KATEGORİLER

10 Temmuz 2016 Pazar

YAYLA MİSAFİRLERİ

09/07/2016 Cumartesi, Tire

Yurdun bazı bölgelerini seller basarken burada kavurucu sıcaklar bunaltmaya devam ediyor. Bu nedenle kahvaltıdan sonra bir an önce kapağı yaylaya atmak istiyoruz. Yukarı taşındık, taşınıyoruz derken geriye dönmek zorunda kalışımız bazı aksilikleri beraberinde getiriyor. Bütün kap kacak ve malzemeler hem Taş Ev'de hem aşağıdaki evimizde çifter çifter olamıyor bazen. Sık sık yukarı çıkardığımız bazı şeylere aşağıda da gereksinim duyuyoruz. Artık şu soğutucuların arızasını giderip bir an önce taşınmalıyız.

Bugünün misafirleri eşimin akrabaları. Yaylaya varır varmaz yerler yıkanıyor, kapılar açılıp masa ve sandalyeler verandaya çıkarılıyor. Verandaya açılan kapının üzerinde rüzgarın konuşturduğu alet oldukça sessiz bugün. Nadiren ortasındaki taş etrafındaki borulara değiyor ve cılız bir ses duyuyoruz. Ama yine de şehrin bunaltıcı havası burada yok. Mutfağa giren eşimin her zaman benden istediği pencere kanatlarının açılması. Pencerenin yüksekliği standardın üzerinde olduğu için öyle elini uzattığında açılması mümkün olmuyor. Bir de önüne tezgah tipi soğutucu gelince sandalyeye çıkıp uzanmak zorunda kalınıyor. Pencerenin kepenk ve kanatları açıldığı zaman bahçedeki orkideler bütün güzelliğini gösteriyor. Ortam aydınlanıyor, ışığı kapatıyorum.

Az sonra misafirlerimiz telefon ediyor. Kiraladıkları taksi yerimizi bulamamış. Tabela koyana kadar bu sorun olmaya devam edecek görünüyor. Bahçe girişi biraz içeride kaldığı için demir kapı yoldan görünmüyor. Bu yüzden onlar da kapının önüne kadar gelip geri dönmüşler. Misafirlerimizi karşılamak üzere kapıya doğru gidiyorum. Asfalt yolun kenarında iki köylü kadın bizim elmaları topluyor. Yanlarına doğru gittiğimde her ikisi birden irkiliyor. Önlerindeki poşeti doldurmuşlar bile. "Hayırdır, pazar için mi topluyorsunuz?" diye soruyorum. Kadınlar, "Yok bir iki tane tadına bakalım diye kopardıktı, isterseniz geri verelim." diyor. Önündeki naylon poşeti gösteriyorum. "Ha, o mu? Gelirken Emine Teyze vermişti bize." diyor. Toparlanıp ayrılırken "Helal etmeyeceksen, bırakalım bak." diyor içlerinden birisi. Her taraf elma dolu. Yerlere dökülüyor çoğu. "Helal olsun, tadımlık alabilirsiniz ama bunun dışında pazarda satmak için izinsiz koparmayın." diyorum. 

Kadınlar uzaklaştıktan az sonra karşıma son sürat gelen bir araba çıkıyor. İşaret edip güçlükle durdurabiliyorum onu. Evet, bu beklediğimiz misafirleri getiren taksi. Bahçe kapısını gösterip içeri girmelerini söylüyorum.

Masaları eklemek istiyoruz ama acemilik işte. İlk kez tecrübe ettiğimiz bu küçük detay bile elimizi ayağımıza dolaştırmaya yetiyor. Sonunda verandanın ortasında uzunlamasına iki masayı birleştiriyoruz. Masaların her iki yanına da sandalyeler diziliyor. Manzarayı her zaman gören bizler manzaraya sırtımızı dönerken  misafirleri manzaranın karşısına oturtuyoruz. Akşam saatlerine kadar güneş uğramıyor buraya. Akşam güneş batarken şöyle bir değiyor ucundan. O zaman da kime dokunduysa bu akşam güneşi, esprilere konu oluyor.

Eşim çay eşliğinde ikramlarda bulunuyor. Kızımın yaptığı muhteşem Türk kahvelerinin yanında sohbetin ardı arkası kesilmiyor.


Sabahtan Ünal Usta'yı aramıştım. Onların tatili pazartesiye kadar devam edecekmiş. Pazartesi günü bizim buraya gelmeleri konusunda söz alıyorum. Salih Usta damlama sulaması için gelecekti bugün. İki üç kez arıyorum. Nihayet üç kişilik ekibi geliyor ama saat beş buçuğu bulmuş. Havuzun dibindeki filtre tıkanmış. Gelir gelmez onu açmışlar. Eksik kalan bazı işleri vardı. Pazartesi günü Salih Usta ile birlikte gelip bütün işin kontrolünü ve yukarı yaylanın damlama sulama şebekesini yapacaklarını söylüyorlar. Bu vakitten sonra çalışmadan ne hayır gelir ki. Zaten misafir de yalnız bırakılmaz. Bu kararları hoşuma gidiyor, pazartesi sabahı görüşmek üzere ayrılıyoruz.

Misafirlerimizden Tünay Bey, elinde fotoğraf makinesiyle sürekli çevrenin resimlerini çekiyor. Amacının bizim cevizlerin ortağı sincapları fotoğraflamak olduğunu öğreniyorum. Bu saatlerde ağaçların kuytu köşelerinde şekerleme mi yapıyor bizim sevimli ortaklar bilmem ama pek görünesi yoklar şimdi. Onların en görünen zamanı sabahın erken saatleri...

Bir ara kızım fotoğraf makinesini eline almış, kırk yıllık fotoğrafçı pozları veriyor. Hemen resmini çekiyorum bu anın. Tünay Bey'le birlikte bahçenin etrafında geziyoruz. Yakup Usta bazı yerlerde otları biçmemiş. Aşağıda birkaç tane kızılcık ağacı görüyorum.

Misafirler ayrıldıktan sonra kızımla birlikte kızılcık toplamaya gidiyoruz. Çok değil ancak birkaç kilo topladıktan sonra hava kararmaya başlıyor. Sularımızı doldurup kapıları kapatıyor ve evimizin yolunu tutuyoruz.    

9 Temmuz 2016 Cumartesi

KADINLAR OKULU - ANDRÉ GIDE



Kitabın Adı: KADINLAR OKULU
Yazar:  André GIDE (1929)
Sayfa Sayısı: 110
Yayınevi: Bordo Siyah

Basım Yılı: 1. Baskı. 2003, İstanbul
Türü: Roman

Kitap Hakkında: 1947 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi roman ve deneme yazarı André Gide (1869-1951) tarafından kaleme alınan eserde kadın erkek ilişkileri konu ediliyor. Romanın baş kahramanı tanıştığı genç iş adamına aşık olur. Tuttuğu günlüklerde yaşadığı tutkuyu, sevdiği adama olan hayranlığını, ona layık olabilmek adına kendisini geliştirmek zorunda olduğunu anlatır. Çift mutlu görünen bu ilişkinin sonunda evlenerek biri erkek biri kız olmak üzere iki çocuk sahibi olurlar.

Aradan yirmi yıl gibi uzun bir zaman geçer. Kadın ara verdiği günlük tutma işine yeniden devam etmeye karar verir. Bu bölümde kadının tutku derecesinde bağlılığı sona ermiştir. Gençlik aşkında takındığı tavırları kendisine yakıştıramaz, eleştirir. Zamana bağlı bir değişim yaşanmıştır. Ancak değişen adam değil kadının kendisidir. Bu esnada I. Dünya Savaşı çıkmış adam cepheye gitmiştir. Kadın ise babası karşı çıkmasına rağmen kocasından boşanmaya karar verdiğini açıklar.

Bir müddet sonra cepheden dönen kocasının kaza geçirdiği haberini alır. Hemen yanına gider ve kocasıyla yüzleşir. Bu görüşmeden sonra boşanma fikri artık ona zor gelmektedir. Çünkü kocasını suçlayacak somut bir şey bulamaz. Kocası gibi savaşta gönüllü olmak istemesi bir kaçıştır aslında. Görev aldığı bulaşıcı hastalıkların tedavi edildiği hastanede sağlık nedenleriyle kızını yanında götüremez. Hastanenin yerini ise sadece kızı bilmektedir. Beş ay sonra çalıştığı hastanede hayatını kaybeder. Kızı annesinin günlüklerini toplayıp yayınlanmasını sağlar.

Genel ahlak anlayışının karşısında bireysel özgürlüklerin savunucusu olan Gide, 19. yüzyıl Fransız edebiyatının en önemli hümanist yazarlarından biridir. Kadınlar Okulu isimli eserinde geçen olaylar aradan yüz yıldan fazla bir zaman dilimi geçmiş olsa da kadın erkek ilişkilerinde değişen bir şeyin olmadığını göstermesi bakımından ilginçtir.

YAYLADA KIRAAT

08/07/2016 Cuma, Tire
Bayram sarhoşluğuyla kalktım sabah yataktan. Devlet memurları için bayram tatili pazar akşamına kadar devam edecek. Özel sektör o kadar yatırmaz insanı. Bir de esnaf kesimi var ki en çok muhatap olduğum kesimdir kendileri, tatili uzatırlar mı yoksa işlerinin başına mı dönerler hiç belli olmaz. Sarhoşluğum da bu yüzden zaten. Benim durumum da esnaftan farksız. Tatil bitti mi?







Bugün tezgah tipi soğutucu için servis gelecekti. Sabahtan İzmir Bölgesinin servis elemanın aradı.
- Abi digital göstergenin bulunduğu panoyu açtınız mı?
Neden açalım ki panoyu? Açmaya kalksak üzerimizde kalacak, garanti kapsamının dışında kalacağız.
- Yok, açmadık.
- Abi, şu an yazlıktayım. Tek servis yetkilisi de benim ama pazartesi gününden önce gelemem. Belki digital göstergenin bulunduğu panonun kablolarından biri çıkmıştır. Yerine takarsanız sorun kendiliğinden hallolmuş olur. Hayır, yanlış anlamayın. Ben gerekirse pazartesi yine gelirim.
- İnşallah dediğiniz gibidir. Ama şu anda işyerinde değilim ben. Yukarı çıktığımda sizi ararım. İsminiz neydi, ben de kaydedeyim numaranızı.
- Selçuk benim adım.
- Tamam Selçuk Bey, yukarı çıkınca sizi arayacağım.

Cep telefonlarından gönderilen bayram mesajlarına cevap vermiyorum. Telefon rehberim silindikten sonra hangi mesajı kim gönderdi, anlamak zaten mümkün değil. Aksi gibi her bayram arayan sevdiğim dostlarımdan bazıları bu sefer aramadı. Çocukluk arkadaşım Mustafa bunlardan biri mesela. Eşi Filiz sayesinde ulaştım kendisine. Çok misafirleri varmış bu bayram. O yüzden arayamamış.

Ben gönül koymam kimseye aramadı diye. Bana da gönül koysunlar istemem aramazsam eğer. Çünkü gönül işidir arayıp sormak. Ya da ihtiyacın olduğunda ararsın birilerini. Birden aklına düşer, hiç beklemedikleri bir zaman ararsın. Benim için budur makbul olan.

Salih Usta başlamış mıdır çalışmaya bugün? Telefon ettim. Pazartesi günü bana döneceklermiş. Pazartesi gününün çok geç olacağını, fidanların susuz kaldığını, başladığı işi yarım bırakamayacağını  söyledim. Israrımdan sonra yarın saat üç dört arası gelmeyi kabul etti.

Taş Ev'in soğutucularında yaşanan problemlerden sonra eşim reçel hazırlıklarına evde devam ediyor. Kilolarca şeker ve diğer malzemeleri taşımak ise benim görevim. Reçel kazanları kaynamaya başladı yine. Bugün yaylaya çıkmak gibi bir niyeti yok ama benim mutlaka çıkmam lazım. Kızım bana eşlik edecek.

Yaylaya çıkışımız saat beşi buldu. İlk olarak mutfaktaki tezgah tipi soğutucunun gösterge panosunu söktüm, yerinden çıkan bir kablo olup olmadığına baktım. Boşlukta bir kablo görünmüyordu. Selçuk Beyi aradım. Telefonla söylediği bazı tuşlara basmamı istedi. Motor devreye girmiyormuş. Parçanın değişmesi gerektiğini, pazartesi sipariş geçeceğini, bu yüzden salıdan önce gelmesinin mümkün olamayacağını söyledi.

Ben servisle konuşurken kızım çay suyunu koydu. Verandaya masa ve sandalyeleri çıkardık. Tatlı tatlı esen rüzgarın eşliğinde ceviz kırmak terapi gibi gelmeye başladı bana artık. Kızıma da bir okuma aşkı geldi ki hiç sormayın. Yanında getirdiği kitabı yüksek sesle okurken ben de okumuş kadar oldum. Arada yapılan çay ve tatlı servisi de iyiydi. Ben iki kilo ceviz kırıp kabuklarını ayıklayana kadar kitap bitti.

Yukarı yaylaya çıkmak istiyordu kızım spor niyetine. Ancak vakit artık çok geçti. "Hemen toparlanabilirsek belki zeytinliğe gideriz." dedim. Köyü geçtikten sonra sağa yanaştık. Hava kararmaya başlamıştı. Zeytinlikte bir kaç tane armut ağacı vardı. "Eğer şansımız varsa biraz armut toplarız." dedim. Ne yazık ki hiç armut kalmamış ağaçlarda. İnsan ya da hayvan, belli ki birileri bizden önce davranmış (!) Geçen sene epey armut toplamıştık buradan.

Geçen sene diktiğimiz fidanların sulanması gerekiyor. Bahçe girişindeki birkaç tanesi kurumuş ne yazık ki. Zeytinliğin en büyük eksikliği suyunun olmaması. Erişkin zeytinler su istemiyor ama yeni diktiğimiz fidanlar bu yıl da düzenli olarak sulanmak ister. Geçen yıl suyu köy çeşmesini besleyen pınardan hortumla almıştım da, bazı fenalık küpleri muhtara şikayet etmişti. Bu yıl da biraz zaman ayırmak lazım bu işe.

8 Temmuz 2016 Cuma

YUKARI YAYLA GÜN BATIMI

07/07/2016 Perşembe, Tire

Geç kalktım bugün. Ara sıra iyi oluyor vücudu böyle dinlendirmek. Öğlene yakın oturduk kahvaltıya. Uzun zamandır yumurtasız kahvaltıya kahvaltı demezdim. Ekmek neredeyse çıkmıştı hayatımızdan. Bu sefer  "İstersen nohut mayalı ekmek ile yapalım kahvaltıyı." diyen eşimin önerisine uydum. Bugün yumurta yemesek, karaciğerimiz dinlense nasıl olur...

Bir dilim kızarmış nohut mayalı ekmeğin üzerine tereyağı sürdüm. Hayatın akışında ara sıra yapılan basit değişiklikler bazen iyi oluyor. Kızım bugün evde kalmayı tercih etti. Tez hazırlığı yapacakmış. Bizim yaylaya çıkışımız ise öğleden sonrayı buldu.

Bahçe kapısının önünde yabancı bir araba park etmiş. Arkasına iyice yanaştım. Arka koltuktan bir adam çıktı dışarı ve eliyle işaret ederek sürücü koltuğuna geçti. Onun çıkabilmesi için on metre kadar geri gittim. Arabanın arka koltuğunda yüzünü gizleyen biri vardı. İstemeden de olsa mutlu bir anı bölmüş olduk.

Demir kapıyı açıp içeri girdik. Her zaman olduğu gibi Taş Ev'in verandasına yerleştik. Cevizler kırıldı. Çaylar içildi. "Trileçe" ler yendi. Akşama doğru reçellik meyve toplamayı düşündük. Armutların biraz daha zamanı vardı ama geç kalınca kuşlara kaptırıyorduk. Geç vakit yukarı yaylaya çıktım.  Orman içi patika yolu tırmanırken güneş batmak üzereydi. Bir sepet armut topladım. En güzel reçellerden biri armuttan yapılandı.  Elimi çabuk tutmazsam karanlığa kalacaktım. Yukarı yayladan güneşin batışını izlemek harika bir şey. Aşağı indiğimde hava kararmaya başlamıştı. Gece yarısını bulmadan vardık evimize bu kez.     

7 Temmuz 2016 Perşembe

KEŞKEK

06/07/2016 Çarşamba, Tire



Bazı günler çabuk geçer. Akşam olup sabahına baktığınızda anlatacak çok şey bulamazsınız. Esas ilginç olanı bu sadeliğin tersine yoğun bir tempo vardır ve ardından yorgun düşmüştür vücudunuz. Üstelik işler biraz tersine gitmiş moraliniz bozulmuştur. Ne kadar kapatmak isteseniz de böyle bir günü, gece geç saatlere kadar kurtaramazsınız kendinizi. Ne yazacak ne de okuyacak mecal kalmıştır artık...

Bayramın ilk iki günü yavaş yavaş alışmaya başlamıştık yayla hayatına. Sabah iş kaçırmak için daha erken çıkmamızı istiyordu eşim. Çarşıdan bir iki alınacak şey vardı. Dün cevizin kırdığı ceviz kıracağını yenilememiz gerekiyordu mesela. Değişik mezeler için malzeme ve ekmek. Şehirde ne kadar market, AVM, bakkal, fırın dolaştık ama hiç birisinde ekmek bulamadık. Sadece paket içinde satılanlardan vardı marketin birinde. Demek ki bayramda ekmek bulunmuyormuş bu memlekette.

Kızım siz gidin ben daha sonra geleceğim deyip sattı bizi bugün. Verandada mutat düzenimize geçtik. Bir masa geç kahvaltı için düzenlenirken diğeri ceviz kırma masası oldu... Eşim itiraz etti. "Ne cevizi? Misafir gelecek, ben istemem bugün ceviz pisliği..." Sabah ilk iş olarak verandanın yerleri yıkanıp silinmiş, misafire hazırlanmıştı zaten. Ben de tam tersine gelenlerin yaşadığımız ortamı görmesinden yanayım. Orada her gün ceviz kırıyorsam eğer gelen kim olursa olsun beni ceviz kırarken görsün isterim. Hatta gelenlerle bir yandan sohbet ederken  isterlerse onlar da geçsinler karşıma ayıklasınlar biraz... Doğal olarak ceviz işi yattı bugün... Canım başka bir şey yapmak istemiyor. Ceviz kırmak bir anda dünyada en çok istediğim şey haline geliyor.

Eşim mutfakta. Bir sürü şeyler deniyor. Yoruluyor, önemsemiyor... Hem yaptıklarına hem de gelecek misafire kilitlenmiş. Bu gibi durumları iyi bilirim. Ayağının altında fazla dolaşmayacaksın. Tam aksi gibi ceviz kırma işi olmayınca ortalarda dolanıyorum. Verandada yerler kurudu. Masa ve sandalyeleri çıkarıyorum. Kızım olmayınca kahvaltı hazırlama işi bana kalıyor. Mutfağın bir köşesinde hazırlığa başlıyorum. Tezgah tipi buzdolabını çalıştıramadığımızdan dolayı içine bir şey koyamıyoruz. Elimizde ne var ne yoksa vitrin tipi buzdolabına yığdık. Bu dolabın da ayarını yapamadığımızdan mı yoksa sıkış tepiş malzeme yığdığımızdan mıdır bilinmez bir garip çalışıyor. Sabah söğüş için çıkardığım domateslerin yarısı tam anlamıyla donmuş. Moralim bozuluyor...  

Kahvaltıdan sonra keyif çayları içiliyor. Kızım evden çıkmış, bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soruyor. O gelecek diye masayı toplamadık. Derken mutfakta yeni bir hazırlık başlıyor. Buraların yöresel bir düğün yemeği olan keşkeği deneyecek eşim. Kızım gedikten sonra kahvaltı masasına oturuyor. Hepsi bahçe malı, ev yapımı ve organik elma, kızılcık ve kayısı reçellerinden çıkarıyorum ona.

Telefonum çalıyor. Önder Bey arayan. "Abi ben geldim İstikbal Yatakları'nın önündeki üst geçidin altındayım."
"Tamam oradan ayrılma seni almaya geliyorum." diyorum.

Kızım kahvaltıdan yeni kalkmış. "Senin arabanla gidelim." diyorum. Önder Bey'i söylediği yerde buluyoruz. Onu ailesiyle birlikte beklerken yalnız olduğunu görüyorum. Yıllarca birlikte çalıştığım ve sevdiğim bir iş arkadaşım. Dört beş yıl oldu görüşmeyeli.  Biz önde o arkada yaylaya çıkıyoruz. Yollarda bayram nedeniyle yoğun bir trafik var.

Manzaraya hayran kalıyor. Taş Ev'i ve bahçeyi gezdiriyorum. Verandada oturuyoruz. Birer soğuk bira açıp sohbete dalıyoruz. Masa mezelerle donatılıyor. "Ben ilk müşteri oluyorum galiba?" diyor gülümseyerek. "Yok, sen ilk misafirimizsin." diyoruz. İşten güçten, arkadaşlardan konuşuyoruz... Birkaç saat sonra müsaade istiyor, uğurluyoruz.

Akşam yemeği yiyecek halim yok artık. Devamlı bir şeyler atıştırıyoruz. Kızım yine de ızgarayı yakıyor. Et ve tavuk mamullerini ağzına koymadığından balık almış kendine. Masalardan biri açık büfe gibi. Boşalan tabakların yerine yenisi geliyor. Hepsi birbirinden nefis. Günün yemeği elbette keşkek. Tereyağlı ev yapımı salça sosu ilavesi ile dumanı üzerinde mis gibi kokuyor. Yapımı oldukça zahmetli ama yemesi de bir o kadar keyifli. Keşkek yememiştim ben evlenene kadar. Çok geç kalmışım... 

Keşkek keyfinden sonra toparlanmaya başlıyoruz. Saat epey ilerlemiş. Bir yandan bulaşıklar yıkanırken buzdolabı boşaltılıyor. Servis gelene kadar dolaptakileri eve taşıyacağız. Saatlerin koşturduğu bir zaman dilimi. Verandanın ışıkları ne kadar uçan nesne varsa topluyor üzerine. Buradaki ışıkları kapatıp avludakileri yakıyorum. Böylelikle veranda loş ama rahat bir ortam sunuyor. Gece kuşları ve ağustos böceklerinin sesini dinliyoruz. Ben ağustos böceklerinin hep gündüz saz çaldığını bilirdim.  Hiç kimsenin bu huzurlu ortamı terk etmeye niyeti yok. Bugün hiçbir şey yapmamışım gibi geliyor. Ceviz kırmadığım için mi acaba? Çok yorgunum. Bir an önce kalkıp gitmek istiyorum eşim, kızım keyif çaylarını yudumlarken. Zoraki bozuyorum keyiflerini. Masalar sandalyeler taşınıyor içeri. Defalarca arabaya malzeme taşıyorum. Yine gece yarısı olmuş. Sabah kahvaltıyı evde yapıp çıkacağız. 

6 Temmuz 2016 Çarşamba

TAŞ EV'DEN GECE MANZARASI

05/07/2016 Salı, Tire

Bugün bayramın birinci günü. Gece boyunca sıcaktan bunaldık. Sabah alışverişinden sonra çıktık yine yaylamıza. Bayram boyunca devam edecek bu sıcaklarda yapacak daha güzel bir şey gelmiyor aklımıza. Yaylaya günü birlik turlarımız bunaltıcı sıcaklardan kaçmamızı sağlarken Taş Ev'de geçireceğimiz hayata alıştırıyor bizleri. Her geçen gün daha da çok ısınıyoruz bu yeni mekanımıza. Burada eksiklerimizi görüyor, türlü hayaller kuruyoruz. 

Öğleni bulmuş olsa da vakit, masayı serpme kahvaltı tarzında döşemek niyetimiz. Peynir ve reçel çeşitleri, zeytinyağı ve kekik soslu domates ve salatalık söğüş, tereyağı, bal, zeytin, okma salatası (Çingen pilavına benzeyen yöresel bir peynir salatası), karpuz ve menemenden oluşan menü, hayli güzel bir sunumla morallerimizi yükseltiyor. Gerek hazırlık gerek sunum safhalarında kızım yine başrolde. 

Veranda her zamankinden daha çok esiyor bugün. Üşütmeyen, insanın tenini tatlı tatlı okşayan, rahatlatıcı bir rüzgar. Bir yandan cevizler kırılırken hamak kurulabilecek yer arayışlarına giriyoruz. "Ne güzel uyku çekilir bu havada." iç çekişleri karışıyor ceviz tıkırtılarına.

Şöyle iki saatte bir gidip buz gibi kaynak suyu getiriyorum. Kızım bir ara gözden kayboluyor. Ona gösterdiğim yerde biten kekikleri toplamaya gitmiş. Oluşturduğu iki sebze bahçesini güneş çekildikten sonra sulamayı unutmayalım diye bizi sıkı sıkıya tembihliyor. Akşama doğru onunla birlikte yukarı yaylaya çıkıyoruz.

Genellikle orman içi patika yolu üzerinden gitmek daha kestirme ama bu sefer kızım yeni yoldan gitmemizi istiyor. Geçen yıl açtırdığım bu yoldan arabamla çıkabiliyordum ancak geçen kış mevsiminde bozulmuş. Yolun üzerini yabani otlar bürümüş. Geçen yıl buradan topladığımız yabani semizotlarını arıyor gözlerim. Sanırım henüz zamanı değil. Yukarı yayla girişindeki ağaçlarından erik topluyoruz. Çekirdeği etinden kolaylıkla ayrılan güzel bir cins. Mürdüm eriğine benziyorlar ama değil. Aslında armut ve kayısı toplamaktı geliş amacımız. Yarım sepet erik topladıktan sonra havuz başına doğru ilerliyoruz.

Havuz başında bizi bir sürpriz bekliyor. Üzeri meyve dolu kayısı ağacında yine meyve kalmamış. O yetişemediğimiz yüksek dallar bile bomboş. Sincaplar mı yedi kuşlar mı belli değil. Yabancı biri gelip toplamış olabilir mi? Belki, ama düşük bir ihtimal. Ağacın yüksek dallarında birkaç tane kalırdı öyle olsa. Buna benzer bir durum aşağı yayladaki kayısı ağacında gelmişti başımıza. Üzeri meyve dolu koca ağacın bir gün içinde bütün meyveleri yok olmuştu.

Armuttan yana da çok şanslı sayılmazdık. Olgunlaşan armutları kuşlar yemiş, diğerleri ise henüz toplanacak kıvama gelmemiş. Havuzun üzerinde iki büyük kızılcık ağacı var. Yukarı doğru tırmanıyoruz. Ağaçların bulunduğu yere geldiğimizde yerlere düşen kırmızı renkli kızılcık meyvelerini arıyor, göremeyince ağaçların yanına doğru çıkıyorum. Ağacın eteklerine dökülen az sayıda kızılcık var ama ağaçlar meyve dolu. Bu ağaçları arada kontrol edip kurda kuşa yem etmemeli... Geçen sene bu iki ağaçtan topladığım meyvelerle yaptığımız marmelat harika olmuştu.

Geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz. Yayla yoluna yaklaşınca orta yaylada toplama zamanı gelmiş elma ağaçları ilişiyor gözüme. Hava kararmak üzere olduğu için burada oyalanmamayı tercih ediyoruz.

Telefon rehberim yanlışlıkla silindiğinden dolayı gelen bayram mesajlarının kimin tarafından gönderildiğini çözemiyorum. Zaten bu tür mesajlara robot mesaj diyorum ben. Seçilen mesajı bir tuşa basarak rehberinde kayıtlı kim varsa hepsine birden tek hareketle gönderebiliyorsun artık. Bu mesajların dışında telefonumu çaldıran bir numarayı tanıyamadım. Çalıştığım dönemdeki iş arkadaşlarımdan Önder Bey'miş. Altınoluk'ta kalıyorlarmış. Yarın bize gelmeyi düşündüklerini söyledi. Memnuniyetle davet ettik. Eşim trileçe yapmaya koyuldu. Mutfakta ilk kez kullanacağımız tezgah tipi buzdolabını çalıştıramadık. Bayramın sürprizlerinden biriydi bu. Bildiğimiz buzdolapları soğutur. Bu dolap tam tersine ısıtıyor. Bayramdan sonra servis gelecek.

Gece Tire manzarası ayrı güzel. Resmini çekiyorum ceviz ve kestane ağaçları arasındaki bu güzelliğin. Yeni şeyler deniyor eşim mutfakta. Damak çatlatan son tatlarından biri de "muhammara". Akşam masamızı süsleyen güzelliklerden biri oldu. Kendi bahçemizin sızma zeytinyağı ve cevizi ile pek güzeldi. Kızımın spesiyali ise özenle hazırladığı cacık.  Aramızda kalsın buraların meşhur keşkeğini deneyeceğiz yarın... 

5 Temmuz 2016 Salı

KAPLAN TAŞ EV FUN

04/07/2016 Pazartesi, Tire

Sabahları artık Taş Ev'de yapıyoruz kahvaltıyı. Kızım hazırlıkların yapılması ve masanın donatılmasında bana pek iş bırakmıyor. Bugün hazırladığı menemen pek bir beğenildi. Benim pabucumu da dama atmış oldu. Gerçekten de hakkını teslim etmek gerekirse benim yaptıklarımdan daha güzel olmuş. Annesi bu lafıma çok bozulacak ama e, ne de olsa babasının kızı... 

Ben de kalkıp eşime yardım edeyim bari  dedim. Önce üst kattaki salon elektrik süpürgesi ile süpürülecek. Masa ve sandalyeler yerleştirildikten sonra daha zor oluyor temizlik. Zaman ahşap döşemelerin çalışmasına ve yer yer aralarının açılmasına sebep olmuş. Ünal Usta'nın adamları bayram ertesi açılan ve çizilen yerleri doldurup elden geçirecek.

Üst katta masaların tozunu alıyorum. Koyu renk ahşap aşırı toz gösteriyor. Pencereleri açınca havada uçuşan ne kadar toz varsa usulca gelip masaya konuyor. Buradaki işim bittikten sonra verandada ceviz kırmaya başlıyorum. Geniş veranda kapı kasasının üst kısmına astığımız düşey metalik borulardan oluşan alet, hafif rüzgar esintileriyle birlikte egzotik sesler çıkarıyor. Singapur'dan hatıra olsun diye aldığımız aleti burada kullanacağımızı düşünemezdik. Oldukça ilginç bir prensiple çalışan basit bir şey bu aslında. En hafif rüzgar ortada, ipin ucundaki kalp şeklindeki yassı levhayı hareketlendiriyor. Hareketlenen levha ipi, ip de levhanın bir karış üzerindeki kristal görünümlü bir taşı sallamaya başlıyor. Nispeten ağır taş, etrafında düşey konumdaki ince metal borulara değdikçe boruların her birinden ayrı melodik sesler çıkıyor. Bazen bu alet Viyana'da sıklıkla gördüğümüz gibi dükkan kapılarının tavanlarından sarkıtılır, kapı her açıldığında çıkan sesler dükkandan içeri müşteri girdiğini haber verir. Dükkan sahibi bu sesi duyana kadar içeride rahatlıkla kitabını okur ya da başka bir işle meşgul olur.

Ceviz kırmaya ara verip, giriş salonunun halı desenli taş karolarını süpürüyorum. Eşim tepsi tepsi kurabiyeler hazırlıyor mutfakta. Dönüp tekrar ceviz kırıyorum. Yanımda oturan kızım Susanna Tamaro'nun "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" romanını yüksek sesle okuyor.

Ağaçların arasında yürümek iyi geliyor bazen. Bu bahaneyle gidip kaynak suyu dolduruyorum. Buz gibi kaynak suyu şeker gibi tatlı. Buradakine benzer bir suyu, iki yüz metre derinlikteki kanyonlara sahip Yahyalı yaylalarında içmiştim. Sürülerini otlatmaya gelen Yörüklerin konakladığı bölgelerdeki çeşmelerden akan su aynı lezzete sahipti. Bu suları ne kadar içsen zerre şişkinlik yaratmaz. Tadı ise emsalsizdir bu suların.

Dönüşte süpürdüğüm giriş salonunu deterjan ve çamaşır suyu karışımı ile siliyorum. Eşim hala mutfakta... Deterjan ve çamaşır suyunun terkibi, hangi kovayı, hangi bezi nerede kullanacağım tamamen eşimin kontrolünde. Her bölgenin terkibi ve kullanılacak enstrümanları ayrı. Eşim ve temizlik. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının ahengine sahip olmalı. Aradan çıkan bir yanlış ses, nota bütün konseri rezil edebilir. Bazen buna benzer şeyler yaşanabiliyor eşimle. Yok bazenden biraz daha fazla galiba. "O bezle değil bu bezle (!)" "Değiştir artık o kovanın suyunu kirlendi görmüyor musun?"

Bu akşam erken kalkmaktı niyetimiz. Ne kadar niyetlensek de bu güzel havayı bırakmaya hiç birimiz razı değiliz aslına bakılırsa.  Kapıları kapatıp yola çıkar çıkmaz bir kurt düşüyor içimize . Acaba çay ocağının fişini prizden çekmiş miydik? Kaplan köyünden gerisin geriye dönüp kapılar açıldı, kontroller yapıldı, kapılar tekrar kapandı. Eve dönüşümüz yine gece yarısını buldu.