KATEGORİLER

11 Aralık 2016 Pazar

MEVZUAT HANIM

11/12/2016 Pazar, Tire
Kahvaltıya İzmir'den kalabalık bir grup rezervasyon yaptırmıştı. Adnan Şefi almak üzere erken yola çıkmam lazım. Saat dokuzda telefon ediyorum. Cevap yok. Beş on dakika sonra dönüyor bana. Uykudan yeni uyanmış. Akşam ayrılırken onu saat onda alacağını söylemişim meğer. Üst üste iki gün aynı şey oluyor. Erken aramamın bir sebebi İzmir'den gelecek grubun telefon edip yola çıktıklarını söyleyerek beni panikletmesi. Hüseyin'i arıyorum. Önce onun telefonu da cevap vermiyor. Beş dakika sonra geri dönüp işyerinde olduğunu söylüyor. Saate bakıyorum, misafirler yarım saat sonra gelmiş olacaklar. Adnan Şef buluşma yerine gelir gelmez çıkıyoruz yaylaya.

Masalar düzenleniyor. Kahvaltılıkları zaten hazırlamış eşim. Sadece servis açıldıktan sonra küçük kahvaltı tabakları yerleştirilecek. Bir çeyrek saat içinde her şey hazır oluyor.
Aşkın Şef de zamanında geliyor.
Misafirlere vereceğimiz menü hakkında ekibi bilgilendiriyorum. Çok geçmeden misafirler gelmeye başlıyor. Her ilk gelen gibi önce bahçeyi ve binayı gezip bol bol fotoğraf çekiyorlar. Hava oldukça güzel. Gün ilerledikçe sabahın serinliği güneşin sıcaklığına bırakıyor yerini. Salonda her ihtimale karşı şömine soba yanıyor.
Gelen ailelerin hepsi kültürlü, yemeyi ve gezmeyi seven kişiler. Taş Ev'e hayran kalıyorlar. Tek tavsiyeleri bol bol tanıtım yapmamız yönünde. Bu esnada kahvaltıya gelen başka aileler de var. İlginç bir rastlantı gelen bütün misafirlerin arabalarının rengi beyaz. Daha sonra gelen iki gri renkli araba ile tılsım bozuluyor.

Dün kızımla Zeytin'i eğitim yürüyüşüne çıkarmıştık. Bugün de bir fırsatını bulursak yine çıkalım istiyoruz. Kızım Sağlık Bakanlığının ne kadar yönetmeliği varsa sıralıyor. O kadar çok kural var ki uyulması gereken. Onca yıllık tecrübem şunu göstermiştir bana. Sözleşmeler, yönetmelikler, yasalar sadece güçlü olana işler. Eğer niyet yok etmekse karşısındakini, hepsi birer araçtır sadece. Memurun niyeti olsun işyerini kapatmaya yeter ki. Mutlaka açık bir noktanı bulacaktır. Vergide de durum aynı belediyede de. Bazen siyaset girer işin içine bazen ticaret. Çoğu denetçi niye denetlediğini bilmez bile. "Mevzuat efendim, mevzuat" der durur. Bu açıdan taş duvar içinde bakır gaz borusunu geçirmek için bıraktığım boruyu beğenmeyip ahşap doğramada delik açtıran itfaiyecilere benzerler. Her ne kadar istisnalar kaideyi bozmasa da yönetmelikleri çok abartılı ve işgüzar bulur, onları memurun elini güçlendirmek için bir araç olarak görürüm. Yönetmelik maddelerinden biri de şuymuş (!) Sıvı sabunluklar mikrop yuvası olduğundan her boşaldığında üzerine yenisini eklemeden yıkanıp kurutulmalıymış. Teneffüs edilen havada da mikrop var aslında. Doğrusu maskeyle dolaşmak. Kızıma "Mevzuat Hanım" demeye başlıyorum. Sanki bana inat okudukça okuyor Sağlık Bakanlığı mevzuatlarını. "Biraz daha okursan bayılacağım şimdi ."diyorum. "Denetlemede soracaklar ama bunları." diyor. Aklıma çimenlerin üzerindeki uzun yol geliyor. Uzun parke döşeli yolda bir sürü yönlendirme levhası. Ancak üzerinden geçen bir Allah'ın kulu yok. Bütün insanlar karşı tarafa geçmek için en kestirme yolu kendileri yaratmışlar. Yol olarak kullandıkları dar şeritte çimler yok olmuş üzerinde gidip gelmekten. Bir şeye uyulsun isteniyorsa çok fazla detaya girmeyeceksin. Her şey için geçerli bu kural. Yazdığın yazının okunabilir olması için kısa olması gerektiği gibi. Fazla uzatmayım bu lafımın üzerine.

Zeytin'le dolaşıyoruz. Kızım güzel fotoğraflar çekiyor.  

Gündüzün yoğunluğu yerini akşamın sakinliğine bırakıyor. Bu gecenin Mevlit Kandili olmasının etkisi büyük elbette.      


ÇAM ORMANI

10/12/2016 Cumartesi, Tire

Yorucu bir gündü. Zeytin hasadına başlayalı bugün üçüncü gün. İş bitsin diye ekibi arttırdım. Havanın alaca karanlığında önce Boynuyoğun Köyüne, oradan Işıklı Köyüne uğrayıp toplayıcı kadınları aldım. Silkicilere ve iki toplayıcı kadına yer kalmadı arabada. Bir araba dolusu kadını zeytinliğe bıraktıktan sonra yeniden geri dönüp kalanları getirdim.

Hüseyin'e telefon ediyorum. Yukarıda temizliği tamamlamış. Az önce kahvaltıya birilerinin geldiğini söylüyor. Hemen yaylaya gidip nöbeti devralıyor, onu zeytinlikte işçilerin başına gönderiyorum.

Hava çok güzel. Böyle güzel havaları kaçırılmaz. Biz de kızımla birlikte Zeytin'i dolaştırmaya çıkıyoruz. Yan komşumuz çam ormanının bir kaç kare fotoğrafını çekiyorum.

Kahvaltıyla başlıyor servisimiz. Kızım yukarı gelip salondaki masalardan birinde tez hazırlığına başlıyor.

Öğleden sonra saatler çabuk geçiyor. Hüseyin'e soruyorum kaç çuval zeytin topladıklarını. Bir müddet sonra dayıbaşı arıyor. Zeytinliğe gidip çuvalları yüklediğim gibi yağhaneye doğru yol alıyorum. Bu şehre yaptığım üçüncü sefer bugünkü. Dönüp iki postada işçileri köylerine bırakıyorum. Burada adet, ödemelerin Salı günleri yapılmasıymış. O güne nerede bulacağım dayıbaşını? deyip işçilik paralarını ödüyorum. Döndüğümde hava kararmış oluyor.

10 Aralık 2016 Cumartesi

ZEYTİN SEFERBERLİĞİ

09/12/2016 Cuma, Tire

Bu sabah alarmı yarım saat daha geç kurdum. Avluya çıktığımda hava yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı. Hemen hazırlanıp yola koyuluyorum. Arabanın sıcaklık göstergesinde dışarıdaki sıcaklığın 3 derece olduğunu okuyorum. Kapının önü çığ tabakası ile beyaza boyanmış. Alt seviyelere doğru artması gereken sıcaklık derecesi beklenenin tam aksine şehre doğru inildikçe düşmeye başlıyor. Kaplan Köyünden geçerken 2 dereceyi, şehre vardığımda ise yılın ilk 0 derecesini görüyorum. Bu garip durumun ancak şu şekilde izah edilebileceğini düşünüyorum: Araba hareketsiz durmakta iken gerçek sıcaklık okunurken hareket halinde sıcaklık, ayazın vurmasıyla birlikte birkaç derece daha düşüyor olmalı.

Kaç sefer indim çıktım yaylaya bugün sayısını bile hatırlamıyorum. Önce silkicileri, sonra kadın toplayıcıları alıp zeytinliğe bırakacaktım. Işıklı köyüne geldiğimde yine yoktu kimse ortalıklarda. Elimi cebime atıyorum, telefonum da yok yerinde. Adamlara geldiğimi nasıl haber veririm? Buluşacağımız yerdeki kahvehaneye girip dayıbaşının telefonunu soruyorum kahveciye. Kahveci kapıyı işaret ederek "Orada yazıyor." diyor ilgisizce. Esas sorunun telefonumu yanıma almayı unutmuş olmam olduğunu söyleyince bana doğru uzatıyor telefonunu. Kapının yanındaki camekan üzerine yapıştırılmış kartvizit üzerindeki numarayı çevirip dayıbaşını arıyorum, "Geliyorum, yoldayım." diyor. Beş on dakika sonra çıkıyor ortaya. "Patronla konuştum." diyor. "Kimmiş bu patron?" Merak edip soruyorum. Hesap sorarmışçasına dönüp "Sen patron değil misin?" diyor. "Allah korusun." diyorum lafın gelişi. Patronluk zor iş. Meğerse kimin işini yapıyorlarsa ona patron diyormuş. Ekibi toplayıp zeytinliğe geldiğimde saat dokuzu buluyor. Hüseyin'i arıyor gözlerim. Taş Ev'e gitmiş, orada temizliğe başlamış olabilir.  

Bugün bir de küçük pazar kuruluyor burada. Hüseyin artık zeytin toplayıcılarının başına geçmiştir diye içim biraz rahat. Hemen şehre dönüp pazar alışverişini yapıyorum. Her zamanki buluşma yerinde Adnan Şefi bekliyorum. Yanımda telefonum olmadığı için onu arayıp haber vermem mümkün değil. Bir çeyrek saat geçiyor, ne gelen var ne giden. Eşim yukarıda yalnız. Hani beni arayacak olsa ulaşamayacak. Hüseyin deseniz o ne alemde bilmiyorum. Bir an önce telefonuma kavuşmak istiyorum. Alışveriş ettiğimiz kasabın çalışanlarından biri yardımcı oluyor. Adnan Şefin numarası varmış kendisinde. Arayıp onu beklediğimi söylüyor. Uykulu bir sesle "Geliyorum." dediğini öğreniyorum. Üzerinden bir çeyrek saat daha geçiyor. Kızmaya başlıyorum için için. Nihayet beyefendi görünüyor. "Neredesin?" diye sorunca "Erken geleceğinizi söyleseydiniz ona göre hazırlanırdım." diye cevap veriyor. Meğerse her zamanki saatten bir saat önce gitmişim onu almaya. "Haklısın, hatayı ben yaptım, kusura bakma" diyorum.     

Adnan Şefle birlikte Taş Ev'e döndüğümde eşim Hüseyin'in telefon ettiğini söylüyor. Motosikleti arızalanmış. Hemen arıyorum onu. Motoru tamir ettirip az önce zeytinliğe geldiğini söylüyor. "Ekip güzel çalışıyor amca, ben de şimdi yanlarından ayrıldım onlara su getirmeye gidiyordum." diyor.  

Dün yağhaneye götüremediğim yedi çuval zeytini Adnan Şefle birlikte arabaya yüklüyoruz. Telefonu alıyorum yanıma. Şarjı azalmış. Zeytinleri tanıdık bir yağhaneye bıraktıktan sonra yağları koymak için teneke satın alıp yağhaneye teslim ediyorum. Telefonumun şarj olması için yağhanenin ofisinde bir süre bekliyorum. Akşam yemeği revizyonları geliyor. Bir hanım İzmir'den arıyor. Pazar kahvaltısı için büyük bir grup rezervasyonu yapıyor. Yukarıdan telefon ediyorlar. "Isırgan otu al, ekmek almayı unutma." 

Yarım saat kadar telefonumun şarj edilmesini bekledikten sonra alışverişi tamamlayıp yukarı çıkıyorum. Zeytinliğin önünden geçerek doğruca Taş Ev'e varıp malzemeleri indiriyorum. Saat dörde doğru tekrar yola çıkmadan önce Hüseyin'i arıyorum. Bana sekiz çuval zeytin toplandığını söylüyor. "Bugün iş bitmez amca, yarına devam edecekler." Nasıl olur yarın hafta sonu, kahvaltı var, kalabalık olur. Sen yoksun, ben yokum nasıl olacak bu iş?

Zeytinliğe vardığımda dayıbaşıyla konuşuyoruz. "Yol tarafındaki ağaçlar yüklü çıktı." deyip ekliyor. "Yarına toplayıcı sayısını arttırmamız lazım." "Eğer her biri elli kilo zeytin toplayacaksa istersen on tane ilave kadın getir, öbür türlü yevmiyesini kurtarmaz." diyorum. Dayıbaşı bana bahçede biriken zeytin kümelerini gösteriyor. "Burada toplar elli kilo her biri." diyor. Toplayıcı sayısı artınca hepsini bir seferde getirme imkanım kalmıyor. "O zaman iki sefer yaparsınız." diyor. "Eğer o kadar zeytin çıkacaksa üç sefer de yaparım, sorun değil." diyorum. "Pazartesi devam edersiniz hafta sonu yoğun olur Taş Ev diyorum." Dayıbaşı "O zaman bir hafta sarkar senin iş." diye tehdit ediyor. Çaresiz yarın işe devam etmelerini kabul ediyorum. 

Akşama doğru sekiz çuval zeytini arabaya yükleyip yağhaneye bırakıyorum. Hemen geri dönüp ekibi köylerine götürüyorum.

Gece misafirleri geç saatlere kadar oturuyorlar. Tavsiye üzerine geldikleri Taş Ev'den çok memnun kalıyorlar. Aşkın Şef'i yolcu ediyoruz. Ekibin yarısı beklemede. Misafirler gidince oturduğum yerden Taş Ev'in salonunun resmini çekiyorum. Tarihi bir binaymış gibi duruyor.  

Kızım telefon edip yola çıktığını haber veriyor. Gecenin sürprizi. Hafta sonu birlikteyiz. Ne güzel...

8 Aralık 2016 Perşembe

KESTANE&ZEYTİN İŞLERİ

08/12/2016 Perşembe, Tire
Güç geçen gecenin ardından kendime gelmem vakit aldı. Sabah erkene kurduğum saatin alarmı uyandırdı. Dün gece tembihlediğim saat "Kalk, doğru Işıklı Köyüne git, zeytin silkicileri ve toplayıcı kadınları al gel." diye bağırıyordu. Henüz bir saatten fazla zamanım var. Gideceğim yolsa ancak yarım saat.

Rahat bir şekilde köye varıyorum. Ortalarda kimse görünmüyor. Dayıbaşını telefon ettikten hemen sonra, çıkıyor ortaya. Elindeki üç uzun sırığı arabanın üzerindeki uzunlamasına demire sıkıca bağlıyor. Yoldan bir silkici alıyoruz arabaya. Diğer silkici başka tarafa gittiği için onun yerine kendisinin geleceğini söylüyor. Kadın toplayıcılardan bir kısmını Boynuyoğun Köyünden, birini Devlet Hastanesinin önünden, sonuncuyu ise Kesikbaş mevkiinden alıyoruz.

Bu ayın en soğuk günlerinden biri. Sabah yolun üzerinden akan sular donmuştu. Zeytinliğe vardığımızda saat dokuzu geçiyordu. Yoldan geçerken bıraktığım yaygı ve çuvalları alıp yukarı tarafa çıkardılar. Sınırlar nerede? Epeyce yukarı çıktık. Üst kısımda evvelki yıl diktiğim zeytin fidanları benim için birer işaret. Yine de tereddüt ediyorum.

Hüseyin'i aradım. Uykulu bir sesle cevap verdi. Hemen gelmesini söyledim. Yaygıları ağaçların altına sermeye başladılar. Ağaçlarda çok fazla tane yok. Yerler zeytin dolu, toplanacak gibi değil. Birkaç ağacın altını ancak temizleyebildim. Hüseyin geldi.

Saat on bire doğru Adnan Şefi almaya gittim. Alışveriş olmayan nadir günlerden biriydi. "Haydi çıkıyoruz." deyince o da şaşırdı buna. Hüseyin de zeytinlikte çalışanları kendi haline bırakıp çay almaya gelmiş. Sözde bana tost yaptırmak için gelmiş. Ben ise toplayıcıların başında dursun diye onu dikmiştim oraya.

Yemek molası verdiklerinde işin bugün bitmeyeceği kesinleşmiş gibiydi. Telefonum çaldı. Arayan Adnan Şef. Kestane toptancıları gelmiş beni bekliyorlar. Onlarla istemeye istemeye anlaştık. İşçilik, sırık çuval, ilaç parası derken harcadığımız parayı ancak karşılayabildik. İnce hesap yapsak belki de içerideyiz.

Dönüp zeytinliğe gittim yine. Altı yedi çuval kadar zeytin toplanmış. Yarısı ağaçta daha. Yerdekiler ayrı. Zeytin çuvallarını arka koltuklarını yatırdığımız arabaya koyuyoruz. Eşim arıyor yağhaneyi. Telefon cevap vermiyormuş. Kapatmış olabilirler düşüncesi ile çuvalları yaylaya çıkarıyorum. Döndüğümde ekip toplanmaya başlamış. Alıp onları yerlerine dağıtıyorum.

Yok, bugün başka bir şey olmadı. Ben daha iyiyim. İnşallah yarın daha iyi olacağım.

7 Aralık 2016 Çarşamba

MELANKOLİ

07/12/2016 Çarşamba, Tire

İlk kelimenin düşmesini bekliyordu dudaklarından. Atmak istiyordu içindeki safrayı.
Ağzını bıçak açmıyor, saatler geçiyordu... "Melankoli dedikleri bu olmalı." diye geçirdi aklından. Sevdiğinin küçük bir hatasını bulmak dahi rahatlatacaktı onu. Ne kadar hatırlamaya çalışırsa çalışsın bulamıyordu şimdi.

Kızgınlık anında söylediklerini   düşündü ama tek kelimesini dahi hatırlayamadı. Oysa ne kadar çok laf etmişti yüzüne. Sebebi yok değildi bu can sıkıcı lafların.

Hepsi buharlaşıp gitmişti zihninden. Delilleri karartan kendisi olmuştu. Neydi sebebi bu kızgınlığın. Delil yoksa sebep de yok. "Suçlusun o zaman." dediler. Kabul etti.

Bugünlük böyle...

KALİMERA

06/12/2016 Salı, İzmir


Pazar alışverişini çabuk bitirdim. Eşimle birlikte yaylaya çıkıp dolaplara yerleştirdik aldıklarımızı. Düne göre sanki hava biraz daha sıcak. Zeytin'e yemeğini bıraktıktan sonra yola çıkıyoruz. Geri dönüş saatimiz belli olmadığı için Metro'ya uğramamız gerek. İhtiyaçlarımızı aldıktan sonra Taş Ev'i yılbaşına hazırlamak için süsler alıyoruz. Yılbaşının olmazsa olmazı çam ağacı elbette. Sürpriz hediyelerimizle birlikte ağacımızın yanıp sönen ışıklarını, salonumuza rengarenk fırfırlı şeritler alıyoruz.

İkinci durağımız Taş Ev'in masa ve sandalyelerini tedarik ettiğimiz mobilyacı. Salon için ilave birkaç masa ve servant için teklif alıyoruz. İş yeri sahibi artan maliyetlerden yakınıyor.

Kızımla konuşuyorum. Akşama ona bir sürprizim var. Yaş gününde bir araya gelememiştik. Bu akşam ailecek birlikte olur telafi ederiz diye düşündüm.

Eşim son üç gündür yakın çevresinden üzücü haberler alıyor. Önce benim de tanıdığım çok sevdiği arkadaşının annesini kaybetmesine üzülmüştü. Daha bunun etkisinden kurtulamadan ablası kadar yakın bir dostunun genç yaştaki oğlu kalp krizine yenik düşmüş. Bu sarsıntılar az gelmiş gibi son olarak bir diğer yakınına konulan kan kanseri teşhisinden sonra on beş gün içinde hayata veda ettiği haberini aldı.

Bugün İzmir'e gitmemizin asıl nedeni de arkadaşına yapacağımız baş sağlığı ziyareti. İnsan en yakınını kaybederse tesellisi olur mu bunun? "Başın sağ olsun" ne demek? Sen büyük acı yaşadın onu boş ver, giden gitti artık, önemli olan sana bir şey olmasın mı? Bazı geleneklerimizi zaman zaman sorgularım. Bunun yerine "Acınızı paylaşırım." daha mı uygun? Belki de. İnsan böylesi acı günlerde yanında birilerini arıyor. Acının henüz zamana yenilmediği ilk günlerde sevdiklerini yanında görmenin acıyı azaltacağına inanıyorum.

Telefonun şarj cihazımı yanıma almayı unutmuşum. Eşimi arkadaşının yanında bırakıp şu bir liraya şarj eden cihazlardan birine takmak üzere dışarı çıkıyorum. İki tane şarj cihazının yanına bir üçüncüyü almak işime gelmiyor. Hatay caddesi üzerinde böyle bir yer var, biliyorum. Yaklaşık iki yüz metre ileride aradığım yeri buluyorum. Genç bir çocuk telefonunu cihazın kablosuna takmış bekliyor. Uyan kabloyu bulup para atılan yere bir lira salıyorum. On dakika sonra doluluk oranı yüzde altı seviyesinden on dörde çıkıyor. Yanımdaki gencin durumu vahim. Telefonumun şarj olup olmadığını merak ediyor. Zira onun telefonu on dakika sonra şarj oranı yüzde beşten üçe düşmüş. Can sıkıntısıyla süresi dolmadan telefonunu söküp yanımdan ayrılıyor. Benim telefonum da yüzde on yediyi gördükten sonra gerilemeye başlıyor. Eşimi arıyorum. On dakika daha kalacağını söylüyor. Bulunduğu yer kızımın evine yakın. Ben doğrudan eve gidiyor, lise arkadaşım Naci'yi arayıp akşam yemeği için rezervasyon yaptırıyorum. "Kalimera" adında şirin bir balık lokantası işletiyor o da.

Eşim gelince hep birlikte çıkıyoruz. Ailecek bir arada olduğumuz güzel bir gece yaşıyoruz. Kalamar ve tereyağında servis edilen karides gerçekten çok iyi. Naci bey kırlangıç ızgarayı öneriyor. Niyetim gece kızımda kalmak iken oğlum "Sadece bira içtim, arabayı ben kullanırım." deyince kararımız değişiyor. Kızımla vedalaşıp dönüş yoluna çıkıyoruz.  

5 Aralık 2016 Pazartesi

KESTANE ZAMANI

05/12/2016 Pazartesi, Tire
Haftasonu yoğunluğunun ardından pazartesi sabahları rahat nefes almamızı sağlıyor. İki gün üst üste sabahın erken saatlerinde başlayan kahvaltı hazırlıkları, gelip giden konuklar fiziki yorgunluktan ziyade kafa yorgunluğu yapıyor. Sıfır hata isteyen işimizde en ufak dalgınlık ya da küçük bir dikkatsizlik bütün emeklerinizi boşa çıkarabilir çünkü. Sadece masaların temiz olması yeterli değil, iyi kurulanmamış bir bıçağın üzerindeki su lekesi bile insanların sizi farklı değerlendirmesine yol açabiliyor. Neyse ki dün yoğurdun kalmaması dışında olumsuz bir durumla karşılaşmadık. Onu da kısa bir sürede tedarik etmiştik zaten.

Yatak keyfi yaparken eşim hatırlattı yine kestane işini. Doğru ya, bugün kestane gömüsü açılacaktı. Gümeli Ali traktörüyle saat dokuz buçukta geleceğini söylemişti dün. Hemen kapıları açıyorum. Hüseyin "Ooo, ben çok daha erken gelirim." dediği için olsa gerek henüz piyasada yok. Ali'yi arıyorum, telefonu cevap vermiyor. Hüseyin'i aramama gerek yok. O bugün gömünün açılmasında yardımcı olacak sadece. En azından kafasındaki plan öyle.

Saat on bire doğru Ali telefon ediyor ve yolda olduğunu söylüyor. Hüseyin'i arıyorum o da yoldaymış güya. Geldiğinde gecikmesinin nedenini anlatıyor. Babasının bacak kemiği kalçasından çıkmış, iki gündür ağrılar içinde kıvranıyormuş. Almış onu bir çıkıkçıya götürüp yerine taktırmış. "Şimdi telefon etti, konuştuk." diyor gülerek. "Çok iyiyim diyor, eskisinden bile daha iyiymiş."

Ali'nin traktörü arkasında kestaneleri dikenli kozalarından ayıran mekanizma olduğu halde gömüye yanaşıyor. Yaklaşık bir ton kestane çıkacak. Piyasası yedi yedi buçuk lira arasında gidiyormuş. Marketlerde ise yirmi liraya yaklaşmış. Elek altı kestanelerin kilosuna üç liradan fazla vermiyormuş toptancı. Bu sene işçiliği kurtarmıyor alacağımız para. Moralim bozuluyor. Dalında bıraksan olmuyor, toplasan zarar. Çektiğin stres yanına kar. Öyle bir stres ki eşi benzeri yok. Silkici ararsın bulamazsın. Söz verirler geleceğiz diye, gelmezler. Silkici yevmiyeleri 300 TL ye toplayıcılar 120 TL ye dayanmış.

Eşimi odasında morali bozuk görüyorum. Ağlamaklı. Ne olduğunu soruyorum. Çok sevdiği bir arkadaşının oğlu kalp krizinden vefat etmiş. Oğlunu pek tanımasa da arkadaşı adına çok üzülüyor. Evlat acısı ne demek? Hele öyle genç yaşında. Arkadaşının acısına ortak olmak için şehre iniyor. İki gün önce de bir başka yakın arkadaşının annesinin vefat ettiği haberini almıştı. Belki yarın başsağlığına gideceğiz.

Öğlen yemeğine gelen misafirlerimizden az konuşan meslektaşımmış. Konuşkan olan veteriner hekim. Burada ev yapımı şarap yapmamı öneriyor. Nasıl yapacağımı tarif ediyor hemen. Katkısız zahmetsiz şarap üretilebiliyormuş meğer. "Git, pazardan dört kilo kara üzüm al." diyor. "Aldığın üzümleri ez, posasıyla birlikte suyunu bir kovaya koy. On gün süre ile köpürdükçe karıştır." Bu işleme ilk fermantasyon deniyormuş. "Bu süreden sonra alkol derecesi yedi sekiz civarına ulaşır. Bu şekilde içsen bile hafif kafayı bulabilirsin." diyor ve devam ediyor. "İkinci işlem yarı fermente olmuş posalı üzüm suyunu süzmek ve başka bir kaba boşaltmaktır. Bu kabın ağzına serum hortumu gibi ince bir hortum takıp bir ucunu fermente üzüm suyuna diğerini içi su dolu bir şişeye daldıracaksın. Çıkan gaz suyu köpürtür. Ne zaman ki gaz çıkışı biter, şarabın içime hazırdır. " Bu kadar kolay mı? Başka katkısı yok mu bunun? diye soracak oluyorum. "Sizin burada kestane meşhur. Her bir litre üzüm suyuna fermantasyon süresince bir cm3 gelecek şekilde fırınlanmış kestane odunu koyarsan onun aromasını alır şarabın."  Beyefendi sadece şarap değil, rakı, konyak, rom, viski gibi her türlü alkollü içkiyi ev yapımı olarak üretiyormuş. "Nereden bu merak?" diye soruyorum." İhtiyaçtan" diyor gülerek. "İçkiler çok pahalandı. Biz ise her akşam içeriz bu mereti"

Akşama doğru yine ayaz çıkıyor. Hüseyin müsaade istiyor kestanecilere yardım ettiği için. Biraz da odun hazırlamıştı şömine soba için. "Yarın gelir kestanecilerle konuşurum siz olmazsanız." diyor.

Bilgisayarımın da artık emeklilik vakti geldi. Kendini onarması için kapatıp açmamı istedi. Dediğini yaptım ama bir türlü açılmadı. Ekranda bir saatten fazla sürebilir diye bir not görünüyor. Ne bir saati iki saati geçti ilerleme yüzde sıfır. Ondan ümidi kesip eşimin bilgisayarını alıyorum elime. Kendi bilgisayarımda uğraşıp düzenlediğim Taş Ev'in yılbaşı program menüsü ile ilgili çalışmamı sil baştan yeniden hazırlamak zorunda kalıyorum. Yılbaşı fiks menü ücreti bana ters geldiğinden alkolü normal yemek menüsünden ayırıp alkol fiyatlarını yanına yazıyorum. Kimi bir şişe içer kimi bir bardak, içmeyen de içmez. Bu bana göre daha adil.