"Günümüzde dünyadaki en büyük sorun nedir?"
Öyle bir sorun söylemeliyim ki, çözümü dünyayı huzura kavuştursun. Bu sorunun cevabını biliyor olsam da yerleşik düzene geçtiğinden bu yana insan türü, doğası gereği, yaşamını cehenneme çeviren sömürüyü ortadan kaldıracak bir çözüm bulamadı.
Sömürü derken bu sözcüğü biraz daha açmak gerektiğini düşünüyorum. Zira sömürü, sözlük anlamı olarak sadece istismar sınırı içinde kalmamalı, aynı zamanda adalet ve ahlâk temelinde değerlendirmelidir. Zira istismar; mevcut tanımında sömürü insan ticareti ve cinsellik konusuna hapsedilmiş görünüyor.
İnsanlık tarihinin ilk zamanlarında karın doyurmanın yolu sadece toplayıcılık, avcılık ya da balıkçılık yapmaktan geçerdi. Bu dönemde insanların birbirini sömürmesi yok denecek kadar az olduğu söylenebilir. Hayvanları evcilleştirilip tarımı geliştirmesi sonucunda insan, yerleşik hayata geçmiş, önce takas yöntemiyle yapılan ticaret, daha sonra paranın icat edilmesiyle birlikte sömürü düzenini getirmiştir. O zamandan bu yana önemi gittikçe artan para, insan elinde en büyük güç, sömürünün ve köleliğin aracı olmuştur. Haklı ya da haksız yöntemlerle parayı eline geçiren birey ve kurumlar diğer insanların emeklerini sömürmeye devam etmekteler. Dolayısıyla dünyadaki en büyük sorun, bana göre, paranın varlığıdır. Sömürüye dayalı para kazanma hırsı, diğer insanların eziyet çekmelerine, yoksul kalmalarına ve hatta ölmelerine göz yuman ve bundan zerre kadar rahatsızlık duymayan insanlar türetmiştir. Paranın cezbedici özelliği savaşların, katliamların ve terörün başlıca nedenidir.
Adaletin olmadığı yerde haksız kazanç ve sömürü vardır. Halk özellikle cahil bırakılıp bazı enstrümanlar vasıtasıyla kandırılmaktadır. Bunların başında din ve milli duygular gelmektedir. İktidar sahipleri din ve milli duyguları sömürerek topladıkları yandaşlarına haksız menfaat sağlarlarken sınıfsal ayrımcılığı körüklemekte, zengini daha zengin fakiri daha fakir hale getirerek kendilerine karşı çıkanlara karşı şiddet uygulayıp onları özgürlüklerinden mahrum etmeye devam ediyorlar.
Ne yapmalı?
Görünen o ki, ne yapılırsa yapılsın sömürü düzenini ortadan kaldırmak yakın gelecekte mümkün görünmüyor. Ama sömürüyü asgari düzeye indirebilmek için yapılması gerekenleri aklım erdiğince anlatmaya çalışayım:
Öncelikle adaletsizliğin önüne geçilmeli ve iş, erbabının eline verilmeli. Yasaların düzenlenmesiyle ilgili önemli bir sorun olduğunu sanmıyorum. Önemli olan yasaların uygulanmasında kayırmacılığın, kötüye kullanımın ve yolsuzlukların önlenmesi. İşi ve makamı ne olursa olsun, yasalara aykırı davranan, yolsuzluk yapan, suç işleyen, görevini kötüye kullananlar başkalarına ibret olacak şekilde en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Toplumda düzenin sağlanması ve insanların refahı için farklı yönetim biçimleri denenmiş, bunlardan bazıları halen varlıklarını sürdürmektedir. İnsanın iş üretmede verdiği emek bir değerdir. Sorun, bu değerin farklı işlerde nasıl ve kimin tarafından belirleneceği. Sözgelimi kazma kürekle çalışan bir amelenin bir saatlik emeğinin karşılığı ile bir ressamın bir saatlik fırça sallaması ya da bir cerrahın bir saatlik mesaisi, bir öğretmenin saatlik ders ücreti aynı değerde olabilir mi? Bir bölgede köylülerin hepsi patates yetiştirirken sadece içlerinden biri soğan yetiştirdiğinde verilen emek aynı olsa dahi ortaya çıkartılan ürünün değeri aynı olabilir mi? İşte burada devletin önemli bir rol alması gerekir. Önceden ihtiyacı belirleyen devlet çiftçiye sen patates, sen soğan yetiştir demeli ki haksız kazançların önüne geçilebilsin. Ülkemizde Devlet Plânlama Teşkilâtı dahil halkın faydasına çalışan kurumlar daha verimli hale getirilip geliştirilmesi gerekirken teker teker ortadan kaldırılıyor ne yazık ki.
Eğitim ve sağlık hizmetlerinden bütün vatandaşlar eşit ve hiçbir ücret ödemeksizin faydalanabilmelidir. Eğitim kurumları liyakatli personel tarafından bilimin ışığında hizmet vermeli, hiçbir ideolojinin etkisi altına girmemelidir.
İkinci olarak dini ticaretten ve siyasetten arındırmak, cahil halkın sömürülmesine karşı atılacak en büyük adımlardan biridir. Laik bir devlette fetva veren Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum asla kabul edilemez. Dini kurumlara, ibadethanelere, her türlü cemaat ve tarikatlara devlet desteği verilemez. Bu tür kurum ve yerlerin tek geliri müritleri tarafından yapılacak bağışlardan ibaret olmalıdır. Söz konusu gelir ibadetlerin onarım, restorasyon ve dini eğitim amacı dışında kullanılmamalıdır. Herhangi bir dini kurumun siyaset ya da ticaretle bağlantısı saptandığında derhal faaliyeti yasaklanmalı ve bütün mal varlığına el konulmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının yegâne görevi dini kurumların faaliyetlerini denetlemek, söz konusu kurumlar bünyesinde yapılagelen tacizleri ve diğer suçları önleyecek tedbirleri almak, mali gelir ve gider tablolarını takip ederek varsa uygunsuzlukları adli makamlara bildirmek, siyasi bağlantılarını ortaya çıkartmak suretiyle etki sahalarını kontrol altında tutmak olmalıdır. Özellikle İslâm dininin bu cendereye sığmayacağını biliyorum. Çünkü İslâm, insanın yaşam tarzından, şer'i hukuka kadar neredeyse her şeyine karışan, kendisinden olmayanı hasım bilen ve gerektiğinde cihat ilân edip yok etmeye çalışan bir dindir. Lâkin yukarıda bahsettiğim önlemler alındığı takdirde muhtemelen camilerin çoğu boş kalacaktır. Çünkü büyük çoğunluk inancı için bağış yapmaz, bir çıkarı yoksa dini bir cemaatin mensubu olmayı tercih etmez. Eğer din gerçekten salt bir inanç ise, bir sömürü aracı olarak kullanılması istenmiyorsa belli sınırlar içinde kalmalıdır.
Üçüncü sömürü aracı milli duygulardır. Milliyetçilik insanları fevkalâde derinden etkileyen bir zehirdir. Hiçbir milletin diğerine göre ne bir üstünlüğü ne de bir eksikliği vardır. Bayrak her milletin birer bağımsızlık sembolüdür, o kadar. Ruh hastası ya da kötü emelleri olan bir diktatör şahsi ikbali için yabancı bir ülkenin topraklarını işgal edecek ben de kalkıp onun çarpık zihniyeti ya da süper güçlerin piyonu olarak evlâdımı ölüme göndereceğim. Vatan, millet, Sakarya! Yok öyle bir şey. Bu topraklar neyimize yetmiyor? Vatan toprağı kutsalmış! Kimin toprağı? Bir avuç zengine peşkeş çekilmiş topraklar mı? Hani ormanları yakıp, kıyıları, doğal güzelliklerimizi, tarihimizi, kültürümüzü tahrip ederek turistik tesisler yapmak suretiyle servetlerine servet katanları mı koruyacağım vatan toprağı diyerek? Söz konusu durum tecelli ettiği takdirde eğer imkânım varsa malımı mülkümü satar gider kendime başka bir vatan bulurum. Kimse de kalkıp vatan, bayrak, ezan sesi kesilmesin diye beni sömürmeye, canlarımı kurban etmeye kalkmasın. Son olarak 11 Eylül ve 15 Temmuz senaryosuna benzer bir tiyatro İsrail'de sergileniyor işte. Sünni Hamas'ı destekleyen Şii İran! İran iktidarının varlık sebebi Yahudi düşmanlığı. İsrail'in bu boyutta bir saldırıya uğraması akıllara sığmıyor. Öyle dolaplar dönüyor ki sade vatandaş olarak bizlerin anlamasına imkân yok. Fakat bu olayların altında yatan yegâne sebep birilerinin iktidarlarını perçinleyerek halkı daha fazla sömürmek. Sivil halk, kadınlar, çocuklar ölüyormuş, ne gam! İktidar hırsı, dini ve milli duyguları kullanıp daha fazla para kazanmak, işte dünyanın en büyük sorunu bu, sömürü...
"Sömürü", detaylı olarak açıkladığınız gibi öyle geniş bir kavram, bir güç ki pek çok şeyi içine alıyor ve içine aldığı her şeyin tez zamanda içini boşaltıyor. Yüzyılların ötesinden günümüze kadar belki ad değiştirerek, belki kılık değiştirerek, yok ederek varlığını sürdürüyor. En kötüsü;; gelişen teknolojiyi gelişmiş beyinleri, sınırsız para, sonsuz güç ve tükenmez enerji kaynaklarını kullanarak. Roller değişse de kocaman bir dünya sahnesinde benzer senaryolarla akıl almaz oyunlar sergileniyor...
YanıtlaSilGelecekte insanlık bu sömürü düzenini yıkabilecek mi? Kimsenin kimseyi sömürmediği, hak ve adaletin yerini bulduğu, tüm insanların eşit ve özgürce, refah içinde yaşayabileceği bir dünya hayalini kuruyorum. Böyle bir dünyada savaşlar, cinayetler, hırsızlık, yolsuzluk, dolandırıcılık olmaz. Akıl, vicdan ve insanlık onuru bunu gerektirmesine rağmen tarih boyu süregelen sömürü düzenini devam ettirmek insanın yaratılıştan gelen en büyük zaafı bence.
SilOlacak olacak, Yapay Zeka ile her şey mümkün :))))
SilHomo Sapien öyle bir şeytan ki yapay zekâya pabucunu ters giydirir:)))
SilSömürü fikrine katılıyorum ama anında aklımda "peki insanın doğasındaki tembellik ne olacak" sorusu belirmedi değil. Afrika'ya ilk gittiğimde (2,5 ay kalmış 5 ülkede bulunmuştum) beni en çok sarsan bu olmuştu. O zamana dek hep Afrika denince aklımıza gelen şu gözünde karasinekler uçuşan baygın yavrular, işte yolsuzluk, kabile çatışmaları falanken, asıl sorunun belki de "tembellik" olabileceğini ilk defa o seyahatte fark ettim ve tokat etkisi yarattı bende. Misal beyaz adam geliyor okul yapıyor, tarla ekimini öğretiyor, gider gitmez işler sarpa sarıyor, okullara giden yok, tarlaları biçen yok, nasılsa beyaz adam gelecek yeniden para verecek okul yapacak böyle bir fikir oluşmuş insanlarda.. Çok şaşırmıştım. Ben bunu bizim entelektüellerimiz ve "köylümüz" arasındaki ilişkide de çok gördüm. Maalesef yukarıdan bakıyoruz köylümüzü eğitelim diyoruz ama köylü bazı konularda eğitilmek istemiyor ya da daha kurnaz çıkıyor, hazıra konmaya alışıyor.. Şimdi bu beyaz adamın sömürüsü müdür tam olarak işler o kadar akla kara değil gibi geliyor bana... Özellikle bu "sömürülme alışkanlığı" ne olacak? Misal gelmişler Almanyaya 70lerde, resmen donup kalmışlar. Hadi 1. nesil 2. nesil tamam diyelim dil yok para yok yol yordam bilmez ama artık 3. nesil olup yine de çöpçüysen.. Ya 1). elindeki imkanı kullanma kapasiten yoktur ya da 2). işine gelmiyordur çünkü "biz garibanız abi, bizi bu almanlar sömürüyor" da rahat bi durum, acındırarak kazanmak... Kaldı ki hakikaten çöpçülük de şahane bir meslek burada :)))) Saatin belli paran iyi zaten makineleşme had safhada yani bilemedim şimdi gariban mı açıkgöz mü... Bu tipler bir de Erdo bize maaş veriyor yurolarımız kıymetli adam olduk biz kafasıyla Erdoyu (sağ), yeşiller bizi çifte vatandaş yapıcak bizi insandan sayıyorlar diye yeşilleri (sol) tutmuyor mu, bu dualist kafaya nasıl erişiyorlar işlerine gelince işte o da ayrı bir mesele ki hiiiiiç giresim yok.
YanıtlaSilİslam konusunda da iki kalem yorumum olacak, konu bence inanç değil inancın "tekrar tekrar yazılması" sırasında eklenen saçmalıklar ki bu islamda da hristiyanlıkta da musevilikte de çok tanrılı dinlerde de hep aynı.. Elden ele kulaktan kulağa gelinen nokta :) İnanç meselesi dinden farklı, o insanın içindeki bir adalet terazisi derdi ananem....
Egoizmin insanın doğasında var olduğuna inanıyorum fakat tembellik doğuştan gelen bir özellik mi yoksa çevre şartları mı insanı tembel yapıyor emin değilim. Size Kenya kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta'nın meşhur bir sözünü hatırlatmanın tam sırası.
Sil"Beyaz adam geldiğinde elinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı."
Batılı Afrika'yı kalkındırsın diye asla gelmedi. Onların gelme nedeni, orada yaşayan insanları sömürmek ve köleleştirmekti sadece. Yaptığı okullarda onların beyinlerini uyuşturacak dini eğitim ve kendi işlerine yarayacak bilgilerin dışında bir eğitim vermediler. Birkaç tanesi şans eseri Avrupa'ya geçip gerçek eğitim alabildiler. Örneğin bir kabile şefinin oğlu olan Nelson Mandela Amerika'da iki ayrı üniversitede hukuk eğitimi görmüş.
Almanya'yı benden daha iyi bilirsiniz. Fakat oradada şöyle bir durum var. Bahsettiğiniz insanlar Almanya'ya genel olarak Anadolu kırsalından göçmüşler. Bunların hemen hemen tamamı beyin değil kol işçisi. Türkiye'de kalsalardı yine emekleri sömürülen aç ve tokluk arasında yaşayan bir kitle olarak kalacaklardı. Türk parasının değersizliği sayesinde insan üstü gayretle her türlü pis işte çalışıp memleketlerinde mal mülk sahibi oldular. Bu kesim çoğunlukla muhafazakar, yani dinlerine bağlı ve milliyetçi insanlar. Bu yüzden hiçbir zaman Almanlarla entegrasyonu sağlayamadılar. Cepleri para görse bile kafa yapıları Türk kaldı.
Eğer üçüncü nesil Alamancılar hâlâ çöpçülük yapıyorsa bana göre bunun birkaç nedeni olabilir. Ailelerinde kopamamış ve dini milli değerlere bilinçsizce kapılmışlardır. Buna ilave olarak özellikle MHP destekli devletin Avrupa ülkelerinde kurduğu dernek ve vakıfların bu çocukları kötü emellerinde kullanacakları birer fedai gibi yetiştirdiklerini biliyoruz. Dolayısıyla bu kesim küçük yaşlarından itibaren Almanya'da ikinci sınıf vatandaş olarak kalmaya ya yasal olmayan işler ya da çöpçülük yapmaya bazen de avare gezip işsizlik parası almaya mahkûmdur. Ayrıca Almanya (bence haklı olarak) ülkesine uyum sağlamayan göçmenlere farklı davranacaktır. Türkiye'den Almanya'ya göçen bir ailenin çocuklarını bir yerli Alman ailesi gibi yetiştirebilir mi? Onların çocuklarıyla aynı kreşlere, okullara gidebilir mi? Eğitimli kesim bütçesinden bir kısmını çocuklarının eğitimi için ayırabilir ama Almanya'da yaşayan yabancıların çoğu önce karın doyurmaya sonra memleketlerinde bir veya birden fazla ev almak için para biriktirmeye çalışır. Birikimlerini asla çocuklarının eğitimleri için harcayacağını sanmıyorum.
Bu cehalet sürüsünün Almanya'da sol partiye Türkiye'de Erdo'ya oy vermelerinin sebebi, hem yapılan siyasal propagandadan etkilenmeleri hem de bencillikleri ve şark kurnazlıkları bence.
Size samimiyetle şunu söylemekten kendimi alamıyorum. Değiştirilse de değiştirilmese de Musevi dinlerin tamamının akla uygun gelecek bir tarafı yok bence. Mezhep, tarikat, cemaat neyse, her biri bir yol tutmuş keriz avlıyorlar. Başlarındaki şeyhler, şıhların zerre inancı olduğunu sanmıyorum. Erdo'nun dininde yolsuzluk farz, adam kayırmacılık, adaletsizlik, kendilerinden olmayana eziyet, hırsızlık sünnet meselâ.
Ananelerimizin dile getirdiği insanın içindeki adalet terazisi bir inanç değil vicdanlarının sesi olmalı. Eğer ben adaletli davranıyor, hak yemiyorsam bu davranışlarımın sebebi Allah, cehennem korkusu olmamalı. Onurlu, erdem sahibi insan olmanın mutlak koşulunu inanca bağlamak bana göre değil. İki büyük dine mensup insanların birbirlerinin üzerine bomba yağdırmaları hangi yasanın gereği. Her şeye gücü yeten Tanrı'nın olayları trübünden seyretmesi hangi mantığa sığıyor? Haklısınız, hesaplar ahirette görülecekti değil mi? Ben dünyada milyarlarca insanın aslında inanmadığı halde inanır gözüktüğüne, ya da Tanrı'nın onlardan ne istediğini bilmediklerini düşünüyorum. İnancın "tekrar tekrar" yazılması" saçmalığından bahsediyorsunuz. Ya şunun orijinali elimize geçse de ona inansak bari. Neyse, bu iş uzar, biri dur desin bana artık:)))
aah evet yaa bizim ülkede dini devletten ayırabilsek sömürü biter en azından bizim ülkede biz sömürülmeyiz :)
YanıtlaSilTicaretten de ayırmamız iyi olur:) Bir de adalet tesis olursa cennete ihtiyaç kalmaz. Alamanya bile bizi harbi kıskanır o zaman:))
SilBence insanın kendisi sorun :)
YanıtlaSilEn net cevap. Hatalı imalât:))
SilDünyada büyük bir sorun olan bu sömürü sorununu çok güzel anlatmışsınız. Sömürü edilen o kadar çok şey var ki. Hangi birini düzeltiriz bilmiyorum ama sizinde öneriniz gibi en azından asgari bir düzeye indirmede fayda olacaktır. Tabi bunun için bana kalırsa ilk önce bilinçlenmek. Çünkü bilinç olmadan bir şeyi uygulamak zor olsa gerek. İnsanlar kendilerini geliştirip doğru yanlışı araştırıp karar verse. Bu konuda çok muzdaribiz. Umarım sorunlar en aza iner ve bir gün hepsi biter. 🤷🏻♀️
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Haklısınız, bireylerin bilinçlenmesi sömürüyü azaltmak için önemli bir çözüm. Bunun yolu da ancak bilimsel eğitimden geçer. Oysa geri kalmış ülkelerde bilinçli olarak uygulanan eğitim dogmatik bilgilerle harmanlanmış ezbercilik esasına dayanıyor. Gelişmiş ülkeler, yoksul ülkeleri, zengin fakiri, ruh hastaları (sapıklar) savunmasız insanları (kadın, çocuk) sömürmeye devam ediyor. Eğitilmiş toplum bağımsızlığın, adaletin, özgürlüğün anlamını bilir. Sömürgeci devletler diğer ülkelere misyonerler gönderip insanları beyinlerini yıkar, dini ve milli duygularını harekete geçirerek karışıklık çıkarır. Bugün temsili kefenlere sarılıp "Mehmetçik Gazze'ye!" sloganı atarak gösteri yapanlar kör cehaletin tuzağına düşmüş beyinsiz takımından başka bir şey değildir.
SilGayet iyi biliyorum:) Sinirlenmekten ziyade ben de oluşan farklı bir duygu. Nasıl tarif edebilirim, tam olarak bilmiyorum ama biraz merakla karışık üzüntü ve pasif isyan. İnsan bu devirde nasıl şeyhlere şıhlara inanır ve bu tip insanların peşine düşer merak ediyorum. Hiç menfaatimizin olmadığı başka topraklarda askerlik yaparken canını yitiren evlâdı için başsağlığına gelen "vatana feda olsun" diyen bir babanın ölen askerlerin hep yoksul ailelerin çocukları olduğu gerçeğini görmez merak ediyorum. Temelde cehaletin neden olduğu bu gibi durumlarda insanımızın kafayı çalıştırmadığını görünce üzülüyorum. Memleketin içine düştüğü aciz duruma isyan ediyor, içim içimi yiyor.
YanıtlaSilSömürünün ortadan kalkabileceği bir sistem kurulamaz bence. Zaman zaman ben de sizin gibi nasıl bir sistem olmalı ki insanların hepsi refah ve mutluluk içinde yaşasın diye düşünürüm. Demokrasi, şimdiye kadar keşfedilen en iyi yönetim sistemi olduğu söylense de özellikle geri kalmış ve eğitim düzeyi düşük toplumlarda bunun asla düzgün işletildiğine inanmıyorum.
Eğitimin yanı sıra ülkede adalet tesis edilirse (Necmettin Erbakan'ın sözü ama ben "adil düzen" tanımını seviyorum) büyük ölçüde hak yerini bulacaktır. Uygulanmayacağını bilsek de biz yine kendi çapımızda ve oturduğumuz yerden güzel sistemler kurmaya devam edelim:))
Belkiden insanların yeterince insan olamaması sorun, bilemiyorum... Bencillikten uzaklaşıp da dünyanın sorunlarına odaklansak sorun falan kalır mı? Sanmam. Ama işte olmuyor.
YanıtlaSilBen de aynısını düşünüyorum. Nietzsche'nin düşüncesine göre insan, eksik, yani tamamlanmamış bir varlıktır. Yanılgılardan ve yücelttiği yanılsamalardan kurtulduğunda eksikli varlığını aşabilecek, kendisini tamamlayabilecek, ancak bu şekilde üstinsan olabilecektir. Tüm insanlar bunu başarabilecek mi, zor biraz:)
Sil