Sevgili Aytül Hanım lütfetmiş beni konu başlığında mimlemiş. Kendisine herkesin huzurunda bir kez daha teşekkür ederim.
Benim ablam ve abim olmadı ama ailenin tek çocuğu olduğumu zannetmeyin. Dört kardeşin en büyüğüydüm, üç kardeşin ağabeyi. Bu nedenle "Sen büyüksün" sözünü çok duydum. Benim hatırladığım hep birilerinden büyük olmam. Büyük olmak olgunluk gerektirir. Bu nedenle küçükken pek çocukluk yapamadım. Hep olmam gerektiği gibi davranmaya çalıştım. Oldukça sert bir babaya sahiptik. Çocukluk yapmasını bilemediğimden olsa gerek kardeşlerim arasında en az dayağı yiyen de ben oldum.
Çocukluk yaşlarımda öyle hikaye masal okuyan biri hiç değildim. Ailemde, çevremde okumayı özendirecek kimse de yok denecek kadar azdı. Sadece Fatma isminde lise mezunu bir komşumuz vardı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban adındaki romanını okuduğunu duymuştum. Uzun yıllar okumadığım halde aklımda kalan yazar ve roman adı oldu bunlar. Okul çağımda Türkçe öğretmenlerimden hiçbiri kitap okumamızı öğütlememişti. Evde ders kitapları dışında herhangi bir kitap bulunmazdı zaten. Babamız (nedenini hala bilemiyorum) çoğu zaman eve sinirli gelirdi. Ben ve kardeşlerim bir köşeye siner babamızı daha çok sinirlendirecek bir şey yapmamaya çalışırdık. Bunu başarmak oldukça zordu. Bir süreliğine akşam eve geldiğinde elime ders kitabımı alarak çalışır görünmek faydalı oldu. Çalışır görünmek diyorum, çünkü kitabın bir harfini bile okumuyordum. Bütün çabam yatma saatine kadar geceyi vukuatsız geçirebilmekti. Televizyon olsaydı o zamanlar oyalanırdı belki maç günleri en azından. Ah, Tanrım ne uzardı o televizyonsuz dakikalar...
Akşam hava karardığında gelirdi babam eve. Elinde bir kese kağıdı... İçinde ya portakal, ya da elma. Bazen üzüm, mevsimine göre işte. Kesekağıdı yoksa kocaman bir karpuz olurdu elinde. Zaman gelir sokakta top oynarken saati unutur babama yakalanırdım. Arkadaşlarım benden önce görürdü onu sokak başında. "Baban geliyor." lafını duyar duymaz savaşta sirenler çalınırken insanların sığınaklara kaçıştığı gibi koşardım evimize doğru. Babamız eve girdikten sonra eve girmenin hayali dahi korkutmaya yeterdi bizi...
Aradan çok uzun zaman geçti. Yanılmıyorsam sadece pazar günlerinin sabahı geç kalkardı babam yatağından. Bir türkü çığırmaya başlardı nadir keyifli anlarında. Sinsi sinsi yatağın içine süzülürdük tepkisini ölçerek. Neşeli hali devam ediyorsa daha bir cesaret kaplardı içimizi. Yorganın ucunu kaldırır içine girerdik. O sıcaklığı hala hatırlarım. "Baba, masal anlatsana"
Masal falan bilmezdi babam. Ama anlatırdı bir şeyler. Biz de masal nedir bilmezdik o zamanlar. İnanırdık her söylediğine. Heyecan dorukta, sonra, sonra diyerek sıkıştırırdık babamızı. O da her soluk alışında uydurmaya devam ederdi. Şimdi neler anlatırdı onu hatırlamam imkansız. Ancak unutmazdık biz, o zamanlar çocuktuk. Bir hafta sonra isterdik masal başlasın kaldığı yerden...
Akşam saatlerinde büründüğüm ders çalışır halim iflas etti günün birinde. Dayak yemedim ama işittiğim azarın dayaktan farkı yoktu. Bütün gün niye dersimi çalışmamıştım da bu vakte bırakmıştım. Buraya kadarmış. Ertesi gün dersini zamanında yapıp bitirmiş bir çocuk rolündeydim. Ama yine de fayda etmedi. Kızdı, hem de çok... Neden elime bir kitap alıp okumuyor muşum?
Anneme üzülürdüm hep. Babam ne kadar sert bir insansa annem o kadar yumuşak, melek gibi biriydi. Hep aramıza girer, bizi korumak adına en büyük darbeleri o alırdı. Şimdi babam yaşlandı artık. Munis mi munis. Üstelik anneme çok yardımcı. Her gördüğümüzde "Annenizin hakkını ödeyemem ben." diyor.
Babamın görmediği saatlerde Teksas, Tommiks, Zembla, Kaptan Swing çizgi romanlarını severek okurdum. Gamlı Baykuş'un bit torbası deyip nefret ettiği köpeği Puik'i hatırlıyorum.
Çocukluğumun en büyük sanat etkinliği akşam saatlerinde radyoda yayınlanan "Radyo Tiyatrosu" programını dinlemekti. Jenerik müziği hafızama kazınmıştır hala. Seslendiren sanatçılar sayıldıktan sonra efekt: Ertuğrul İmer, Korkmaz Çakar isimlerini duyardık efektin ne olduğundan haberimiz bile yokken.
Ben on yaşına gelinceye kadar sağdı dedem. Ondan hiç hikaye ya da masal dinlediğimi hatırlamıyorum. Benim en sevdiğim, beni en çok sevendi. Dinine bağlı ama asla yobaz değildi. Okuma yazmayı öğrendikten sonraki ilk yaz tatilimde kuran kursuna gönderdiler beni, her çocuk gibi. Benim dinine bağlı bir çocuk olmamı isterdi dedem. Ben de onu çok sevdiğimden dinime bağlı olmaya çalışırdım. Kısa zamanda kuran okumayı öğrendim. Hatimler indirmeye başladım. Arapça bilmek isterdim anlamak için kargacık burgacık yazıları. Dedemin en yakın arkadaşıydım sekiz on yaşlarında. Camiye her zaman birlikte gider, müezzin ezanı okuyana kadar avluda yapılan dini sohbetleri dinlerdim. On yaşında onu kaybettiğim zamana kadar dedem benimle hep gurur duymuştu.
Çocukluğum Türkçe ve edebiyat derslerinden nefret etmekle geçti. En kötü derslerimdi bunlar. Bu derslerin ödevlerini evde ilkokul mezunu anneme yaptırırdım. Bir okuma parçası verilir altında anlama bilgisini ölçen bir dizi sorular sorulurdu. Liseye başlayınca garip bir durum çıktı ortaya. Edebiyat derslerim ne kadar kötü ise diğer bütün öğrencilerin sapır sapır döküldüğü kompozisyon derslerinde o kadar iyiydim. Kompozisyon derslerinin kitabı olmadığından çalışmama gerek kalmazdı. Sözlüsü de yoktu üstelik. Sınavlarda bir atasözü verilir. Bu konuda düşündüklerimizi yazıya dökmemiz istenirdi.
Üniversite yıllarında okumamanın bir eksiklik olduğunu anlamaya başlamıştım ama artık çok geçti. Geç yaşında yüzme öğrenenler gibi yol yordam bilmiyordum. Tekirdağ'da yedek subaylığımı yaparken büyük hevesle ilk kitabımı satın aldım. Kitabın yazarı, geçen sene hayatını kaybetmiş olan Andre Brink ... 1982 yılında yayınladığı "Sesler Zinciri" (A Chain of Voices) kitabıydı aldığım. Onlarca kez denedim okumayı. En fazla otuz sayfa gidiyor, başını unutup başa dönüyordum. Kitabı sevmem (hatta kitap okumayı öğrenmem desem daha doğru olacak) evlendikten sonra Türk Dili ve Edebiyatı mezunu eşim sayesinde oldu.
Evet Aytül Hanım işte böyle... Benim çocukluğumda etkilendiğim o kadar çok hikaye, masal ya da kitap olmadı. İlk okuma mücadelesine giriştiğim "Sesler Zinciri" kitabını sakladım. Evlendiğimde çeyizimdi. Evlendikten bir kaç yıl sonra bir solukta okudum. Ne kadar sürükleyici bir romanmış meğer...