"Büyük deprem sonrası çocuk ve gençlerimizin Eğitim ve Öğretimleri konusunda ne gibi önlemler alınmalı, sorunlar nasıl giderilmeli?"
Yaklaşık yüz yıllık cumhuriyet tarihimizin en büyük doğal afetini yaşıyoruz. Hayatını kaybedenlere ne diyeceğimi bilmiyorum ama yaralı olarak kurtulanlara acil şifalar diliyor yakınlarını, işini, evini kaybeden ve maddi zarara uğrayan vatandaşlarımızı teselli edecek hiçbir söz bulamıyorum.
Bu vesileyle ve mesleğimle ilgili olması sebebiyle yaşadığımız felâkete ilişkin birkaç hususa değinmek isterim. Ülkemiz, herkesin bildiği gibi depreme duyarlı bir coğrafyada yer almakta. Bu ne ilk ne de son olacak. Fakat başımıza gelen her felâketi en ağır şekilde yaşamak kaderimiz değil. Bir mühendis olarak her binayı, bulunduğu yerin olası en büyük depremi sonucunda hasar görebilecek fakat içinde yaşayan hiçbir canlıya zarar vermeksizin ayakta kalacak şekilde dizayn ederiz. En büyük talihsizliğimiz 7,8 büyüklüğündeki depremden sadece 9 saat gibi kısa bir zaman diliminden sonra 7,6 büyüklüğünde ikinci bir depremin meydana gelmesi. Dünyada şimdiye kadar görülmemiş böyle bir durum, iki büyük depremin bu kadar kısa aralıkla meydana gelebileceği ihtimali dikkate alınmaz. İlk depremden sonra hasarlı binalara girilmesi artçı sarsıntılar olabileceğinden dolayı sakıncalıdır. Lâkin binasında hasarı fark etmeyip ikinci depreme yakalananlar için yapılacak bir şey olmadığı gibi bundan birilerini sorumlu tutmak pek doğru değil. Hangi binalar ilk depremde hangileri ikinci depremde yıkıldı, bunu tespit etmek ne kadar mümkün, bilemiyorum. Ayrıca ilk depremin insanların en tatlı uykularında, sabaha karşı saat 04.17 de olması da ayrı bir şanssızlık. Fakat yine de söz konusu depremlerde meydana gelen büyük zayiatın büyük hataların bir sonucu olduğunu söylemek zorundayım.
Deprem vukuunda binalarda meydana gelen yapısal hasarların en az yüzde yetmişinin zeminden kaynaklandığını düşünüyorum. Kayalık zeminlere yapılan binalar depremde en az hasar görür. Ancak irili ufaklı faylarla örülü ülke topraklarında mutlaka dağların tepelerine bina yapmak zorunda mıyız? Hayır, prensip olarak her türlü zemine depreme dayanıklı bina yapmak mümkün. Elbette bina temelinin oturacağı zeminin güçlendirilmesi ve uygun temel sisteminin seçilmesi koşuluyla. Depremlerde binalarda meydana gelen çökme ve yıkılmaların kanaatimce yüzde otuzluk kısmı ise proje tasarımı ve statik hesaplar (% 5), uygulama ve işçilik hataları (% 10), standartlara uymayan kalitede yapı malzemesi kullanımı ve eksik malzeme kullanımıyla (% 15) ilgilidir. Ülkemizde inşaat yönetmelikleri güncel haliyle neredeyse kusursuz hale getirilmiştir. Peki, bunca yıkımın, can kaybının, yaralanmanın ve maddi kayıpların sorumlusu kim? Bütün bu felâketin sorumlusu olarak devleti görüyorum. Siyasi karar sahipleri (rant uğruna çarpık yapılaşma, imar afları vs.) bakanlıklar ve belediyeler yaşadığımız felâketin sorumlularıdır. Devlet yetkilileri, makam ve kişisel menfaatler uğruna en asli görevleri olan denetleme işini yapmıyorlar maalesef. Peki, devletin elinde binaların denetimini yapabilecek yeterliğe ve liyakate sahip eleman var mı? Bu da ayrı bir sorun. Üniversitelerimiz hangi kalitede mühendis yetiştiriyor? Devlet kadrolarında çalışan her mühendis proje kontrol ve onayı konusunda yeterli mi, saha ve uygulama denetlemelerini yapabilecek düzeyde eğitim görmüş mü?
Neyse, konumuza dönelim. Üzülerek söylemek zorundayım, adaletin olmadığı ve hiçbir resmi kurumun görevini yapmadığı bir ülkede çocuk ve gençlerin eğitim ve öğretim sorununun çözülebileceğine inanmıyorum. Zaten mevcut durum kötüydü, bir de büyük deprem felâketi çocuk ve gençlerimize bir darbe daha vurdu. Eğer vicdanlı bir yönetim gelirse sorunun çözümü elbette mümkün. Mevcut iktidar bütün okulları imam yetiştiren kurumlar haline getirirken, bütün resmi kurumların başına birer imam atadı. Devlet okullarında eğitim kalitesi düştükçe özel okulların sayısı arttı. Bu durum vatandaşlar arasında büyük bir fırsat eşitsizliği yaratmakta. Liyakatli öğretmenleri görevlendirerek eğitimin kalitesi yükseltilmeli ve okullar tamamen ücretsiz hale getirilmelidir. Öğrencilerin barınma ihtiyaçları karşılanmalıdır. Devletin plânlama yapıp hangi meslek grubuna ne kadar ihtiyacı olduğu tespit edilmeli üniversite ve teknik liselerde ona göre kontenjanlar açılmalıdır. Bugün olduğu gibi üniversite mezunu kasiyerler, pazarcılar ya da diplomalı işsiz gençler ülkemizi doldurmamalı üniversite mezunu etiketi taşımasına rağmen hiçbir mesleki bilgiye sahip olmayan vasıfsız kişiler yalakalık yaptıkları için devletin en önemli makamlarına getirilmemelidir.
Diyanetin bütçesi iyice küçültülüp oraya aktarılan kaynaklar eğitime harcanmalıdır. Diyanette sadece dinin siyasete ve ticarete karışmasını önleyecek denetleme elemanları görevlendirilmeli, bunun dışında imam ve müezzinler dahil camilerin tüm giderleri camiye giden cemaatler tarafından karşılanmalıdır. Cemaat ve tarikatların kontrolündeki bütün yurt, kurs ve okullara, dershanelere devlet el koymalıdır. Böylelikle bütün çocuklarımıza ve gençlere kaynak sağlanırken bilimsel eğitimin yolu açılmalıdır.
Madem deprem nedeniyle oluşan kayıpların baş sorumlusu devlet, depremde ailesini kaybeden ya da yoksul düşmeleri nedeniyle eğitim olanağı kalmayan tüm çocukların birer meslek sahibi olana dek tüm ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır.
Elbette en az yirmi yıl sürecek bir proje bu. Ne mevcut iktidarın ne de gelecek iktidarların yukarıda saydığım hamleleri yapacağına dair en ufak bir inancım yok. Ama son bir dileğim olacak. Denetleme görevini yerine getirmedikleri ve oy uğruna verdikleri siyasi kararlar neticesinde depremin bu denli büyük zararla sonuçlanmasına sebep olan bütün sorumlu siyasetçi, bürokrat ve memurların mal varlıklarına el konulup en ağır cezalara çarptırılmalarını bir vatandaş olarak istiyorum.