Eşim beni yalnız bıraktı bugün. Oysa Kahvaltının Efendisiydi kendisi. Belinden rahatsızlandığı için gelemeyeceğini söyledi. Onsuz ilk kahvaltım olacak. Gelirken Fırat ve Alp'i aldım yanıma. Hemen bir iş bölümü yaptık. Önce neyin nerede olduğunu öğrenmem lazım.
Açılış saatimizden hemen sonra ilk araba geliyor. Hemen yumurtaları koyuyorum tencereye. Sırayla, reçeller, karadutlu lor, okma, zeytin, peynir vs. hepsini hazırlıyorum. Çaylarımız da hazır, nohut mayalı ekmeğimiz kızarmış. Dün akşam Aşkın Şef'in hazırladığı gözlemeleri ısıtıp gönderiyorum. Yine de listeye bir bakayım. Eyvah tereyağı eksik. Kaymaklı balına kadar her bir şeyi göndermişim de tereyağını atlamışım. Hemen onu da hazırlayıp gönderiyorum. Böylelikle ilk sınavımızı başarıyla vermiş oluyoruz.
Dün sadece üşüyüp titriyordum. Blog ve facebook dostlarından bir sürü öneri aldım soğuk algınlığımı kısa sürede atlatmam konusunda. Bugün düne göre çok iyiyim. Hatta o kadar iyiyim ki, yedi araba odun hazırladım. Üşümüyorum da üstelik. Bilgisayarımı yukarı, salona taşıdım. Şömine sobanın yanındaki masaya kuruldum.
Öğleden sonra eşime telefon ettim. Halini hatırını sordum. İstirahat ettiği sürece iyi olduğunu söyledi. Evde yine yapacak bir şeyler buluyor. Bu sebeple ev onun için dinlenecek bir yer değil. Yarın oğlumuzun yanına gidecek. Evde dinlenemiyor, belki orada dinlenir artık.
Hava kış mevsimi için güzel sayılır. Güneş yüzünü bir gösteriyor bir saklanıyor bulutların arkasına. Şömine sobamız sabahtan beri aralıksız yanıyor. Akşam rezervasyonları geliyor.
Akşama doğru Show TV adına işletmemizi tanıtacak "Gezelim Görelim" tarzında bir program yapmak üzere geldiklerini söyleyen iki genci karşımda buluyorum. Tecrübe böyle bir şey işte. "Biz reklam yapmıyoruz prensip olarak." diyorum. Bizim reklamımızı memnun kalan misafirlerimiz yapıyor. Bu şekilde yeni bir meslek grubu doğduğunu, aslında Show TV'nim falan tamamen hikaye olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde anlatmıştım. Nezaketen ilgilenmediğimi söylüyorum. Terasta yaptığımız bu görüşme esnasında garson iki kahve getiriyor. Kahve söylememiştik oysa. Getirilen kahvelerin diğer misafirlere ait olduğu çıkıyor ortaya. Nasiplerinde varmış madem, kahve ikram etmiş oluyoruz bizi kandırmaya gelenlere...
Telefon ediyorlar. "Açık mısınız?" diye soruyorlar. Demek kapalı gibi bir halimiz var. Bugün gelen misafirlerimizden biri de arabayla bahçeye girdi ve dönmeye çalışırken tesadüfen fark ettim. Yine aynı şey. "Kapalı sandık, dönüyorduk." Bahçe kapısına kocaman bir levha asıp açık olduğumuzu belirtmek lazım.
Saatler ilerledikçe hava sıcaklığı düşüyor. Yazı o kadar özledim ki. Dün meşhur Tire pazarında salatalığın kilosunu 8 TL gördüm ya. Nasıl istemem yazın gelmesini. Evet, biraz sıcaklardan bunalacağız ama üşümekten iyidir yine de. Hem burası yayla o kadar sıcak olmaz değil mi?