KATEGORİLER

19 Aralık 2016 Pazartesi

MENÜNÜN AĞIR ABİSİ

19/12/2016 Pazartesi, Tire


Yayladan daha yaman şehrin soğuğu. Arabaların camları donmuş, üstlerine kırağı yağmış. Camdaki buzları eritmek için her iki aracı da çalıştırıyoruz. Eşimin arabasının kliması arızalanmış. Sabah erkenden ustaya götürmek istiyoruz ancak buzlar çözülmüyor bir türlü. Tırnaklarımızla camın üzerindeki buzdan film tabakasını çizerek açtığımız pencereyi büyütüyoruz. Nihayet önümüzü zar zor görebilecek hale geliyor. Olgun Usta kısa bir kontrolden sonra bizi oto elektrikçisine gönderiyor. Oto elektrikçisi de işin içinden çıkamıyor. Gösterge panelinde problem olduğunu söyledikten sonra arabayı kendi servisine ya da Ödemiş'e götürmemizi salık veriyor. Olgun Usta'ya dönüyoruz. "Benim bir elektronikçim var." diyor, "Akşama hallederim." Olgun Usta işini iyi bilir ama parayı sever diyorlar. Yarın yola çıkılacağı için çaresiz kabul ediyoruz.

Adnan Şefi alıp birlikte yaylaya çıkıyoruz. Yayla yolları kırağıyla bezenmiş. Bahçe kapısı kapalı. Hüseyin ağaç kesim motorunu alıp yukarı yaylaya çıkmış olmalı. Öğlene doğru arıyor, Hızara benzin ve bıçkı yağı aldığımı söylüyorum. Yemeğini yedikten sonra yukarı yayladaki ağaç kesim işine devam ediyor.

Öğlen bir fırsatını bulup şehre iniyorum. Ne zamandır ihmal ettiğim Aşkın Şefin siparişi kireci almak ve Hüseyin'in baltasına sap yaptırmak için değil sadece. Gitmişken unuttuğum bilgisayarımı da alıyorum. Toplu konut pazarına uğruyorum ama almaya değecek bir şey yok. Soğuk hava bütün yeşilliklerin tazeliğini kaybettirmiş.

Gani Ustayı aradım. Yukarı yaylada Hüseyin'in kestiği kocaman bir ceviz ağacını aşağı çekmek için traktörünü getirmesini söyledim. Az sonra geliyor. Ben yaylaya döndüğümde bütün odunlar aşağıya indirilmiş bahçenin uygun bir köşesine yığılmış bile. Gani Usta ile Hüseyin avluda yorgunluk çayı içiyorlar.

İzmir'den dayımız arıyor. Çeşme'deki evin sözleşme taslaklarına bakıp bakmadığımı soruyor. Bana gönderdikleri sözleşme üzerinde konuşuyoruz biraz. Lafın arasında sıradan bir şeymiş gibi bir vefat haberi veriyor yakınlardan. İnsanlar yaptıklarıyla birlikte gidiyorlar eninde sonunda. Gidenler can yakıyor bazen. Bazen doğal karşılıyoruz. İyi ya da kötü izler bırakıyorlar arkalarından.

Akşam siparişlerinden biri çoktandır fotoğrafını çekmek isteyip bir türlü denk getiremediğim Taş Evin ağır abisi "Kaşarlı Mantarlı Bonfile". Aşkın Şefi uyarıyorum "Bu sefer yukarı göndermeden fotoğrafını çekeyim artık."

Sabahtan akşama kadar Türkçe Pop Müziği çaldık . Kafam şişti desem yeridir. Listedekilerin çoğu ismini bilmediğim hatta ilk kez dinlediğim şarkıcılara ait. Sessizce inip müziğin sesini kıstım önce. Sonra Yann Tiersen'in Amelie'sini başlattım. Ruhum dinlendi... 

18 Aralık 2016 Pazar

ORİGAMİ

18/12/2016 Pazar, Tire

Kış kışlığını yapıyor. Yerler yer yer buz tutmuş. Çeşmeden akan kaynak suyu ellerimi donduruyor. Hüseyin erkenden gelip işe koyulmuş. Adnan Şefi almaya gidiyorum. Bu soğukta acaba kim çıkar evinden?

Aşağı inerken yol kenarında toplanan işçi kadınları görüyorum. Bayır araziye sağlı sollu yayılmış zeytin ağaçları silkinip toplanmayı bekliyor. Arabanın sıcaklık göstergesi dışarıda havanın sıfırın altında iki olduğunu gösteriyor. O eller zeytini nasıl tutacak bu soğukta bilinmez.

Yaylaya döndüğümde henüz gelen giden yok.  Salonu ısıtmak için o muhteşem şömine sobamız bile zorlanıyor. Hüseyin'in hazırlamış olduğu odun dev bir kestane ağacının parçaları. Henüz gövde tam manasıyla kurumadığından zorlukla ateş alıyor. Yukarı yaylanın kuru ceviz ağaçlarından hazırlık yapmayı öneriyor Hüseyin. Eğer böyle giderse bugün doğru dürüst ısınamayacak bu salon. Depoya stokladığımız kuru odunlardan getiriyor. İki parça atınca şömine canlanıp eski haline dönüyor.

Sabah misafirlerimiz bugün için beklentilerimizin altında. Hava ve yol durumu etken buna tabii. Vardır her işte bir hayır diyoruz. Yine de akşama doğru hareketlenme başlıyor. Gelen misafirlerden bir hanımefendinin merdiven çıkması mümkün gözükmüyor. Yanındakilere "Siz yukarı çıkın, ben aşağıda bir yerde otururum." diyor. Aşağısı soğuk, bütün yerlerimiz yukarıda. Geri dönmek zorunda kalıyorlar. Ben de engelli olmanın yarattığı eksikliği içimde hissediyorum.

Uzun zamandır haberlerden bihaberim. Çok şey kaybettiğimi düşünmüyorum aslında. Buna karşın terör olaylarından öyle ya da böyle haberdar oluyoruz. Terörü bu ülkede normal yaşantımızın bir parçası haline getirenlerin kitabi söylemlerinden en az teröristler kadar nefret ediyorum.


Kızım arıyor, uzun uzun konuşuyoruz. Origami yapmış Taş Ev'i süslemek için. "Gelirken yanımda getireceğim." diyor. Akşam hava kararıyor "Genel tuvaletlerin ışığı yanmıyor." diyor Hüseyin. Hemen koşup panodaki anahtarı gösteriyorum ona. Birkaç gündür hidroforu devre dışı bırakıyorum, kazanı donup çatlamasın diye. Tuvaletlerin aydınlatmasına da aynı anahtar kumanda ettiğinden kapalı kalmış. İki üç gün evvelki suların donmasından sonra bir daha aynı durumun tekrarlanmaması sevindirici.

17 Aralık 2016 Cumartesi

GERİ SAYIM BAŞLADI

17/12/2016 Cumartesi, Tire

Hava soğuk mu soğuk. Kapının önünde uzayan hortumun içindeki su buz tutmuş. Eşimi hummalı bir şekilde kahvaltı hazırlığına girişmiş halde bırakıp sabahın seher vaktinden hallice düştüm şehrin yollarına. "Acaba açmış mıdır?" sorusu kafamda dolanırken uğradım matbaaya. Matbaanın çalışanları salonun orta yerindeki yakmaya çalıştıkları sobanın başına toplanmışlar. Yeni basılan kartvizitlerimi teslim ediyorlar. Yılbaşı program afişini soruyorum. Bugün hazırlanacağını söylüyorlar.Onları sobanın başında bırakıp alışverişime devam ediyorum. Planladığım saatte Adnan Şef'i aldığım yerde oluyorum. Adnan Şef'le birlikte fırından ekmeğimizi alıp yaylaya çıkıyoruz.

Zeytin'i bana doğru koşarken görüyorum. Bahçe kapısı açık. Belli ki Hüseyin gelmiş. Gelmese  şaşırmazdım.

"Günaydın" diyor. Soğuk bir "Günaydın" dökülüyor dudaklarımdan.

Açılış saati ile birlikte kahvaltı misafirleri birbiri arkasına gelmeye başlıyor. Daha dün eşime "Bunca hazırlığa ne gerek var, bu soğuk havada kim gelir dağ başına ." demiştim. Onun cevabı her zamanki gibi hazır. "Ya gelirlerse." Eşimden gelecek "Gördün mü, haklı mıymışım?" tepkisine hazırladım kendimi. Neyse ki fazla bekletmeden ağırladık sabah misafirlerimizi.

Öğleden sonra matbaacı yılbaşı programı afiş dizaynını gönderdi. Salonda terasa açılan kapının yanındaki masayı kendimize ayırdım. Dışarının soğuğundan sonra şöminenin sıcaklığı iyi geliyor.

Bu geceki misafirlerimiz Taş Ev'e ilk kez konuk oluyor ve ilk kez dışarıdan konuk getiriyor. Gelenler hakkımızda iyi şeyler duymuşlar. Yolumuzdan şikayet etmelerine rağmen çok memnun ayrılıyorlar. Yol konusu gerçekten önemli ama şimdilik yapacak bir şey yok. En fazla bir dilekçe yazıp iyice derinleşen çukurları doldurtmak lazım. Eskiden yerel belediyelerin işiyken bu, şimdi Büyükşehir Belediyelerine kaldı. Saçma sapan bir yönetim anlayışı işte.

Bugün ilk yazdığım günlüğün sene-i devriyesi. Geçen sene bu zamanlar Taş Ev'in daha camları bile takılmamış. Yağmur yemesin diye kocaman çerçevelere gerilmiş kalın naylonlarla korumaya çalışıyoruz. Bir kestane gömüsü açmışız tam 1.700 kg. Bu sene çıkan bütün kestane bile o kadar yoktu. Ferforje işleri için ustalarla cebelleşiyorum. Yakup Usta giriş kapısının yan duvarlarını örmeye başlamış. Hepsi bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden...

16 Aralık 2016 Cuma

BİR YIL DAHA GEÇTİ

16/12/2016 Cuma, Tire
Bugün tam bir yıldır günlük yazmış olacağım. Genellikle aynı gün ya da günün bittiği gece yazmaya çalıştım. Yaşadıklarım hafızamdan silinmeden kayıt düşmem açısından önemliydi bu. Gecikerek yayınladığım günceler ise internet bağlantısının sekteye uğradığı günler oldu. Ancak yine de notlarımı en fazla bir gün gecikmeyle bilgisayarıma yazmıştım.

Şöyle dönüp geriye bakınca bir yılın hem kısa, hem de uzun bir süre olduğunu görüyorum. Günlük olayı bir çok bakımdan işe yaradı. Kızım trafik kazası nedeniyle ödenen kasko bedeline değer kaybı için sigorta şirketine dava açmış ve kazanmıştı. Ben de aynı yoldan gideyim dedim. Kazayı ne zaman yaptım? Açtım, günlüğüme baktım. Hem kazanın tarihini hem de resmini bulup, avukata gönderdim. Bazen iyi oluyor eski tarihli yazılarımı okumak. Hemen hemen hiç boş günüm yokmuş geçtiğimiz sene boyunca. Şimdi yeni bir merak doğdu içimde. Günlüğümü yazarken geçen senenin aynı günü ne yapmışım dönüp bakmayı düşünüyorum.

Önümüzdeki günlerde geçirdiğim bir yılın değerlendirmesini de yapmak isterim. Bakalım zaman ne gösterecek... Gözümüzden kaçan ya da kaçırmaya çalıştığımız bir husus daha var ki o da ömrümüzden bir yılı daha tüketmiş olmamız.

Sabah daha erken bir saate kurdum saati. Küçük Pazardan alacaklarım var zira. Elemanları bekletmemek için acele etmem lazım. Pazarı çabuk yaptım. Salı Pazarına göre daha rahat park imkanı var. Bunun yanı sıra erken çıkmam da avantaj oldu. Adnan Şef ile buluşma yerimize geliyorum. Birkaç dakika sonra yayla yolundayız. Yolu yarılamışken çalan telefonumun ekranında Aşkın Şef yazıyor. Kapıda bizi bekliyormuş. Dünden belliydi Hüseyin'in gelmeyeceği. "Az sonra oradayız." diyorum. 

Hüseyin hakkında bir şeyler yazmak gelmiyor içimden. Yazsam da iyi şeyler olmayacak zaten. Devamlı bir misafirimiz onun yüzünden gelmez artık bir daha. Kendi adımıza da bir öğreti oldu dün yaşadıklarımız. Mesai saatinde personel alkol alamaz kuralını biraz daha katılaştırmak gerekliymiş. "Çalışan, misafir olarak bile gelse alkol alamaz." daha doğru bir kuralmış meğer.

Pazar alışverişini boşaltıyoruz mutfak tezgahına. Adnan Şef temizlik işine girişirken Aşkın Şef yeni mezeler hazırlamaya başlıyor. Ben de bahçeyi boylu boyunca dolaşıyor, etrafta ne kadar kirlilik yaratan nesne varsa büyük bir çuvala topluyorum. Taş Ev'in altında unutulmuş bir muşmula ağacındaki meyveleri kopartıp keyifle yiyorum.

Hava düne göre sanki biraz daha iyi. Sular donmamış bu kez. Bunun sebebi sadece havanın ısınması mı acaba? Musluklardan birini açık bırakmıştım, o mu sebep yoksa? Geceleri hava sıcaklığının sıfırın altına düştüğü kesin. Bahçede atık poşetlerin içinde kalan yağmur suları buz kalıbı olmuş dökülüyor. Her akşam hidroforu kapatsam iyi olacak.

Salonu biraz daha süslüyorum. Bahçede dolaşırken Handan Hanımın önerdiği kuru dallardan topluyorum. Biraz kurdele almam gerekir bunları bağlamak için. Dalları şimdilik kapıdaki kayısı ağacının dalları arasına sıkıştırıyorum.

Zeytin büyüdükçe kontrolü zorlaşıyor. Çeke çeke boynundaki zincirin kilidini bozmuş Uğraştım ama açamadım. Zaten açmama da müsaade etmedi. Yerinde duramıyor. O kadar proteinden sonra gayet normal tabii bu durum.


15 Aralık 2016 Perşembe

SULARIMIZ DONDU AMA SALONUMUZ SICAK

15/12/2016 Perşembe, Tire

Yine taş olmayan evimizde geçiriyoruz geceyi. Sabahları çok erken kalkmamak hoşuma gidiyor. Eşimin seslenmesi ile gözlerimi açıyorum. "Keşke daha önce uyandırsaydın." diye iç geçiriyorum. Bugün de eşim olmadan çıkıyorum yaylaya. Hava çok soğuk. Buraların soğuğu ne Ankara'nı soğuğuna ne de Erzurum'un soğuğuna benzer. Adamı hemen hasta eder. Önce bir güzel üşütür, hapşırmaya başlarsın. Fark edersin hasta olacağını ama iş işten geçmiştir.

Hemen hazırlanıp evden çıkıyorum. Yolda arabama yakıt alıyorum. Kasaptan da et almam gerek. Telefon edip etleri hazırlamalarını söylüyorum. Ne kadar söylesem boş. Sabah yoğunluğunda sıra gelmemiş daha. Ben gittikten sonra hazırlıyorlar siparişimi. Adnan Şef'i arıyorum. Az sonra geliyor, birlikte hale gidip bir kasa domates alıyoruz. Ekmeğimizi alıp yaylaya çıkıyoruz.

Arabanın göstergesinden harici sıcaklığı -2 derece olarak okuyorum. Dün çıkmadan önce hidroforu kapatmıştım, buz tutup tankı çatlamasın diye. Galiba bunu iyi düşünmüşüm. Zira çeşmelerden su akmıyor. Hatlar donmuş hep. Beklediğim bir şey bu. Hemen Hüseyin'e açıkta kalan su hatlarını toprağın altına gömmesini söylüyorum. Su deposunun olduğu yere gidiyoruz. Depodan taşan su havuza akıyor. Akan su donmamış. Deponun altındaki vanalar donmuş olmalı. Üstlerini örtmesini istiyorum. En azından gece boyunca bir çeşmeyi açık bırakmakta fayda var, donmayı önlemek için. Bu akşam denemeli bunu.

Suların çözülmesini beklemekten başka yapacak bir çaremiz yok. Havuz başı güneşli. Aşkın Şef bir çuval ceviz getiriyor depodan. Bir yandan cevizler kırılıp ayıklanırken havuz başında güneşleniyoruz. Soğuk havaya rağmen üzerimizdeki güneş sırtımızı yakıyor. Bir saat kadar sonra çeşmeler akmaya başlıyor. Hüseyin dışarıda tesisatı toprak altına gömerken nasıl olsa bu soğukta kimse gelmez diye salondaki şömine sobayı yakmayı ihmal ediyor. Beklemediğimiz bir anda iki arabalık bir aile geliyor. Bir de küçük çocukları var yanlarında. Neyse ki şömine sobamız çabuk ateş alıyor ve salonu ısıtıyor. Misafirlerimizi üşütmeden ağırlıyoruz. Daha önce misafir ettiğimiz aile İzmir'den gelen anne ve babalarını getirmişler bu sefer.

Akşama Ödemiş'ten misafirlerimiz olacak. Ödemiş, Bayındır ve Torbalı'dan gelen misafirlerimizin sayısı az değil ve bizden fazlasıyla memnun kalıyorlar.

Hüseyin boruların gömme işini bitirdikten sonra odun kesiyor. Akşamın erken saatlerinde izin istiyor. Gittikçe mesai süresini kısalttığı için çıkışıyorum. "Aramızda bir saatin lafımı olur amca?" deyince kopuyorum ama ona belli etmiyorum.

Şehre inmem gerek. Hazır inmişken biraz daha yılbaşı süsü alayım diyorum. Uğradığım yerlerde fiyatlar pahalı. İncik boncuk şeylere dünya kadar para istiyorlar. Yılbaşından sonra kimse dönüp bakmayacak. Bir de buraya bakayım diye Migros'tan içeri giriyorum. Arkamdan biri sesleniyor. Tesadüfen eşimle karşılaşıyorum. Birlikte çıkıp onu eve bırakıyorum. Yaylaya döndüğümde biraz süslerle uğraşalım diyoruz. Misafirler gelmeye başlayınca apar topar toplanıyoruz.   

Misafir siparişlerinden biri depoda. Ancak anahtarı bulamıyoruz. Hüseyin'i arıyorum. Anahtarı yanında götürmüş. "Akılsız başın cezasını ayaklar çeker." deyip anahtarı getirmesini istiyorum. Arkasında arkadaşı olduğu halde motosikletine atlayıp geliyor ayakları yorulmadan. Depoyu açıp anahtarı yerine bırakıyor. Bir numaralı masayı boş görünce "Bu masa benim bu gece, müsaade edersen." diyor. Bir otuz beşlik söyleyip arkadaşıyla geçiyor masanın başına.

Hava dışarıda soğuk. Salonumuz sıcacık, fonda Dalida'dan "Parole Parole". Misafirler mutlu...

14 Aralık 2016 Çarşamba

KOCA ŞEFİ UNUTTUK

14/12/2016 Çarşamba, Tire

Eşim kararsız bugün. Taş Ev açılalı beri uzak kaldı arkadaşlarından. Gündüz saatlerinde fazla gelen giden olmuyor zaten. "Ben gelmesem nasıl olur?" diye sordu. "Peki kendini daha iyi hissedeceksen gelme o zaman." dedim. Haftalık personel toplantımız var bugün. "Sen yaparsın toplantıyı, bana gerek yok." der demez aklına salamuraya yatıracağı zeytinler geldi. "Yok" dedi. "Benim de gelmem lazım."

Uzun zaman oldu böyle dinlenmeyeli. Dinlenmek biraz tembelliğe alıştırıyor insanı. Oturduğumuz evin altındaki kafelerden birinde kahvaltımızı yaptıktan sonra çıktık yola. Havalar iyice soğudu. Hüseyin bahçe kapısını açmış. Yerdeki su birikintileri donmuş. Demek ki sıcaklık geceleri sıfırın altına düşüyor artık.

Toplantı yapacağız bugün personelle. Adnan Şef o zaman düşüyor aklıma. Eşime "Niye almadık Adnan'ı gelirken?" diye soruyorum. Birbirimize bakıp gülüyoruz. Şansı varmış eşimin. Zeytinlerin nasıl yapılacağını gösteriyor personele. Adnan'ı almaya giderken onu da alıp eve bırakıyorum.

Ağaçlarda neredeyse hiç yaprak kalmadı. Önümdeki pencereden kayısı ağacına, erik ağacına bakıyorum. Sadece iki üç kuru yaprak ağaca tutunmuş, yerçekimine direniyor hala. Dallar çiçeğe tomurcuklanmış. Bu mevsimde iyi değil bu. Daha ne donlar ne soğuklar görecek. Kiraz da, şeftali de  aynı durumda.

Şömine soba yanıyor yanı başımda. Salonda toplanıyoruz. Temizlik, hijyen, misafir ilişkileri, tasarruf, israf konularında ikaz ediyorum personeli. Toplantıdan sonra Hüseyin odun kesmeye gidiyor.

Gün boyunca Taş Ev meraklılarını ağırladık. Civarda yer alıp taş ev yapımına girişenler, nasıl bir yer acaba deyip gelenler, grup yemeği vermeyi düşünenlerin uğrak yeri oldu bugün.

Akşama doğru Hüseyin izin istiyor. Anladık artık. Ya bahçe işi ya da garsonluk diyor. İki tane odun kırınca saat beş, paydos. Neyse ki hafta arası ona çok ihtiyaç olmuyor. Boş boş bekleyeceğine tarla bahçe işiyle uğraşsın bari.

Eşim tam bir iyilik meleği. Geçen sene konuştuğumuz kestane toptancılarından biri harıl harıl kestane arıyor. Biz hepsini sattığımız için komşulardakini soruyor. Birkaç gündür seferber olmuş eşim, toptancıya kestane arıyor. Ne komisyon alacak ne de başka bir çıkarı var. "İnsanlık adına" diyor. Bugün de Cambaz Ali'yi aramamı istedi. Toptan fiyatı dokuz liraya çıkmış. Biz gömüyü açmasaydık altı liraya düşerdi kesin. Cambaz Ali kestaneyi yarıcıya vermiş, cumartesi günü açacaklarmış gömüyü.

Hala kitap okuyamıyorum. Bu gidişe bir son vermem, hayatımı yeniden düzene sokmam lazım artık...

MASANIN BU TARAFI

13/12/2016 Salı, Kuşadası

Bugün tatil günümüz. Pazar alışverişinden önce Taş Ev'imizle hemen hemen aynı günlerde faaliyete geçen bir kafede kahvaltı ettik. Aklıma "masanın karşı tarafı" anekdotu geldi. Meslek hayatımda masanın hep bu tarafında oturdum. Karşı tarafımda oturanlar genellikle devlet memuruydu. Genç yaşlarımda kamu kurumu yetkilileri, onlardan haklı bir talepte bulunduğumda bana karşı koyacak haklı bir neden bulamazlarsa eğer, "Sen masanın karşı tarafında oturdun mu?" diye sorarlardı. "Hayır, oturmadım." derdim. Bu sorunun altında yatan gerçek şuydu: İstediğin yönde karar verirsem bunu amirlerime, müfettişlere, Sayıştay denetçilerine anlatamam, soruşturma geçiririm. Bu korkunun esas nedeni kurumu zarara sokacak bu talebin kendi yanlış kararlarından kaynaklanmış olmasıydı.

Bu kez masanın bu tarafına geçtik. Kahvaltılıklar, çaylar önümüze geldi. Bize hizmet eden kafe sahiplerinin gözlerindeki mutluluğu okuduk. Bizi tanımadılar, biz de tanıtmadık kendimizi. "Buralı mısınız?" diye sordu biri, bizim bazen gelen misafirlere sorduğumuz gibi. "Evet" dedik sadece. "Sizi daha önce hiç görmedik." dediler. Kalkarken tanıttık kendimizi. Biz de sizi ziyarete geleceğiz dediler. Kafelerin kardeşliği... Hak ettikleri beş yıldızı verdik facebook 'ta. Hayır, torpil yapmadık, gerçekten iyilerdi. Aslına bakarsanız bakış açısı. Çekilen sıkıntılar ortak olunca biraz daha anlayışlı oluyor insan. Mesela biz kahvaltımızı yaparken tadilat vardı hemen yanımızda. E, burası beş yıldızlı otel değil ki o katı kapatasın.

Pazar alışverişi kısa sürdü. Oradan matbaacıya uğradık, kartvizitim bittiği için yenisini hazırlamalarını istedim. Öncekinin aksine "Bu sefer fon beyaz olsun." dedim. Bir dost tavsiyesine uyup yönümüzü Kuşadası'na çevirdik. Uzun zamandır ihmal ediyorduk bu şirin beldeyi. Akşama doğru tavsiye edilen Davutlar yolundaki et lokantasına vardık. Bahçede lokantaya adını veren 800 küsur yaşında bir çınar ağacı karşıladı bizi. Yine masanın bu tarafında olmanın rahatlığı içinde etrafı gözlemlemeye başladık. Sol tarafta bütün kuzular ateş üzerinde çevriliyor. Özellikle mezeleri övülmüştü. Salonun ortasındaki kocaman ocak üzerinde iri kütükler yanıyor içeriyi ısıtıyordu. Dışarının soğuğuna aldanıp şömine adını verdikleri ocağın hemen yanındaki masaya oturduk ama kısa zamanda aşırı sıcaktan rahatsız olduk.

Meze vitrini bizimkine benziyordu. Yan tarafta tatlılar ve meyveler için bir bölüm daha ilave etmişler. Dört meze seçtik. Her birimiz farklı yemek söyledik. Buraya gelmemizin bir nedeni değişik bir şey yapma arzusu, bir diğeri ailecek güzel bir yemek beklentisiydi. Gizli niyetimiz ise aynı sektörde faaliyet gösteren bizler için eksik ve fazlalarımızı görmekti. Masaya oturur oturmaz garson bizimle ilgilendi. Bu önemli bir ayrıntı aslında. Bizdeki bazı durumlarda mutfaktan başka bir masanın siparişini götürmeye çalışan garsonun salona geç geldiği, bu nedenle misafirlere yer göstermekte gecikildiğini konuştuk. Böyle durumlarda zaman zaman bizzat kendim devreye girsem de gözden kaçan durumlar oluyordu zaman zaman. Belki bu konuda Hüseyin'i de ikaz etmek gerekecek.

Yemek salonu, tuvaletler, mutfak pırıl pırıldı. Tam puan aldılar bu konularda. Mezelere gelince; Fiyatlar bizim meze fiyatlarından % 15  daha düşüktü ancak porsiyonlar bizimkilere oranla çok daha küçük. En önemli eleştirim menü sorduğumda menülerinin olmadığını ancak ağız yoluyla bana söyleyebileceklerini ifade etmelerineydi. Böylesine güzel bir işletmeye yakıştıramadım. Mezeler fena değildi ama lezzet olarak bizimkilerin yerini tutmadı. Bunun nedeni Aşkın Şefin zeytinyağı ve lezzet verici diğer malzemeleri kullanmada elinin bolluğu olabilir. Yapılan keyifle yendiğinde problem yok. Ancak geri gelip çöpe atılan konusunda çok katıyım.

Sıcakları söyledik. Medium pişmiş dana antrikot istedim. Tam zamanında gelen servis tabağında garnitür olarak patates kroket ve brokoli ile pirinç pilavı vardı. Bıçağı vurduğumda kolayca kesilen etin rengi, olması gerektiği gibi, pembemsiydi. Ağızdaki yumuşaklığı ve lezzeti yerindeydi. İkinci tabak olarak tandır dedikleri kuzu çevirmeyi denedik. Altından ısıtmalı biz düzenek içinde bakır kapta sunulan et gerçekten tandır kıvamındaydı. Her iki et yemeğini de kusursuz gördüm. Üçüncü tabak konusunda aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. O kadar güzel et yemeklerinin yanında ızgara köfte sönük kaldı. Parmak patates eşliğinde sunulan ızgara köfte bizimkilerin yarısı kadar irilikteydi. İçi kırmızıya yakın pembe olmasına rağmen suyunu kaybetmiş, kurumuştu. Et porsiyon büyüklükleri bizimkilerden az değil, fiyatları ise ucuz. Izgara köfte ise porsiyon büyüklüğü ve lezzeti bakımından bizimkine göre sınıfta kaldı diyebilirim.  

Sezar'ın hakkı Sezar'a. Ziyaret ettiğimiz işletme bizden beş kat daha büyük oturma yerine sahip ve daha profesyonel. Daha uğrak bir yer olması itibarıyla ekibi daha kalabalık. Bizim bu ziyaretimiz hem gözümüzü hem midemizi şenlendirirken bize yeni ufuklar kazandırdı. En önemlisi masanın bu tarafının keyfini yaşattı.