KATEGORİLER

26 Eylül 2016 Pazartesi

YOĞUN BİR GÜN

25/09/2016 Pazar, Tire

Kara iklimine döndük sanki. Geceleri ve sabaha karşı iyice soğuk oluyor, öğlene doğru hava yavaş yavaş ısınmaya başlıyor. Bugün de erken kalkıyorum. Oğlumun tostunu hazırladıktan sonra Zeytin'e yiyecek bir şeyler götürmeye gidiyorum. Tam o esnada Hüseyin sesleniyor kapıdan. Gidip açıyorum kapının kilidini. Neşesi yerinde görünüyor. Ama benimle çok samimi olmasını istemiyorum. Çünkü birden kendini kaybedip asker arkadaşımmış havasına giriyor.

Bugün bereketli bir gün.. Her gelen bir arkadaşına ya da bir yakınına tavsiye ediyor. Bir kısmı da sadece gezmek amacıyla merak edip geliyor. .Yine de gelenlere Taş Ev'i gezdirip çay ikram ediyoruz.

Hüseyin'i kenara çekip ikaz ediyor, bundan sonra mesai saatlerinde alkol almamasını söylüyorum. Sadece bu kadar mı? Değil tabi... Hata üzerine hata yaptı bu çocuk bugün...

Kahvaltı ile başladık gelen misafirleri ağırlamaya. Birkaç masa olunca sapıtıyor Hüseyin. Dış dünyaya kapanıyor. Açmış çay ocağının musluğunu, gitmiş gelen misafirlerle sohbet etmeye. Demlik dolunca başlıyor taşmaya. Tezgahın üstü göl oluyor birden. Allahtan eşim görmüş de kapatmış musluğu. Gidip haber veriyorum. Kızıyorum hiç utanma alameti yok adamda.

Veranda yerini avluya bıraktı artık. Ya da yukarı salona çıkıyoruz.

Güneşin nazlanarak yüzünü gösterdiği, gelen, giden, çoluk çocuk herkesin mutlu olduğu bir tatil günüydü bugün. Kapının önünde bir hareket oluyor bir an. Başkan geldi diyorlar. Evet Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek eşiyle birlikte bir sürpriz yapmış, Belediye Genel Koordinatörü Orhan Bey ve eşini de yanına alarak Taş Ev'e gelmişler. Oysa önümüzdeki günlerde biz ağırlayacaktık onu ve şehrin ileri gelenlerini. Başkan ilgiyle geziyor Ev'imizi. Salonda ağırlıyoruz kendilerini. O kadar ısrarımıza rağmen hesabı ödüyorlar. 

Akşama doğru Hüseyin "Benim hesabımı çıkarın, ben artık çalışamayacağım." dedi. "Ben de anlamıştım senin çalışamayacağını zaten." dedim. Akşamın erken saatlerinde eşimden izin alıp çıktı gitti. Sonradan çok pişman olacak ama bu kendi sorunu. Ben bu işte yola çıkarken her şeye hazırlıklı olduğum için normal geliyor bana. Taş Ev sadece Hüseyin'in keyfine kalmadığını bilmiyor. Sanıyor ki "Aman kal." diyeceğim. Kalifiye olmayan sıradan biri, o kadar. Muhtemelen gelir yarın süngüsü düşmüş olarak, belki de dersini almış olarak.  

25 Eylül 2016 Pazar

GÜN AĞARIRKEN

24/09/2016 Cumartesi, Tire


Bugünü kısaca özetlemem lazım. Erkenden kalkıyorum. Dışarıda hava yeni aydınlanıyor. Günün ilk resmini hava aydınlanırken çektim. Bu saatlerde sessizlik hakim.  Soğuk hava cırcır böceklerinin kökünü kazımış.

Hüseyin günleri şaşırmış, geç geldi bugün. Hani başına güneş geçti falan diyeceğim ama artık güneş adamı ısıtmıyor bile. Sabah o gelene kadar temizlik ve kahvaltı hazırlığı bitmişti zaten. Artık kendine çeki düzen vermesi lazım. Aksi takdirde onun için hayırlı olmayacak.


Kalabalık bir aile geliyor sabahın erken saatlerinde. Hava bu saatlerde oldukça serin. Hele yaz boyunca zevkle oturduğumuz veranda rüzgar tüneli olmuş. Yine en korunmalı yer salonumuz. Israrla dışarıda oturmayı istediler. Masaları havuzun yanına çektim. Sabah güneşi çok cömert değil artık. Krallara layık bir serpme kahvaltı sunuyoruz. Bayılıyorlar. Üçüncü gelişleriymiş zaten.

Oğlum yaptı alışverişi. Kışlık kavunlarımızı yukarı getirdiler. Akşama doğru güzel bir börek hazırlıyor Aşkın Şef.

Açıldığımızdan bu yana ilk kez dışarıda eşimle birlikte olacağız. Yakın bir ahbabımızın kızı evleniyor. Bu sefer oğlum kaldı Taş Ev'de nöbetçi olarak. Her perşembe yukarıda bir numaralı masadayız diyen çift bu hafta gelmeyince merak etmiştim. Biz yokken gelmişler, perşembe günü yerine. Biz yaylaya döndükten az önce çıkmışlar.  

Keyifli bir gündü kısaca...


24 Eylül 2016 Cumartesi

TIK TIK RESTAURANT

23/09/2016 Cuma, Tire


Eşim her zaman olduğu gibi erken kalkıp hazırladığı özel mezeleri teşhir dolabına dizmiş. Çok beğendim. Özellikle köz biber sarmasının görünüşü çok yaratıcı. Közde kapya biber, kızartılmış yeşil biberi kurutulmuş domatesle harmanlayıp değişik bir meze çıkmış ortaya. Tam bir renk cümbüşü...

Çarşıya iniyorum alışveriş için. Dün listeyi Aşkın Şef ile birlikte yapmıştık. Eşim de üzerine birkaç şey eklemişti. Malum bugün küçük pazar kuruluyor.


Hafta sonuna girerken eksiklerimizi tamamlamak için böyle bir pazarın olması bir şans. Örneğin kabak çiçeği aldım, Aşkın Şef hünerli elleriyle dolmasını yapsın diye. Turp otu buldum, daha turfanda sayılır, oldukça pahalı. Yine de menümüzde ot salatası bulunması lazım.

Acele ediyorum dönmek için. Aşkın yukarı çıkıp yeni mezeler için kolları sıvamış. Getirdiğim kabak çiçeklerinin harcını hazırlamış bile. Oğlumla yeniden çarşıya inip alışveriş yapacağız. Tire'ye geldiğimden bu yana epey kilo verdiğimden onlarca elbise boşa çıktı. Ya yeniden gardırop düzmem lazım ya da yeniden verdiğim kiloları almam. Oğlumun zevkine güveniyorum. Babasını tepeden tırnağa giydiriyor.

Dönüyoruz yaylaya. Yine tavlaya tutuşuyoruz. Mars ile aldığı ilk elden sonra durumu toparlıyor maçı alıyorum. Şeytanın bacağını kırdım nasıl olsa.

Hava soğuk bugün. Verandada oturulacak gibi değil. Yine de ısrarla oturmak isteyenler oluyor. Gelenleri doğrudan üst salona alıyoruz. Soba siparişini tam zamanında vermişiz. 

Verandadaki masalardan birini antreye aldık. Sanırım burası benim kışlık mekanım olacak. Kalın taş duvarlardan olsa gerek içeride telefon bile zorlukla çekerken  internete sorunsuz bağlanıyorum. Kışın bir iki masa atılır gibi. Aslına bakılırsa küçük bir kuzine sobası da güzel gider burada.

Bugün çok hareket yok. O da bizim şansımız. Hüseyin'in yarattığı boşluğu rahatlıkla kapatıyoruz. Saat dokuza doğru kızının rahatsızlığından dolayı Aşkın Şefi göndereyim derken bir biri arkasına iki araba geliyor. Yine de saat on olunca gönderiyorum Aşkın'ı.  İki masa bana kalıyor. İhtiyacınız olursa ayağınızla döşemeye vurun diyorum. Çağırma düğmesi alana kadar idare edeceğiz artık. Bu usul kabul görüyor. Dört numara eşiyle birlikte gelmiş rakı içiyorlar. Ayağıyla ahşap döşemeye hafifçe tık tık diye vuruyor. Hemen çıkıyorum merdivenlerden. Gülümseyerek, "İki çay alabilir miyiz?" diyor. Belki bu haberleşme işini daha da geliştirebilirim. Mesela bir numaralı masa tık diye bir sefer vurabilir ayağını. İki numara tık tık, üç numara tık tık tık. Beş masadan fazla olursa, o zaman bir garson devamlı yukarıda olur zaten. Nasıl olsa aşağıda oturacağım kışın devamlı. Sinyali alır almaz Hüseyin'e "Oğlum üç numaraya bir bakıver." derim artık. Bir de bakmışız bu haberleşme yöntemi Taş Ev'in alametifarikası olmuş. Her şey iyi, güzel de. Herkes Taş Ev demeyi bırakır, Tık Tık Restaurant kalırsa adı...

23 Eylül 2016 Cuma

İNCİ HANIM (*)

22/09/2016 Perşembe, Tire
Önemli Açıklama: Dostlar, bilirsiniz yaşadığımız yer küçük. Bu yüzden konu başlığı zatın gerçek ismini kullanmadım. Aklıma gerçekte olmayan bir isim geldi. "İnci Hanım" olsun dedim. Şanssızlığa bakın ki oğlu doktor olan bir başka İnci Hanım varmış burada. Eşim ısrarla değiştir dedi. Yok yapmam dedim. Bir yazara bu kadar müdahale örfi idarede olmaz. Sadece bir açıklama getiririm yazımın başına dedim. Evet bahse konu kişi, oğlu kızımın çok sevdiği mesai arkadaşı olan ve gerçek adı İnci olan hanımefendi değildir.

Sabahları geç kalkmam iyi geliyor. Özellikle gece yarısına kadar misafirimiz olduğunda... Kahvaltıyı birer tostla geçiştirdik bugün. Bir gün önceki fırtına sebebiyle dışarıdaki sandalyeleri verandada toplamıştık. Sabahtan hava güzel gibi göründü gözüme. Sanki dışarıda oturulabilirmiş gibi...

Hazır toplanmışken sandalyeler, verandayı bir güzel yıkayıp sildim önce. Onun arkasından masa ve sandalyelere geldi sıra. Tuvalet girişleri fırtınanın izlerini taşıyor. Lavabolar toz içinde. Hüseyin gelir gelmez temizliğe tuvaletlerden başlamasını istedim. Eşim neyi nasıl yapacağını, hangi bezi, fırçayı kullanacağını gösterdi. Zeytin nerelerden buluyorsa, kemik parçaları, eski eldivenler, plastik şişeler taşımış avluya. Tuvalet girişindeki lavabonun altındaki toz deterjanı aşırıp uzakta bir yere saklamış. Taş Ev'in kapısındaki naylon terliği kaptı gözlerimin içine baka baka. Koştum peşinden, yakalayıp aldım ağzındaki terliği. Aynı haşarı bir çocuk gibi bu aralar.

İnşaattan kalan bir sürü seramik var. Toprağın içinde kirlenmiş. Usulen biraz su tutuyor, kirini akıtıyoruz Hüseyin'le. Çarşıda inşaat malzemelerini aldığımız yerin sahibini arıyor, fazla seramikleri getireceğimi söylüyorum. Ne kadar sağlam seramik varsa arabanın arkasına yüklüyoruz. Bozulmaya başlayan hava yağmura dönüyor. Aniden kuvvetli bir sağanak boşalıyor.

Verandadan yağmurun yağışını seyrederken telefonum çalıyor.
"Beni hatırladınız mı? Ben İnci, doktor Mehmet'in annesi. Hani geçen bir grup gelmiştik size." Hatırlıyorum çok geçmeden.
"Evet, hatırladım." diyorum.
"Sizin Taş Ev'i arkadaşlara bir anlattım, bir anlattım sormayın, şimdi hepsi görmek istiyor."
"Çok teşekkür ederim, efendim."
"Şimdi bakın, biz on yedi kişi minibüs tutup geleceğiz İzmir'den. Yemeği sizin orada yiyelim diyoruz. Haftaya salı gününe yeriniz vardır herhalde..."
"Saat kaç gibi gelirsiniz?"
"Salı pazarını gezmek istiyorlar, bir de Şirince'yi dolaşacaklar sanırım. Saat dört gibi sizin orada oluruz."
"Tamam o zaman, yeriniz hazır bilin."
"Peki, neler verebiliyorsunuz menü olarak?"
"Ne isterseniz, yöresel meze çeşitlerimiz, otlu salatalar, ızgara çeşitleri, tatlılar... İsterseniz şefimize isteklerinizi doğrudan iletebilirsiniz."  Aşkın Şefe veriyorum telefonu. Uzun uzun konuşuyorlar. Bir menü ki kral sofrası mübarek. Konuşma bittikten sonra telefonu bana veriyor Aşkın.
"Şimdi bakın, ben Tire şiş köfteyi sevmiyorum. Menü karışık et ızgara ve ızgara köfte olabilir mi?
"Gayet tabi efendim, nasıl isterseniz."
"Yanında ordövr tabağı içinde enginar çanağında zeytinyağlı garnitür, kabak çiçeği dolması, patlıcan ezme, ot kavurma, dört kişiye bir tabak patlıcan balığı, turp otu salatası, mevsim salatası ve köy kızartması. Tatlı olarak da karadutlu lor tatlısı veya karadutlu sakızlı dondurma ya da dondurmalı irmik helvası olsun."
"Nasıl isterseniz."
"Bakın biz on yedi kişi geleceğiz ama onu siz on beş sayın" İlk şoku yiyorum. Yani hanımefendi diyorlar ki, ben o kadar kişi getireceğim benim ve oğlumun yediklerini sen karşıla. Devam ediyor incileri döktürmeye İnci hanım.
"Bu menü kesin olacak, kimse değiştirme yapmayacak. Keşkek veya başka bir şey isteyen ayrıca parasını öder. Mesela ben keşkeği çok severim. Ben mutlaka keşkek alırım. Menüde verilenlerden birisiyle değiştiririm." İkinci şok. Arkadaşlarına men ettiğini kendinde hak görüyor. Devam ediyor İnci Hanım.
"Kişi başı fiyat ne olur böyle bir menüde?"
"Hesap çıkarmamız lazım, ben size dönsem olur mu?" diyorum.
"Tabii, telefonunuzu bekliyorum." diyor.
Herhangi biri gelse böyle bir menünün fiyatı kişi başı 52,5 TL olmasına rağmen şefle birlikte 40 TL olarak fiyat belirliyoruz. Telefon edip rakamı söylüyorum. A, çok pahalı söylediniz ama, biz aşağıda Fatih'in orada böyle bir menüyü 25 TL ye yiyoruz. Hem sizin reklamınızı yapmış olacağız."

"Yok hanımefendi, bizim karışık ızgaramız 25 TL zaten, yanında mezesinden tatlısına kadar bir sürü şey eklediniz."
"Karışık ızgara yerine Tire şiş köfte olsa. İsteyen şiş köfte, isteyen ızgara köfte yesin. Ne olur o zaman fiyat?"
Aşkın şefe danışıyorum sessizce.
"Tamam o zaman yapacağımız son fiyat 35 TL."
"Ama bakın biz o kadar yoldan geleceğiz, minibüs tutacağız, onun parası vs. Gelenler memur aileleri o kadar parayı veremezler. Otuz olsun bari. Bak reklamınız da olacak."
"Hanımefendi reklamımız olacak diye zarar edecek değiliz, bu fiyatın altına inemeyiz."
"Tamam o zaman ben arkadaşlarla bir görüşeyim, size dönerim."

Bu diyalogdan canım sıkılıyor. Esas canımı sıkan da kendini ve oğlunu beleşe getirmesi. Oğlun doktor da olsa kendin profesör de olsa bazı şeyler değişmiyor demek ki. İnsanın kalitesi doğuştan mı geliyor acep? Eşime sordum, böyle bir organizasyon yapacaksın arkadaşlarınla; aklına gelir mi kendini beleşe getirmek? Asla. Kızım da sever organizasyon işlerini. Ama kendinden verir başkası üzerinden fayda sağlamaz kendine. Bu iş ne kadar etik? Ha bu işi profesyonel anlamda yapıyorsundur, örneğin tur rehberisindir. Getirirsin bir otobüs turist, mekan sahibi senden yemek parası almaz. Ama gidip çingene pazarlığı da yapmaz seninle. Hatta tersi olur. Tur operatörünün yediğini fazlasıyla ödetir turistlere.

Eğer İnci hanım dönerse, içimden geçen yanlış hesap yapmışım, menü fiyatı 40 TL nin altına olmaz demek ama eşim, "Ayıp olur ağzından bir kere 35 TL çıktı." diyor. Akşama doğru iki kişi geldi mesela. İnci Hanım'ın iki kişisi beleş toplam on yedi kişisinin ödeyeceği hesabın yarısını ödeyip gittiler.

Yağmur kesildi. Çarşıdan alınacaklar var. Ağır ağır iniyorum Kaplan'ın virajlı yollarından arkamdaki seramikler şangırdarken. Kazasız belasız teslim ediyorum depoya. Alışverişimi yapıyorum. Oğlumu evden alıp dönüyoruz yaylaya. Hava yine bulutlandı. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyor.

Aniden ortalık beyaza dönüyor. Parlak bir ışık. Hemen arkasından büyük bir gök gürlemesi. Yakınlarda bir yere yıldırım düşmüş olmalı. Genç bir çift gelmişti az önce. Facebook'tan öğrenmişler yerimizi. Veranda hoşlarına gitse de yukarıdaki salonu görmelerini öneriyorum. Evdeki Yazar'ın da beğendiği köşedeki masanın yanında çakılıp kalıyorlar ağzı açık. "Tamam, biz burada oturmaya karar verdik." diyorlar. Ne onlar ne de diğer masalar rembetiko ezgilerinden rahatsız olmuyor. Yağmur şiddetleniyor. Taş Ev'in balkon camları açık. İçeri yağmur girmiyor. Yağmuru seyretmek için en güzel yer olmalı burası.

22 Eylül 2016 Perşembe

KIŞA HAZIRLIK

21/09/2016 Çarşamba, İzmir

Bugün kapalıyız. Tatil günümüz yani. Tatil günümüz derken tatil yanımızda çalışanlara. Biz yine çalıştık sayılır. Ne mi yaptık? Malum havalar soğudu. Taş Ev'i ısıtmamız lazım. Üst kat döşemesi ahşap olunca şömine yapma imkanımız kalmamıştı. Geçen sene şöminecileri gezerken Polonya yapımı döküm  sobalar dikkatimizi çekmişti. İzmir'e gitme nedenimiz bu.

Telefonumun şarjı çok çabuk boşalıyor. O neyse de yüzde yirmi doluluk oranından aşağı düştüğünde her an kapanma tehlikesi var. Geceden şarja koymayı unuttuğumdan kapanmış yine. Şarja koydum dolması için. Dolduktan sonra kapalı iken arayan numaralar gelmiş telefonuma. İlk arayana geri dönüyorum. Karşımdaki kadın sesi telefon cevap vermeyince kapıya kadar gelip girişteki levhadan bugün kapalı olduğumuzu öğrendiklerini söylüyor.

Bahçeden çıkarken Zeytin peşimizi bırakmıyor. Demir kapıyı kapatıyorum, çit boyu ilerleyip çitin bir aralığını bulup dışarı atıyor kendini. Tam üç kez çıkıyor dışarı, ben gerisin geriye kapıyı açıp içeri koyuyorum. Çünkü çıkmasını biliyor ama aynı yerden geri girmesini beceremiyor.

Polonya döküm sobaları odun yakıyor. Bizde de odundan bol ne var? Önündeki geniş yanmaz cam sayesinde içeride yanan ateşin görünmesi şömine havası veriyor. Pik döküm sobaların görünümü oldukça modern ve bizim salonu ısıtabilecek büyüklükte olanlarının ağırlığı 150 kilodan başlıyor. Isıtma güçleri kW olarak ölçülüyor. Bize gösterilen Polonya sobalarından 10 kW gücündeki birini beğendik ancak yakıt haznesi ufak geldi gözümüze. Daha büyüğü yokmuş. Onu bırakıp geniş hazneli ve aynı ısıtma gücüne sahip şömine kazanı üretiminde dünya birincisi Fransız Invicta yapımı döküm sobayı beğendik. Soba oldukça ağır. Yerinden oynatmayı denedim, kıpırdamadı bile. Ünal Ustayı arayıp haftaya Taş Ev'in salonuna çıkarabilmek için adam göndermesini istedim.

Ahşap döşemenin ateşe karşı korunabilmesi için sobanın altına ya granit ya da kalın cam konulması lazım. Ağacın güzelliğinin kaybolmaması için 10 mm kalınlığında ısıya dayanıklı bir cam altlık aldık. Odunluk ve maşa takımı elbette olmazsa olmazlarıydı sobamızın.

Hava kapandı, akşama doğru yağmura döndü. Gaziemir Optimuma uğradık. Kızımı aradım nöbetteyim deyince hemen kapattım telefonu. Akşam karanlığında döndük yaylaya. Zeytin tahmin ettiğim gibi içeri girememiş kapıda dönüşümüzü bekliyor. Bir sevindi, bir sevindi ki anlatamam.

Eşimin migren ağrıları tutuyor akşama doğru. Arkadaşları ziyaret edecektik, geçenlerde oğullarını evlendirmişlerdi de Taş Ev'i yalnız bırakmamak için ilk kez eşimden ayrı bir düğüne katılmıştım. Telefon edip ziyareti erteliyoruz.  


20 Eylül 2016 Salı

YAĞMURLU BİR GÜN

20/09/2016 Salı, Tire

Sabah geç uyandım yine. Nasıl geç uyanmayayım. Dün tam yatmaya hazırlanıyordum ki gecenin üçünde oğlum geldi yanıma. O vakitten sonra oturduk tavla oynadık. Sonucu söylemeyeyim artık. Sadece tek el oynayalım dedim oyunun sonunda. Onu da kaybettim. Yastığa kafamı koyar koymaz uyumuşum. Eşim ben yattıktan az sonra kalkmış olmalı. Düşünüyorum da bizim eve hırsız girme olasılığı oldukça düşük. Askerdeymiş gibi nöbet tutuyoruz. 22.00-03.00 nöbeti bende 05.00-09.00 nöbeti eşimde. Arada sadece iki saat var. Boşluğu da bizim Zeytin dolduruyor diyeceğim ama değil, onun boşluk falan doldurduğu yok. Tek yaptığı yoldan geçen ya da kapıdan içeri giren yabancı birini fark ettiğinde havlayarak haber vermek. Havlamasının ne manaya geldiğini anladık sonunda. Diyor ki, "Kapıda yabancı biri var beni koruyun."  

Meşhur Salı Pazarı bugün. Aşkın Şef ile pazarda buluşmak üzere dünden anlaşmıştık. Ben gecikince telefon ediyor. Kahvaltı masasını oğluma özel tostunu hazırlamışım. Kendime ise çökeleğin içine zeytinyağında yumurta kırmayı planlıyorum. Bugün mesai 12.00 de başlayacağı için çay ocağını çalıştırmadık henüz. Bu yüzden eşime çay hazırlayamadım. Ekmekler kızardı, masa donandı ama çay yok ortada. "Çaysız kahvaltı mı olurmuş?"

Oğlum yatağından kalkacak, kahvaltı edecek de ben pazarda Aşkın Şef'le buluşacağım. Ölme eşeğim ölme. Sonunda tostu eline alıyor, çıkıyoruz yola. Onu eve bırakıp pazara gidiyorum. Aşkın Şef'le buluşup alışverişimizi yapıyoruz. Dönüşte evine uğrayıp kayınvalidesinin çeyiz sandığını yüklüyoruz arabaya. Neye nasip neye kısmet. Kim derdi ki, kayınvalidenin çeyiz sandığı günün birinde Zeytin'in kulübesi olacak...

Yaylaya dönüyoruz. Hava iyice bozdu. Gökyüzünü gümüş rengi bulutlar kapladı. Sert esen rüzgar yaprakları içeri topluyor. Dışarıdaki tuvalet girişleri kuru yapraklar ve ağaç dallarıyla dolmuş.

Ergün Bey ağabeyi ile geleceklerini söylemişti. Az önce duyduğum motor sesi onların gelişini haber verdi. Rüzgardan dışarıda oturmak mümkün değil. Gece bütün sandalyeleri verandanın altında toplamıştık zaten. Taş Ev'in girişine bir masa atmış gece yazılarımı orada yazmıştım. Ercan Bey'in ilk gelişi Taş Ev'e. Yukarı çıkıp salonu gezdiriyorum. Web sitesini o hazırlayacak. Girişteki masaya oturup çaylarımızı içerken nasıl bir tasarım üzerinde çalışacağız onu tartışıyoruz. Daha önce yaptıkları işleri örnek gösteriyorlar. Web sitemiz sade ama dikkat çekici bir dizayna sahip olmalı. Rezervasyon işlevini barındırmalı mutlaka. Sayfaların İngilizce karşılığı da olmalı. Metin yazarlığı ve İngilizce çeviriyi ben yaparım dedim. Fotoğraf çekimi ve web tasarımını onlar ayarlayacaklar.  Önümüzdeki günlerde fotoğraf çekimleri olacak.

Birden beklenen yağmur bastırıyor. Verandadan ve üst kat balkonundan yağmuru seyretmek, yağmur damlalarının yapraklara vuruşundaki sesi dinlemek ruhumu dinlendiriyor. Tire'yi duman bürümüş. Artık manzaramız beyaz bulutlar. Zeytinlere çok iyi gelecek bu yağmur. Yağmur dinince Ergün ve Ercan kardeşleri yolcu ediyoruz.

Aşkın Şef çalışanlar için bir şeyler hazırlamış. Aslında çoktandır öğlen yemeğini kaldırmıştım ama dayanamayıp yine oturuyorum sofraya. Nefis bir salata eşliğinde verandada atıştırıyoruz.



Hava muhalefeti nedeniyle çok gelen giden olmuyor bugün. Ara sıra yoğun temponun yerini sükunete bırakması rahatlatıyor bizi. Erken gönderelim çalışanları dediğim sırada içeri bir araba giriyor. Bu da çalışanların şanssızlığı. Az önce gönderiyorum onları evlerine. Eşim çoktan odasına çekildi. Bu satırlar yazılırken, aşçı da benim garson da. Sorarım size bundan ala bir hayat var mı?

TİRE'DE SONBAHAR

19/09/2016 Pazartesi, Tire

Bugün kahvaltı servisimiz yok. Saat 12.00'de açacağız kapıları. Dün hazırladığımız listeye göre alacağımız malzemeler var. Muhasebeciye uğrayıp z raporlarını ve biriken faturaları vermem gerek. En önemlisi kaza raporunu alıp Rüştü Ustaya vereceğiz. Oğlum Hüseyin'e kapıyı açmak üzere yaylada kaldı. Eşimle birlikte indik çarşıya bu sefer.

İşlerimiz rayında gitti. Son olarak toplu konut pazarından aldık domatesimizi, biberimizi. Yaylaya döndüğümüzde demir kapıyı açık bulduk. Belli ki Hüseyin gelmiş. Hava kapalı ve sürekli rüzgar var. Kuru yapraklar nedense Taş Ev'in kapılarından girip içeri doluşuyorlar. Artık sonbahar "Ben geldim." diyor yavaş yavaş. Hüseyin'in keyfi kaçık sabahtan beri. İşleri zoraki yapıyor. Hava iyice kararmaya başladı. Gelen bütün misafirleri üst salona aldık bugün. Zeytin'e bakmaya giderken damlalar atıştırmaya başlıyor. Tepemde fazla saç olmadığından yağmurun başladığını herkesten önce anlıyorum.

Hüseyin'den terastaki cevizleri çuvallara doldurmasını istiyorum. İki çuval doldurduktan sonra kesiliyor yağmur tamamen. Hüseyin de çuvalları doldurmayı kesiyor. Öğleden sonra izin istiyor. Kendini iyi hissetmiyormuş, doktora görüneceğini söylüyor.

Daha önce gelen misafirler müdavimi oluyor Taş Ev'in. Facebook sayfamız pek çok kişi tarafından takip ediliyor. Bugün İstanbullular ağırlıktaydı. Genel olarak yazlıklardan dönüyorlar. Oturuşları, kalkışları, sohbetleri hemen dikkat çekiyor bu insanların.

Akşam geç vakit çoluk çocuk kalabalık bir grup geldi. Burada çocukların ellerine çubuk kraker vermek moda olmalı. O krakerler salona dökülüp üzerine basılınca ortalık batıyor. Ya dünkü çocuklu gruba ne demeli. Dışarıda ne kadar kum varsa süs havuzunun içine taşımışlar. Biz çocuklarımızın başkalarına zarar vermemesi için onlara göz kulak olurduk. Burada bu işler hiç önemsenmiyor olmalı.

Aşkın Usta bir ara ailesini almaya gitti. Akşam geç vakte kadar mutfakta eşi ve kızı bize yardımcı oldular. Aybaşından itibaren kadroya katılacaklar bir sürpriz olmazsa. Gelen misafirler Taş Ev'i büyütmem konusunda devamlı telkinde bulunuyorlar. Bense küçük olsun, benim olsun diye düşünenlerdenim. Yine de bakalım günler ne gösterecek...

(Fotoğraf: Hakkı Çılgın)