KATEGORİLER

30 Kasım 2023 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 223

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetlerinde bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.   

"Dar gelirli ailelerin çocukları hayata varlıklı ailelerin çocuklarından daha iyi mi hazırlanırlar?"

Sanmıyorum. Özellikle günümüzde dar gelirli ailelerin çocukları açlığa mahkûm bir haldeyken aksini düşünmek bana son derece trajikomik geliyor. Bir insan hayata nasıl hazırlanır, hayatını daha az acı çekerek nasıl yaşar? Elbette her şeyden önce imkân meselesi bu. Varlıklı aileler, çocukları henüz doğmadan onları gözleri gibi korurlar, gözetirler. En iyi doktorların elinde, her türlü imkâna sahip özel hastanelerde dünyaya gözlerini açan bu çocuklar doğuştan şanslıdırlar. Uzman sağlıkçıların denetiminde en sağlıklı gıdalarla beslenmeleri sağlanır. İyi eğitim almaları için ne gerekiyorsa yapılır, kabiliyetlerine göre sanat ve spor dallarında gerekli destek verilir kendilerine. Varlıklı aileler için bu konularda para hiçbir zaman sorun değildir. Hemen ilâve etmeliyim ki, varlıklı ailelerden bahsederken sonradan görmüş, ne oldum delisi aileleri ayrı tutuyorum. Geçmişten bu yana varlıklı olma durumunu sürdüren bir aile, çocuklarını hayata hazırlama konusunda yeterli eğitim ve donanıma sahiptir muhtemelen.

Dar gelirli ailelerin çocukları ekonomik nedenlerle okullarına dahi gidemiyorlar bu günlerde. Pek çoğu çocuk yaşta çalışmak/çalıştırılmak zorunda bırakılıyor. Bir kısmı erken yaşta iş kazaları ya da meslek hastalıklarıyla karşılaşıyorlar. Yeterli gıdaya ve sağlık hizmetlerine ulaşamadıkları için açlık, hastalık ve yoksulluğun maddi, manevi problemleriyle cebelleşiyorlar. Her ne kadar fırsat eşitliğinden bahsedilse de istedikleri her şeye ulaşabilen varlıklı ailelerin çocuklarının yanında dar gelirli ailelerin çocukları, hayata son derece adaletsiz bir şekilde ve büyük bir dezavantajla başlıyorlar.

Belli bir kariyer yapmış, hatırı sayılır mal varlığına sahip insanlara baktığımızda anne ve babalarının ya da yakınlarından bir çoğunun yine varlıklı insanlar olduğunu görebiliriz. Bu durum varlıklı olmanın genetik bir yönü olduğunu çağrıştırıyor sanki bana. Varlıklı ailelere mensup çocukların hayatta başarılı olmama ihtimali son derece az. Zekâ seviyeleri düşük olsa dahi bazı çocuklar, aileden yana varlıklı iseler ya da aileleri sayesinde bir şekilde varlığa ulaşma şansları varsa gemiciklerini uluslararası sularda yüzdürerek hayata tutunabilirler. Bir an düşünün ki, bu zekâ özürlü çocukların aileleri dar gelirli. Nasıl tutunsun bu zavallıcıklar hayata? Para parayı çeker derler. Hayata karşı ayakta kalmanın yegâne yolu para olduğuna göre varlıklı bir ailenin çocuğu olmak muazzam bir ayrıcalıktır. Varsa böyle bir aileniz keyfini çıkarın, yoksa kaderinize küsün.

Üniversitede biz fakirler onlara gıcık kapardık. Onlar da kendi gruplarına bizleri sokmaz, burunları havada, ayrı bir dünyanın insanları olduklarını her dem belli ederlerdi. Onlar varlıklıydılar. Hepsi TED, Robert College mezunuydular. Biz klasik lisede İngilizce dersinin en parlak öğrencileriydik ama onların en kötüleri yanımızda şakır şakır İngilizce konuşurken biz başımızı öne eğerdik. Dışarıdan göründüğü kadarıyla, evet, hem biz hem onlar İngilizce eğitim veren, ülkemizin güzide okullardan birini bitirmiş ve onlarla denk bir düzeye gelmiştik, öyle mi? Hayır, onlar varlıklı ailelerin çocukları, çok küçük yaşlardan itibaren belki kreşlerden, anaokullardan itibaren İngilizce öğrenmişler, bazıları yaz tatillerinde yurt dışında dil becerilerini geliştirmişlerdi. Biz fakirler her zaman bu bakımdan onlara ulaşamadık, ulaşamazdık. Hayat karşısında önemli bir avantajdı bu onlar için. Sadece bu mu? Bu, en ehemmiyetsiz olanı. Mezun olduktan sonra onların varlıklı aileleri sayesinde pek çoğu yurt dışında ihtisas yaptı. Biz fakirlerin hemen çalışmaları ve ailelerine yük olmaktan kurtulmaları gerekiyordu. Onlar, en güzel işleri varlıklı ailelerinin varlıklı çevrelerinden buldular. Bir kısmı babalarının ya da akrabalarının şirketlerinde kısa sürede yüksek ücretlerle yönetici konumuna geldiler. Biz fakirlerden şanslı olanlar da bir yere kadar yükseldik, iyi paralar da kazandık ama hiçbirimiz onlara ulaşabilmeyi aklımızın ucundan dahi geçirmedik, geçiremezdik. Aramızda şanslı olmayanlar çoğunluktaydı, ya memur olup devlete ya da uzun mesai saatlerine yakışmayan ücretlerle yıllar boyu özel sektöre hizmet ettiler. 

Şimdi bana haklı olarak sorabilirsiniz, Süleyman Demirel, Isparta'nın köyünden çıkmış bir çoban, nasıl devletin en şerefli makamının başına oturmuş, hadi söyleyin bakalım. Bakın, bu durumu sadece şansla ve zekâ ile izah etmem mümkün değil. Çağımızın süper gücü ABD, ileride kendi çıkarlarına hizmet etmek üzere ülkemizin başına getireceği adamları seçiyor ve bazen seçilenler, dar gelirli ailelerin çocukları olabiliyor. Nereden mi biliyorum. Nasıl bilmem, bana da teklif ettiler zamanında. Ama ben şartlarını kabul etmediğim için tekliflerini nazikçe geri çevirdim. Ağırdı şartları vatanımı, milletimi satmam konusunda söz vermemi istiyorlardı benden. Bu son derece gizli bir teklifti fakat zaman aşımı nedeniyle şimdi burada ilk kez itiraf ediyorum. Yani demek istediğim dış mihraklarca bu şekilde özenle seçilmiş kişiler yukarıda dile getirdiğim savımı zayıflatmaktan hayli uzak. Bunlar son derece derin konular, karıştırmaya gelmez.             

9 yorum:

  1. Zengin ve dar gelir arasındaki üniversite örneği beni üzdü. Üzülerek katılıyorum. Yani ne kadar çabalar ise de dar gelirli yine de zengin olana yetişemiyor. Para ile yetişemediği gibi özgüven olarakta yetişemiyor. Bunun farkını birebir yaşayan birine eşit ya da çaba dediğiniz gibi biraz anlamsız geliyor. Yan yana gelince aralarındaki uçurum gözler önüne seriyor maalesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üzülecek bir şey yok:) Çünkü biliyoruz ki, üzülünce durum değişmiyor. Buna şans diyeceğiz işte. Unutmayalım ki bizden çok daha kötü durumda olanlar var. Herkes kendi kaderine/şansına razı olmak zorunda. Hayat yaratıcı tarafından bu şekilde dizayn edilmiş!

      Sil
  2. doğuştan aileden zengin olanlarla sonradan çalışarak kazanarak zengin olanlar birbirlerinden çok farklı oluyorlar ve sahiden de doğuştan zenginlerin arasına napsan giremezsin :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle bir sınıflama yapmak ne kadar gerçeği yansıtır bilemem. Aynı ailenin iki çocuğu aynı çevreye ve imkânlara sahip olmasına rağmen farklı karakterlere sahip olabiliyor. Biri ailenin bıraktığı yerden çalışıp işleri büyütürken diğeri haylazlık edip bütün serveti eğlenceye kumara harcıyor. Sonradan para kazanıp zenginleşen insanlar dar gelirlilerin halini bildiklerinden dolayı biraz daha insaflı olur diyeceğim amma durum hiç sanıldığı gibi değil. Parayı bulan genellikle geçmişini unutuyor:)

      Sil
  3. Kendi adıma ve Evrim adına konuşacağım. İkimiz de tam olarak dar gelirli aile çocuğu değiliz. Zamanının orta direk ailelerindeniz ama büyütülme tarzımız çok farklı. Evrim'in ailesi onu "Biz çektik, oğlumuz çekmesin" diyerek büyütmüş; yememiş yedirmişler, giydirip gezdirmişler. Bizde işler biraz daha farklıydı. Bir mont, bir bot, bir ayakkabı... Eskiyene ya da küçülene dek yenisi alınmazdı asla. İlla yeni bir kıyafet alınacaksa bayramlarda alınırdı.

    Benim üniversiteye gidene dek kendi odam, kendi yatağım olmadı; oturma odasında yattım. Bilgisayarı ilk kez lisede internet cafede gördüm. Üniversitede çalışıp biriktirdiğim parayla laptop aldım kendime korkarak ve bir arkadaşımdan yardım isteyerek. Evrim'e ortaokuldayken -benden 6 yaş büyük olduğunu hesaba katarsak benim daha okula bile başlamadığım yıllarda - alınmış ilk bilgisayarı. Evrim aile evinde, yediği önünde yemediği ardında 8 yılda bitirdi üniversiteyi ki son 1,5 yıl başında nöbet tuttum sınav zamanları çalışsın da bitirsin okulu diye. Ben hem çalıştım, hem okudum ve bir dönem bile uzamadı okulum. Bulduğum her işte çalıştım, Evrim Bey iş beğenmedi.

    Ben 24 yaşımda mezun, kendi ayakları üzerinde duran biriydim. Evrim'in de öyle olmasını bekledik evlenebilmek için. O, kendi ayakları üzerinde duran biri olduğunda 32 yaşındaydı. Demem o ki fakirlik-zenginlik değil ama büyütülme tarzı çok etkiliyor hayata hazır hale gelmeyi. Günlük gülistanlık koşullarda, el bebek gül bebek büyütülen biri ile tek başına hayatta kalması gerektiğini erken yaşlarda anlayan biri aynı olmuyor. Bu yüzden ben Arya'yı kendi büyütüldüğüm gibi büyütmeye çalışıyorum. Şımartmadan, fazla rahata alıştırmadan, hayatın zor olduğunu anlatarak, bir gün yapayalnız kalırsa sudan çıkmış balık gibi kalmayacağı şekilde. Bence ne kadar zengin ya da ne kadar fakir olursa olsun herkes böyle yapmalı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ailenin ekonomik durumundan bağımsız olarak bir çocuğun hayatını idare etmek konusunda başarılı ya da başarısız olması, öncelikle şansına, daha sonra doğuşuyla gelen karakter yapısına ve nihayetinde çevresine ve çevresinin yönlendirmesine bağlıdır bence. Evrim'in şansı sizin gibi bir eşe sahip olması Mrs. Kedi. Hayata son derece şanslı giren nice erkekler var fakat karşılarına çıkan eşleri yüzünden hayatları kararmıştır. Tam aksine hayatta başarılı olma olasılığı çok zayıf olan bir erkek uygun bir eş sayesinde toplumda saygın bir yer elde etmiş, ekonomik bakımdan güçlü hale gelmiştir.
      Örnekler aydınlatıcı oluyor gerçekten. Ben de kendimden örnek vereyim. Orta sınıfın altında bir dört çocuklu bir ailenin en büyüğüyüm. Kendimize asla yoksul demez ve dışarıdan hiçbir yardım almaksızın kıt kanaat geçinirdik. Öyle ki yapılan yardım tekliflerini bile ayıp karşılardık. Ben anneannemim dul maaşı olmasaydı belki üniversiteye dahi gidemeyecektim. Ailenin üç çocuğu üniversite bitirdi. Üç numara ortaokuldan terk ve hâlâ bir geliri yok ve annesinin vereceği harçlıkla ayakta durmaya çalışıyor. Annemin tek geliri kocasından kalan emekli maaşı. Şimdi hepimiz aynı evde aynı ailenin içinde aynı ekonomik şartlarda büyüdük. Ben her bakımdan sınıf atladığımı düşünüyorum. Üniversitede bir sömerstre kaybettim diye kendimi suçladım, ne hakkım var aileme yeni bir yük eklemeye diye. Yine de anneannemin olması benim için inanılmaz bir şanstı bir. Yapımız gereği farklı arkadaşlar edindik bahsettiğim üç numarayla. Ben bana bir şeyler öğretecek, akıllı uslu kişilerle arkadaşlarlık ederken o mahallenin berduşlarıyla bir oldu. Sağ sol çatışmalarında aktifti, çalıştığı fabrikadan bu nedenle liste başı kapı önüne konuldu. Mrs. Kedi, Arya'ya verdiğiniz eğitim bence de olması gereken. Hayatla mücadele etmek kolay değil. Bu yüzden çocuk, ileride güçlükler karşısında dayanıklı olabilmek için bunu baştan idrak etmek durumunda. Çok sıkı ve gaddar olmak da iyi değil. Her şeyde olduğu gibi kararını iyi ayarlamak lâzım işte. Ve bir eğitimci olarak sizin bunu başardığınızı Arya'nın gülen gözlerinden anlıyorum:)

      Sil
    2. Tam da sizin dediğiniz gibi aynı ailede yetişen kardeşler bile farklı. Sadece aile ve ekonomik koşullar ile hazır olunmuyor hayata; doğuştan gelen mizacımız ve tercihlerimiz hazırlıyor bizi hayata Mr. Kaplan :)

      Sil
  4. Ben de sizin yaptığınız gibi önce "hayata hazırlanmak" tan ne anlıyoruz sorusunu sordum kendime. Fakat işin içinden çabuk çıktım. Önce hayatın bir mücadele olduğunu ve insanın bu mücadelede donanımlı olduğu ölçüde ayakta kalabileceğini düşündüm. Hiç sevmesem de hayatta kalabilmek için en temel unsur para. Paran yoksa ne sağlığınla ilgilenebilirsin ne de yaşamak için beslenme gibi en temel gereksinimlerini karşılamaya imkânın olur. Bu nedenle varlıklı aileler dar gelirli ailelere göre yaşam maratonuna başlarken daha avantajlı olduğunu söyledim. Zengini, fakiri, cahili, okumuşu her insan hayat mücadelesi içindedir. En basitinden diğer bütün canlılar için kendilerini korumaları gerekir. Hayattan ne anlıyorsunuz sorusunu cevaplandırmak ise son derece zor. Her insan yaşadığı ülkeye sahip olduğu olanaklara göre farklı cevap verebilir bu soruya. Hayatın sadece güvenliğini sağlayıp karnını doyurmaktan ibaret olduğunu düşünüyorsak hayvandan farkımız kalmaz. Dünyayı tanımak, sanatla ilgilenmek, bir şeyler üretmek, diğer insanlara destek olmak, çevreye zarar vermemek gibi sadece insanın yapabileceği davranışları hayatımızın bir parçası olarak görebiliyorsak o zaman başka. İşte bu noktada paran yoksa bir şey yapamıyorsun yine.

    Düşünmek can acıtıyor çoğu zaman. Kabul etmekte zorlandığımız, büyük bir adaletsizlik var bu hayatta. Düşündükçe hayatı sorguluyoruz ve işin içinden çıkamayınca kahroluyor, ya da düşünmemeye çalışıyoruz.

    YanıtlaSil