KATEGORİLER

20 Eylül 2016 Salı

TİRE'DE SONBAHAR

19/09/2016 Pazartesi, Tire

Bugün kahvaltı servisimiz yok. Saat 12.00'de açacağız kapıları. Dün hazırladığımız listeye göre alacağımız malzemeler var. Muhasebeciye uğrayıp z raporlarını ve biriken faturaları vermem gerek. En önemlisi kaza raporunu alıp Rüştü Ustaya vereceğiz. Oğlum Hüseyin'e kapıyı açmak üzere yaylada kaldı. Eşimle birlikte indik çarşıya bu sefer.

İşlerimiz rayında gitti. Son olarak toplu konut pazarından aldık domatesimizi, biberimizi. Yaylaya döndüğümüzde demir kapıyı açık bulduk. Belli ki Hüseyin gelmiş. Hava kapalı ve sürekli rüzgar var. Kuru yapraklar nedense Taş Ev'in kapılarından girip içeri doluşuyorlar. Artık sonbahar "Ben geldim." diyor yavaş yavaş. Hüseyin'in keyfi kaçık sabahtan beri. İşleri zoraki yapıyor. Hava iyice kararmaya başladı. Gelen bütün misafirleri üst salona aldık bugün. Zeytin'e bakmaya giderken damlalar atıştırmaya başlıyor. Tepemde fazla saç olmadığından yağmurun başladığını herkesten önce anlıyorum.

Hüseyin'den terastaki cevizleri çuvallara doldurmasını istiyorum. İki çuval doldurduktan sonra kesiliyor yağmur tamamen. Hüseyin de çuvalları doldurmayı kesiyor. Öğleden sonra izin istiyor. Kendini iyi hissetmiyormuş, doktora görüneceğini söylüyor.

Daha önce gelen misafirler müdavimi oluyor Taş Ev'in. Facebook sayfamız pek çok kişi tarafından takip ediliyor. Bugün İstanbullular ağırlıktaydı. Genel olarak yazlıklardan dönüyorlar. Oturuşları, kalkışları, sohbetleri hemen dikkat çekiyor bu insanların.

Akşam geç vakit çoluk çocuk kalabalık bir grup geldi. Burada çocukların ellerine çubuk kraker vermek moda olmalı. O krakerler salona dökülüp üzerine basılınca ortalık batıyor. Ya dünkü çocuklu gruba ne demeli. Dışarıda ne kadar kum varsa süs havuzunun içine taşımışlar. Biz çocuklarımızın başkalarına zarar vermemesi için onlara göz kulak olurduk. Burada bu işler hiç önemsenmiyor olmalı.

Aşkın Usta bir ara ailesini almaya gitti. Akşam geç vakte kadar mutfakta eşi ve kızı bize yardımcı oldular. Aybaşından itibaren kadroya katılacaklar bir sürpriz olmazsa. Gelen misafirler Taş Ev'i büyütmem konusunda devamlı telkinde bulunuyorlar. Bense küçük olsun, benim olsun diye düşünenlerdenim. Yine de bakalım günler ne gösterecek...

(Fotoğraf: Hakkı Çılgın)

19 Eylül 2016 Pazartesi

AYNANIN İÇİNDEN

18/09/2016 Pazar, Tire

Dün gece epey geç yattığım için sabah kimse uyandırmadı beni. Saat dokuza doğru oğlum şarjdaki telefonumu kapıp geldiğinde açtım gözlerimi. Arayan Ergün Bey'miş. Günün ilk kelimeleri dökülecek ağzımdan. Boğazımı temizliyorum, sesim uykulu çıkmasın diye. Saat onda kahvaltıya gelmek istiyorlarmış. Dört kişilik yer ayırtıyor. Jet hızıyla ayılıyorum. Hüseyin daha yok ortalarda. Dünden belliydi gecikeceği. Onun geleceğini hiç düşünmeden sıvadım kolları. Önce verandanın masa, sandalyeleri silinecek, arkasından yerler süpürülüp paspas çekilecek.

Yukarıdaki salonun temizliği, hatta eğer gelmezse Hüseyin, tuvaletler sırada bekliyor... Gece boyunca serbest kalan Zeytin'i yerine bağlamak da benim işim. Bir koşturmacadır başlıyor Taş Ev'de pazar sabahı. Gün boyunca öyle de gidiyor zaten. Bugün açılışından bu yana en kalabalık günüydü Taş Ev'in. Ne kahvaltı etmek geldi aklıma ne de yemek. Neydi önemli olan; Misafir memnuniyeti...

Facebook sayfamız misafirlerimizin artmasında en büyük etken. Ayrıca gelip memnun kalanlar, mutlaka çevresine, arkadaşlarına anlatıyor buradaki ortamı. Misafirlere gösterilen ilgi pek hoşnut ediyor insanları. Tatlısından tuzlusuna, kahvaltısından ızgarasına kadar sunulan lezzetlerin geri dönüşlerdeki payı da büyük. En önemlisi, yeni bir mekan konuşuluyor artık  Tire'de, adı Taş Ev...

Facebook önemli bir buluşma yeri. Bizi levhalarımızla birlikte en fazla tanıtan organ şimdilik. Ne var ki, Taş Ev'in konumu yanlış tanımlanmış. Düzeltmeye çalıştım ama beceremedim. Akşama doğru bir beyefendi arıyor beni Tire'den. Taş Ev'in yerini soruyor. "Facebook'ta konum olarak çarşı içini gösterdiği için tam iki saat Taş Ev aradık burada." diyor. Tarif ediyorum. Teşekkür edip kapatırken ekliyor."Geç oldu artık ama yerinizi öğrendim, ilk fırsatta geleceğiz Taş Ev'e."

Çok değişik kesimlerden insanlar Taş Ev'in ziyaretçileri. Ziyaretçi diyorum, çünkü gerçekten müze gezer gibi ilk gelişleri. "Biz yemeğimizi yedik ama merak ettik Taş Ev'i geçerken bir uğrayalım dediydik." Havuz başından başlayan ziyaret, veranda ve üst salonda noktalanıyor. Taş Ev hayran bırakıyor ziyaretine gelenleri. Salonun bütün Tire'yi gözler önüne seren manzarası ziyaretçileri büyülüyor adeta. Henüz sunulan lezzetlerden habersiz "Sadece bu manzara için gelinir buraya" diyor biri. Bir diğeri ağzı açık seyrediyor hayranlıkla. "En kısa zamanda yemeğe geleceğiz.." diyorlar ayrılırken. Oturacakları masaları bile gözlerine kestirmişler çoktan.

Ergün Bey, zarif eşi ve yakışıklı çocuklarıyla birlikte kahvaltıdalar. Yanlarında misafirlerini de getirmişler. İşte bu benim gelmek istediğim nokta. Eğer bir gelen, daha sonra misafirini da yanına alıp geliyorsa doğru yolda ilerliyoruz demektir. Ancak şimdi daha önemli bir aşamadayız. Bu aşamanın adı istikrar. Gelen misafirler Taş Ev'de aynı ilgiyi, aynı lezzeti, aynı ortamı, aynı temizliği bulabilecekler mi? Yılmadan yorulmadan bunu sağlamak zorundayız. Ergün Bey profesyonelce fotoğraflar çekmiş, sağ olsun paylaştı benimle, ben de sizlerle paylaşacağım. Yukarıdaki oldukça ilginç bulduklarımdan biri. Taş Ev'in üst salonunda bir ayna. Küçücük aynaya koca salonu sığdırmış... 

Bugün müziğe yine müdahale yapıldı. Hem de durumları ve konumları iyi olduğu hallerinden belli bir masadan. Masadaki gençlerden biri müziği değiştirmenin mümkün olup olmadığın sorduktan sonra Türkçe taverna müziği çalmamızı istedi. Türkçe Rumca karışık bir müzik listesi başlattık.  Yüzler de gülümsemeye başladı.

Benim için de önemli bir sınav oldu bugün. Masalara menülerin götürülmesi, siparişlerin alınması, her masadan ayrı ayrı ilave isteklerin yapılması, masadan kalkıp hesap isteyenler... Aklıma gelmişken. Diğer bir adetten bahsedeyim bu arada. Hemen hemen hiç kimse masadan kalkmadan hesap istemiyor burada. İnsanlara masada hesap ödemeye alıştırabilmek için sırf bu yüzden kasa bile yaptırmadım. Ne gam, yemeğini bitiren kalkıp Taş Evin kabul salonunda bitiyor ve kasa arıyor. Gezer kasa benim diyor, ayaküstü alıyorum hesabı orada. Bazen siz masanızda otursaydınız desem de faydası olmuyor alışkanlığı yıkmaya. Bu davranışın inceliği üzerinde biraz kafa yormaya çalışıyorum. Bahşiş bırakmamak olabilir mi acaba? 

Eşim için bugün daha rahat bir gündü. Çünkü bugün mutfakta yeni bir eleman çalıştı. Hiç durmaksızın akşama kadar bulaşık makinesine tabak bardak yetiştirdi. İşin hakkını verdi doğrusu. Önümüzdeki ay sürekli bir eleman başlayacak aynı görev için. Eğer bu yoğunluk devam ederse bir de yeni garson.

Sadece kendi yaptığı tatlı servislerini hazırladı eşim büyük bir zevkle. "Trileçe" bir anda bitti, arkasından "tiramisu" yu soktu devreye. Bu arada ustamızın de kendine hassas lezzetleri süratle açığa çıkıyor. "Dondurmalı irmik tatlısı" her mevsim misafirlere sunulacak. Biz tatlıyı severiz. Misafir yemezse biz yeriz hesabıyla yapılıyor bütün tatlılar. Sadece tatlı mı? Yöresel bir tat, düğünlerin vazgeçilmezi "keşkek" artık Taş Ev'in menüsüne giren yeni bir lezzet..
                                                                                                                                                                                         

18 Eylül 2016 Pazar

SEHA HOCA

17/09/2016 Cumartesi, Tire

Bazen yumaktaki ipin ucunu arar gibi nereden başlayacağımı düşünürüm. Gün boyunca bir sürü olay yaşıyor, her günün sonunda olayları zihnimde tasnif ediyorum. Öyle zaman geliyor ki yaşanan önemli bir an diğer detayların önüne geçiveriyor. Bugün de öyle oldu...

Yoğun bir gün yaşadık. Eleman eksikliğimiz sürüyor. Bayramın getirdiği bu yoğunluk daha sonra devam eder mi acaba? Her geçen gün daha fazla tanındığımız ortada. Televizyon haberlerinde önümüzdeki birkaç gün yakıcı sıcaklar olacak demesine karşılık sabahleyin hava oldukça serin. Veranda kapısındaki rüzgar çanı durmaksızın tıngırdadı durdu bugün.

Oğlum erkenden arayıp onu ne zaman alabileceğimi soruyor. Nasıl alayım ki. Arabaların ikisi de serviste. Benimki saat on birde çıkacak bakalım. Sanayiye gidip arabayı alıp gelmesini söylüyorum.

Hiç boş kalmadı bugün veranda. Kulaktan kulağa yayılan Taş Ev'in ününü duyan yeni misafirler, "Hayırlı olsun" a gelen köylülerle doldu taştı. Bunlardan biri Kadir'in dedesi Cambaz Ali. Gelinini ve uzak köyden düğün için gelen misafirlerini alıp gelmiş. Bahçede ceviz toplayanların başında kalan eşi gelememiş. Mardin'de askerlik yapan Kadir'i soruyoruz. İyi diyor annesi, gülerken gözleri doluyor. "Zayıflamış biraz" diyor. "Dönsün gelsin çalışacak burada yine" deyince "İnşallah" diyor dalgın gözlerle.

Öğleden sonra servisten aldığı arabayı getiriyor oğlum. Bir fırsatını bulup tavla oynuyoruz yine. Bu sefer şans benden yana. En sonunda yeniyorum onu. İkinci oyuna geçiyoruz. Gelenler oluyor, oyunumuz yarım kalıyor. 

Akşam'a doğru kapının önünde bir ses duyuyorum. Bir anda Seha Gidel Hoca ile burun buruna geliyoruz.  Seha Hoca eşimin baba tarafından akrabası. İyice yaşlanmış artık ama kafası son derece yerinde. Yıllardır vazgeçemediği alışkanlığı hala devam ediyor. Kaplan'ın tepelerindeki kayalıklardan güneşin batışını izlemek...

Eskiden yürüyerek gelirmiş buralara. Şimdi şoförü getiriyor. Zorlukla yürüyebiliyor artık. Üstü zayıf görünüyor. Bir şal örtüyoruz hastalanmasın diye. Otuz yıl öncesine gidiyorum bir anda. Elinde fırçası tarihi hamamdan bozma atölyesinde resim yapıyor. Tire'den önemli bir sima. Senelerce resim öğretmenliği yapmış. Karakalem, yağlıboya bir çok resim yapmış. Eserlerinin bir kısmı Tire Müzesinde sergileniyor. Kültür merkezlerine adını vermiş, sohbetinden büyük zevk aldığım bir büyüğüm, Seha Gidel. 

Bir Taş Ev'e bakıyor bir de bana ve eşime. "Kim verdi bu fikri size?" diye soruyor. "Biz düşündük." diyoruz. Yukarı salona çıkacak kadar iyi hissetmiyor kendini. Ancak gördükleri bile şaşırtıyor onu. Bu Taş Ev'de kimlerle ne içkiler içilmiş, ne sohbetler yapılmış kim bilir? Dalıp gidiyor gözleri eskilere, çok eskilere...
   

17 Eylül 2016 Cumartesi

İŞ BAŞINDA

16/09/2016 Cuma, Tire


Kendime sordum bugün. Bayramın en çok nesini seversin? diye. Cevabım beklemeden geldi hemen. Çocuklarımla birlikte olmasını... Bayramın bitmesine üzüldüm bu yüzden. Önce kızım döndü İzmir'e. "Yarın sabah çıkarsın hava aydınlığında" uyarılarımızı hiçe sayarak. Birkaç gün sonra oğlumuzu da Ankara'ya yolcu edeceğiz gibi görünüyor. Böylelikle yine Edi ile Büdü kalacağız yaylada.

Mutfağa bulaşıkçı bulamadık hala. Eşim çok yoruluyor. Ama aramızda kalsın laf dinlemiyor. Tek noktada uzun süre ayakta kaldığı zaman ağrıları başlıyor. "Yorma kendini, ben yaparım" dediğimi duymuyor bile. Cevabı hazır: "Kim yapacak, komşular mı?"

Güzel bir haber daha. Aşkın Usta'nın eşi gelmek istiyormuş Taş Ev'de çalışmaya.

Kızım her türlü maskaralığı denedi üzerimde. Israr edip eşimi dışarı çıkarınca mutfaktan gelip önlüğü geçiriverdi boynuma. Hemen çekti fotoğrafımı, "Hadi bakalım bugünkü kapak fotoğrafın benden." derken...

Bir ara tavla oynadık. Yine yendi beni, tavlayı sıkıştırdı kolumun altına. Hamak keyfi yaparken aldı bir poz daha. Fazla sürmedi bu keyfim. Olgun Usta geldi, arabayı götürmek için. Taş Evi gezdirdim. Cumartesi günü akşamına şimdiden eşiyle 1 numaralı masaya rezervasyon yaptırdı. Her perşembe günü aynı 1 numaralı masa Ödemiş'ten gelen misafirlerimiz için ayrılmış durumda. Herkesin gözü köşedeki bu masada....





Akşam yemeği için yassı spagettiden mantarlı, kremalı bir makarna hazırlamasını rica ettim. Tam onu hazırlamaya başlamıştı ki, iki aile misafir geldi. Yattı bizim spagetti derken, borcam tepsiyi uzattı. Gerçekten sihirbaz bu adam...

Geç vakit kızımı uğurladık.

Akşama doğru Onur Usta aramıştı.. Radyatörde delik falan yokmuş. Bilmem nerenin borusu patlamış. Yarın saat on bir gibi arabamı teslim edebileceğini söyledi. Güzel bir haber bu.       

16 Eylül 2016 Cuma

GECE VERANDA KEYFİ

15/09/2016 Perşembe, Tire

Bayramın son günü. Kızımın arabası olmasa herhalde araba kiralardım. Bayramdan önceki kaza nedeniyle servise çekilen eşimin arabasından sonra bayramın üçüncü günü radyatörü delinen arabamın hizmet dışı kalması zora soktu beni. Daha erken kalktım bugün.  

Bayram günlerinde günlük cirolar üç aşağı beş yukarı aynı seviyede seyrederken bazı günler kahvaltı, bazı günler alkollü içki satışları ağırlık kazandı. Bugün cuma akşamı diye yorumlanan perşembe akşamı olduğu için olsa gerek içki satışından ziyade ızgaraya daha fazla talep oldu.

Hüseyin bu sabah neşeli geldi. Alkolsüz ve alkollü içkiler grubu ondan soruluyor artık. Bazen hatalı davranışları olsa da zeki çocuk aslında; kolayca kapıyor işi. Verandada kahvaltı etmekte olan grup iki gün önce de gelmiş, çalan müziğin çok hoşlarına gittiğini söyleyerek ayrıldılar. Hüseyin tutturdu, "Amca gözünü seveyim değiştir şu müziği geçen gün çaldığın müziği çal." Önce ne dediğini anlamayarak tersledim. Sonra eşim müdahale etti. Gidip yanına sordum. "Ne istiyorlarmış? Türkçe pop mu?" "Yok amca, geçen gün çaldığın müzikten, hani çok beğendikleri var ya..." Yahu ben nereden bileyim ne zaman ne çaldık? Hoparlörden yükselen müziğe kulak kabarttım. Kulağa hoş gelen bir müzik. "Bak" dedim Hüseyin'e. "Çalan müzik gayet güzel." Değiştirmeyi aklından bile geçirme...

Öğlen saatlerinde çoluk çocuk on beş kişilik bir grup geliyor üç ayrı arabayla. Önce verandaya bakıyorlar. Sonra salonu görmek için yukarı çıkıyorlar. Hüseyin'e sormuşlar, yanımızda bir şeyler getirdik burada yiyebilir miyiz diye. Eşim ve Hüseyin şaşırmışlar ne demeli diye. İş bana düştü. Ben saygılı ama biraz da yumuşak sert bir tonla "Maalesef dışarıdan yiyecek kabul edemiyoruz mekanımızda" dedim. Bir restoranda nasıl böyle bir teklif yapılıyor anlamakta güçlük çekiyorum. Eğer çıkınında poğaça börek varsa gideceksin bir ağaç altına, açacaksın termosunu, içeceksin çayını. İki masayı birleştirdik en manzaralı yerden. Yetmedi, çocuklar da diğer bütün masalara yayıldılar. Sadece dokuz çay içip gittiler. Eminim çay parası da yüksek gelmiştir onlara. Neyse ki çabuk kalktılar.

Daha önce gelen misafirlerimiz yine geldiler. Yazlıklarından dönenler levhamızı görüp buluyorlar bizi. Bazıları Ankara, İstanbul yolcusu, bazıları İzmir. Gelenlerin hemen hepsiyle ortak bir şeyler buluyoruz. Ya eşleri öğretmen eşimin meslektaşı, ya son yirmi yılımızı geçirdiğimiz Ankaralı, ya da benim meslektaşım oluyorlar. Tire'den gelenler de çok oldu. Hepsi belli kültür düzeyine sahip kişiler. Üç bayan bir taksi tutup gelebiliyor ve şehir gürültüsünden uzakta hoşça vakit geçirebiliyorlar. Biliyorlar ki, kimse onları rahatsız etmeyecek, güven içinde  damak çatlatan lezzetlerin keyfini çıkarıyorlar burada.

Aşkın Usta'dan kızıma jest Tiritli Izgara Köfte
İyi niyetli eleştiriler de alıyoruz bu arada. En büyük eleştiri park yeri ile ilgili olanı. Haklı bir eleştiri aslında. Gelen misafirler ağaçların arasına park ediyorlar hali hazırda. Araç sayısının arttığı durumda, hele birileri gelirken diğerleri çıkmaya çalışınca sıkıntı oluyor. Bir diğer eleştiri yolun soluna koyduğum iki konteyner hakkında. Önceden yoldan içeri doğru ilerlerken Taş Ev'in görüntüsü karşılıyordu insanları. Şimdi ise şantiye binası görünümündeki iki konteyner havayı bozuyor. Ağaçların konumu nedeniyle başka bir yere vinçle indirme imkanı olmadığından koymuştuk onları. İleride biraz kamufle etmeyi düşünüyoruz.

Bugün gelenlerden biri de salondaki avizemizi beğenmedi. Daha otantik bir şey olabilirmiş. Evet biz de eski bir at arabası tekerleği kullanmayı düşündük avize olarak ama olmadı, yapamadık. Elbette herkesin aynı şeyden hoşlanmasını bekleyemem. Genel olarak manzara, Taş Ev'in kendisi, mutfağımızda pişenler, sunum ve ilgi çok fazla takdir ediliyor. Hatta garsonumuz Hüseyin sempatik tavırlarıyla zaman zaman yüklü bahşişler koparıyor misafirlerden.

Kuzu şiş + Izgara köfte karışık
Yollarımızın darlığı bir diğer eleştiri konusu. Burada bungalow tarzında konaklama düşünmediniz mi? diye soranlar da az değil. Evet, bu manzarada, ağaçların arasında, bol oksijenli bir atmosferde leziz mezelerin eşliğinde enfes et yemeklere içki eşlik etmeli. Onsuz bir taraf eksik kalır. İçki içen insan nasıl aşağı ineceğim bu yollardan diye düşünüyor. Buna saygı duyuyorum. Dün bize bir vale de gerekecek mi acaba diye sormuştum. Şimdi madem konaklama imkanımız yok nöbetçi şoför mü bulundursak acaba?

Öğleden sonra Necla Ablalar geldi. Neşesine hayranım onun. Hep güler yüzlü, hep esprili. Benim sadık okurlarımdan. Eşim her şeyi yazıyor, bana konuşacak konu bırakmıyorsun diyor bazen. Haksız da değil hani. Diğer taraftan ben yazmayı bırakırsam çeneme vuracağını biliyor. O yüzden yazmamı destekliyor.

Yoğurtlu şiş köfte
Akşam saatlerinde Aşkın Usta gün boyu hazırladığı keşkeği bitirdi. Verandada oturan misafirimize Taş Ev'in ilk keşkeği deyip ikram ettik. Çok beğendiler. Aşkın Usta bizlere de kocaman birer tabak hazırlardı. Çocuklar hariç hepimiz yalamadan yuttuk. Kızım oldum olası balık dışında et yemez. Oğlumu da cezbetmedi çok. Keşkeği bilmezdik biz İzmir'de. İlk kez Tire'de yemiştim evlendikten sonra. Şimdi önüme kaç tabak konulsa yerim, hele bir de güzel yapılmışsa, üzerine tereyağlı salçalı sosunu bolca koyunca...

CNN Türk 15 Temmuz'da tankların önüne geçen kahraman kadınlarımızı anlatmaya devam ediyor (!) Yeni röportajlar, yeni ortaya sürülen filmler. Aman Allah'ım ne büyük senaryo (!) Ne bilinçli ne demokrasi aşığı kadınlarımız varmış meğer. Bütün TV kanallarımız algı yaratmaya tam gaz devam ediyor. Öyle bir darbe düşünün ki her bir detay filme çekiliyor, halkımız, özellikle kadınlarımız darbeyi nasıl önledi anlatabilsin diye. Ne kadar basit bir masal bu. Ama masal dinlemeyi sever bizim halkımız. Biraz daha yazarsam, gelip beni "fetöcü" diye içeri alırlar mı acaba? Bir kaç yıl içeride kaldıktan sonra birileri beni kahraman ilan edip milletvekili yapar mı ki?

Keyifli bir gün geçiriyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde Tire'nin eşsiz manzarasından etkilenen kızım fotoğrafımı çekiyor verandada...
                                                                                                      

15 Eylül 2016 Perşembe

MUTFAĞIN SİHİRBAZI

14/09/2016 Çarşamba, Tire


Dünkü duruma kanıp rahat bir kahvaltı yaparız derken evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu sabah hareket oldukça erken başladı. Rezervasyonlar bir biri ardına gelince Hüseyin'i aradım. Dün gece geç vakte kadar kalmıştı. Üç dört kez çaldıktan sonra açabildi telefonu. Hemen gelmesini istedim. Cevap vermedi. Kahvaltıyı falan boş verip  misafirlere mahcup olmamak için ailecek başladık hazırlığa.

Hüseyin geldiğinde o da tuttu bir ucundan ama gelgelelim yüzünden düşen bin parça. "Ben yoruluyorum, bu kadar uzun çalışamam, parayla alakası yok bunun." diye söylenmeye başladı. Sakinleşmesi için zaman verdim. "Sonra konuşuruz." 

Eğer tahminim doğruysa akşam bizden çıktıktan sonra kendini dağıtacak kadar içmiş, sonra da sabah ayılamamıştırhazırlığa . Çünkü onu aradığımda sabah saat onu geçiyordu. Gün içinde havaya girdi, neşesi geri geldi yine.  

Gelen misafirler övgü dolu sözler sarf ediyorlar. Eleştirdikleri tek konu park sahasının yetersiz olması... Bir anda beş altı araba gelince dar alanda manevra güçleşiyor. Bazen ağaçların arasına düzenli park ediyorlar arabalarını ama bazen de diğer araçların önünü kapatıyorlar. Seneye bir de vale hizmeti mi versek acaba?

Öğlene doğru Aşkın Usta geldi. O gelince hepimiz rahat bir nefes alıyoruz. Yeni tatlar sunuyor birbiri ardına. Hiçbir panik havası yok. Aynı anda elli kişi gelse sakin sakin hallediyor işini. Bugün de yaptığı bir şovdu bizim için. Akşama doğru oğlumla alışverişe çıktık. Tire'nin en eski dondurmacısından sakızlı dondurma aldık. Dönüşte mantarlı kremalı tagliatelle, üzerine  nefis bir dondurmalı irmik konuldu önümüze. Basit bir patates kızartması ya da bir meyve tabağı elinde bir sanata dönüşüyor. Aşkın Ustayı bir kez daha takdir ediyoruz.  

O kadar özlemişim ki, hemen çatalımı daldırıyorum tagliatelleye. Ne onun ne de dondurmalı irmiğin fotoğrafını çekmek gelmiyor aklıma. Aşkın Usta her zamanki sakinliği içinde gülümseyerek "Bir daha ki sefere çekersiniz, sıkmayın canınızı."

14 Eylül 2016 Çarşamba

TAŞ EV'İN ZEYTİN'İ

13/09/2016 Salı, Tire
Sabah geç kalktım. Kahvaltıdan sonra Zeytin'i serbest bıraktım. Yeni döşenen kilit parke taşlarının aralarını doldurmak için beyaz toz serpiştirilmiş yılankavi yolda bir aşağı bir yukarı deli gibi koşturuyor. Hızını alamayınca yolun üzerinde biriken tozlar kaydırıp düşürüyor onu. Şaşkın bir şekilde ayağa kalkarken komikliğine güldürüyor bizi. Artık on kiloyu geçti. Kucağa alırken zorlanmaya başladık.

Öğlene kadar meze hazırlığı vardı. Eşim ve Aşkın Usta birbirlerine nazire yaparcasına hünerlerini sergiliyorlar. Ben de oturup menüleri gözden geçiriyor, eksikleri tamamlıyorum. Sabahki durgunluktan sonra öğlene doğru hareket başlıyor. Bir haftalık tecrübe sonunda alkollü içkilerde tercih rakı ve biradan yana. Şarabın ise pek yüzüne bakılmıyor.

En kalabalık günlerimizden biri olmasına rağmen müzik krizi de yaşamadık sayılır. Her ayrılanın aklı Taş Ev'de kalıyor. Internet üzerinden çaldığımız müzik internet paketimdeki sınırı zorlayacak gibi.

Eleman eksikliğimiz hala devam ediyor. Bu yüzden zaman zaman garsonluk yaparak Hüseyin'e yardımcı olmaya çalışıyorum. Geç saatlere kadar kalanlar oluyor. "Hadi artık geç oldu, kalkın gidin." denilmiyor.  Ara sıra masaya gidip bir istekleri olup olmadığını soruyorum. Her seferinde yeni istekler alıyorum. Önce Aşkın'ı sonra Hüseyin'i gönderiyorum. Bugün çok övgü işittim Taş Ev hakkında.

Şehirden dönüşte arabayı park edeceğim sırada ön kaputtan yoğun bir duman çıkmaya başlıyor. Yeniden çalıştırmadan evvel servise göstermem gerekiyormuş. Yarın Olgun Ustayı arayacağım bakalım...