|
Mill Kolonadı |
Bugün ilk kez yurtdışında geçiriyorum yaşgünümü. Özel bir günde özel bir yer, Karlovy Vary, yani "Karl'ın Banyosu". Charles IV, Çek'lerin deyişiyle Karl IV, pek çok yere ismi verilmiş bir imparator, aynı zamanda ülkenin kurucusu. Bizde Atatürk ne ise Çek'lerde Karl IV o. Rivayete göre Karl'ın avda izini sürdüğü geyik yamaçtan aşağı düşüyor. Köpekler önde Karl arkada geyiğin yanına indiklerinde onu üzerinden dumanlar çıkan sıcak bir havuzun içinde buluyor. O günden beri Karl'ın Banyosu yani Karlovy Vary olarak anılıyor burası.
Sabah erken çıkalım dememize rağmen sözümüzde durmayıp kahvaltımızı yaptıktan hemen sonra dünden gördüğümüz ve ilginç bulduğumuz bazı eşyaları almak üzere yan caddedeki züccaciye dükkanlarından birine yöneldik. Daha açmamıştı kapısını tabii. Çek esnafı pek bir ehl-i keyif olduğundan akşamları dükkanlarını erken kapatıp sabahları geç açıyorlar. Saat akşam dokuzdan sonra alışveriş merkezleri, dükkanlar hatta kafe restaurant'ların çoğu kapanmış oluyor. Sadece barlar, bazı lokantalar ve genellikle Uzak Doğuluların çalıştığı bir kaç mini market açık bulunabiliyor geç saatlerde.
Metroya binip Prag'ın ana otobüs terminalinin bulunduğu Fiorenc istasyonuna doğru hareket ediyoruz. İstasyonun yanı başında otobüs terminali var. Ancak metronun doğru çıkışını kullanmadığımız için onu önce fark edemiyoruz. Köşedeki hot dog satan adama yanaşıp "Afedersiniz" der demez, adam başını bile kaldırmadan elini ileri uzatıp otobüs terminalinin bulunduğu yönü gösteriyor. Hayretler içinde kalıyorum. Ne soracağımı bilmeden nasıl bana doğru cevabı verdiğini anlamaya çalışırken gülmekten alamıyorum kendimi. Metrodan her çıkan kişi, otobüs terminalinin yerini sormak için bu satıcıyı buluyor olmalı ki, adamcağız herkese aynı cevabı veriyor.
Gidiş dönüş biletlerimizi alıyoruz. Prag-Karlovy Vary arası otobüsle iki saat on beş dakika sürüyor. Tren seçeneği de var ama o daha da uzun süre alıyormuş. Seyahat edeceğimiz Student Agency isimli firmanın otobüsleri lüks ve rahat. Terminalde bizim Metro şirketinin yazıhanesini de görünce şaşırıyorum. Hem Türkiye'de İstanbul, Bursa ve Ankara'ya yolcu taşıyor hem de Avrupa'nın değişik ülkelerine.
Yol boyunca sağlı sollu ekin tarlalarıdan geçiyoruz. Prag şehri ve Karlovy Vary'ye kadar olan bu bölge göz alabildiğince tabak gibi uzanıyor. En fazla yükselti otuz metreyi geçmiyor. Ağaçlar genellikle tarlaların sınır boylarında ya da yerleşim yerlerine yakın kümelenmiş. Bunun dışında kalan yerler yemyeşil tarla. Köylerin yerleşimi, evlerin kendine özgü mimarileri değişik geliyor gözümüze. Çatılar kar tutmasın diye yüksek eğimli. Bazı evlerin çatı eğimleri değiştirilerek tavan arasında yaşam mekanları oluşturulmuş. Yol boyunca bira, şarap ve peynir fabrikaları, üzüm bağları görüyoruz.
Keyifl, bir yolculuktan sonra tam vaktinde varıyoruz Karlovy Vary'ye. Otobüsten indikten sonra gözümüz Tepla Nehrini arıyor. Şehrin planı da yok bu sefer elimizde ama dert etmiyoruz. Nasıl olsa sora sora Bağdat bulunurmuş. İlk sorduğumuz kişi İngilizce bilmediğinden ne sorduğumuzu anlamıyor bile ama ondan sonraki detaylı olarak yol gösteriyor. Beş dakika kadar yürüdükten sonra Prag'taki Vlatava nehri gibi burada da şehri ikiye bölen Tepla Nehrini görüyoruz.
Yerler yine parke taşı kaplı. Nehrin iki yanı boyunca tarihi yapılar sıralanıyor. Kiliseler, oteller ve kolonad denilen üstü kapalı termal kaynaklar... Yerleşim bölgesinin ortasında, nehrin sağ yakasında kocaman bir otel inşa edilmiş. Termal Otel adı verilen bu modern yapı aslına bakarsanız şehrin bu tarih kokan güzelliğini lekelemiş. Restorasyon çalışmaları devam ettiği için kapalı olan müze de nehrin sağ tarafında. Gerek büyük otellerin salonlarında gerekse şehrin tiyatro binasında hemen hergün klasik müzik konserleri veriliyor.
Çağlar boyu Avrupa'nın meşhur kişilerini misafir etmiş bu güzel şehir. Bazıları dinlenmek, huzur bulmak ya da tatillerini geçirmek üzere gelmiş buraya, bir kısım ziyaretçilerin gelme sebebi ise sadece şifa bulmak. Bestecilerin, yazarların eserlerini ortaya çıkarmak için uygun ortamı sağlayan Karlovy Vary, Atatürk dahil pek çok devlet büyüğünü de ağırlamış. Doğal olarak ünlü kişilerin belli dönemlerde kaldığı bu yerler hem ziyaret hem konaklama tercihleri bakımından daha çok prim yapıyor.
Nehir boyunca akış yukarı giderken sağda ilk gördüğümüz tarihi postane binası. Daha sonra kolanadlar, oteller ve turistlere yönelik dükkanlar sıralanıyor. Bunlar arasında en görkemli kolonad Mill (Değirmen) Kolonadı. Halka açık çeşmelerden 35-70 derece arasında değişen sıcaklıklara sahip termal sular akıyor. Bu yerin ritüeli, sürahi ağızlı sapı olan porselen maşrapalara doldurulan termal suların yürürken içilmesi. Pipo tüttürüyor havası yaratan bu insanlar mide rahatsızlıkları başta olmak üzere pekçok hastalığı tedavi ettiği söylenen termal suları ağır ağır yudumluyor. Biz de birer maşrapa alıp suyun tadına bakıyoruz. Su hayli sıcak. Çeşme tabelasında sıcaklığın 60 derece olduğu yazılı. Bu sıcaklıkta dahi elimiz yanıyor. Sıcak suyun tadı pek hoş değil ama şifa niyetine içiyoruz.
Yol üstünde şifa bulmak üzere buraya gelmiş yaşlı insanlar görüyoruz. Bazıları baston kullanıyor bazıları tekerlekli sandalye üzerinde. Yolda tarihi faytonlar turistleri gezdiriyor. Arabacının giyim kuşamları o dönemi yansıtıyor. Atlar da bildiğimiz atlardan daha iri, katana dediklerinden. Ritmik yürüyüşleri ve taş parke üzerinde çıkarttıkları şlok şlok sesler çok etkileyici.
Gerçekten tarih kokuyor burası. Bol bol resim çekiyoruz. Yolun sonuna doğru yorgunluk ve açlık belirtileri başlıyor. Ancak iki binanın arası bizi içeri çekiyor. Eşim ünlü giyim markalarının sergilendiği bir butiğe takılırken ben etrafı kolaçan ediyorum. Karşımda bir funicular girişi özellikle dikkatimi çekiyor. Hemen gidiş dönüş bileti alıp çıkıyoruz tepeye. Ray üzerinde yüksek eğimde ilerleryen bu alet tren ile teleferik arası bir şey. Yüz yıldan daha fazlaymış tarihi. Eskiden ormandan ağaç taşırlarmış daha sonra turizme açılmış. Turizm için yapmayacakları bir şey yok bu milletin. Yukarıda harika bir manzara, restaurant ve kelebek müzesi bulunuyor. Tepeye vardığımızda asansörle yukarı katlara çıkılan bir kule görüyoruz. Bu kuledeki manzara daha da müthiş. Aşağıda yüksek ağaçlar manzarayı engellerken kulenin tepesinden açık görüş imkanına kavuşuyoruz. Etrafı ormanlarla kaplı şehrin tamamını kuşbakışı görmek mümkün bu noktadan. İlk aklıma gelen Kaplan'a böyle bir funicular ihtiyacı olduğu. Ama teleferikteki manzara keyfi funicularda yok tabi.
Aşağı indiğimizde dönüş saatimiz yaklaşmıştı. Çok resim çektiğimden olsa gerek şarjım da bitmek üzereydi. Bu sefer nehrin sağından devam ettik yolumuza. Köprü üzerinden yeniden sol tarafa geçip daha önce tadına baktığımız Karlovy Varynin meşhur kağıt helvalarından aldık. Otobüsü kaçıracağız diye biraz telaşlandıysak da zamanında yetiştik.
Çocukluğumun sokak taşları burada gördüğümüz parke taşlarından daha güzeldi. Sonra birileri gelip söktü onları, üzerini asfaltla kapladı. Çok hoşumuza gitmişti bu önceleri, sokaklarımız dümdüz kaymak gibi olmuştu. Zamanın Belediye Başkanını ne yüceltmiştik ama. "Asfalt Osman" lakabı verilmişti İzmir'in bütün sokaklarını asfaltla kapladığı için, Adalet Partisinin meşhur Belediye Başkanı Osman Kibar'a. Yaptığı bu önemli hizmetler! ona bir seçim daha kazandırmıştı. Şimdi ise ne büyük yanlışmış bu diyorum, o canım taşları söküp üç beş yılda bir yenilediğimiz asfaltı tercih etmemiz. Estetiğin, tarihin yok edilişine mi yansak, boşa harcanan devlet kaynaklarına mı?
Beni kendisine hayran bırakan bu belde üzerinde bazı mukayeseler de yaptım elbette. Bir kere dini açıdan resme ve heykel sanatına uzak durmamızın bize çok şey kaybettirdiğini anladım. Şehrin ortasından geçen Tepla Nehrine kanalizasyon karıştırılmıyor. Nehirde çok sayıda yeşil başlı ördek var. Kuğular da olduğu söyleniyor ama onları göremedim. Biz de olsa pislik yuvası olur. Bu nehri Kastamonu şehir merkezi içinden geçen çaya benzettim. Ancak ikisi arasında sahip olmak değil sahip çıkmak farkı var.
Bu yerleri görünce turist bizim neyimizi görmeye gelsin ki dedim kendi kendime. Buradaki her bina bir sanat şaheseri ve yıllardır bir akıl sahip çıkıyor bunlara. Bütün dünyadan insanların buraya gelmesi boşuna değil.