Yazar: Fyodor Mihayloviç DOSTOYEVSKI
Çeviren: Ergin Altay
Sayfa Sayısı: 779
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Budala, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin (1821-1881) en bilinen eserlerinden biri. Okuduğum kitaplar arasında içimde derin hayranlık duygusu bırakan edebi bir roman. Kitabı okumaya ilk başladığımda oldukça ağır ilerledim. Bunun nedeni Rus isimleriyle bir anda çok sayıda karakterin sahne alması. Şükürler olsun ki romanda geçen başlıca karakterlerin kim oldukları ve birbirleriyle olan ilişkileri kitabın başında verilmiş. Neredeyse 800 sayfayı bulan romanın ilk 150 sayfasına gelene kadar kişileri hatırlayabilmek için karakterlerin tanıtıldığı sayfaya dönmek zorunda kaldım. Fakat bu aşamadan sonra konular beni içine öylesine çekti ki mecburen elimden bıraktığım zamanlarda bile aklım hep kitaptaydı.
Romanda baş karakter Prens Lev Nikolayeviç Mışkin (Budala) ile birlikte üç aile ve yakın çevresindeki insanların birbirleriyle olan ilişkileri konu edilirken aynı zamanda dönemin toplumsal ve kültürel yapısı eşliğinde siyaset, din ve kadına bakış açısı ele alınıyor. Satır aralarında yazarın hayata bakış açısına dair ibretlik sözlerin yanı sıra onun kendi yaşamından kesitler görüyoruz.
Dostoyevski mühendislik tahsilinden sonra liberal görüşlere sahip bir grubun içine girince Çarlığa karşı komplo düzenledikleri suçlamasıyla hapse atılıp idam cezasına çarptırılmıştır. İdam edilmek üzere darağacına götürüldüğü sırada şansı yaver gider ve dokuz arkadaşı ile birlikte Çar'ın affetmesi üzerine cezası, bir kısmı Sibirya'ya sürgün olmak üzere on yıl hapse çevrilir. Budala romanında yaşama veda etmek üzere olan bir idam mahkumunun kafasından geçenler ve onun psikolojik durumu anlatılırken aslında yazarın bunu bire bir yaşadığını biliyoruz.
Usta yazar romanda geçen yaklaşık yirmi karakteri mükemmel bir şekilde okura aktarırken olayların zenginliği karşısında hayrete düşüyor ve bir anda kendinizi kitabın içinde buluyorsunuz. Romanın baş kahramanı, Nikolay Pavlişçev adındaki soylu bir toprak sahibi tarafından evlât edinilmiş Prens Mışkin, çekmekte olduğu sara hastalığı nedeniyle İsviçre'de uzun yıllar tedavi gördükten sonra Pavliçev'in ölümü üzerine Petersburg'a geri döner. Prensin küçük çıkından başka hiçbir şeyi yoktur yanında. Ailesinden geriye kalan tek kişi General Yepanşin'in karısı Lizeveta Prokofyevna'yla tanışmak üzere onun yanına gider. Yepanşin ailesi, üç yetişkin kızıyla Mışkin'i tuhaf karşılamış olsalar da onu benimserler. Prens Mışkin, bu vesileyle yeni bir hayata adım atmak ve çevresini genişletmek imkânını bulur, General Ivolgin ve Lebedev ailelerinin yanı sıra aynı çevreden birçok kişiyle tanışır ve hepsine saf bir sevgi ve saygıyla yaklaşır. Son derece dürüst, saf ve budala sıfatını hak edecek kadar iyi niyetli bir kişiliğe sahip Mışkin, bu özellikleri nedeniyle kendisiyle dalga geçilip sık sık hakarete uğrar. Aslında önsezileri güçlü, zeki biridir. Ancak doğru olanı yaptığına ve sevgiyle her zorluğun üstesinden gelinebileceğine inanmaktadır. Yazar, İsa peygamberin kötülüğe karşı öğütlediği "sana bir tokat atana diğer yanağını uzat" felsefesini Mışkin'e yüklemiştir adeta. Hatta o kadar gerçeküstü bir karakterdir ki milyoner bir tüccarın oğlu olan Rogojin'in kıskançlık krizine tutulup kendisini bıçakla öldürmeye teşebbüs etmesine rağmen Mışkin, onunla dost kalmayı tercih etmiştir.
19. yüzyıl Çarlık Rusya'sında, bugün bile dünyamızda ve özellikle ülkemiz gibi geri bıraktırılmış ülkelerde sıklıkla rastlayabileceğimiz sınıfsal farklılıklar ve insan ilişkileri romanda şöyle ifade ediliyor:
"Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: "Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?" Öte yandan iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar. İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor, kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor..."
Siz hiç kötülük bilmez misiniz sorusuna Prens Muşkin bütün saflığı ve ezik kişiliğiyle şöyle cevap verir.
"Kötü olduğum da olur bazen" dedi Prens. Burada Mışkin ne kadar iyilik düşünsem de istemeden, farkında olmadan kötülük de yapmış olabilirim demek istiyor. Oysa içi fesatlık kaynayan Generalin eşi Lizeveta Prokofyevna Prensin bu sözüne şöyle karşılık veriyor, ki bu sözler aslında romanın ana temasını oluşturmakta.
"Bense, iyiyimdir," dedi bayan General birden. "Hatta diyebilirim ki, her zaman iyiyimdir ve tek kötü yanım da budur. Çünkü her zaman iyi olmak kadar kötü bir şey yoktur."
Dostoyevski'nin Budala romanı bazen aşk romanı olarak sınıflandırılsa da bu pek doğru sayılmaz. Derin anlamlar barındıran psikolojik bir romandır daha ziyade. Yepanşin ailesinin şımarık kızı Aglaya Ivanovna ile Prens Mışkin'in ilişkisi farklı şekillerde yorumlanabilir. Bana göre Aglaya, her türlü hakaret ettiği Muşkin'in sıra dışı saflığına ve iyimserliğine vurulmuştur. Ailesi onu diğer aileler gibi soylu ve varlıklı birine vermeyi arzularken o buna başkaldırmış ve en olmayacak kişiyi seçerek Prensi kendisiyle evlenmeye zorlamıştır. Prense göre Aglaya, her şeye rağmen kötü biri değildir ve kendisiyle alay etmesine rağmen ona sevgi besleyip saygı göstermiştir. Romanın en can alıcı karakterlerinden biri ise Nastasya Filipovna'dır. Nastasya, evlâtlık olarak verildiği aristokrat Totsky tarafından dört yıl boyunca taciz edilen ve bu yüzden adı kötüye çıkmış son derece alımlı genç bir kadın. Yaşadığı hayat onu iyice hırçınlaştırmış ve başına buyruk bir hale getirmiştir. Ne paraya ne mala mülke değer vermektedir. Zengin bir tüccarın oğlu olan Rogojin tarafından kendisine verilen yüz bin rubleyi ateşe atar ancak resmini gördüğü anda ona gönlünü kaptıran Mışkin'in evlenme teklifini de geri çevirir. Burada bir parça aşktan bahsedilecekse Mışkin'in Nastasya Filipova'ya olan aşkından söz edilebilir. Zira Rogojin için Nastasya, parayla satın alınan bir metresten ileri gitmez. Prens Mışkin'in iyiliğinden ve saf sevgisinden etkilenen Nastasya ise kendisinin Prense lâyık biri olmadığını düşünür. Bir süre sonra Prens'e Moskova'daki ailesinden bir miras kaldığı çıkar ortaya. Bundan sonra Nastasya, Rogojin ve Mışkin arasında gidip gelecektir. Aglaya ile nişanlanmasına rağmen Mışkin nişanı bozup Nastasya'ya döner. Bu durum Rogojin'i kıskançlık krizine sokmuştur. Roman, Nastasya ile Mışkin'in evleneceği gün çarpıcı bir finalle tamamlanır.
Romanın içerik ve hacim olarak bir sinema filmine uyarlanması çok zor. Fakat eser yarattığı karakterler bakımında pek çok filme, oyuna ilham kaynağı olmuştur. Romanı sıkıcı bulanlar, diğer romanlarının yanında daha az sevdiklerini söyleyenler olabilir. Bununla birlikte üzerimde derin izler bırakan, elimden düşüremediğim ve asla unutamayacağım bir kitap oldu Budala. Bu arada çevirinin son derece başarılı olduğunu söylemek isterim, ihmal edilebilecek yazım hataları fazla rahatsız edici değil.