KATEGORİLER

3 Mart 2017 Cuma

DEVİT

02/03/2017 Perşembe, Tire

Bu sabah Fırat olmadığı için daha rahat hareket ediyorum. Evden çıkma saatim geldiği halde eşimin istediği malzemeleri marketten alıyorum. Temizlik işi bende bugün. Şömine sobadan başlıyorum. Aşkın Şef geliyor. Onun da bugün işleri çok. Keşkek hazırlanacak, fellah köftesi yapılacak. 

Aldığımız son yorumda misafirlerimizden biri güzel bir başlığın altına Taş Ev'e methiyeler düzmüş. Mezelerden mekana, manzaradan ilgiye kadar her şeyin fevkalade olduğunu yazmış ama verdiği puana bakınca şok oluyorum. Bir puan verilmiş, yani berbat. Dün gece yorumu şikayet etmiştim. Trip Advisor'dan cevap gelmiş. Heyecanla okuyorum. Şikayetim değerlendirilmiş ve haklı bulunmuş. Gerekli düzeltmenin yapıldığını yazıyor. O yetmezmiş gibi duyarlılığıma teşekkür etmişler bir de. Her şey güzel derken bir de ne göreyim. Yorum kaldırılmış, bir puanla birlikte. O da bir şey değil ama silinen yorum ortalamayı etkilemeye devam ediyor. Bu nedenle beş puan olması gereken ortalama puanımız üç puan görünüyor. Akşama tekrar Trip Advisor'a müracaat etmem lazım.

Öğleden sonra Alp'i almaya hazırlanırken içinde iki beyefendinin bulunduğu kırmızı bir araba beliriyor Taş Ev'in önünde. Kaplan Köyüne gelmiş ve bizim levhayı görünce keşfe gelmişler. Sohbet sırasında birinin İzmir diğerinin Ankaralı olduğunu öğreniyorum. Ankaralı olanla üniversite arkadaşı çıkınca daha da yakınlaşıyoruz. "Sizin bölümdekiler bizim bölüme kız ayarlamak için gelirlerdi." diyor. "Nasıl gelmesinler, koca inşaat bölümünde kaç tane kız vardı ki." diyorum. Emekli olmuş Selçuk taraflarında bir yere yerleşmişler. En kısa zamanda geleceklerine dair söz veriyorlar.

Akşam konuklarımız Ödemiş'ten. Rezervasyon için arıyor ve bir saat sonra burada olacaklarını söylüyorlar. Eşimi aşağıdan alacağım saate denk geliyor bu. Yakın bir dostunu davet etmiş Taş Ev'e. Hemen telefon ediyor ve onları alma saatimi yarım saat öne alma imkanını soruyorum. Arkadaşını arayıp teklifimi kabul ettiğini söylüyor. Onları alıp yaylaya çıkarken memleket hallerini konuşuyoruz.

Alp ile birlikte gelen misafirleri sorunsuz ağırlıyoruz. Hepsi mutlu bir şekilde ayrılıyor. Hele Ödemişliler... Kalabalık ailenin bütün fertlerinin yüzleri gülüyor. Nazik ifadelerle ne kadar mutlu bir gece geçirdiklerini anlatıyorlar. Ödemiş'te onları tanımayan yokmuş. Fırat'ı soruyorlar. Bugün izinli olduğunu söylüyoruz. Taş Ev'in eski bir yapının restorasyonu sonucunda ortaya çıktığını öğrenince daha da bağlanıyorlar. Taş Ev'e bayıldıklarını ve sık sık geleceklerini söylüyorlar.

Eşim misafiri ile birlikte kırmızı şarap içiyorlar. Fondaki müzik kulağıma daha bir hoş geliyor. Zaman çabuk geçiyor. Geç vakitlerde bir cumartesi rezervasyonu için telefonum çalıyor. Bugünün işini yarına bırakmayan bir misafir. Cumartesi günü şenlikli geçeceğe benziyor. Yine bir kız isteme programımız var. Hazırlıklarımızı tamamladık.

Eşim ve misafiri ile birlikte kapatıyoruz mekanı. Personeli daha sonra misafiri de evine bırakıp dönüyoruz. Günlüğümü yazmaya başlıyorum ama yine uyku kazanıyor. Sabah devam ediyorum.

Eşim kahvaltıya çağırıyor. Trip Advisor'a yorumlarla ilgili problemi gidermeleri için dün akşam yazamadığım dilekçeyi yazıyorum. Bir yandan sürekli ertelediğim Devit-3'ü nasıl içeceğimi düşünüyorum. Kolay değil koca bir şişe. Evde Yazar "Ekmeğin üzerine dök, benden söylemesi. Yoksa içemezsin." demişti. Eşim de aynı şeyi söylüyor. Akışkan bir sıvı olsa gözlerimi kapar dikerim kafama. Yoğun bir akışkan olması işimi daha da zorlaştırıyor. Şunu damardan zerk etselerdi ya. Önce önümdeki ekşi maya ekmek dilimine, sonra Devit-3 şişesine bakıyorum. Bu şişeyi dilimin üzerine dökmeye kalksam bir ekmek yerim herhalde. Koyu renk şişeyi sallıyor yoğunluk derecesine bakıyorum. Eşime "Bunu çay bardağına koyup içmeyi deneyim, nasıl olur?" diye danışıyorum. "Çay bardağına koyana kadar şişeyi dik iç." diyor. Şişeyi kafama dayamışım, ağır ağır yoğun bir sıvının mideme boşaldığını hayal ediyorum. Bu manzara hoşuma gitmiyor. Derken aklıma parlak bir fikir geliyor. Şişedeki sıvıyı bir çorba kaşığına dökeyim, kaşık kaşık mideye göndereyim. Hem rengini hem kıvamını görmüş olurum böylece. İlk kaşığı yağa benzer sıvıyla doldurur doldurmaz bir solukta ağzıma deviriyorum. Sonra bir tane daha, bir daha...
Bu yöntem hiç de fena değil. Öyle acı bir tadı yok. Söylendiği üzere yağa benziyor. Bundan sonra yöntemim belli. Bir hafta sonrası için daha az stres yapmış olacağım.

2 Mart 2017 Perşembe

ALİ USTA

01/03/2017 Çarşamba, Tire

Cüce Şubat da bitti, hayırlısıyla yeni bir aya başladık. Güneşli bir hava var. Aşkın Şef pazardan bir şey almamış. Cuma günü küçük pazardan alacağım eksikleri. Halden alacaklarımla mandıra ve kasap işlerini halledebilirsem iyi olacak.

Fırat'la yaylaya geldikten sonra Aşkın Şef'i bekledim. O gelir gelmez şehre döndüm yine. Badem ağaçları çiçeklere bürünmüş iyice. Bir kaç güne kalmaz bütün vadi badem ağaçlarının çiçekleriyle bezenir. Fırat bir haftadır hayalini kurmuştu kızını gezdirmenin. Hastalık dışarı çıkmalarına engel olmuş. Sabahtan beri elinin kolunun tutmadığından, başının ağrıdığından bahsediyor.

Dünden beri araba rölantide iken kulağı rahatsız eden sesler geliyor. Başıma çorap örmesin diye ustaya göstereyim dedim. Basit bir şeydir umuduyla sanayiye gittim. İşler büyüdü, İzmir'den parça istemeye kadar gitti.

Tamirci Olgun Ustayı değiştirdim. Bu da kötü huylarımdan biri. Bir yerden alışveriş yapmaya başladım mı ölüm ayırır beni. Hep aynı yere giderim. Bu sefer Aşkın Şef'in ısrarı üzerine Ali Ustaya gösterdim. İşimden kalmayım diye kendi arabasını verdi. Alışverişi onun arabasıyla tamamlayıp yaylaya çıktım.

Mart ayında bir hafta daha soğuk yapar. Kocakarı soğukları diye anılır bu halk arasında. Onu da atlattık mı soğuklarla işimiz olmaz artık. Bir kez daha odun hazırlamam yeter. Seneye bu işi Kadir'e yıkacağım. Bugün de odun işine girmedim. Aşkın Şef'le birlikte ceviz kırdık gündüz saatlerinde. Fırat'a ilaç verdim, ayakta uyuyor. Evine bırakmayı teklif ettim. "Biraz daha kalayım." dedi.

Ali Usta akşam saatlerinde arabamı getirip ALbana verdiği emanet arabayı geri aldı. Fırat'ı şehre bıraktım. Araba bir güzel olmuş, yağ gibi kayıyor. O homurtulu seslerden eser kalmamış. Yolda kalmadığıma sevindim. Sol ön lastikte kocaman bir çivi gördü usta. Henüz havasını indirmemiş lastiğin ama potansiyel yolda kalma durumu var. İşine devam ederken yandaki lastikçiye tamir ettirmiş.

Akşam misafirleri geç vakte kadar kaldılar. Onları uğurladıktan sonra eve attım kapağı. Ancak bir bölümünü yazabildim günlüğümün. 

1 Mart 2017 Çarşamba

KISA BİR CHECK-UP MOLASI

28/02/2017 Salı, İzmir

Sabah kızımın evinde açıyorum gözlerimi. Böyle bir uyanışı hiç beklemiyordum aslında. Yarı uyanıkken gülme sesleri geliyor kulağıma. Bir yumuşak tüy fırça yanaklarımı, çenemi gıdıklıyor. "Yapma kızım, yapma." diyorum. Gülmeye devam ediyor. Yanlamasına arkası dönük yattığım çek-yatta karnımın üzerinde bir şeyler geziniyor. Burnuma süt kokusuna benzer kokular geliyor. Gözlerimi güçlükle aralıyorum. Birden fal taşı gibi açılıyor gözlerim. Fırça sandığım şey bizim bıdıkmış meğer. Yeni yeni patlamaya başlayan dişleri ile çenemi yakalamaya, sarıya kaçan açık pembe renkli diliyle yanaklarımı yalamaya çalışıyor. Obez teşhisinden sonra yemek miktarını azaltmışlar. Hani yiyebilse kahvaltı niyetine beni indirecek mideye. Bıdıkla sabah keyfinden sonra çıkıyoruz evden hastane yoluna.

Kızım her şeyi ayarlamış. Kan veriyoruz, diğer tahlil örneklerini bırakıyoruz. Hastane hınca hınç dolu. Suriyeliler hasta nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturuyor. Poliklinikte durumlar gergin. Koridorlarda kocaman sokak köpekleri. Hatta içlerinden bazılarının internette fan kulüpleri varmış. Sado Fan bunlardan biri.

Kim demiş hükümet sağlık sorununu çözdü diye. Eskiden neyse şimdi de o. Saatlerce bekliyorlar sırada. O gün sırası gelmeyen ertesi gün geliyor. Hastalar yetersiz sağlık personelinin acısını doktorlardan çıkarıyor. İç burkan, manzaralar... Sedyeler üzerinde cansız gibi görünen hastaları aceleyle oradan oraya sürükleyen personel. Birbiri ardına gelen ambulanslar. Siren sesleri, iğneden çıkan çocukların canhıraş bağırmaları, ihtiyacını temizlik nedeniyle geçici olarak kapatılan tuvaletlere yapamayıp aradaki koridorda işini halleden ve temizlikçilere "Baş hekime şikayet edeceğim hepinizi." diye tehditkar bir şekilde bağıran yaşlı kadın...  

Derken telefonum kararıyor birden. Ne yapsam nafile. Eşim numaramdan arayınca çalıyor ama ne var ki, açamıyorum telefonu. Ekran kapkara. Biyometrik fotoğraf lazımmış ehliyetlerin yenilenmesi için gerekli sağlık raporunda. Bir de onu sıkıştırmaya çalışıyoruz. Nasıl yetişecek onca iş bu tatil günümüze? Dün saat sekizden beri ağzımıza bir lokma girmemiş. Eşim sabah kahvaltısı konusunda daha hassas. Hemen bir börekçi dükkanına dalıyoruz kan örneklerimizi verdikten sonra. Aklım telefonumda. Yokluğunda eksikliğini daha çok hissediyorum. Ne kadar girmiş hayatımıza, adeta bir uzvumuz olmuş.

Kahvaltıdan sonra bir ağrı kesici alıyor eşim. Koştura koştura fotoğrafçı arıyoruz cadde boyunca. Benim ise gözlerim sadece cep telefonu tamircilerini tarıyor. Esnafın birine soruyoruz. Tarif ettiği yer caddenin sonu. Acil aramalar için eşimin telefonuna takıyorum sim kartımı. Fotoğraf işini hallederken karşısındaki telefoncuya gösteriyorum telefonu. Kocaman bir salonu var dükkanın. Öyle tahmin ediyorum ki son yılların en rağbet gören mesleği cep telefonu servisleri. Adım başı pıtrak gibi çoğalmışlar.

Zamanım olmadığını hastanede işim olduğunu söylüyorum servis elemanına. Yazılımı yüklemem lazım, on dakikada hallederim ama kırk-kırk beş liralık bir masrafı var diyor. Bal gibi haksız bir kazanç. Biliyorum ama çaresiz kabul ediyorum. Fotoğrafın da on dakika sonra hazır olacağı söylenmişti. Fotoğrafları alıyoruz ama telefon henüz % 55'te diyor telefoncu. Bir on dakika daha sürer. "On dakika zamanımız yok." diyoruz. "Sonra gelip alırız." deyip telefonu orada bırakıyoruz.

Koşturmaca devam ediyor. İlk kan sonuçları geliyor. En çok merak ettiğimiz şeker sonuçlarım. Ancak ilk söylenen Hepatit mikrobu taşımadığım. Kızım telaşlanıyor. "Sende hiç mikrop yok, tamamen savunmasızsın." "Hemen aşı vurulman lazım. Bir de tetanos aşısı tabii, tarla bahçe işleriyle uğraşıyorsun, bak elini de kesmişsin zaten." Damardan kan alsalar o kadar sarsmaz beni ama aşı denilince tırsıyorum. Çaresiz kabul etmek zorundayım. Bir başka binada sol koluma tetanos, sağ koluma Hepatit B aşıları vuruluyor. Hepatit aşısının bir ve altı ay sonra tekrarları var bir de.

Kan sonuçları gelmeye devam ediyor. Eşimde de benim durumum gibi şeker başlangıcı çıkıyor. Benim sonuçlar stabil görünüyor. Yediklerime dikkat edeceğim yani. Şaşırtan sonuç D vitamini eksikliğim. Şimdiye kadar dışarıdan D vitamini takviyesi aldığımı hatırlamıyorum. Belki bebek ya da çocukken aldıklarım hariç. Normal 25 olması gereken değer bende sadece 9 çıkıyor. Hemen D vitamini yüklenmem gerekiyormuş. Haftada bir, epeyce bir miktar içimi zor bir sıvı içecekmişim. Diğer sonuçlar yarına kalıyor.

Kemik yoğunluk ölçümleri iyi çıkmıyor ama çok da kötü değil. Eşimin durumu da aynı hemen hemen. O fizik tedavi uzmanına görünüyor ayrıca. Kullandığı bazı ilaçlara devam etmesi gerekiyor.

Hazır gelmişken gıda çarşısından eksik malzemelerimizi ve dönüş yolunda servise bıraktığım cep telefonumu alıyoruz. Babamlara sözüm vardı "Eğer yetişebilirsek uğrarım." demiştim. Ne yazık ki uğramamız mümkün olmuyor. "Siz Ankara'dayken daha sık görüşüyorduk." demişti babam. Diğer taraftan kızım ise aşının yan etkisi olabilir hava kararmadan çıkın yola diye sıkı sıkı tembihlemişti.

Aşkın Şef arıyor. Daha önce de aramış ama telefon arızalı olduğu için cevap alamamış. Onun merakı şekerimin durumu. Eğer düzelme olursa sana bir yetmişlik var diye söz vermiştim. Ümitle alacağım iyi neticeyi bekliyordu. Ne yazık ki bir sonraki kontrole kaldı ümitleri. Tabii beni güzel tatlara boğmazsa eğer...

28 Şubat 2017 Salı

BIDIK

27/02/2017 Pazartesi, Tire

Bugün medeni toplumlarda haftanın ilk çalışma günü. Bizde tam aksine haftanın son iş günü. Pazar gününün yoğunluğu ardından sakin geçmeye aday. Üstelik bir de derbi maçı var diyor elemanlar. O zaman boş zamanları değerlendirmek lazım. Temizlik ve mutfak işleri bitince ceviz kırmaya başlıyoruz. Önceki stokları erimiş. Son zamanlarda ceviz krokan satışları da arttı.  

Hava düne göre daha serin. Şömine sobayı yakıyoruz. Hazır odun kalmamış içerde. Depodan bir araba odun getiriyorum. Şef hünerli ellerini ceviz kırma işinde de gösteriyor. Onun kırdığı cevizlerde kelebek çıkarma yüzdesi oldukça yüksek. Hava gittikçe kararıyor. Rüzgarlar yağmur bulutlarını çağırıyor. Çok geçmeden yağmur damlaları avluyu ıslatıyor.

Kocaman bir tepsiye kırdığı cevizleri ayıklamaya koyuluyoruz. İçeri soğumasın diye kapıyı kapatıyoruz. Mutfaktaki tek pencere bahçeye bakıyor. Gelen gideni görmemiz mümkün değil. Saat beşe kadar ceviz ayıklıyoruz. Dışarıdan bir ses duyuyoruz. Kapı açılıyor. "Açık mısınız?" Kapalı mı görünüyoruz? Buyur ediyoruz misafirleri. Ceviz işi paydos. Uzay gemisindeki gibi herkes yerini alıyor, görev başına (!)

Ödemiş'ten yeni tanıştığımız bir bayan misafirimiz arıyor çok geçmeden. O da açık olup olmadığımızı soruyor. Açık olduğumuzu söyleyince yola çıktılarını, az sonra burada olacaklarını söylüyor. Daha sonra gelen gidenlerle güzel bir gece geçiriyoruz. Kapanış saatinden az önce misafirlerimizi uğurluyoruz. Bu vakitten sonra İzmir'e kızımızın yanında gideceğiz. Yarın check-up günümüz. İlk kez akıllı bıdığı göreceğim için heyecanlıyım.

Yola çıkıyor, gecenin ilerleyen saatlerinde İzmir'e varıyoruz. Park sorunu kızımın oturduğu yerde de büyük problem. Geçen sene kapının önündeki arabama boydan boya derin çizikler atmıştı ruh hastasının biri. Eve yakın bir yer bulup Allah'a emanet ediyorum arabamı.

Eve girer girmez kızım kucağında bıdıkla karşılıyor bizi. Üzerine gecelik bile giydirilmiş. Ama sürekli olarak kollarını geri çekiyor. Anlattıklarından daha sevimli bir şey. Cinsiyetinin kesin olarak belirlenememesinden dolayı onu geçici olarak bıdık diye çağırıyoruz. En az bir on beş gün daha adı bıdık olarak kalacak görünüyor. Bugün de veterinere götürmüşler bıdığı. Mama yiye yiye obez olmuş, poposunu güçsüz ayakları taşımıyor. Kızım salondaki halıyı da kaldırınca cilalı parke üzerinde bir kaç adım attıktan sonra ayakları yana açılıyor. Gözleri açılmış artık, boncuk boncuk bakıyor. Onunla uzun süre oynuyorum. Kızımın bilgisayarından günlüğümü yazmak üzere hazırlık yapıyorum. Uykusuzluk yazmama mani oluyor. Tarihi atıyorum ama gerisi gelmiyor. Bugünün güncesi yarına kalıyor...

27 Şubat 2017 Pazartesi

BADEM AĞAÇLARI ÇİÇEKLENDİ

26/02/2017 Pazar, Tire

Haftalar yine çabuk geçmeye başladı. Erken kahvaltı rezervasyonumuza yetişmek için hayli erken düştük yollara... Hava güzel mi güzel. Badem ağaçları çiçeklenmiş.

Eşimle mutfaktayız şef gelene kadar. Yeterli salatalık olmadığını fark ediyorum. Şimdi, hemen çıkmazsam millet bastırdıktan sonra çok daha zor. Yollardaki her çukuru ezberlediğim için o dar ve virajlı yollar benim için otoban olmuş. Anında şehirdeyim. Evden bir iki şey daha alıyorum. Kaplan yolları hayli kalabalık. Baharı da geçtim adeta bir yaz havası.

Bizim şömine soba çıtır çıtır yanıyor, salon sıcak mı sıcak. Ancak misafirlerin neredeyse tamamı terasa yayılmış. Az sonra Aşkın Şef geliyor. Emir komutayı ona bırakıyoruz. Son salatalığı söğüş şeklinde doğrarken bırak ben keseyim diyor ve dikkatimi dağıtıyor. O keskin bıçak son dilim olarak sol elimin yüzük parmağının uzunu alıyor diklemesine. Hemen birbirinin üzerine üç yara bandı yapıştırıyorlar parmağıma. Güçlükle kan duruyor. Nazara bağlıyoruz.

Bugünün misafir profili hayli değişik. Genellikle Tire'den misafirlerimiz. İzmir'den gelen de var hafta sonu olmasından dolayı. Dışarıdan gelen misafirlerden biri Taş Ev'in levhasını gördüğünü ama ev sandığını söylüyor. Levhadaki restaurant yazısı Taş Ev'e göre hayli küçük. Bunu düşünmemiz ve bir çözüm getirmemiz gerekiyor. İçki satışı da her zamankine oranla düşük. İlk kez etlerimizin marinasyonunda alkol kullanıp kullanmadığımız soruluyor.

Akşamın yorgunluğu üzerimize çöküyor. Hava hala sıcak.


26 Şubat 2017 Pazar

BUNU YAPSA YAPSA SOLCU BİR KİŞİ YAPAR

25/02/2017 Cumartesi, Tire

Bugün ilk misafirlerimiz İzmir'den. Kahvaltı etmek için yer arıyorlarmış. Bizim kahvaltı verdiğimizi öğrenince pek sevindiler. Hanımefendi ne kadar konuşkan ise eşi bir o kadar sessiz. Uzun uzun Taş Ev'i inceliyorlar. Kendileri de eski bir taş ev satın alıp restore etmeyi düşünüyorlarmış. Girişteki İtalyan desenli seramikler ilgilerini çekiyor, nereden aldığımızı soruyorlar. Empoli diyeceğim yerde Empero deyiveriyorum. Ancak kafamda soru işareti var yine de. İnternette aradığımı bulamıyorum. Empero seramik markası yerine sanayi tipi mutfak ekipmanları markası çıkıyor. Demek yanılmışım. Aklıma arka tarafta kalan birkaç koli seramik kutusu geliyor. Kutunun üzerindeki yazıdan aradığımı buluyorum. İlgimizden çok memnun kalıyor misafirler. İzmir'in eski semtlerinden birinde deniz manzaralı evlerine yapacakları restorasyon konusunda fikrimi soruyorlar.

Güneşin yükselmesiyle birlikte hava ısınıyor. Ama biz yine de şömine sobayı yakıyoruz. Kızım bıdığın resim ve filmlerini whatsapp 'tan gönderiyor. "Dişi dediler ama bu resimde görünen ne?" Veterinere sormuş, erkek olabilir demiş. Kısa zamanda kesin olarak anlaşılacakmış. İsim konusunu biraz geciktirsek hiç fena olmayacak. Erkekse kız ismi veremeyiz herhalde.

Öğleden sonra bir grup iş adamı iş yemeğinde buluşuyor Taş Ev'de. Ankara ve Kuşadası'ndan gelen misafirler mekana ve yemeklere bayılıyorlar. Torbalı'da yapacakları bir yatırım masaya yatırılıyor. İçkilerini yudumlarken keyifle yemeklerini yiyorlar. Arada sohbetlerine katılıyorum. Ayrılırlarken içlerinden biri soruyor: "Yanlış anlamayın ama siz solcu musunuz?" Şaşırıyorum beklemediğim bir soru bu. "Anlamadım?" diyorum. Tekrar soruyor. "Siz diyorum, solcu musunuz?" Gülerek, "Elhamdülillah solcuyum." diye cevap veriyorum. Bu cevabıma gülüyorlar. Niye bunu sorduğunu merak ediyorum. Taş Ev'i göstererek, "Böyle bir yapıyı ortaya çıkaran kişi olsa olsa solcudur". diye düşündüm diyor. Daha sonra hepsinin sağ görüşlü olduğu çıkıyor ortaya. Sağın ve solun birbirlerine bir zamanlar nasıl kışkırtıldığından bahsediyoruz. Muhsin Yazıcıoğlu'nun hapiste yatarken söylediği bir sözü aktarıyor içlerinden biri. "Bizim vatan haini olarak gördüğümüz kişilerin en az bizler kadar vatan sevdalısı olduğunu çok geç anladık."

Kızım mesaj gönderiyor video çekimleriyle. "Bunu doyurmak imkansız, neredeyse beni bile yiyecek." Akşama doğru sağ kulağım ağrımaya başlıyor. Elimi üzerine değdiremiyorum. Yıllar süren bir sıkıntı bu. Epeydir unutturmuştu kendini. Teşhis koyamadı doktorlar, anlayamadılar çünkü. Biri hep sağ tarafınla çiğniyorsun lokmaları dedi. Diğeri dişlerinde problem olabilir belki dedi. Dişlerimi yaptırdım ama ağrı kesilmedi.

25 Şubat 2017 Cumartesi

LOZAN 2023

24/02/2017 Cuma, Tire

Esnaf piyasada yaprağın kıpırdamadığından yakınıyor. Bu durum illa ki bize de yansıyor olmalı. Gün geliyor beklemediğimiz kadar çok misafir ağırlarken bir gün sonra durum tersine dönüyor. Yeni açılan bir işletme olmamıza ve kışın getirdiği olumsuz hava ve yol şartlarına rağmen sadık misafirlerimizin olması sevindirici. Onların dışında ilk kez gelen ve memnun ayrılan dostlarımız da ilerisi için ümit veriyor.

Her hafta olduğu gibi küçük pazar alışverişini öğleden sonraya bıraktım. Fırat'ı yaylaya bıraktıktan hemen sonra henüz Aşkın Şef'i görmeden şehre dönüyorum. Pazarda enginarlar bollanmaya başlamış. Yeşil biberin kilosu da yedi, sekiz liralardan beş, altı liralara düşmüş. Mandıraya uğrayıp, yoğurt ve peynir ihtiyacımı karşılıyorum.

Eşim bugün döndü oğlumun yanından. İzmir'de kızımın evinde bizim yeni maskota bakıyor. Beklediğim telefon erken geldi, haftaya Cumartesi günü yeni bir evlenme teklifi rezervasyonumuz oldu. Beyefendi Ankara'da geçici bir görevdeymiş. Bu sefer misafirlerimiz Kuşadası'ndan. İki masa ayrılmasını istedi beyefendi. Biri arkadaşları içinmiş. Arkadaşları hem keman çalacak hem de fotoğraflarını çekecekmiş. Şampanya patlatılacakmış kızın teklifi kabul etmesinin ardından. Evlilik teklifi için bölgenin değişmez adresi olmak yolunda hızla ilerliyoruz. Bu konuda kendimizi biraz daha geliştirirsek daha da ünleniriz. Mesela havaya fenerler uçurabilir, masanın süslenmesinin yanı sıra farklı etkinlikler düşünebiliriz.  

Akşam rezervasyonları gelmeye başlıyor. Gelenlerin tamamı aile. Bu durum beni hayli sevindiriyor. Gün boyunca şef yeni mezeler hazırladı. Vitrinimizi yeniden tanzim etti.

Hava kararsız, bir açılıp bir kapanıyor. Akşama doğru serinlemeye başlıyor. Fırat şömine sobayı yaktı. Henüz hava kararmadan misafirler gelmeye başlıyor. Daha önce birkaç kez gelen başka bir misafir arıyor. Yayla yolunda arabaları hararet yapmış. Gidip alıyorum onları kaldıkları yerden. Verdikleri rahatsızlıktan ötürü özür üzerine özür diliyorlar. Her insanın yapması gereken bir şey bu oysa.  

Devamlı misafirlerimizden biri ile sohbet ediyoruz. Kendisi esnaflık yapıyor. İşlerin durgunluğundan söz ediyor. Ben de ortamın samimiyetine güvenip "Ne olacak memleketin bu hali?" deme gafletinde bulunuyorum. Adam küfür etmişim gibi gözlerini açıyor. "Abi ne demek istedin şimdi sen, anlamadım bak bunu." Az önce işlerin durgunluğundan, esnafın siftahsız dükkan kapattığından dem vuran sanki başkası. Ben şaşırıp susmayı tercih ederken o devam ediyor hesap sorar gibi. "Ne varmış memleketin halinde?" Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ne de olsa misafirim oluyor burada. Siyaset tartışmanın yeri değil ki burası. Ama o oldukça istekli buna. "Son on beş yılda hastanelerde sıra beklemiyor, parasız tedavi görüyorsun yalan mı?" Eşi müdahale ediyor durumu düzeltmek için. "Masrafları ve ilaç parasını maaşlardan kesiyorlar sonra ama."

Toparlamaya çalışıyorum durumu. "Ben memleketin hali derken gelen şehit cenazelerini, savaş durumlarını falan şey ettim." diyorum. O devam ediyor, ana muhalefet partisine giydirirken cumhurbaşkanına övgüler düzüyor. Reislerinin Amerika'ya ve bütün dünyaya nasıl posta koyduğundan bahsediyor. Hızını alamıyor. Bütün İslam alemi arkamızda. "Amerika ve Avrupa bundan korkuyor." diyor. İbretle dinliyorum söylediklerini. "Hele bir 2023 yılı gelsin, cumhurbaşkanımız başımızdan eksik olmasın, o zaman dünya lideri olacağız." 2023 yılının hikmetini anlamadığımı söylüyorum. "Lozan Antlaşması var ya." diyor. "Onun süresi bitiyor." Şaşkınlıkla dinliyor ve merak içinde soruyorum. "E, ne olacak o zaman?" Tereddütsüz cevaplıyor. "O zaman Ortadoğu toprakları, Irak, Suriye bizim olacak, Boğazlardan istersek hiçbir ülkenin gemisini geçirmeyeceğiz, bor madenlerini işletmeye açacağız." Şimdi niye işletmiyoruz bor madenlerini bir engel mi var? "Var tabii, Lozan Antlaşmasına göre. Ama yüz yıl sonra, yani 2023 yılında bu antlaşma hükümsüz kalacak." Tutamıyorum kendimi, tartışmaya girmek istemediğim halde. "Ben Lozan Antlaşmasının bütün maddelerini okudum ama antlaşmanın yüz yıl geçerlik süresi olduğuna dair bir madde hatırlamıyorum. Misafirimiz konuya son derece hakim. "Var, var."

İşte böyle memleketin hali. Referandumda "Evet" oyu verecek kitle genel olarak bu düşünceler içinde. İlerisi için ümitlenmeye neden göremiyorum bu ülkede. Bu insanların seçtiği yöneticilerden memlekete ne hayır gelir. İşte size demokrasi, işte size milli irade (!) 

Erken kalkıyorlar misafirler geçen haftaların aksine. Seviniyorum buna. Eşim telefon ediyor, yeni gelmiş eve. Biz de çıkmak üzereyiz. Eve varınca kızımız bizim maskota biberonla mama yedirmeye uğraşırken canlı yayın yapıyor telefondan. Uzun uzun maskaralıklarını seyrediyoruz bıdığın. Venüs koymuşlar adını aldığı yerden. Bu adı benimsemiyoruz eşimle. İnternete girip köpek isimlerine bakıyorum. Hera adını önereceğim. Kulağa hoş geliyor ama anlamı biraz çarpık geldi. Hera; Yunan mitolojisinde tanrıların tanrısı Zeus'un kız kardeşi ve eşi. Çok güzel olduğu kadar mücadeleci ve kıskanç. En büyük rakibi de Afrodit elbette.