"Savunma Mekanizmaları bireyler için bir ihtiyaç mıdır? Yoksa daha gerçekçi çözümler bulunabilir mi? Siz de zaman zaman kullanıyor musunuz?"
İnsan davranışının temel nedeninin libido (cinsel içgüdü) olduğunu savunan Sigmund Freud'un bu görüşü zaman içinde etkisini kaybederken bilim insanları onun ortaya koyduğu Yapısal Kişilik Kuramı temelinde yeni teoriler üretmeye devam ediyor. Soyut kavramlar üzerinde karmaşık bir hâl alan insan davranışını sınıflandırmak hayli güç. Freud'un Kişilik kuramında kişilik, Makbule Hocam'ın yazısında tarif edildiği üzere id (alt ben), ego (ben) ve süper ego (üst ben) den oluşuyor. Yazıya yaptığım yorumda id'in yani alt ben'in hayvansal dürtülerle hazları içeren, doğuştan gelen bir davranış biçimi olduğunu belirtirken tartışmalı bir kavram olan "ego" nun da aynı "id" gibi genlerle taşınan bir özellik olduğunu belirtmiştim. Oysa Freud kuramında insanda "ego" nun doğuştan değil de bazılarına göre 6 ay - 1,5 yaş, bazılarına göre ise 5,5 - 6 yaşlarında oluşmaya başladığını zaman içinde gelişme gösterdiğini öğrendim. Değerli Hocam kibarlığından dolayı bu konuda yanıldığımı yüzüme vurmamış. Freud ile uzun yıllar birlikte çalışıp daha sonra fikir ayrılığına düşen Carl Gustav Jung'un ortaya koyduğu kişilik tanımı bana biraz daha inandırıcı geldi.
Jung'a göre "ego" bilinçtir, persona hafızalardan (hem geri çağrılan hem bastırılan), kolektif bilinç ise doğduğumuzdan beri bizimle olan bilgileri, deneyimleri oluşturur. Jung, insan ruhunu bilinç, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olmak üzere üç bölümden oluşan bir yapı olarak tanımlıyor.
İnsan davranışlarını farklılaştıran "ego" ve "süper ego" dur. Her insan acıkınca yemek yemek ister ancak bazı insanlar tatlı sever bazıları baharattan hoşlanır. Bir insanın tatlı sevmesi Jung'un teorisine göre doğuştan gelen kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı özelliklere bağlıdır. Bu tür kişisel özellikler zaman içinde evrimleşir. Tamamen aynı ortamda büyüyen, yaşları birbirine yakın iki çocuğun farklı davranışlar göstermesini başka türlü açıklayamayız. Kendi çocuklarımdan örnek vereyim, kızım doğuştan vegan iken oğlum etsiz sofraya oturmaz. Ne kızımızı et yememesi konusunda yönlendirdik ne de oğlumuzun sadece et yemesini istedik.
"Süper ego"yu bazıları vicdanla eş tutar ama ben aynı fikirde değilim. Bence vicdan ego'nun bir bileşenidir. Süper ego'nun da etkisi büyüktür ancak insanın genleri yoluyla taşıdığı davranış özellikleri, yani ego'su onu iyi ya da kötü, vicdanlı ya da vicdansız yapar. Bilinç, akıl her zaman iyiye yöneltmez insanı. Bencil davranışlar, insanın türlü hileler ve entrikalarla başkalarını düşünmeksizin devamlı kendine çıkar sağlaması hem içten gelen, akılla harmanlanan motivasyonlar hem de çevre koşullarının etkisiyle ortaya çıkan özelliklerdir. İnsanın doğasında bu kötücül davranış ve düşünce biçimleri var oldukça toplumların sürekli bir huzur ve refah ortamı yaratması imkânsızdır. Özetle id olmasaydı açlıktan ölürdük, ego olmasaydı gerçek yüzümüz ortaya çıkardı (belki de hiç fena olmazdı). Süper ego olmasaydı, birbirimizi yerdik. Uzun bir girizgâhtan sonra konumuza dönelim:
"Ego" muzun kişisel savunma mekanizmaları olarak sevgili Makbule Hocamızın yazısında gayet güzel açıkladığı gerileme, yansıtma, inkâr, mantığa bürüme, kaçma, bilinç altına bastırma, yadsıma, telâfi, dönüştürme, hayal dünyasına kaçma gibi olumsuz; özdeşleşme, yüceltme ve mizah gibi olumlu davranışlara bilinçsizce az ya da çok başvurduğumuz bir gerçek. Ben bu tür savunma mekanizmalarının yine insanın doğuştan gelen özellikleri olduğunu ve aklımızı kullanarak değiştiremeyeceğimizi düşünüyorum. Bu tür davranışlar belli sınırlar dahilinde tutulabiliyorsa sorun teşkil etmeyeceğini söyleyebiliriz. İhtiyaç mıdır sorusu bir bakıma havada kalıyor bence. Çünkü yaradılıştan gelen ve ortadan kaldırmaya gücünün yetmediği bu özellikler konusunda insan söz sahibi değildir. İnsanın savunma mekanizmalarına ihtiyacı yok desem bu fikrim onları ortadan kaldırmaya ya da değiştirmeye muktedir olmayacaktır. Yukarıda bahsi geçen savunma mekanizmalarını kullandığımızı genellikle inkâr ederiz. Fakat bir süre sonra gerçeklerin farkına varıp iç dünyamızda kendimizle hesaplaşırız.
Yazımın yukarıdaki bölümünü düşünerek ve araştırarak yazdım. Şimdi bakalım fark etmeden hangi savunma mekanizmalarım çalışmış! Bu iş, bana hayli heyecanlı ve eğlenceli gelmeye başladı.
İnkâr: İnsanın hatalı davranışlarını ve kusurlarını redderek geçici rahatlama sağlaması. Evet kısmen buna başvurmuş olabilirim. Şöyle ki, sevgili Makbule Hocamızın yazısına yaptığım yorumda ego'nun doğuştan gelen bir özellik olduğunu belirtmiştim. Daha sonra yaptığım araştırmaların neticesinde Freud'a göre ego'nun çocukluk yıllarında gelişmeye başladığını öğrendim. Demek ki yanılmış, araştırmadan fikir beyan ettiğim için hataya düşmüştüm. Sonraki aşamada kendimi temize çıkarmak için araştırmalarımı ileri safhaya taşıdım. Bana daha mantıklı görünen ego'nun doğuştan gelen bir özellik olduğuydu. Bunu öngören, beni bu konuda destekleyen başka birileri yok muydu? Jung imdadıma yetişti. Birlikte uzun yıllar çalıştığı Freud ile son dönemde fikir ayrılığına düşmüştü Jung. Ego'nun bilinç olduğunu ileri süren İsviçreli bilim adamı, insan ruhunu üç ayrı katmanda (bilinç, kişisel bilinçaltı, kolektif bilinçaltı) ele alıyordu. Bunu görünce kendimi biraz rahatlamış hissettim. Jung, ego'yu bilinçle eş değer tutuyordu. Madem bilinç dediğimiz şey, çevreyi, olan biteni sezgi ve algılarımızla kavrama ve fark etme yetisi, bu doğuştan gelen bir özellik olmalıydı. Hayvanların da alt düzeyde bilince sahip olduğunu öne süren bilim insanları olduğunu keşfettim araştırmalarım sırasında. Bu sonradan öğrenilen bir şey olamazdı.
Ego'nun başvurduğu savunma mekanizmalarının da genel olarak doğuştan kazanılan aygıtlar olduğu kabul ediliyordu bazı bilim insanları tarafından. Savunma mekanizmaları çevreyle uyum sağlamanın yanı sıra yetişkinlerde ruhsal sağlığın korunmasında önemli rol oynadığı ileri sürülüyordu. Karşılaşılan olumsuzluklarla baş etmede etkin rol oynayan savunma mekanizmaları; ego'nun acı veren deneyimlerle daha kolay başa çıkmasına olanak sağladığı dile getiriliyordu.
Benim ego'yu doğuştan gelen bir özellik olarak görmemde iyilik ve kötülük kavramı etkili olmuştur. İnsanın, taşıdığı genler vasıtasıyla doğuştan iyi ya da kötü özelliklere sahip olacağı kanaatini taşıyordum. Şimdi kafam biraz daha karıştı. Ümiversitede aldığım psikoloji dersinde "Tabula Rasa" terimini ilk kez duymuştum. Bu görüşe göre, insan ilk doğduğunda yoğrulmamış bir hamur halindedir, çevre koşulları onu yoğurur, şekillendirir. Diğer bir ifadeyle insan doğuştan gelen bir kişilik özelliği taşımaz. Yani kolektif bilinç onu yönlendirerek iyi ya da kötü insan yapar. Bu durumda insanın bütün iyi ve kötü davranışlarının sebebini topluma yükleyerek bireyi tamamen aklamış olmuyor muyuz bu durumda?. Kader ve özgür irade kavramlarını çağrıştırıyor bu bende. Fakat konuyu dağıtıp içinden çıkılmaz hale getirmeyeyim. Sonuçta geldiğim noktada "ego" nun, hem doğuştan gelen hem de çevrenin etkisiyle şekillenen bir kişilik unsuru olduğuna karar veriyorum. Bilmem fark ettiniz mi? Makbule Hocamın blogunda yaptığım yorumdaki hatamı fark ettiğimde inkâr yoluna sapıp kendimi haklı çıkarmak için kaç dereden su getirdim. Rahatladım mı, evet.
Mantığa bürüme: Evet, bu yolu da kullandım. Açıklamalarıma mantıksal çözümler üreterek haklılığımı kanıtlamaya çalıştım. Bu da kullandığım ikinci savunma mekanizmasıydı. Fakat bütün bunları biliçdışı yani düşünüp taşınarak değil, fark etmeden yaptım. Rahatladım mı, evet.
Uzun bir yazı oldu, buraya kadar okuyabilenlere bir şirinlik yapayım ve aşağıya Freud ile Jung'un ilişkisini anlatan güzel bir animasyon filmini ekleyeyim. Filmin sonunda Freud'un savaşı kazandığı gibi bir izlenim edinilse de filmle ilgili yapılan pek çok yorumda insanların bu fikre katılmadıkları, Jung'un kuramının daha gerçekçi olduğu belirtiliyor. Anladığım kadarıyla kişisel özellikleri sadece libidoya bağlamak ve "çocukluğuna inelim" deyip insanın yaşam sürecinde gelişen davranış biçimlerini çocukluk döneminden başlatıp tamamen cinsellik ve çevreyle sınırlandırmak tarih oldu gibi.
"Ben bu tür savunma mekanizmalarının yine insanın doğuştan gelen özellikleri olduğunu ve aklımızı kullanarak değiştiremeyeceğimizi düşünüyorum." Bu cümlenizle terapi bilimini çekip atmışsınız çöpe sevgili Kaystros :))) Şaka bir yana, savunma mekanizmalarının tamamını insanların tamamı kullanır, sorun tek ya da bir iki savunma mekanizmasına saplanıp bunları sürekli kullanmaktır. İnkar etmek ara sıra yapıldığında egomuzu korur ama herşeyi inkar etmeye başlarsak, kişilik bozukluklarına hatta psikoza davet çıkartır, dolayısıyla sağlıklı bir insanın aynen vegan ya da tamamen etçil beslenmemesi gerektiği gibi, savunma mekanizmalarını da dengeli ve çeşitlendirerek kullanması gerekir.. Diyorum bir vejeteryan olarak :))) Ben de en çok mizaha başvuruyorum maalesef...
YanıtlaSilBu arada yazınızı yeniden ele alıp savunma mekanizmalarını aramanız çok hoşuma gitti, ben de kendi yazıma yapayım :))
Estağfurullah sevgili Sadece C.:)) Elbette bu işin uzmanı olduğunuza göre sizin yanınızda benim yazdıklarımın kıymeti yok. Fakat insan psikolojisini anlayabilmek, sorunu teşhis etmek diğer tıbbi branşlara göre daha zor. Zira diğerlerinde ultrason, röntgen, tomografi, idrar ve kan tahlili derken somut bir takım veriler elde edebiliyorsunuz. Oysa ruhsal sorunlarda sorunu keşfedebilmek, hastanın ve yakınlarının sözlü ifadelerine bağlı ve yanılgıya düşme olasılığı yüksek. Teorik olarak hasta isterse doktorunu pekalâ aldatabilir. Peki, psikoloji bir bilim midir? Ben şu video'da (https://www.youtube.com/watch?v=WEYnC6O8zXE&t=270s) Acaba siz ne diyeceksiniz?
Silanlatılanları gerçeğe daha yakın buluyorum. Savunma mekanizmalarına ilişkin görüşlerinize aynen katılıyorum. Etçi bir vegan olarak hem de:)))
Yazınızı merakla bekliyorum, sevdiğim tartışmalar bunlar:)
A öyle olur mu, alan dışından fikirler olmasa biz "yeni sorular"ı nasıl bulacağız :) Aynı sorular üzerinde dolanıp durur ve videodaki gibi Popper'ın Adler ve Freud'a olan haklı öfkesindeki gibi takılır kalırız.. Bildiklerimiz kesin değil, her zaman değişime ve gelişime açık. Zıt teoriler kendini doğrulayan kanıtları buluyor evet ve psikolojide altın standartlar denen tedavi protokolleri de vardır, doğru. Fakat bütüncül yaklaşımlar bu nedenle vardır, doğrulanabilmek yerine yanlışlanabilmek bu nedenle önemlidir.. İşinin uzmanı bir terapist asla "nedeni budur" demez, "nedeni bu olabilir mi?" der ;) Ve bazen tutar, iyileştirir bu soru.. İyileştirmezse, "neeext" deriz, denemeye devam ederiz. Genelde iyi bir psikolog bu nedeni 8-10 seansta bulur ve üstüne gider, danışan çözülene dek kazar ve sonunda danışan "sorunun sebebi budur" diyene dek kazmaya devam eder.
Silİnsan kompleks bir yapı, nasıl tek bir savunma mekanizmasını kullanmıyorsak, sorunun kaynağı da çoklu nedenler olabilir. Ama çözüm vardır, çözümLER hatta, her zaman vardır. Çözmek istediğimiz sürece.. Bazen istemeyiz sorunları çözmek, hazır değilizdir yüzleşmek ve buna da terapistler saygı duymalıdır elbette... Niyet bu nedenle önemli :)
Benim de özlediğim ve sevdiğim tartışmalar gerçekten....
Harikasınız. Şüpheci olmak, doğru gibi görünen şeylere sorgulamadan kapılmak aldanmamızı önler. Bilimin temeli bunun üzerine kurulmuştur. Pek çok doğru bilinen yanlışlar bir kenara atılmış yerine tamamen farklı yöntem ve kurallar getiriliyor. Yanlış, yanlıştır. Bu yüzden doğruya göre daha fazla kesinlik taşır. Doğru ise gelişim halindedir. Hiçbir zaman nihai durak sayılmaz. Belli bir süre geçerliliğini korur zamanı geldiğinde yenisiyle yer değiştirir.
SilMesleğini severek ve amatör bir ruhla yapan her meslek erbabına saygım sonsuz. Fakat başta ilaç sektörü olmak üzere sağlık konularında işi önce ticarete dökenlere karşı da tepkiliyim.
İnsanı çözmek, özellikle de psikolojik sorunu olanlarını teşhis ve tedavi etmek hayli zor. Adam geliyor, sürekli başının ağrısından şikayet ediyor. Yapılan cihazlı ve cihazsız her türlü fiziksel teşhis yöntemi ağrının nedenini tespit edemiyorlar. Böyle bir hastanın derdine çare bulmak hangi ruhsal sorunu olduğunu belirlemek ve buna göre çözüm üretmek kim bilir ne kadar zaman alıcı ve zor olmalı. Zira her insanın yapısal özellikleri çok farklı. Birini tedavi eden ve sağlığına kavuşturan yöntem diğeri için öldürücü olabilir.
Ben de sizin gibi düşünen açık fikirli insanlara saygı duyuyorum. Bu tartışmalardan da çok hoşlanıyorum. Teşekkürler:)
yaniiii inkar ve mantığa bürüme bilinçdışı mı yapılıyomuş, düşünmeden yapıyoruz yanii :) iyimiş :)
YanıtlaSilÖyleymiş:) Biraz düşününce söyleyenlere hak verdim:)) Ben inkârı fazla kullanmıyorum ama mantığa bürüme olayında biraz aşırıya kaçıyor olabilirim. Bu beni tartışmayı seven, bildiği (ya da bildiğini sandığı) bir konuda ısrarla fikirlerini savunan inatçı bir keçi yapıyor:))
SilDeğerli Arkadaşım Kaystros Tyrha, Ağaç Ev Sohbetlerini bu yönünü çok seviyorum. Ne güzel, fikir alışverişleri yapabiliyoruz. Zaten yazılar da farklı yorumlarla bütünlük kazanıyor, daha net anlaşılıyor.
SilYüzyıllar öncesinden ünlü Filozof Sokrates de "Önce kendini tanı, kendini bil" diye sesleniyor bize. Sizin sayfada sevgili "Evde Yazar " blog arkadaşımın da yorumunu okudum. Ortak noktalarda uzlaşıyorsunuz, çok doğal. Ancak her dönem arz ve Talep dengesi insan ihtiyaçlarına göre belli alanları öne çıkartıyor. Tabii ki isabetli, mantıklı seçimler yapmak lâzım. Haklısınız, üfürükçülerden muska yazanlardan her çeşit aldatma uzmanları (!) çaresizliğe çare bulma çabasındalar. Ne yazık denetlenmiyorlar da. Ancak bazen insanın alanında yeterli, güvenilir bir danışmana ihtiyacı olabilir. Her konuda ; güvenilir, aklın ve mantığın yolundan giden insanları bulabilmek gerekiyor elbette. Psikoloji Pozitif bir bilim. Parapsikoloji açıklanamayan bazı konularla ilgileniyor. Bugün Geleneksel Tıbbın yanında modern Tıp da var.
Freud yıllar önce bir ekol olarak görüşlerini savunmuş. Tabii ki doğruları, yanlışları, savunucuları, eleştirenleri olacaktır.
Kendinize haksızlık etmeyin, mantıklı eleştiriler yaparak sonuçta doğru bildiğinizi savunuyorsunuz. Toplumda tek seslilik değil de "Çok seslilik" itibar görüp kabul edilebilir olsa keşke.
Esen kalın.
Ben de çok seviyorum Hocam. Sevgili Evde Yazar'ın bende yeri ayrı. Blog yazmaya başladığında ilk yorumları yapıp beni teşvik etmşti. Özellikle mizahi yazılarda daha iyisini görmedim. Daha önemlisi dünyaya aynı pencereden bakıyoruz, kendisi çok takdir ettiğim yazarlardan biri.
SilTeşekkür ederin:)
Açıkçası bu konu benim hiç ilgimi çekmeyen bir dal. Davranışların nedenlerini sorgulamak o bilimle uğraşanların işi diyorum. Ben sadece sonuca bakıyorum, o yüzden bu başlıkta yazmak benim yapabileceğim bir şey de değil:) Çok tepki alabilir ama benim gözlemlediğim bir de şu var; maddi kaygısı olmayan, hayatta çoğu şeyi elde etmiş kişiler kendilerine sorunlar yaratıp, yok aile dizilimi, yok içsel bi şey bi şey yolculuğu, yok travma temizleme falan bu tip şeylere paralar döküyorlar. Bilinçaltını kurcalamaya başlıyorlar. Allah göstermesin, ciddi bir sorun olmadıktan sonra bu gibi şeyler bana ürkütücü geliyor, demem o ki, egom ve süper egom ne diyorsa doğrudur :))🌺
YanıtlaSilBen bu ve buna benzer konulara ilgi duyuyorum fakat yazdıklarınızla ilgili aynı düşünce içerisindeyim. Kişisel gelişim, aile dizilimi, karma vs. gibi işlerin sadece birer kazanç kapısı olduğunu düşünüyorum. Canım mı sıkılıyor, stresim mi var, hiçbir şeyden zevk almıyor muyum, hayat anlamsız mı geliyor bu ve diğerleri. Hepsini kendi başıma aşabileceğimi düşünürken, başkalarının bu ve bunun gibi sorunlarımın çözümü için bir fayda getirmeyeceği kanaatindeyim. Benim tek ilâcım felsefe, her türlü ruhsal problemlerimi anlayıp çözmede ve kendimi huzura kavuşturmada bire bir:))
SilEvet felsefe ve de sanat 🤗
SilKesinlikle:) Sanata yaşamımızda daha çok zaman ayırabilsek keşke.
SilSizin de sohbete gerek konu belirleyerek gerekse belirlenen konu üzerinde samimi görüşlerinizi paylaşarak katılmanız Ağaç Ev Sohbetlerini daha değerli kılıyor değerli Hocam.
YanıtlaSilPsikoloji, edebiyat ve felsefe ve diğer bütün bilim dalları benim de ilgi alanım. Bunların hemen hemen hepsi içinde insan faktörünü barındırıyor. Bilim zaman içinde hataların ve yanlışların ayıklandığı geliştirilmeye sınırsız olarak açık bir dal. Bizler aklımızın erdiği kadarıyla deneyimlerimiz, gözlemlerimizle, araştırıp sorgulayıp, kıyaslayarak kendi görüşümüzü ortaya koyuyoruz. Bilim, sanat ve felsefede fikir ayrılıkları olabilir. Yanlış ve hatalı fikirler zaman içinde terk edilerek gerçeğe ulaşılacağına inanıyorum.
Mizah zekâ işidir, belki insanın kendine en az zarar veren ifade şekli bu. Fakat içinde yaşadığımız dönemde baskılar sebebiyle mizahı kullanmakta özdenetim uygulamak zorunda kalıyor insanlar. Ben teşekkür ederim:)
Bu bir yorum değildir.
YanıtlaSil__________________________________
Ağaç Ev Sohbetlerine her zaman yazılarınızla, görüşlerinizle değer katıyorsunuz. Neden "Kelime Oyunları" da katkınızdan yararlanmasın? Bir zamanlar ben de benzer düşüncelerle katılmamaya karar vermiştim. İnanın, nedenini bile unutmuşum. O öyküleri ve yorumları okuyunca hatırladım.
Lütfen hiç olmazsa yorumlarınızdan vazgeçmeyin.
Selamlar.(Size ve eşinize ) Küçük Dünyalı'ya sevgiler.
Çok teşekkür ederim değerli Hocam. Kelime Oyunu'na ilk başladığında katılıyordum. Daha kaliteli yazılar, öyküler üretebilmek için faydalı bir etkinlik olacağını hayal etmiştim. Henüz birkaç bölüm geçmişti ki, blog arkadaşımızların biriyle hiç arzulamadığım bir tatsızlık yaşadım. Olay büyüdü, blog arkadaşlarından bazıları bana hak verdi, bazılarıysa arkadaşa. Ben, blog arkadaşlarınmın tamamını samimi buluyorum ve önemsiyorum. Burada yazılanlarla ilgili yapılan yorum ve eleştirilerin asla birilerini küçük düşürmek ya da alay etmek olmadığını, tüm eleştirilerin doğru algılanıp faydalanılması gerektiğine inanıyorum. Kelime Oyunu'nun, özellikle öykü dalında bir fikir kulübü gibi faaliyet göstereeğini hayal etmiştim. Bu etkinliğe katılan her arkadaşın yazısını dikkatle okuyup fikirlerimi, gördüğüm hataları, olumlu ve olumsuz eleştirilerimi yazıyordum. Ben yazılarım ve fikirlerim üzerinde yapılan eleştirileri nezaketen yapılan övgülere her zaman tercih etmişimdir. Yaptığım bir yorumda yazmış olduğu öyküyü büyük bir iyi niyetle eleştirdiğim genç arkadaşlarımızdan biri bu durumu kişiselleştirerek onu küçük düşürmek istediğimi sanmış ve bana sitem etmişti. İnanılmaz derecede bozuldum tabii. Eğer birbirimizden bir şeyler öğrenmeye çalışmıyorsak, sadece yorum sayımızı arttırmak için çoğu zaman yazıları tam olarak okumaya bile tenezzül etmeksizin birbirimizi sahte övgülerle pohpohluyorsak, kusuruma bakmayın ama böyle bir ortamın içinde bulunmayı kendime yakıştırmazdım. Böyle bir şey başıma ilk ve son kez geldi. O zaman hayli etkilenmiş ve canım sıkılmıştı.
SilDeğerli Hocam, Kelime Oyunu benzeri bir etkinliğe seve seve katılırım. Ancak anladım ki bu tür etkinliğe katılan arkadaşların belli bir olgunluk düzeyine erişmiş ve çocukluktan çıkmış olmaları gerekiyor. Bildiğiniz gibi Nobel ödülü alan yazarlar bile eleştiriden nasiplerini alıyorlar. Fakat bu durum onlar için asla kötü bir şey değil çünkü eleştirilmek insanın kendini geliştirebilmesi için sunulan en büyük fırsatlardan biri.
Diğer taraftan benim açımdan belki de iyi oldu. Küçük Dünyalı, büyük zamanımı alıyor. Ama yine altını çizmek isterim, saygı çerçevesinde samimi, her türlü olumlu ve olumsuz eleştiriye açık olması kuralı getirilerek Kelime Oyunu benzeri bir edebiyat etkinliği düzenlemeyi düşünürseniz beni katılmak isteyenlerin ilk sırasına yazabilirsiniz. Ve en az Ağaç Ev Sohbetleri kadar bu etkinliği sahiplenir, gerekli katkıyı sonuna kadar veririm.
Saygılarımla,
Sizi tekrar yorum yazma zahmetine sokmak istemezdim. O yüzden "Bu bir yorum değildir ifadesini özellikle altını çizerek üstte yazmıştım. Neyse paylaşmak her zaman iyidir. Kelime Oyununa bu hafta katılırken amacım, yoğun işleri arasında her zaman etkinlikleri düzenleyen, görev alan Deeptone arkadaşımızı biraz rahatlatmak, yalnız bırakmamak idi.
SilHatta kendi kendime neden bu kadar ara vermişim dedim. Yazdığım bazı öykülerle yorumları tekrar okuyunca hassasiyetinizi daha iyi anladım. Yaşam boyu nelerle karşılaşıyor insan. Gereksiz yere gönül kırmamaya özen gösteren ben de o ara kırılmıştım gerçekten. Ama unutmuşum inanın. Her insan bir başka dünya. Dünyalar uyuşmayabiliyor bazen. Kişileri olduğu gibi kabul etmek ancak kişiliğimizden ödün vermemek.
Düzenlemeleri ; sağlıkları, enerjileri ve zamanları elverdiğince genç arkadaşlarımız üstlensinler, bizler ( Ben gibi eski kuşaktan olanlar ) küçük katkılarda bulunalım. Sözüm sizi kapsamıyor elbette. Yaşamın her döneminde, denge sağlayıcılara, hoşgörüye, uzlaşmacı kişilere büyük ihtiyaç var.
Katkılarınız için teşekkürlerimle.
Zahmet ne kelime. Böyle düşünmenizi istemem. Kimseyi kırmak, üzmek gibi bir niyetim yok. Neden olsun ki? Ben teşekkür ederim:)
Sil