Haftasonu yoğunluğunun ardından pazartesi sabahları rahat nefes almamızı sağlıyor. İki gün üst üste sabahın erken saatlerinde başlayan kahvaltı hazırlıkları, gelip giden konuklar fiziki yorgunluktan ziyade kafa yorgunluğu yapıyor. Sıfır hata isteyen işimizde en ufak dalgınlık ya da küçük bir dikkatsizlik bütün emeklerinizi boşa çıkarabilir çünkü. Sadece masaların temiz olması yeterli değil, iyi kurulanmamış bir bıçağın üzerindeki su lekesi bile insanların sizi farklı değerlendirmesine yol açabiliyor. Neyse ki dün yoğurdun kalmaması dışında olumsuz bir durumla karşılaşmadık. Onu da kısa bir sürede tedarik etmiştik zaten.
Yatak keyfi yaparken eşim hatırlattı yine kestane işini. Doğru ya, bugün kestane gömüsü açılacaktı. Gümeli Ali traktörüyle saat dokuz buçukta geleceğini söylemişti dün. Hemen kapıları açıyorum. Hüseyin "Ooo, ben çok daha erken gelirim." dediği için olsa gerek henüz piyasada yok. Ali'yi arıyorum, telefonu cevap vermiyor. Hüseyin'i aramama gerek yok. O bugün gömünün açılmasında yardımcı olacak sadece. En azından kafasındaki plan öyle.
Saat on bire doğru Ali telefon ediyor ve yolda olduğunu söylüyor. Hüseyin'i arıyorum o da yoldaymış güya. Geldiğinde gecikmesinin nedenini anlatıyor. Babasının bacak kemiği kalçasından çıkmış, iki gündür ağrılar içinde kıvranıyormuş. Almış onu bir çıkıkçıya götürüp yerine taktırmış. "Şimdi telefon etti, konuştuk." diyor gülerek. "Çok iyiyim diyor, eskisinden bile daha iyiymiş."
Ali'nin traktörü arkasında kestaneleri dikenli kozalarından ayıran mekanizma olduğu halde gömüye yanaşıyor. Yaklaşık bir ton kestane çıkacak. Piyasası yedi yedi buçuk lira arasında gidiyormuş. Marketlerde ise yirmi liraya yaklaşmış. Elek altı kestanelerin kilosuna üç liradan fazla vermiyormuş toptancı. Bu sene işçiliği kurtarmıyor alacağımız para. Moralim bozuluyor. Dalında bıraksan olmuyor, toplasan zarar. Çektiğin stres yanına kar. Öyle bir stres ki eşi benzeri yok. Silkici ararsın bulamazsın. Söz verirler geleceğiz diye, gelmezler. Silkici yevmiyeleri 300 TL ye toplayıcılar 120 TL ye dayanmış.
Eşimi odasında morali bozuk görüyorum. Ağlamaklı. Ne olduğunu soruyorum. Çok sevdiği bir arkadaşının oğlu kalp krizinden vefat etmiş. Oğlunu pek tanımasa da arkadaşı adına çok üzülüyor. Evlat acısı ne demek? Hele öyle genç yaşında. Arkadaşının acısına ortak olmak için şehre iniyor. İki gün önce de bir başka yakın arkadaşının annesinin vefat ettiği haberini almıştı. Belki yarın başsağlığına gideceğiz.
Öğlen yemeğine gelen misafirlerimizden az konuşan meslektaşımmış. Konuşkan olan veteriner hekim. Burada ev yapımı şarap yapmamı öneriyor. Nasıl yapacağımı tarif ediyor hemen. Katkısız zahmetsiz şarap üretilebiliyormuş meğer. "Git, pazardan dört kilo kara üzüm al." diyor. "Aldığın üzümleri ez, posasıyla birlikte suyunu bir kovaya koy. On gün süre ile köpürdükçe karıştır." Bu işleme ilk fermantasyon deniyormuş. "Bu süreden sonra alkol derecesi yedi sekiz civarına ulaşır. Bu şekilde içsen bile hafif kafayı bulabilirsin." diyor ve devam ediyor. "İkinci işlem yarı fermente olmuş posalı üzüm suyunu süzmek ve başka bir kaba boşaltmaktır. Bu kabın ağzına serum hortumu gibi ince bir hortum takıp bir ucunu fermente üzüm suyuna diğerini içi su dolu bir şişeye daldıracaksın. Çıkan gaz suyu köpürtür. Ne zaman ki gaz çıkışı biter, şarabın içime hazırdır. " Bu kadar kolay mı? Başka katkısı yok mu bunun? diye soracak oluyorum. "Sizin burada kestane meşhur. Her bir litre üzüm suyuna fermantasyon süresince bir cm3 gelecek şekilde fırınlanmış kestane odunu koyarsan onun aromasını alır şarabın." Beyefendi sadece şarap değil, rakı, konyak, rom, viski gibi her türlü alkollü içkiyi ev yapımı olarak üretiyormuş. "Nereden bu merak?" diye soruyorum." İhtiyaçtan" diyor gülerek. "İçkiler çok pahalandı. Biz ise her akşam içeriz bu mereti"
Akşama doğru yine ayaz çıkıyor. Hüseyin müsaade istiyor kestanecilere yardım ettiği için. Biraz da odun hazırlamıştı şömine soba için. "Yarın gelir kestanecilerle konuşurum siz olmazsanız." diyor.
Bilgisayarımın da artık emeklilik vakti geldi. Kendini onarması için kapatıp açmamı istedi. Dediğini yaptım ama bir türlü açılmadı. Ekranda bir saatten fazla sürebilir diye bir not görünüyor. Ne bir saati iki saati geçti ilerleme yüzde sıfır. Ondan ümidi kesip eşimin bilgisayarını alıyorum elime. Kendi bilgisayarımda uğraşıp düzenlediğim Taş Ev'in yılbaşı program menüsü ile ilgili çalışmamı sil baştan yeniden hazırlamak zorunda kalıyorum. Yılbaşı fiks menü ücreti bana ters geldiğinden alkolü normal yemek menüsünden ayırıp alkol fiyatlarını yanına yazıyorum. Kimi bir şişe içer kimi bir bardak, içmeyen de içmez. Bu bana göre daha adil.