KATEGORİLER

16 Şubat 2017 Perşembe

SIRADAN BİR GÜN

15/02/2017 Çarşamba, Tire

Dünkü yorgunluğun ardından Fırat uyanamamış. Her zaman onu aldığım yerde yoktu. Beş on dakika bekledim. Uyuyup kalacağını tahmin ediyordum. İyi ki evini öğrenmişim. Yüz elli metre yürüyüp kapısına geldim. Giriş katında yan yana iki kapı var. Sağ taraftaki kapının ona ait olduğunu sanıyorum ama kesin bir şey söyleyemem. Nazikçe çalıyorum kapının zilini. Ses veren olmuyor. Bir daha basıyorum zile. Yine yok. Başka birinin evi olsa açardı kapıyı şimdiye kadar. Bu düşünceden cesaret alıp uzun uzun çalıyorum zili son defa. Ses gelmeyince bırakıp dönüyorum. Apartmanın önünden geçip giderken balkon kapısı açılıyor ve uykulu gözlerini açmaya çalışan Fırat'ı görüyorum karşımda. "Uyuyup kalmışım, hemen geliyorum." diyor. Telefonu su dolu kovaya düşürünce sabah saatin alarmını kuramamış (!)

Biraz bekledikten sonra birlikte çarşıya gidiyoruz. Kasap ve diğer alışverişlerimizi yapıyoruz. Fırat bu arada kendine cep telefonu bakıyor. Aradığını buluyor kısa zamanda. Kasapta oyalanıyoruz biraz. Öğlen yemeği için gelirlerse sıkışacağız. Telefonum çalıyor, eyvah şimdi yandık, birileri yemeğe geliyor olmalı. Telefonun ekranına bakıyorum aceleyle. Aşkın Şef'miş arayan. İlk kez yayla kapısında bekletiyorum onu. Ekmeğimizi alıp hemen çıkıyoruz yaylaya.

Temizlik devam ederken telefonum çalıyor. Arkasından bir telefon daha. Öğlen yemeğine iki rezervasyon. Aşkın Şef'ten rica ediyorum sobayı yakmasını. En kısa sürede ortalığı dumana gark etmeden sobayı yakan kişi o çünkü. Öğlen saatlerinde güneş ısıtıyor biraz ama hava yine çok soğuk. Ben terası yıkarken Fırat salonu temizliyor. Temizlik bitmeden ilk misafirler geliyor, şömine sobanın yanındaki masayı tercih ediyorlar. Hemen arkasından diğer misafirler de gecikmiyor. Öğlen misafirlerini uğurladıktan sonra serbest zamanımız oluyor. Odun stoklarımız bayağı azalmış. Şömine sobamız inanılmaz derecede odun yutuyor. Bizde çok fazla var nasıl olsa. Eğer bahçede bu kadar çok kuru odunumuz olmasaydı, dünya kadar odun parası verirdik. Bir an önce odun hazırlamam lazım. 

Ağaç motorlu testeresinin yağını, benzinini tamamlayıp işe koyuluyorum. Üç arabalık odun kısa zamanda hazır. Son kütüğü keserken zorlanıyorum. Bıçkı zinciri körlenmiş iyice. Belki de görmeden çiviye rast geldi. Unutmadan arabaya koyuyorum motoru yarın şehre götürmek için.

Akşam yemeği için yeni rezervasyonlar yapılıyor. Dünkü yoğunluğun üzerine bugün fazla yorulmuyoruz. Hava çok soğuk. Gözümüz sobadaki ateşte. Kocaman kocaman kütükleri anında yutuyor. Geç sayılabilecek saatlere kadar oturuyor misafirler. Kapıları kapatıp evlere dönüyoruz. "Sıradan Bir Gün" siz dostlarıma gelsin... Jülide ÖZÇELİK

15 Şubat 2017 Çarşamba

WOW Sevgililer Günü

14/02/2017 Salı, Tire


"Wow" Bugünü tek kelime ile anlatmak istesem "Vay canına" anlamına gelen bu kelimeyi kullanırdım. Hatta o da yetmezdi, gözlerimi açar, ağzımı biraz daha yayıp "Woaw" şekline çevirirdim. Açık söylemek gerekirse bu kadarını beklemiyordum. Aceleye getirmeden hepsini anlatacağım size.

Salı günü normalde bizim tatil günümüz. Bu salı Sevgililer Günü olunca durum değişti elbette. Yine de kafamda bir soru işareti duruyor. Salonu dolduracak mıyız? Herkes salı günleri kapalı olduğumuzu biliyor. Henüz sekiz kişi rezervasyon yaptırmış daha. Eşim dünden kalp şeklinde şirin pastalar hazırlamış sevgililer gününe. O yetmemiş, üzerinde şeker hamuru ile "love" yazan çubuklu enfes kurabiyeler yapmış.

Olağanüstü bir gün. Neler neler yapılacak daha. Bir yerden başlamak lazım. Bugün büyük pazar kuruluyor burada. Ne pazar korkutuyor beni ne de iş park yeri bulmak dışında. Bankacı dostumun tavsiyesine uyup dar sokaklar arasından pazarın kurulduğu yere yakın bir alışveriş merkezinin otoparkına giriyorum. İyi de oluyor. Alışveriş listem kabarık. Eşimi ve özel olarak yaptığı ikramları daha sonra alacağım. Hemen alışverişe başlıyorum. Saat on biri geçiyor. Fırat buluşma yerinde beni bekliyor olmalı. Telefon ediyorum cevap vermiyor. Onu düşünecek durumum da yok zaten. Alış verişe devam. Kasapta et hazır değil. Öğleden sonra hazırlayabiliriz diyorlar. Israrım üzerine kıyma ile birlikte iki kuzu but alıyorum. Arapsaçı çok fazla bulunmuyor pazarda. Kuzu etli olarak yapıyor Aşkın Şef. Bana göre bir numaralı yemeği bizim Taş Ev'in. Sadece bir yerde güzel arapsaçı buluyorum. Kilosu on lira. Sadece o mu ya. Bütün pazarcı anlaşmış gibi. Patlıcan, mantar, biber, salatalığın kilosu yedi lira. Hepsi bir tarafa nedense salatalığın kilosuna yedi lira ödemek ağırıma gidiyor.

Telefonum çalıyor. Değişik bir numara. "Benim, benim, Fırat" diyor. Telefonunu su dolu kovaya düşürmüştü, şimdi tamamen su koyuvermiş. Arkadaşının telefonundan aramış. Yarım saattir beklediğini söylüyor. Arabayı park ettiğim yere gelmesini istiyorum. Ekmek ve masa düzenlemeleri için süsler hariç alacağım her şeyi alıyorum. Telefonum çalıyor yine. "Biz kapınızın önündeyiz, kapalısınız her halde." Daha açılmamışız ki kapanalım. Ne diyeceğimi bilemiyorum. "Yemek için mi geldiniz?" diye soruyorum. "Hayır, kahvaltı etmek için gelmiştik." diyor telefondaki ses. Normal olarak salı günleri kapalı olduğumuz gibi hafta içinde de kahvaltı servisimiz olmadığını söylüyorum.

Yaylaya çıkarken telefonum durmuyor. Sürekli rezervasyon alıyoruz akşam yemeğine. Önce yirmi, sonra otuz kişiyi geçiyor rezervasyon yaptıranlar. Fırat hemen temizliğe girişiyor. Aşkın Şef geliyor. Onun da yapacak çok işi var bugün. Masaları özenle düzenliyoruz Fırat'la birlikte. Dakika başı yeni rezervasyon talepleri geliyor. Alp'i arıyorum, Bünyamin ile birlikte kendilerini alacağımı söylüyorum. Bünyamin iyi çalışmıştı bir önceki gece. Bugün işi olduğunu söylemiş Alp'e. Neyse bir şekilde halledeceğiz bakalım.

Geç kalmadan şehre iniyorum. Önce eve uğrayıp eşimi, onun özenle hazırladığı pastaları ve kurabiyeleri alıyorum. Hepsi çok şirin görünüyor. Eşim biliyor bu işi. Üstelik o kadar hoşuna gidiyor ki bu yaptıkları. Ah, bir de beli ağrımasa... Yaparken bu işleri belinin ağrıyacağını hiç düşünmüyor. Kalp şeklinde üzerinde "Love" yazan kırmızı balonlar, taze güller, masalara koymak üzere şık mumlar alıyoruz. Domates almamızı istemişti Aşkın Şef bir de. Pazar girişinde bir kasa domates alıyoruz halden daha uygun fiyata. Rezervasyon telefonlarının ardı arkası kesilmiyor. Salonu tamamen doldurduk. "Maalesef tamamen doluyuz, kusura bakmayın" açıldığımız günden beri özlem duyduğum sözcüklerdi. Nasip bugüneymiş. Üstelik canlı müziğimiz bile yok. Dakika başı rezervasyon telefonları gelmeye devam ediyor...

İlk gelen misafirler oldukça erkenci, saat altıyı çeyrek geçe geliyorlar. Daha sonra birden kalabalıklaşıyor salon. Kapıya kadar gelip yerimiz olmadığını söyleyenleri saymıyorum bile. Saat sekiz olmuş hala rezervasyon yaptırmak isteyenler oluyor. Erken kalkan masalar hiç boş kalmıyor. Sadece Nurullah Bey adına rezervasyon yaptıran bir misafirimizin yeri boş kalıyor. Gelemeyeceğini söylemediği için iki kişilik yer rezerve olarak kalıyor. Oldukça geç saatte gelebileceklerini söyledikleri için yerini başkasına da veremiyoruz Evet, bu misafirimiz ayıp etti biraz. Ama gece harikaydı. Herkes memnun ayrıldı. Salonu Fırat ile Alp hemen hemen sorunsuz götürdü. Fırat'ın on dört numaralı masaya rezerve yaptıranları yanlışlıkla dört numaralı en güzel masaya oturtması dışında tabii. Dört numaralı masa en güzel masalardan biri. Esas sahibi gelince ben kapıda gerine gerine karşılıyorum "Hoş geldiniz efendim, en güzel yeri sizin için ayırdık." diyerek. Yukarı çıkıp yol gösteriyorum. A, bir de ne göreyim dört numaralı masada birileri oturuyor. Masaların üzerine misafirlerin isimlerini, kaç kişi geleceklerini bile yazmıştım teker teker. "Fırat, hata benim." diyor. Misafirler en arka masaya oturmak zorunda kalıyor. Son derece olgun insanlarmış. Ben olsan çıngar çıkartırdım. Bu durum karşısında eziliyorum. Adamcağız ayağıyla kapıya kadar gelip rezerve ettirmişti yerlerini. Bu yetmemiş bir de telefonla aramıştı üstelik.

Akşam telefon edip yer olup olmadığını soranlar, kapıdan dolu olduğunu öğrenip dönen bir sürü insan. Çağatay Bey'i söylemeyi unutmuşum. Keşke Nurullah Beyin masasına alsaydım. Bir süre ayakta kalıyorlar. Neyse ki tanıdıkları bir arkadaşları kalkmak üzere, onların yerine alıyoruz kriz büyümeden. Derken kapıdan bir beyefendi giriyor. Az önce "Yerimiz yok maalesef." deyip uğurladığım kişi bu. Ağaçların arasında park etmiş bir başka aracın yanında. Çıkacağım diye önce geri geri gelirken ceviz ağacına bindirmiş. Sonra saplanıp kalmış. Bizim ceviz adamın tamponunu yamultmuş tabii. Yardım istiyor arabayı itmek için. Aşkın ızgaranın başında, Fırat ve Alp deseniz soluksuz koşturuyor. Ben varım sadece diyorum. Tek başıma koca minibüsü itiyor çekiyorum, sonunda biraz patinaj yapıp kurtarıyor kendini. Benim psikolojik desteğim daha etkili oluyor sanırım bunda.

Güzel bir geceydi vesselam. Canlı müziksiz daha güzel oluyormuş meğer. Çok güzel bir tanıtım fırsatı yakalamış olduk Taş Ev için. Bu vesile ile bütün sevgililerin Sevgililer Gününü de kutlamış olayım.

14 Şubat 2017 Salı

TEK BAŞINA

13/02/2017 Pazartesi, Tire

Dün yok sattık. Kasaptan aldığımız bütün malzemeler tükendi. Sabah ilk işim kasaba uğramak. Aksilik bu ya kasaptakiler pazartesi gününün kesim günü olduğunu, malzemeleri en erken öğleden sonra sağlayacağını söylüyor. Bugün yalnızım. Sadece kıyma alıp çıkıyorum yaylaya. Kapıyı açıp içeri girer girmez Ege Üniversitesinden gelen bir gurup öğretim üyesi öğlen yemeği için rezervasyon yaptırmak istiyor. Mezelerin çoğu dünden sıfırlanmış. Aşkın Şef bugün işinin yoğun olacağını söylemişti. Telefon ediyorum biraz panik halinde. İlk defa çalar çalmaz açıyor telefonu şef. On kişilik bir öğretim üyesi gurubunun öğlen yemeğine geleceğini söylüyor, hemen gelmesini istiyorum. Ne zaman geleceklerini soruyor. "Saat on iki'de burada olacaklarmış." diyorum.

Benim de bir saatten az zamanım var. Hemen temizlik işlerine girişiyorum başta. Arkasından sobayı rekor sürede tutuşturuyorum. Eskiden bir türlü yapamadığım bir işti bu. Saatlerce ateş yakamazdım. Aşkın Şef geliyor ve mutfağa giriyor hemen. Kısa sürede vitrine çeki düzen veriyor, eksiklerini tamamlıyor. Telefonum çalıyor. Bu da benim şansım. Bankacılar öğlen yemeği için misafirlerini getireceklerini söylüyorlar. Aşkın Şef, son derece sakin, gelsinler ya, daha da fazla gelsin diyor. Ama ben ilk kez tek başımayım burada. Önce masaları birleştirip öğretim üyelerine on kişilik servis açıyorum. Ondan sonra bankacılar için her zaman oturdukları masaya açıyorum servislerini. Misafirlerin yarım saat kadar geç kalması işimize geliyor her ikimizin de. Hafif enstrümantal müzik çalıyor fonda. Çay ocağımız hazır, yeni çay demleniyor. Nohut mayalı ekmekleri geldiklerinde kızartmak üzere hazır bekletiyorum. Her taraf temizlendi. Dün çalışanlar, dolaplara gelişi güzel yerleştirmişler temiz bardakları. Halbuki her birinin yeri belli. Rakı içenlere verdiğimiz kısa konçlu su bardakları sarı dolabın sağ alt gözünde. Sol üst dolapta kola, soda ve meyve suyu bardakları var. Ayran koyduğumuz bardakları mutfağa taşıdık. Sol tarafta orta dolabın üst iki gözü su bardağı ve bira bardaklarına ayrılmış. Sağında rakı ve şarap kadehleri yer alıyor. Sağ tarafın orta dolaplarında ise çay bardakları ve bardak altlıkları, alt tarafta kahve ve neskafe fincanları, tabakları yer alıyor.

Sıcak bir atmosfer doğuyor hocalar geldiğinde. Manzaraya ve mekana hayran kalıyorlar. Acelelerinin olmaması beni de rahatlatıyor. Öğretim üyeleriyle teker teker tanışıyorum. İçlerinden biri eşimle adaş. Hem de harfi harfine. "h" siz Nükhet yani. Manasını biliyorsunuz değil mi isminizin diye soruyorum. Abes bir soru oluyor tabii. Koca doçent nasıl bilmez isminin anlamını. "Nükte yapan anlamında." diyor "Diğer Nükhet ise güzel koku demek."

Mezelerin seçimini bana bırakıyorlar istedikleri bir kaç meze dışında. Masayı donatmaya başlıyoruz. Bu arada bankacı misafirlerimiz geliyor. Onların masası da hazır. Şansıma her zaman geldiklerinde sergiledikleri aceleci tutumlarının aksine aceleci görünmüyorlar.

Mezelere bayılıyorlar hocalar. "Bonfilemiz maalesef bir iki porsiyon kaldı." demek zorundayım. Hocalar genel olarak köfte çeşitlerini tercih ediyorlar. İçlerinden cam kenarında oturan biri "Ben kasap işlerinden anlarım, o bayat bonfileden alayım, bonfile uzun süre sosta kalırsa daha yumuşak olur, bu yüzden bayatını severim ben." diyor. Tatlı sohbet, güzel manzara, sıcak ortam hoşlarına gidiyor. Arada sobaya kocaman kütükler atıyorum. Şömine sobamız bir canavar gibi yutuyor hepsini, kısa zaman sonra yenilerini istiyor. Kısa bilgi veriyorum mekan ve işletme hakkında. Hepsi ayrı ayrı kartvizitimizi istiyor.

Bankacılar biraz bekliyor bugün ama her zamanki gibi anlayışlılar. Akşama bir grup rezervasyonu daha yapılıyor. Fırat'ı arıyorum. Telefonu cevap vermiyor. Akşam üzeri o arıyor beni başka bir numaradan. Şarjı bitmiş telefonunun. "Kendimi yorgun hissediyorum, bugün gelmesem olmaz mı?" diyor. "Dün söyleseydin yerine eleman bakardık." diyorum. Çocuk bunlar. "Tamam gelme." diyorum, "Ben hallederim." Aşkın merak ediyor. Fırat'ın gelmeyeceğini öğrenince, moral veriyor. "Takma kafana, biz hallederiz." diyor. Hallediyoruz da. Bir kez daha anlıyorum. İnsanın yapamayacağı bir şey yok, yeter ki yaparım desin. Yarın Salı Pazarı. Hem de Sevgililer Günü. Sabahtan pazar alışverişi yapacağım. Sonra sevgililer için masaları hazırlamaya başlayacağız.

Kızım dün internet bağlantımı kullanmıştı. Ayarında bir oynama yapmış olmalı ki interneti kullanamadım bugün. Geceye kaldı yine yazılarım.

İktidar panikledi mi ne? Sigaraya Hayır afişlerini toplatmaya başlamış. Hadi hayırlısı...

SOĞUK GÜNEŞLİ BİR PAZAR GÜNÜ

12/02/2017 Pazar, Tire

Kış geri geldi. Hava güneşli olduğunda daha soğuk oluyor. Yağmur yağdığında yumuşuyor. Bu ilginç bir durum hatta bir tezat değil mi? Yağış olduğunda ki bu kar bile olsa hava sıcaklığı artıyor ama yağışsız havalarda güneş soğutucu gibi çalışıyor. Denize çok uzak olmadığımız halde iç kesimlerdeki kara iklimini yaşıyoruz sanki. Gece gündüz sıcaklık farkı çok fazla. Ağaçlar çıplak. Üşümüyorlar mı onlar. Sıcaklar basınca yapraklarla koruyorlar kendilerini yakıcı güneşe karşı. Yoksa bizim için mi giyiyorlar yeşil renkli o güzel giysiyi.

Yoğun bir gün geçiriyoruz. Kızım da bizimle beraber. Hafta sonları ilave elemanlar alıyoruz. Baştan beri düşündüğüm bir şeydi bu ilave eleman konusu. Öyle görünüyor ki, havaların ısınmasıyla birlikte hafta sonları daha da arttırmamız gerekecek destek eleman sayısını.

Hareket olunca alışveriş ihtiyacı da artıyor. Günde birkaç sefer şehre inmem gerekiyor. Sabah kahvaltı servisi ile başlıyoruz. Çocuklar sobayı hemen yaktıktan sonra temizliğe girişiyorlar.

Yarın Fırat hastanedeki abisini ziyaret etmek üzere İzmir'e gidecek. Öğleden sonra saat dörde kadar döneceğini söyledi. Gündüz saatlerinde genelde sakin oluyor nasıl olsa. Gecenin geç saatlerine kadar oturuyor misafirler. Arada Sevgililer Günü için bilgi almak isteyenler ve rezervasyon yaptıranlar var. Yoğun geçen bir günün ardından evlerimize dönüyoruz. Akşam yazacak hal kalmıyor.

11 Şubat 2017 Cumartesi

CEVİZ MASASI

11/02/2017 Cumartesi, Tire

Havalar yeniden soğumaya başladı. Sıcaklardan bu yaz hiç şikayet etmeyeceğim. Bugün Alp de bizimle beraber. Geç kalmamak için kasap alışverişini sonraya bırakıyorum. Kahvaltı servisinden sonra havuz başında ceviz kırmaya başlıyoruz. Güneş biraz sıcaklığını hissettirse de hava yine soğuk. Misafirler gelmeye başlayınca ekip görevlerinin başına dönüyor. 

Hava puslu olduğu için şehrin yarısı görünmüyor. Aşkın Şef personel menüsünü hazırlıyor beş dakikada. Kereviz var bu günkü menüde. Bir kereviz altı üstü ama bu kadar lezzetli mi olur. Alışkanlık haline getirdiğimiz közlenmiş acı kırmızı biber yemeğimize eşlik ediyor. Yemekten sonra irmik helvası da hazır. Mis gibi tereyağı kokusu sinmiş tam kıvamında. İsteyene dondurmalı isteyene sade cevizli. Küçük bir tabağa koyup denememi istiyor. Utanmasam bir tabak daha ver diyeceğim. 

Yaylayı çevreleyen bahçelerden avcıların silah sesleri geliyor. Hava gittikçe soğuyor. Yukarıda şömine sobamızı canlandırıyoruz. Kızım da akşama bizimle beraber olacak.

Akşam misafirlerinin genel olarak iki geliş saati var. İlk parti 18.30'da geliyor sonraki 20.00'de. Rezervasyonlu masaların dışındaki konuklar ikinci saat diliminde baskın ediyor. Kızım geliyor bu arada. Şömine sobanın başında annesiyle sohbet etmeye başlıyorlar hemen. Yemeğini yedikten sonra Aşkın Şefin spesiyallerinden bonfile sotenin resmini çekip gönderiyor bana.

Misafirlerimizi keyifle ağırlıyoruz. Geç vakit iki masa daha Sevgililer Günü için rezervasyon yaptırıyor. 

Aşkın Şef akıllı telefonu aldığından beri elinden düşürmüyor. Haberleri ondan alıyoruz. "İrfan Değirmenci'yi Kanal D'den kovmuşlar." diyor. Sebep ne? "Hayır" mesajı paylaşmış sosyal medyada. Düzgün adamlardan biriydi. Gestapo iş başında...

FELLAH KÖFTESİ

10/02/2017 Cuma, Tire

Küçük pazardan alacağım bazı şeyler olduğu için Fırat'ı yukarı bırakıp hemen şehre geri döndüm bu sabah. Eşim koca bir tencere fellah köftesi hamuru hazırlamış. Taş Ev'in en fazla rağbet gören mezesi bu. Fırat'ı Aşkın Şef geldiğinde ilk olarak köftelere başlasın diye tembihliyorum eşimin talimatı üzere. Yapacağı şey basit ama zaman alıcı. Hamurdan küçük parçalar koparıp avucunda yuvarlatacak sadece. 

Aşağı inince şef arıyor. "Eğer fellah köftesine başlarsam akşama kadar başka iş yapamam." diyor. Biraz hasta olduğundan bahsediyor, dün iğne vurdurtmuş acilde. "Mezeler hazırlanacak daha, hala yapayım diyorsan yaparım." diyor bezgin bir ifadeyle. "Tamam, sen başla ben döndüğümde devam ederim."diyorum. 

Pazarda işimi kısa sürede halledip geri dönüyorum. Daha henüz işin başında. "Sen bırak şimdi işine bak." diyorum Aşkın Şef'e. Canına minnet, çekiliyor tezgahtan. Bu iş tam bana göre, sabır işi. İnce bulgurdan yapılmış harçtan küçük parçalar köparıp avucumda yuvarlıyorum. Tencere büyük, yap yap bitmiyor. Telefon çalıyor, ellerimi yıkıyor, telefona bakıyorum. 444 lü hatlardan bankanın biri yeni teklifler sunuyor. "İlgilenmiyorum." diyorum. Yine anlatmaya çalışıyor telefondaki. "Ne teklifiniz varsa bana e-mail ile ulaşın." diyorum. "Böyle bir uygulamamız yok efendim." diyor. İyi günümdeyim. Son derece nazik konuşmamı sürdürüyorum. "Üç dakika ayıramaz mısınız, vaktiniz yoksa sizi müsait olduğunuz başka bir zaman arayalım." diyor görevli hanımefendi. "Yok, beni hiç aramayın, sizden özellikle rica ediyorum." diyor, iyi günler dileyerek kapatıyorum telefonu.

Dönüyorum yine köfte yuvarlamaya. Bir telefon daha. Rezervasyon olabilir, açmak zorundayım. Yine elini yıka, telefona bak. Öğleden sonra iki gün önce gelen bir aile geliyor. Küçük tatlı bir kızları var. Adı Hayal. Benim ortaokuldaki Türkçe öğretmenimin adı olduğu için unutmadım. Trileçe yemişti geçen sefer. Babasını aramış çok güzel bir yer bulduklarını ve harika bir tatlı yediklerini söylemiş. Çektikleri bir sürü fotoğrafı da göndertmiş babasına. Adamcağız kızını kıramamış, ta İstanbul'dan bizi görmeye gelmiş. Hayal ile arkadaş oluyoruz. Yine trileçe yemek istiyor. Aile kalabalık. "Bütün tatlılarınızı denemek istiyoruz." diyorlar. Karadutlu lor tatlısı, ceviz krokan, kestaneli dondurma, sakız dondurmalı irmik helvası, trileçe ne varsa gönderiyoruz masaya. "Eyvah, birini unuttuk söylemeyi." diyorum şefe. Üstelik menüde olmayan tek tatlımız bu. Eşim yeni dahil etmişti menüye ama onu ekleyememiştim. Kaymaklı, cevizli ayva tatlısıydı unuttuğum. Yukarı çıkıp "Bir de ayva tatlısı vardı, unutmuşum." diyorum. "Önümüzdekileri bir bitirelim ondan sonra." diyorlar. Güle oynaya ayrılıyorlar. 

Tanınmış bir firmanın çalışanlarını misafir ediyoruz bu akşam grup olarak. Onların kalkmalarına yakın kapanış saatimizden yaklaşık kırk dakika sonra biri bayan üç misafir geliyor. Gece kuşlarına servisimizin bu saatte sona erdiğini, ocakların kapatılıp temizlendiğini söylüyoruz. Biraz bozulur gibi oluyorlar ama bu saatte gelirlerse kalkış saatlerini hayal etmek bile korkutuyor bizi. Kalkıp gidiyorlar. Onları yolcu ederken kötü bir yorum yapmayacaklarını umuyorum. Zor bu işler diyen dünkü misafirlerimizden birini hatırlıyorum. Tam da bunu kastetmiş olmalı diyorum içimden.

Taş Ev'i kapatıyoruz. Elemanlar kokoreç yemeyi teklif ediyor. Hiç hayır der miyim? Referandumda değiliz ya. Her zaman gittiğimiz yere gidiyoruz. Gecenin bir vaktinde afiyetle sonlandırıyoruz günü.

10 Şubat 2017 Cuma

İADE-İ ZİYARET

09/02/2017 Perşembe, Tire


Yukarı çıkarken artık Fırat'ı alıyorum yanıma. Yaylaya gelir gelmez temizlik başlıyor. Dünkü gibi, adeta bahar havası hüküm sürüyor. Telefonum çalıyor. Arayan bizim bankacı dostlar. Yanlarında önemli konukları varmış. Zamanlarının çok kısıtlı olduğunu söylüyorlar. Aşkın Şef yine ortada yok. Telefon ediyorum, cevap vermiyor. "Açıksınız değil mi?" sorusuna "Açığız efendim, buyrun," niye dedim ki ben? Ortada şef yok. "Hemen çıkıyoruz, mezelerle donatın masayı biz gelene kadar." demişler bir de. Arkası arkasına telefon ediyorum. Bir keresinde "Aradığınız numara kapsama alanı dışında" mesajı geliyor. Daha da kötü. Telefonu mu kapattı acaba? Ya da şarjı mı bitti? Bir kez daha arıyorum cevap yok. Bu bile sevindiriyor beni, hiç olmazsa aradığımı görecektir sonunda. Belki de müsait değildir telefonu açmaya. Bu ilk de değil. Eğer misafir gelir de kapıdan dönerse ve geçerli bir mazereti yoksa, bu sefer faturayı ağır kesmeye kararlıyım.

Bankacılar bir kez daha arıyorlar. "Biz yola çıktık on beş dakika sonra oradayız. Masa hazır değil mi?" Geldiklerinde hazır olsun diye sıcak siparişlerini bile söylüyorlar. Hiç beceremediğim halde yalan söylüyorum. "Buyrun efendim, her şey hazır sizi bekliyor." Tek ümidim az sonra şefin kapıdan içeri girmesi. Ümidi kestiğim bir anda son kez çaldırıyorum telefonunu. Nasılsa açıyor bu kez. "Beş dakika sonra oradayım." diyor. "Neden geç kaldın, beni zor durumda bırakıyorsun, bak bu ilk de olmuyor." demenin sırası değil. Misafirler gelmeden sadece beş dakika önce geliyor bizim şef. Anlatmaya çalışıyor geç kalmasının nedenini. "Sus" diyorum, "Sus, bir an önce mezeleri hazırla." 

Gelir gelmez çifter çifter bir sürü meze tabağı hazırlanıyor. Misafirler olayın farkında değil. Ah, bir de bana sorsanız. Mezelerin arkasından sıcaklara başlarken açıklıyor geç kalmasının sebebini. Onu getiren aracın lastiği patlamış. "Ne oldu, yetiştirmedim mi her şeyi." diyor bir de. Direkten dönüyor aslında benim direkten döndüğüm gibi...

Bankacılar çaya davet ediyor. Aşağıda işim var zaten. İade-i ziyaretim gecikmiyor, öğleden sonra uğruyorum, sıcak ilgi gösteriyorlar. İlk kez açacağımız ticari hesabın belgelerini imzalarken bu anı ölümsüzleştirmek için fotoğraflar çekiliyor.

Akşam yemeğine önemli bir kurumun yöneticileri rezervasyon yaptırıyorlar. Dünün aksine gelenlerin çoğu rezervasyonlu bugün. Haberleri yeterince takip edemiyorum ama sosyal medya, özellikle facebook' tan alıyorum haberleri. El-Bab'tan gelen şehit haberleri, referandum tartışmaları, Fetö göz altıları... İçim kararıyor. Başka bir gözle görüyorum bu gelişmeleri. Çanakkale Ayvacık'ta deprem sonrasında orada yaşayanlar kışın soğuk günlerini çadırlarda geçiriyor. Hayat devam ediyor. Kimi ağlıyor, kimi gülüyor. Ülke elden gidiyor. Kimse umursamıyor. Atatürk bile kandırmış bizi, "Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır." derken. Ne çalışkan ne de zeki bu millet. İktidar, para uğruna vatanımızı satar hale geldik. Önce en etkili makamlara getirip, ordumuzu çökerten  daha sonra da kol kola gezdikleri Fetö'cülere sözde darbe yaptıranlardan niye hesap sorulmaz. Her şey ellerinde, yaptıramayacakları bir şey yok ama yetmiyor, başkanlık yani diktatörlük, tek adamlık istiyor birileri. Dahası ne? Başkan olunca yapamadığı neyi yapacak? Sadece iktidar hırsı mı bu? Yoksa daha başka vahim planlar mı yapılmış ülkenin geleceği üzerinde. Onlar "Hayır" diyor deyip PKK ile aynı kefeye koyduğu muhalefeti köşeye sıkıştıran başbakan, utanmadan, o teröristleri şarkılarla türkülerle karşılamadı mı? Yok, yok bu milletin gözleri kör, akılları tutulmuş, yüreğinde gram vatan sevgisi kalmamış, dolduruşa gelen bir sürüden farksız. Muhalefeti desteklemiyorum. Çünkü muhalefet yok ki ortada. Neredeyse bütün gazeteler, televizyonlar iktidarın borazanı. YSK da artık karışmayacakmış eşit yayın ilkesine. Sabahtan akşama kadar ezberletecekler halka ne yapması gerektiğini... Benim yine psikolojim bozulmaya başladı. Amélie hayallerim arasında Yann Tiersen dinleyim biraz. Belki açılırım...