüş işyeri sahipleri. Her mağazada oturacak bir yer var. Ayakta durmaktan yorulunca oturuyorum. Eşim inanılmaz bir enerji ile giysi denerken kendinden geçiyor. Oturduğum yerde bir ara uyukluyorum. Gözlerimi açınca bana yeni bir elbise gösteriyor üzerinde. Beğendiğimi söylüyor, tekrar başımı öne indirip uyukluyorum.

Bugün tatil günümüz olduğu halde telefonlar durmuyor. "Ödemişten yola çıktık, yeriniz var mı?" diyor bir misafirimiz. Salı günleri kapalı olduğumuzu özür dileyerek iletiyorum. Alışverişten sonraki durağımız D&R. Büyük bir mağaza buradaki. Fonda Haris Alexiou çalıyor. Bir kitap mağazasında bu tür müzik çalınmasını biraz yadırgasam da hayranlığımı kazanmış bir sanatçıyı dinlemek hoşuma gidiyor. Yarın unutmazsam eğer, Spotify'dan Alexiou'nun parçalarını indirmek ilk işim olacak. Eşim, üniversiteden sınıf arkadaşı, usta eleştirmen, yazar Hülya Soyşekerci ile ilgili Varlık Dergisinde yayımlanmış bir eleştiriyle ilgileniyor. Dergiyi aldıktan sonra Hülya Hanımın kitaplarını soruyoruz, olmadığını söylüyorlar.

Son günlerde eşimin hayranlığını kazanmış 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mısırlı yazar Necib Mahfuz'un hangi kitaplarının bulunduğunu öğrenmek istiyoruz. Yazarın mevcut iki kitabını da satın alıyoruz. Kitap raflarının arasında dolaşan eşim giyim mağazasında olduğundan daha da mutlu görünüyor. Akşama ayak ağrıları, bel ağrılarının başlayacağını hatırlatıyorum.

Karnımızı doyurduktan sonra Forum'dan ayrılıyor, şehrin ana caddesine giriyoruz. Cadde ışıklı taklarla süslenmiş. "Şehir havasına girmiş artık Aydın." diyor eşim. Yol üzerindeki levhaları gösterip "Baksana, şehri de geçmiş, büyük şehir olmuş." diyorum. Ana caddenin arka sokağına girip eskiden oturduğumuz evi görmek istiyoruz. Sokak tek yön yapılmış. Dar bir arka sokağa girmek zorunda kalınca eski evimizden uzaklaşıyoruz. Daha fazla zaman kaybetmemek için dönüş yoluna giriyoruz. Otoban üzerinden Selçuk ayrımına kadar ilerliyoruz. Otoyol çıkışından sonra geriye kalan yolumuz sadece otuz kilometre. Kızım telefonla arıyor annesini. Yarım saat boyunca, eve varıncaya kadar konuşuyorlar. Venüs'ü konuşuyorlar daha çok. Onu veterinere götürmüş, aşısını yaptırmış. Gittiği yerdeki kedi yavrusuyla oynaşmasının videosunu gönderiyor.

Tire-Belevi yolu pek çok kazaya sebebiyet vermesiyle nam salmış olsa da bana yeterince konforlu geliyor. Dar olduğundan bahsedilse de yoldaki standart şerit genişliği 3,50 m. Trafik yoğunluğu nedeniyle duble yol yapılması isteniyor. Hakkari Yüksekova'daki yollar geliyor gözümün önüne. Trafiğin yok denecek kadar az olduğu bu bölgelerdeki yolları düşününce Belevi yolunun duble yolu çoktan hak ettiğini düşünüyorum. Yollar virajlı, hata affetmiyor. Bununla birlikte acemi sürücülerin, sorunlu araçlarla yapılan seyahatin, sürücü hatalarının, aşırı sürat ve alkollü araç kullanımının meydana gelen kazalarda büyük pay sahibi olduğunu düşünüyorum.

Hava karardı, evimize yaklaşıyoruz artık. Yolun kenarında park eden bir aracın stop lambasının ışıkları yol boyunca sıralanan km levhaları üzerindeki kedi gözlerine karışıyor. Aracın durduğu yer yol şeridine elli santim kadar tecavüz etmiş. Karşıdan gelen araçların çoğunun uzun farları açık. Park halindeki aracı sollamak için sol şeride taşmak, karşıdan gelen aracın da iyice sağa yanaşması şart. Buna benzer durumlarda yolun ne kabahati olabilir. Madem park edeceksin, yol şeridini niye işgal ediyorsun? Şikayeti azaltmak için de eğitim şart.

20 Mart 2017 Pazartesi

KAPLAN'IN YOLLARI TAŞTAN

20/03/2017 Pazartesi, Tire

Sabah erken kalkıp alışverişi yaptıktan sonra ekiple birlikte yaylaya çıkmayı düşünsem de evdeki hesap çarşıya uymuyor. Ekibi bıraktıktan sonra yeniden şehre iniyorum. Kasabımız bonfile olmadığını söylüyor önce, biraz söylenince önündeki tezgahtan çıkarıp veriyor. Havalar ısınınca böyle oluyormuş, kuzu bulunamıyormuş vs. bir sürü bahane. Her gittiğimde et fiyatları artıyor. En güzel et onlarda bulunuyor anladık ama bizi de zorda bırakmaması gerektiğini bilmesi lazım. Belli ki başka bir kasap bulmak, hangisinin eti daha iyi, daha uygun fiyatlı ise oraya yönelmek lazım. 

Ziraat Odasına gittim, mazot, gübre teşviği adı altında devletten üç beş kuruş alırım diye. Listede adım çıkmamış. İlçe Tarım ÇKS dedikleri Çiftçi  Kayıt Sisteminde kaydım işlenmemiş. Canım sıkıldı. Oysa yaptığım onca masrafın ihmal edilebilecek bir bölümü, devletin sözüm ona desteğiydi. Yeniden bir tomar kağıt verdiler, muhtara, azaya imzalatılacak. Bu seneyi unutup gelecek seneyi kaçırmamam lazımmış.

Yapacak işlerimin arasında en önemlisi bulaşık makinesinin deterjanı bulmak. Otuz kiloluk bidonlarda tercihen kullandığımız markayı arıyorum bütün şehirde. Hepsinde yirmi kiloluk bidonlar var. Çaresiz birinden alıyorum. Çalıştığım bankalardan birine gidip telefon ve internet ödemelerini otomatik ödemeye bağlatıyorum. Döndükten sonra arıyorlar aynı bankadan. Telekom ödemesi diğer bir bankanın ödeme talimatına bağlıymış. Telefon ödemelerim ise bilmedikleri bir başka banka şubesi tarafından otomatik olarak ödeniyormış. Bana gelen telefon mesajından sonra hemen gidip ödüyordum oysa. Ya ben ayrı, banka ayrı ödüyorsak... Bankadan arayan memur öyle bir şey olmaması lazım dese de emin olamıyorum. 

Öğlen oğlum aradı. Çok sevindim. Uzun zamandır sadece ben aradığım zaman konuşuyorduk. Hep annesini arıyor, üzülüyordum. Akşam dönünce eşime hava atacağım. 

Aşkın Şefle birlikte yukarı yaylaya çıkıp sarmaşık toplayacaktık. Benim işler uzayınca o yalnız çıkmış. Sarmaşıklar olmamış daha ama domuzlar ortalığı talan etmiş. Aşağı yayladaki boşluğu da bir ara gidip onarıyor sağ olsun. 

Hava çok güzel bugün. Öğlen yemeğini avluda yiyoruz keyifle. Güneş Taş Ev'in terasını güzel ısıtmış. Tertemiz bir hava... Akşam rezervasyonları geliyor. Şömine sobayı yakmak gerekir mi acaba? Akşama doğru hava serinlemeye başlayınca sobaya ihtiyaç hissedilmeye başlanıyor.

Bu arada blogları okuyamıyorum. Yarın günümün önemli bir bölümünü bu işe ayırmak istiyorum. Eşim tesadüfen Belediye Başkanı ile karşılaşmış bugün. Yollarımızın bozulduğunu söylemiş. Başkan da söz vermiş ilgileneceğine. Bu çok güzel bir haber ama sevinmek için erken daha. Çukurların kapatılması değil çünkü tek sorun. Menfez ağızlarının onarılması, hendeklerin açılıp drenajın çalışır hale getirilmesi lazım. Taş Ev'in açılması, rüzgar tribünleri inşaatı Kaplan yolu trafiğini epey arttırdı zira. 


VENÜS, TAŞ EV'İN YENİ MASKOTU

19/03/2017 Pazar, Tire
Yorgunluğumuzu üzerimizden atamadan uyanıyoruz sabaha. Dün geç saatte İzmir'den yapılan kahvaltı grup rezervasyonuna hazırlık yapmamız lazım. Saat 10.00'da yola çıkacaklarını bildirdikleri için çok fazla telaşa gerek yok. Alışveriş için yeniden şehre dönüyorum. Geceyi birlikte geçirdiğimiz oğlum ve kızım birazdan yukarı gelecekler.

Hafta sonları çalışmak üzere yeni bir garson işe başlayacak bugünden itibaren. Şehirdeki işlerimi kısa sürede halledip yaylaya çıkıyorum. Kırkı çıkan Venüs şimdiden Taş Ev'in maskotu oluyor. İlk kez sosyal bir ortama giriyor. Önce Fifi'yle tanıştırıyor, birbirlerine karşı gösterecekleri tepkiyi merak ediyoruz. Beklediğimiz gibi Fifi, Venüs'ün aşırı ilgisinden pek hoşlanmıyor ve ondan uzaklaşıyor. Bebek Venüs Fifi'yi korkutup kaçırıyor.

Hazırlıklar tamamlanır tamamlanmaz misafir araçları geliyor. Bir anda bahçede ağaçların altı arabalarla doluyor. Kahvaltıya gelen misafirlerimizin hepsi genç. Önce öğrenci sandığım gençlerin asistan hekim olduklarını öğreniyorum. İnternet üzerinden keşfetmişler Taş Ev'i. Bu yöntemle tanınıp insanlara ulaşmak daha çok hoşuma gidiyor. Demek ki Facebook reklamları işe yarıyormuş.

Misafirlerimiz yemeklerini yedikten sonra bol bol fotoğraf çektiriyorlar. Hava genellikle kapalı bugün. Venüs'ü mümkün olduğu kadar güneş gören yerlerde tutuyoruz. Ne de olsa ilk kez çıkıyor dışarı. Önce terasta güneşin keyfini çıkartıyor, daha sonra bahçeye iniyor. Uykusu gelince üzerine battaniyesini sarıp, şömine sobanın yanında kızımın kucağında yerini alıyor. Yaramaz bir bebekten farksız.

Öğleden sonra kızımın arkadaşları geliyor ailesi ile birlikte. Birkaç saat sonra çocuklarımızı uğurluyoruz. Onlarla kısa süre de olsa birlikte olmak, sağlıklı ve mutlu görmek bile yetiyor bize. Akşam misafirleri gelmeye başlıyor. Ertesi gün mesai olması sebebiyle misafirlerimiz daha erken ayrılıyor düne kıyasla. Yarın olduğu gibi pazartesi günleri bana ilginç geliyor. Genel olarak insanlar haftanın ilk gününde tatil havasından zor sıyrılırlar. Pazartesi sendromu yaşayan çalışan kesimin yanında bizdeki durum tam tersi. Yarın bizim için haftanın son günü. Bir hafta ne çabuk geçti?

Haftaya burada baharın gelişi yani Nevruz kutlamaları var. Yerli halk mangalını alıp kırlara, bayırlara yayılır. Aşkın Şef ekibi daha da arttırmamızı öneriyor. Özellikle dışarından gelenler doldurur Taş Ev'i diyor. Haftaya kadar enerji depolamamız şart.

Oğlum gece yolculuğu yapıyor. Eve döndükten sonra kızımı arıyorum. Venüs'ü özel şampuanıyla yıkamış, saç kurutma makinesiyle kurulamış ve yatağına yatırmış.



19 Mart 2017 Pazar

ÇİFTE MUTLULUK

18/03/2017 Cumartesi, Tire

Kahvaltı günleri sabah erken çıkıyoruz yola.  İki gün önce sipariş ettiğim kuzu etini almak için yol üzerindeki kasabımıza uğruyorum. Kuzu zor bulunuyormuş bu aralar. Kasap Balıkesir'e kadar hayvan bakmaya gitmiş. Ancak bir saat sonra hazır olabileceğini söylüyor. Zaten şehirden başka alacaklarım da var. Hemen hemen her gün bir şeyler eksiliyor. Ekibi yukarı çıkardıktan sonra şehre geri dönüyorum. 

Sabah serinliği yerini güneşli bir havaya bırakıyor. Kahvaltı sakin geçse de öğlen saatlerinden başlayan bir yoğunluğun içinde buluyoruz kendimizi. Akşam rezervasyonları birbiri ardına sıralanıyor. Akşama doğru ekmeğin yetmeyeceği anlaşılıyor. Aşkın Şef kıyma da kalmadı diyor. Tam vaktinde çıkıp ekmekleri ve kıymayı yetiştiriyorum şefe. Yaylaya döndükten sonra birbiri ardına gelen konuklar bize sezonun en iyi cumartesi gününü yaşatıyor. Salonumuz tamamen doluyor, rezervasyonsuz gelen misafirleri geri çevirmek zorunda kalıyoruz. Şans yine yüzümüze gülüyor. Fırında ekmeğin bulunmadığı saatte ekmek bulmam, kasaptan kıyma almam sayesinde konuklarımızın menümüzden seçtiği her şeyi karşılayabiliyoruz.

Yol yorgunu oğlumu annesiyle birlikte eve bıraktıktan sonra kızımın da İzmir'den bize doğru yola çıktığını öğreniyorum. Mutluluğum çifte katlanıyor. Üstelik Venüs'ü de yanında getiriyor kızım. Yarın ilk kez yaylaya çıkıp sosyalleşecek bizimki. 

Gece oldukça geç vakte kadar misafir ağırlıyoruz. Şehre inip ekibi evlerine dağıtıyorum. Kızım benim gelişimi beklemiş. Annesi pazarlık yapmış onunla, kesinlikle Venüshiçbir yere değmeyecek. Ona küvet uzunluğunda bir duşakabin tahsis edilmiş evde. Kucağıma alıyor ve oynamaya başlıyoruz. Aynı peluş bir oyuncak gibi. İnsan elinden bırakmak istemiyor. Saat ikiyi geçtikten sonra bilgisayarımın başına oturabiliyorum. İnternet kesik. Modem ara sıra yapıyor bu numarayı. Kapatıp açınca düzeliyor ama kalkmaya mecalim yok. Günlüğümü yazmam ertesi güne kalıyor bir kez daha...


17 Mart 2017 Cuma

MART KAPIDAN BAKTIRIYOR

16/03/2017 Cuma, Tire

Dün yarın kandil, iş olmaz demişti Aşkın Şef. Sabah ekiple birlikte yaylaya çıkarken telefon etti. "Bugün kandil değilmiş, bir arkadaş facebook'ta kandil mesajı göndermiş, o yanılttı beni." "Peki ne zamanmış kandil?" diye sorunca, "Ya 28'i ya 29'u olması lazım." cevabını alıyorum. 

Pazar alışverişine ekibi Taş Ev'e bırakır bırakmaz başlamam gerek. Sağ kolumda hafiften başlayıp her geçen gün artan bir ağrı var. Ağır taşımam biraz zor bugün ama alınacak çok fazla bir şey de yok zaten. Patates, domates gibi ağır malzemeleri satıcılar arabaya yerleştiriyorlar. Selçuk ayvası arıyorum. Birkaç tezgah dışında pazara ayva gelmemiş pek. Kilosu altı liradan beş kilo ayva alıyorum. Aldığım diğer malzemelerle birlikte cadde üzerindeki pazar tezgahının yanına bırakıyor, geçerken alacağımı söylüyorum. Pazarda Giritçe avronez dediğimiz sarmaşık, enginar bollanmış olsa da henüz turfanda sayıldığından fiyatlar yüksek. Üç beş sap avronezin demetini altı liradan satıyorlar. Geçen hafta 1,5 liraya aldığım domatesin kilosu 3 liraya fırlamış. Patlıcan, salatalık, biber fiyatları hala çok yüksek. Yazın gelmesini dört gözle bekliyoruz artık.

Döndüğümde mutfak personelini eşimin hazırladığı fellah köfteleri yuvarlarken buluyorum. Malzemeler gelince Aşkın Şef meze yapımına girişiyor. Ben de fellah köfte yuvarlamasına katılıyorum. Ayşe Hanımın yardımıyla çabuk bitiriyoruz işi. 

Mart ayının en soğuk gününü yaşıyoruz. Bozdağ tepeleri yine kara büründü. Güme Dağında da kar yağdığı haberi geliyor. Bu soğukların bir an önce bitmesini istiyorum. Kolumun ağrısı ile odun hazırlamam da zor olacak. Depoda bir iki günlük odun kaldı.

Akşama Torbalı'dan misafirlerimiz var. İstedikleri masayı hazırlatıyorum. Onları beklerken beş kişilik bir grup arkadaş geliyor İzmir'den. Dışarıdan gelenlerin havaya yola aldırdığı yok. Yerli halk güneşin yüzünü göstermesini bekliyor.

Torbalı'dan gelen misafirlerimizi daha önce defalarca ağırladık. Taş Ev'in hayranlarından bir aile. Bu sefer yanlarına bir başka aile ile birlikte geliyorlar. Yeni misafirlerimiz karı koca meslektaşım. Onlar da çok beğeniyorlar Taş Ev'i. Beklediğimiz saatten daha önce gelen konuklarımız havanın soğukluğuna aldırmadan terasa çıkıyor, gün batımını izliyorlar. 

Avlunun hemen altında erik ağaçları çiçek açmış. Gündüz saatlerinde onların fotoğrafını çekmeyi ihmal ediyorum. Gece manzarası da fena olmaz bu güzelliğin deyip dışarı çıkıyorum. Serin esen rüzgar havayı iyice soğutuyor. Fotoğrafı çeker çekmez kendimi içeri atıyorum. Sıcak havaya tam alışmışken dondurucu soğuk rahatsız edici. 

Son günlerde yerli misafirlerimiz artış dışarıdan gelenler ise azalma trendine girdi. Bunun herhangi bir sebebi olduğunu düşünmüyorum. Taş Ev'i ilk kez keşfeden yerli misafirler bilakis sevindiriyor beni. Bu akşam ilk kez ağırladığımız misafirlerimizle sohbet ediyorum. Onlar da yolumuz uzak diye Kaplan Köyü'ndeki diğer restoranlara gittiklerini söylüyorlar. "Gerçekten uzak mıymış?" diye soruyorum. Hanımefendi "Hayır, hiç de uzak değilmiş." diye cevap veriyor. İki durum tespiti yapıyorum bu cevap üzerine. Tire ufak bir yer, ufak yerlerin doğal olarak dedikodusu bol. Anladığım kadarıyla yolumuzun uzak olduğu dilden dile konuşuluyor. Yolu Taş Ev'e düşmeyen birçok kişi etkileniyor bundan elbette. Bu birinci tespit. İkincisi, Taş Ev'i hiç bilmeyen daha çok sayıda insan var. Yaptığımız tek tanıtım facebook üzerinden olunca tanıtım konusunda yetersiz kalıyoruz. Misafirlerimizin artması elbette sevindirir bizi ama yeni açılan bir restoran için oldukça iyi bir durumda olduğumuzu düşünüyorum. Her şeyden önce kış mevsiminin başında hizmete açıldık ve kışı geçirdik. Sularımız dondu, yollarımız bozuldu, kardan ve hava koşullarından etkilendik.  

Şömine sobamız salonu güzel ısıtıyor. Tuvaletlerin dışarıda olması bir diğer dezavantaj. Buz kesen havada sıcak ortamdan buz gibi soğuk tuvalette ihtiyaç gidermek konfor kaybına yol açıyor ama aşağıdaki diğer restoranlarda da durum aynı olduğu için aleyhimize bir durum oluşturmuyor. Koca kışı geçirdik sayılır nasıl olsa. Önümüzdeki günlerde Taş Ev çok daha güzel olacak...

ÇOBAN KAVURMA

16/03/2017 Perşembe, Tire

Dün ekiple birlikte kararlaştırdığımız üzere yarım saat önce düşüyoruz yollara. Aşkın Şefi de alıyoruz rotamız üzerinde bir yerden. Havanın soğuk olacağını düşünüyoruz. Bu yüzden ilk yapacağımız şey şömine sobanın yakılıp salonun ısıtılması...

Rezervasyon saatine tam bir buçuk saat kala Taş Ev'e varıyoruz. Böyle durumlarda saniyeler çok daha hızlı akıyor sanki. Şömine sobayı yakıyor Fırat. Depodan bir araba dolusu kestane odunu getirip merdiven altına depoluyorum. Aşkın, ızgaranın ateşini hazırlıyor. Ayşe Hanım her zaman olduğu gibi işinin başında. Ben de onlara yardımcı oluyorum. Rezervasyon misafirlerini beklerken Büyük Şehir Belediyesine ait bir araç giriyor bahçeye. Aslında çalışma saatimiz bile başlamamış. Halk Eğitimde yapacakları bir toplantı için gelmiş misafirler. Sabah güneşi serinliğin önüne geçmiş. Üst kattaki salona çıktıklarında içeride sigara içmek için müsaade istiyorlar. "Terasta içebilirsiniz, hem hava da o kadar soğuk değil." diyorum. Birlikte çıkıyoruz terasa. Pırıl pırıl bir güneş havayı iyice yumuşatmış. Terasta oturabileceklerini, servisin dışarı taşınmasını rica ediyorlar. Siparişler alınıyor. Aşkın Şef meşhur gözlemesini terasa gönderince, yenisinin siparişi gecikmiyor.

Rezervasyon saati hayli geçtiği halde gelen giden yok henüz. Kışın öğle yemeğine fazla misafir gelmez. Gelecek olanlar da genelde rezervasyon yaptırırlar. Erken gelmemiz Belediye'den gelen misafirlere yarıyor. Yemeklerini yedikten sonra hesabı ödeyip ayrılıyorlar. Şehre inip alışveriş yapmam lazım. Söylenen saatin üzerinden yarım saat geçtiği halde beklemeye devam ediyoruz. Personeli yarım saat önce göreve çağırmış olmamın hiçbir anlamı kalmıyor. Rezervasyon yaptıran dostumu arıyor, misafirlerin geciktiğini söylüyorum. İstanbul'dan gelecek misafirlerin uçaklarının rötar yaptığını ancak er ya da geç mutlaka gelecekleri söylüyor. Bir saat daha geçiyor. Aşkın Şef beklememe gerek olmadığını ve gecikmeden şehre inebileceğimi söylemiş olsa da ilk defa gelecek bu özel konukları bizzat kendim ağırlamak istiyorum. Telefonum çalıyor. Ekranda İzmir kodlu sabit bir numara görünüyor. Henüz bekledikleri misafirlerin gelmediğini, bu sebeple yemeği iptal etmek durumunda olduklarını söylüyor. Gecikmeli de olsa şehre iniyorum. 

Alışveriş işinden sonra eve uğruyorum. Eşim yine boş durmamış nefis bir yaprak sarma hazırlamış yukarısı için. Yapraklar tülden daha ince ve harika görünüyor. Onun yorulmasına gönlüm razı değil ama boş duramama hastalığı var kendisinde. Yorulmasına karşı olduğum için "Ne gereği vardı şimdi bunun, zaten satılmıyor, yazık değil mi onca emeğine?" deyip söyleniyorum. Çok geçmeden o zehir hafızasıyla dalga geçtiğimi çıkarıyor ortaya. "Geçen sefer birbiri arkasına satılmamış mıydı?" diye çıkışıyor. "Haklısın" diyorum. Aslında istediğim tek şey onun yorulmaması.

Eski tanıdıklarımdan birini makamında ziyaret ettim. Odasında birkaç misafiri vardı. Hepsine merhaba deyip ellerini sıktıktan sonra masanın karşısındaki koltuklardan birine oturdum. Yanımdaki misafirlerden biri dikkat çekecek kadar çok konuşuyor. Daha sonra onun devletten emekli, orta düzey bir memur olduğunu öğreniyorum. O konuştukça hepimiz ağzımız açık dinliyoruz. Meslek hayatı boyunca karşılaştığı olayların nasıl üstesinden geldiğini anlatıyor. Öyle bir anlatıyor öyle bir anlatıyor ki, "Yok artık." diyecek hale geliyorum. Böyle bir insan yeryüzünde yok. Bu kadar dürüst, düzene bu kadar kafa tutan, kimsenin dokunmaya gücünün yetmediği... İnanmaya çalışıyorum, olmuyor. Nezaketen inanır gözüküyor, hatta dolduruşa gelip takdir dolu sözler bile sarf ediyorum. Hızını alamıyor, mafyayı nasıl dize getirdiğini anlatmaya başlıyor, avcıların abartılı hikayeleri gibi.  İki husus var aklımda. Birincisi insanın kendini övdüğü konularda daima tersi çıktığını tecrübe etmiş olmam, ikincisi mevcut düzenin kendisine karşı insanları uzun süre karar verici makamlarda tutamayacağı... Kimse hiç yalan söylemiyorum demesin bana. Bilirim ki o yalancının tekidir. Kimse ben dürüstüm demesin, bilirim ki her türlü namussuzluk onda. Kimse adilim demesin, kendini övmesin. Bıraksın yaptıklarını başkaları değerlendirsin.

Akşamın erken saatlerinden itibaren rezervasyon yaptıran, yaptırmayan misafirler gelmeye başlıyor. Eşimin hazırladığı yaprak sarma en çok talep edilen yemek. Aşkın Şefin maharetini bilen ya da bu yörenin insanları menüde bulunmadığı halde çoban kavurma ya da mantarlı bonfile sote sipariş ediyorlar. Şef işini iyi biliyor. Kuzu şiş için önceden marine edilmiş kuzu etlerini kullanıyor. Lokum kıvamında öyle güzel bir çoban kavurma çıkarıyor ki ortaya, tarifi mümkün değil. Ancak resimlerini çekmekle yetiniyorum.

Misafir masasına oturmak adetim değil. Lakin misafirim üniversiteden yakın bir arkadaşım, yanında getirdiği arkadaşları da kafa dengi olunca durum değişiyor. Geç vakte kadar oturuyoruz. Arka masada sadece genç bir çift var. Çok geçmeden onlar da kalkıyor. Sohbet derinleşiyor. Siyasi mevzulara dalıyor, memleketin gidişatını konuşuyoruz. Her birimizin siyasi görüşleri farklı olsa da birleştiğimiz husus Atatürk'ü sayıp seviyor, onun fikirlerini benimsiyor olmamız. Çok kitap okuyan, eğitim kültür düzeyleri yüksek insanlar. Ülkenin maceraya sürüklendiğini, bütün yaşananların ülkemiz üzerinde tezgahlanan hain planın birer parçaları olduğunu konuşuyoruz. Siyasilerin göz yumduğu hatta alenen destek verdiği Fetö örgütlenmesinin orduya nasıl adım adım sızdığını anlatan bir kitabı anlatıyorlar. Doğruyu, yanlışı görebiliyorlar. Yine de benim kadar karamsar değiller ülke geleceğine dair.

16 Mart 2017 Perşembe

FİFİ'NİN ŞANSLI GÜNÜ

15/03/2017 Çarşamba, Tire


Bugün öğlen yemeğinde doğum günü kutlaması var. Genellikle bu tür kutlamalar akşam yemekleriyle birlikte yapılırken sabah kahvaltısı ya da öğlen yemeğinde olunca sıra dışı bir durum çıkıyor ortaya. Elemanlar sabah beni bekletmiyorlar. Yol üzerindeki çiçekçiden kırmızı renkli bir gonca gül alıyorum. Şimdiye kadar bir gonca güle verdiğim en yüksek bedel isteniyor. Bunun sebebini çiçekçi izah ediyor. Hollanda'nın çiçek getiren tırları kriz nedeniyle gümrükte takılmış. Bu doğru mu yoksa bahane edip fiyat mı çekiyorlar anlamak mümkün değil. Çaresiz kabul ediyorum. Beyefendi şehir dışından geliyor arkadaşına sürpriz doğum günü yemeği için. Gül ve konfeti istemişti masa süslemesinin yanı sıra. Erken saatlerde arayıp teyitleşiyoruz.

Fırat şömine sobayı yakmakla başlıyor işe. Hava iyice soğudu. Kışın kazma kürek yaktırdığı günler. Biraz daha dişimizi sıktık mı bundan sonrası kolay. Depodan hazır kesilmiş odunlardan getiriyorum. Bir araba odun obur soba için bir gün dayanmıyor. Beklediğimiz saatte geliyor misafirler. Gündüz saati olmasına rağmen mumları yakıyoruz. Akşamın romantizmini vermiyor yine de. Yemekten sonra törenle masaya getirilen pastanın mumları üflenirken patlatılan konfeti de abartılı geliyor gözüme. Oysa akşam yemeğinde doğum gününü kalabalık arkadaş grubuyla kutlamak, alkolün verdiği çakırkeyiflikle güzelleşen neşeli bir muhabbetin sonunda doğum günü sahibine pastanın mumları üfletilirken kimsenin beklemediği anda patlatılan konfetinin verdiği etki bir başka oluyor.

Dışarıda ayaz var. Gelirken yolda rastladığım Fifi henüz yaylaya dönmedi. Dün yeterince yemek bırakmamıza rağmen çitin altından kaçmayı başarmış. Özgür olmayı seven bir köpek. Zeytin gibi vefasız değil ama. Öğleden sonra çıkıp geliyor. Birbirimizi görünce seviniyoruz. Aşkın Şef kaynattığı kemikleri veriyor. Zeytin'in aksine son derece sakin bir şekilde hırlamadan yiyor yemeğini.

Öğleden sonra mutfakta ceviz kırıyoruz akşam misafirlerimizi beklerken. Fifi bahçeye her çıktığımda yanıma koşturup ayaklarımın dibine yatıyor, kuyruğunu sallayarak. Telefon geliyor İzmir'den. Cumartesi günü için yeni bir doğum günü kutlaması... Masanın süslenmesini istiyor misafirimiz. Kulaktan kulağa özel gün kutlama talepleri bir çığ gibi çoğalıyor. Bir telefon da şehrin ileri gelen simalarından birinden, meslektaş bir dostumdan geliyor. Meslektaş derken restorancılık manasında değil elbette. Restoran işi benim için asla bir meslek olmayacak. Bir hobi, zamanı değerlendirme ve zevk aracı sadece. Değerli dostum OSB'den misafirleri için Kaplan'da Taş Ev'i adres göstermiş. Öğlen saat tam on ikide gelecekmiş misafirler. Salonu ısıtmamız için daha erken çıkmalıyız yola.

Akşam misafirlerimizden biri elinde bir balık paketiyle geliyor. Aşkın Şefle olan eski muhabbetine dayanarak onu pişireceğimizden emin. Aşkın Şef nezaketle dışarıdan balık kabul etmediğimizi söylüyor.  

Gecenin ilerleyen saatlerinde Fifi ayaklarımın etrafında dolaşıyor. Aşkın Şef onun yemek kabını kaynatılmış kemiğe ufaladığı ekmekle dolduruyor. Bugün onun şanslı günü. Tıka basa karnını doyurduktan sonra şımarık hareketlerle minnetini gösteriyor.