İki gündür sebebini bilemediğim bir sıkıntı var içimde. Yapılacak işler, yapılması gerekenler, alınacaklar, söylenecekler, söylenemiyenler, söylenemeyecekler, kitap okumak isteyip de zaman bulamamak vs.düşünceler beynimi kemirip duruyor. Bu durum dalgınlığımın sebebi olmalı. Sabah tam saatinde Fırat'ı almaya geliyorum. Yerinde görünmüyor. Telefon ediyorum, yolda olduğunu söylüyor. Dün izin almıştı hastanedeki abisini ziyaret etmek için. Zamanında yetişirim demişti. Olabilir, işi uzamıştır. E, be çocuk madem gecikeceksin bir ara da bana bilgi ver. İnsanlar ne tuhaf oldu. Söyleyemiyorum, içime atıyorum.
Ayşe Hanımı alıp çıkıyorum. Küçük pazardan alınacak çok şey var daha. Aşkın Şef gelince zaman kaybetmeden iniyorum şehre yeniden.
İlk işim arabayı bir güzel yıkatmak. Yakıt aldığım istasyonu değiştirdim. İstasyonun yanı başında oto yıkamacının olması da iyi. İstasyon sahibi Kenan Bey'le tanışıyorum. O da eleman konusunda yakınıyor bana. Kısa süre önce çalışanların tamamına yakını ekip olarak bırakmışlar işi, hem de ne teslim ne tesellüm var. Yeniden ekip kurmuş, muhasebe sistemini olduğu gibi değiştirmek zorunda kalmış. Çay ısmarlıyor, araba temizlenirken. Aracın birinden yere yağ damlamış. Genç bir pompacıya nezaketle temizlemesini söylüyor. Çocuk yağın üzerine biraz su döküp gidiyor. Yeniden ikaz ediyor izah ederek. "Evladım, üzerinden geçecek araçlar bu yağı her yere dağıtacaklar, doğru düzgün temizle şurayı." Çocuk çek pası getiriyor içeriden. O kadar gönülsüz ki işinde. İki çektirip yağ yığınını iki metre uzağa alıyor. Sakin olmasını öğütlüyorum. İstediğin gibi olmasını istiyorsan kendin yapacaksın. Kim demiş işsizlik var bu ülkede. İşini yapan yok, çalışanların pek çoğu işi nasıl kaytarırım diye bakıyor.
Telefon geliyor. Altı kişilik rezervasyon yapılıyor. Bir saat içinde Taş Ev'de olacaklarmış. Fırat gelmiş olmalı. Hemen onu arıyorum, telefon cevap vermiyor. Aşkın Şefi arayıp haber veriyorum. "Yine arıyacağım Fırat'ı, ulaşamazsam ben çıkarım yukarı diyorum." Kafamda alınması gereken bir sürü ihtiyaç malzemesinin yanı sıra yapacağım ödemeler uçuşuyor. Bir kaç kez aradıktan sonra açıyor telefonu. Belli ki yatmış evinde uyuyor. Onu rahatsız ettim diye neredeyse suçluluk duyacağım. "Misafir gelecek az sonra hemen yukarı çıkman lazım." diyorum. "Peki ben nasıl çıkayım siz beni bırakamaz mısınız?" diye soruyor. Ben seni nasıl bırakayım, dünya kadar işim var. Bir taksi tutup çıkmasını söylüyorum. Verdiği cevabı çerçeveletip asmak geçiyor aklımdan. "O kadarını ben de biliyorum, taksiye verecek param mı var?" Memlekette işsizlik mi var?
Neyse, alıp yukarı götürüyorum beyefendiyi. Hemen dönüyorum şehre üçüncü defa. Alışveriş işi denk geliyor, çabucak hallediyorum. Arada telefonlar durmuyor. Pazar günü kahvaltıya geleceklermiş altı kişi. Otuz kişilik kahvaltı rezervasyonu üstüne altı kişi daha. Pazar mı demişlerdi acaba. Bir daha ararsam ayıp mı olur? Neyse ki gelenler eşimin tanıdıkları. Kaydettiğim numaradan arayıp pazar günü geleceklerini teyit ettiriyorum. Devlet Hastanesinden arıyor bir doktor rezervasyon için. Kahvaltı mı? Yine mi arayacak? Telefonlar durmuyor. Yine bir telefon. Bu seferki telefon 444 lü numara. Gına geldi bu numaralardan. 850'liler bitmeden bir de bunlar çıktı. Telesekreter Akbank'ın kredi kartının avantajlarını anlatıyor. Bir başkası emekli maaşını Denizbank'a aktarırsam 450 TL vereceklerini söylüyor. Arkasından Yapı Kredi Bankası kusur kalmıyor. Çulsuz mu kaldı bu bankalar yoksa olmayan paranın kokusunu mu aldılar bilemiyorum. Hayır, yüzlerine kapatıyorum, bir müddet sonra yine arıyorlar. Açmazsan hep ararlar diyordu eşim. Onca işimin arasında açıp uzun uzun dinliyorum. "İlgileniyorsanız biri, sonra ilgileneceğim derseniz ikiyi, yok işim olmaz sizinle diyorsanız sıfırı tuşlayın." diyor telefondaki mekanik ses. Vakit geçirmeden sıfırı tuşluyorum bir daha aramayacaklarını düşünerek. Ama nafile. Yine arıyorlar. Şişiyorum.
İşim biter bitmez yaylaya çıkıyorum. Dün tavuklarla beraber aldığım Fifi karşılıyor beni. Ayaklarıma yatıyor, poz veriyor. Fifi'yi bilmiyorsunuz siz tabii. Fino cinsi bir köpek. Kulağında küpesi var. Muhtemelen belediyenin hayvan barınağından kaçmış, ya da atılmış. Dün tavukları aldığım bakıcı "Bizim çiftliğe dadandı isterseniz alın." dediğinde onu da yanımda getirmiştim. Bir de adını sonra öğreneceğim püsküllü bitkiler aldım çiftlikten. Yarın onları dikmemiz lazım.
Taş Ev'e geldiğimde misafirler yemek yiyordu. Onları görünce tanıdım hemen. Geçen yaz her hafta gelirlerdi. Kış boyunca çıkamamışlar, kış uykusuna yatar gibi. Doğulu olmalarına rağmen hiç gerek yokken şömine sobanın yakılmasını istemişler. Fırat yakmış sobayı hemen. Sobanın yanındaki masalara oturmuşlar. Doğunun insanını seviyorum.
Akşamın son konukları rezervasyonsuz geliyor. Delikanlı sürpriz yapmak istiyor eşine doğum günü için. Arkadaşları pastayı getiriyor. Eğlenceli bir şekilde noktalıyoruz geceyi...