KATEGORİLER

11 Mart 2017 Cumartesi

FİFİ

10/03/2017 Cuma, Tire
İki gündür sebebini bilemediğim bir sıkıntı var içimde. Yapılacak işler, yapılması gerekenler, alınacaklar, söylenecekler, söylenemiyenler, söylenemeyecekler, kitap okumak isteyip de zaman bulamamak vs.düşünceler beynimi kemirip duruyor. Bu durum dalgınlığımın sebebi olmalı. Sabah tam saatinde Fırat'ı almaya geliyorum. Yerinde görünmüyor. Telefon ediyorum, yolda olduğunu söylüyor. Dün izin almıştı hastanedeki abisini ziyaret etmek için. Zamanında yetişirim demişti. Olabilir, işi uzamıştır. E, be çocuk madem gecikeceksin bir ara da bana bilgi ver. İnsanlar ne tuhaf oldu. Söyleyemiyorum, içime atıyorum.

Ayşe Hanımı alıp çıkıyorum. Küçük pazardan alınacak çok şey var daha. Aşkın Şef gelince zaman kaybetmeden iniyorum şehre yeniden.






İlk işim arabayı bir güzel yıkatmak. Yakıt aldığım istasyonu değiştirdim. İstasyonun yanı başında oto yıkamacının olması da iyi. İstasyon sahibi Kenan Bey'le tanışıyorum. O da eleman konusunda yakınıyor bana. Kısa süre önce çalışanların tamamına yakını ekip olarak bırakmışlar işi, hem de ne teslim ne tesellüm var. Yeniden ekip kurmuş, muhasebe sistemini olduğu gibi değiştirmek zorunda kalmış. Çay ısmarlıyor, araba temizlenirken. Aracın birinden yere yağ damlamış. Genç bir pompacıya nezaketle temizlemesini söylüyor. Çocuk yağın üzerine biraz su döküp gidiyor. Yeniden ikaz ediyor izah ederek. "Evladım, üzerinden geçecek araçlar bu yağı her yere dağıtacaklar, doğru düzgün temizle şurayı." Çocuk çek pası getiriyor içeriden. O kadar gönülsüz ki işinde. İki çektirip yağ yığınını iki metre uzağa alıyor. Sakin olmasını öğütlüyorum. İstediğin gibi olmasını istiyorsan kendin yapacaksın. Kim demiş işsizlik var bu ülkede. İşini yapan yok, çalışanların pek çoğu işi nasıl kaytarırım diye bakıyor. 

Telefon geliyor. Altı kişilik rezervasyon yapılıyor. Bir saat içinde Taş Ev'de olacaklarmış. Fırat gelmiş olmalı. Hemen onu arıyorum, telefon cevap vermiyor. Aşkın Şefi arayıp haber veriyorum. "Yine arıyacağım Fırat'ı, ulaşamazsam ben çıkarım yukarı diyorum." Kafamda alınması gereken bir sürü ihtiyaç malzemesinin yanı sıra yapacağım ödemeler uçuşuyor. Bir kaç kez aradıktan sonra açıyor telefonu. Belli ki yatmış evinde uyuyor. Onu rahatsız ettim diye neredeyse suçluluk duyacağım. "Misafir gelecek az sonra hemen yukarı çıkman lazım." diyorum. "Peki ben nasıl çıkayım siz beni bırakamaz mısınız?" diye soruyor. Ben seni nasıl bırakayım, dünya kadar işim var. Bir taksi tutup çıkmasını söylüyorum. Verdiği cevabı çerçeveletip asmak geçiyor aklımdan. "O kadarını ben de biliyorum, taksiye verecek param mı var?" Memlekette işsizlik mi var? 

Neyse, alıp yukarı götürüyorum beyefendiyi. Hemen dönüyorum şehre üçüncü defa. Alışveriş işi denk geliyor, çabucak hallediyorum. Arada telefonlar durmuyor. Pazar günü kahvaltıya geleceklermiş altı kişi. Otuz kişilik kahvaltı rezervasyonu üstüne altı kişi daha. Pazar mı demişlerdi acaba. Bir daha ararsam ayıp mı olur? Neyse ki gelenler eşimin tanıdıkları. Kaydettiğim numaradan arayıp pazar günü geleceklerini teyit ettiriyorum. Devlet Hastanesinden arıyor bir doktor rezervasyon için. Kahvaltı mı? Yine mi arayacak? Telefonlar durmuyor. Yine bir telefon. Bu seferki telefon 444 lü numara. Gına geldi bu numaralardan. 850'liler bitmeden bir de bunlar çıktı. Telesekreter Akbank'ın kredi kartının avantajlarını anlatıyor. Bir başkası emekli maaşını Denizbank'a aktarırsam 450 TL vereceklerini söylüyor. Arkasından Yapı Kredi Bankası kusur kalmıyor. Çulsuz mu kaldı bu bankalar yoksa olmayan paranın kokusunu mu aldılar bilemiyorum. Hayır, yüzlerine kapatıyorum, bir müddet sonra yine arıyorlar. Açmazsan hep ararlar diyordu eşim. Onca işimin arasında açıp uzun uzun dinliyorum. "İlgileniyorsanız biri, sonra ilgileneceğim derseniz ikiyi, yok işim olmaz sizinle diyorsanız sıfırı tuşlayın." diyor telefondaki mekanik ses. Vakit geçirmeden sıfırı tuşluyorum bir daha aramayacaklarını düşünerek. Ama nafile. Yine arıyorlar. Şişiyorum.

İşim biter bitmez yaylaya çıkıyorum. Dün tavuklarla beraber aldığım Fifi karşılıyor beni. Ayaklarıma yatıyor, poz veriyor. Fifi'yi bilmiyorsunuz siz tabii. Fino cinsi bir köpek. Kulağında küpesi var. Muhtemelen belediyenin hayvan barınağından kaçmış, ya da atılmış. Dün tavukları aldığım bakıcı "Bizim çiftliğe dadandı isterseniz alın." dediğinde onu da yanımda getirmiştim. Bir de adını sonra öğreneceğim püsküllü bitkiler aldım çiftlikten. Yarın onları dikmemiz lazım.

Taş Ev'e geldiğimde misafirler yemek yiyordu. Onları görünce tanıdım hemen. Geçen yaz her hafta gelirlerdi. Kış boyunca çıkamamışlar, kış uykusuna yatar gibi. Doğulu olmalarına rağmen hiç gerek yokken şömine sobanın yakılmasını istemişler. Fırat yakmış sobayı hemen. Sobanın yanındaki masalara oturmuşlar. Doğunun insanını seviyorum.



Ayakları uğurlu geliyor bu misafirlerin. Dünkü sakinliğin aksine bugün fazlasıyla hareketli. Salonumuz boş kalmıyor gelen giden misafirlerle. Her gelen hangi mezeyi seçeceğine karar veremiyor. Her birinin tadına bakmak gönlünden geçen. Ondan alalım, evet, ondan da az alalım, biraz da şundan alalım, ha bir de bundan alalım ama az olsun. Güzel bir ordövr tabağı hazırlıyor Aşkın Şef misafirlere. Fotoğrafını çekmeden bırakmıyorum. Malzemeler bitiyor. Aşkın Şef yarına iki kuzu daha sipariş veriyor. Yine telefon çalıyor. Pazar kahvaltısına altı kişilik rezervasyon daha. Salonumuz alacak mı hepsini. Pazar günü kalabalık olacak, cumartesi daha sakin olur diye akıllarını çelmek istiyorum. Pazar gününde ısrar ediyorlar. "Kabul edeceğim son rezervasyon olacak bu." diyorum. Bir telefon daha. Neyse ki bu sefer cumartesi kahvaltısına rezervasyon yaptırıyorlar. Daha şimdiden korkmaya başlıyorum bu yoğunluktan. Yazın nasıl üstesinden geleceğiz bakalım.

Akşamın son konukları rezervasyonsuz geliyor. Delikanlı sürpriz yapmak istiyor eşine doğum günü için. Arkadaşları pastayı getiriyor. Eğlenceli bir şekilde noktalıyoruz geceyi...

10 Mart 2017 Cuma

VENÜS

09/03/2017 Perşembe, Tire

Yağmur devam ediyor. Öyle bardaktan boşanırcasına değil, ahmak ıslatan türünden. Zaman zaman doğu batı istikametinde ilerleyen bulutlar şehrin üzerine çöküyor. Hava sıcaklığı düşüyor. Bu sezon odun kesme işinden kurtulmayı umuyordum. İyi ki depoya biraz odun depolamışız.

Yaylaya varır varmaz Aşkın Şefi beklemeye koyuluyorum. Kümesin etrafına koruma çiti çekeceğiz. Az sonra geliyor. Çisil çisil yağmurun altında kümesin dört bir yanını çitle çeviriyoruz. Artık içimiz rahat. Arkadaşımı arayıp tavukları alabileceğimi söylüyorum.

Kırk tavuk gözümde büyüyor. Nasıl sığacak bunlar arabamın arkasına? İzmir yolundaki çiftliğe gidiyorum. Çiftlik görevlisi hazırladığı çuvalların her birine onar tane koyuyor. Her şeyin bir usulü varmış meğer. Bu şekilde kırk değil seksen tavuk da sığarmış arabaya. Tavukları alıp yaylaya dönüyorum.

Tavuklar henüz küçük. Piliç demek daha doğru. İki ay sonra yumurtlamaya başlayacaklarmış. Çuvalların ağzındaki ipi çözüp teker teker bırakıyoruz kümesin içine. Yabancılık çekiyorlar yeni yerlerine, birbirlerine sokuluyorlar. Kümeste Aşkın Şefin beş tavuk ve bir horozu uzak bir köşeden yeni gelen misafirleri izliyor.

Şömine soba yanıyor. Dışarısı oldukça serin. Yağmurlu günlerde manzarayı seyretmek çok keyifli. Bir ara şehir sisten görünmüyor. Kaplan Köyünün manzarası bu görüntü sayesinde dikkatimi çekiyor. Kalın sis bulutu köyün arkasında beyaz bir duvar gibi tüm haşmetiyle kendini gösteriyor. Kaplan Köyü kulağıma fısıldıyor. "Taş Ev'den sadece şehrin manzarasına bakıyorsunuz, bakın ben şehirden daha güzelim."

Kızım arıyor. Golden'ı kuş kafesine koyup doktora götürmüş. Son derece sağlıklı bulmuş veteriner hekim. Yaptığı maskaralıkları videoya çekip whatsapp'tan birbiri ardına gönderiyor. Cinsiyeti artık kesin olarak belli oldu. Onu Venüs diye çağırıyor kızım. Artık onun adı belli. Venüs. Bir haftada 600 gr. almış. Büyüme hızına akıl ermiyor.

Havanın kararmasıyla birlikte bulutların resmi geçidi sona eriyor. Şehrin ışıkları yandıktan sonra berrak bir manzara çıkıyor ortaya. Akşamın misafirleri yerli halktan. Cuma akşamları dedikodu olmasın diye birbirinden çekinip alkol almıyorlar. Dışarıdan gelen de olmayınca belki de ilk kez alkolsüz kapatıyoruz geceyi...

9 Mart 2017 Perşembe

KAYISI ÇİÇEĞİ (2)

08/03/2017 Çarşamba, Tire



Taş Ev'de haftanın ilk günü. Gece boyu yağan yağmur hız kesmeden devam ediyor. Ekibi alıp yola çıkıyorum. Ayşe Hanım'ın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyorum. Bu onu çok mutlu ediyor. Hayatında ilk kez biri onun Kadınlar Günü'nü kutluyormuş.

Afyon'dan ısmarladığım kırk adet piliç sağ salim ulaştı. Birkaç gün misafir kalacak bir dostumuzun çiftliğinde. Kümesimizi azgın köpeklere ve zararlı hayvanlara karşı daha korunaklı hale getirmek için şehre inip küçük gözlü plastik çitlerden almam lazım.

Aşkın Şef'e müjdeyi verir vermez şehre inip her biri 25 metrelik iki top çit malzemesi alıyorum. Hazır aşağıdayken reklamcımıza uğrayıp reflektörlü yön levhalarının üzerine yapıştırmak üzere "Restaurant" yazılarını sipariş ediyorum. Levhalardaki "Taş Ev" yazısına oranla "Cafe & Restaurant" yazısı çok küçük kalmış. Bazı misafirlerimiz levhayı görmüşler ama Taş Ev'in restoran olduğunu anlayamamışlar. Yol kenarları sarı beyaz papatya ve kır çiçekleriyle dolu. Kaplan dağının eteklerinde badem ağaçları iyiden iyiye çiçeklenmiş artık. Yol boyunca tabiatın yeniden hayat bulduğu bu manzaraları seyretmek hayli keyifli. Yağmur yağmaya devam ediyor. Yol kenarlarındaki hendekler görevini yapamaz hale geldiği için yağmur suları yollara taşıp yeni çukurlar açıyor. Yaylaya döndüğümde bahçede bir arazi aracı görüyorum. Aşkın Şef yukarıda misafirlerin olduğunu söylüyor. Yanlarına çıkıp ilgileniyorum. Onlar da yeni başlamışlar işe. Yakından tanıdığım bir inşaat firmasının teknik elemanları. Hava serin olduğu için Fırat sobayı yakmış. Misafirler yemeklerini yedikten sonra hesabı ödemek için aşağı iniyorlar. Pos cihazı kartlarını okumuyor. Hesabı nakit vermek zorunda kalıyorlar. Canım sıkılıyor.  

Taş Ev'in önündeki kayısı ağacını seyrediyorum. Tomurcuklar iyiden iyiye çiçeğe dönmüş. Taş Ev'e ayrı bir güzellik katmış. Hemen fotoğrafını çekmem lazım.

Akşama doğru batı tarafından itibaren hava yükseliyor. Elimizde köfte için yeterince kıyma kalmadığı yeni geliyor şefin aklına. Bir kez daha şehre inmek zorunda kalıyorum. Döndüğümde kese yoğurdu da bitmiş diyor. Bu gel gitler midir sorun bilmiyorum ama kafam fazlasıyla dağınık bugün. Büyük hatalar yapmadığıma seviniyorum.   

8 Mart 2017 Çarşamba

ZİYARET

07/03/2017 Salı, Tire

Yeni bir salı pazarı gününe uyanıyoruz. Öyle bir tembellik çökmüş ki üzerime, evden ancak öğleden sonra çıkabiliyorum. Arabayı park etmek için iki hafta önce keşfettiğim park yerine gittim. Tıklım tıklım doluydu. Kolonların arasında kendime çaresizce yer bulmaya çalıştım.

Sabah erken çıkabilseydim park edecek yer bulabilirdim  belki ama bunu yapmak için artık çok geçti. Kendime yeni bir park yeri aramaya başladım. Sonunda stadyum caddesi üzerinde bir yer buldum. Yol kenarına yanaşırken etrafta dolaşan çok sayıda trafik polisi tedirgin etti. Zira park ettiğim cadde boyunca "Park Edilmez" levhası bulunuyordu. Salı gününe hürmeten tolerans gösterileceğini düşünüyorum. Kısa bir süre sonra döneceğim nasıl olsa. İyi ki çok fazla alacağım yok bugün.

Hava güneşli ve sıcak. Üzerimdeki mont ağır geliyor. Önce muhasebeye uğrayıp evrakları teslim ediyor, arkasından pazar alışverişine başlıyorum. Yeni ortaya çıkan semiz otunun demeti üç liradan satılıyor. Yeşillikleri köylülerden alıyorum. Güzel Selçuk ayvası arıyorum. Salı günlerinin değişmez yemeği balık tabii. İşimin bitmesine yakın hazırlanması için eşime telefon ediyorum. Birlikte Seha Amcayı ziyaret edeceğiz.                                                             

Arabayı park ettiğim yere döndüğümde trafik polisinin yol kenarına park etmiş araçları çekiciye yüklediğini görüyorum. Önümdeki araca gelmiş sıra. Biraz daha geç kalmış olsam arabamın yerinde yeller estiğini görecektim.

Dondurmacı Ayhan Usta'ya uğruyor, yarın saat kaçta dükkanı açacağını soruyorum. Benden en az on beş yaş daha büyük Ayhan Usta. Dükkanında yıllardır, tek başına hem temizlik, hem imalat hem de satış yapıyor. Hele bir acı badem dondurması var ki dillere destan. "Seha Hocayı ziyaret edeceğiz." diyorum. Selamını iletmemi istiyor kendisine. "Benim lisede hocamdı o" deyince şaşırıyorum. Yediden yetmişe bütün şehir insanının hocası olma şerefine erişmiş bir tarih çınarı.

Eşimi alıp Seha Hoca'nın evine doğru yola çıkıyoruz. Kapının zilini çalıyoruz, duymuyor. Karşı dairede kızı ve damadı yaşıyor. Onların kapısını çalınca damadı açıyor kapıyı. "Uyuyor olabilir." diyor. Seha Hocanın daire kapısını açıyor. Küçük salonda koltuğa oturmuş televizyon seyrederken buluyoruz onu. Koltuğun yanında ve önündeki sehpaların üzeri kalemler, fırçalar ve boya malzemeleri ile dolu. 1928 doğumlu resim öğretmeni Seha Gidel eşimin baba tarafından akrabası. Ayakları zor taşıyor artık onu. Oturduğu koltukta üç şey yaptığını ama zamanın yetmediğini söylüyor. Zamanının çoğunu kitap okumakla geçiriyor. Kitaplardan beğendiklerini okumamız için öneriyor. Gözleri yorulunca resim yapmaya başlıyor. Her taraf çerçevelenmiş resimlerle dolu. Çok değerli ve güzel resimler bu gördüklerim. Birkaç sergi açacak kadar resim var elinde ama sergi açmayı düşünmüyor. Resim yapmaktan yorulduğu vakit önündeki televizyon kanallarını karıştırıyor. Aklı başı yerinde. Referandum sonucundan endişe duyuyor. Sonuç ne çıkarsa çıksın ülkenin durumu bugünkünden daha kötü olacak diyor.

Eski, siyah beyaz fotoğraflar gösteriyor, en az altmış yıllık. Fotoğraftaki kişilerin çoğu yaşamını yitirmiş. İstanbul'dan gelip Kaplan Köyünü ziyaret ederken hatıra kalsın diye fotoğraf çektiren akrabalarını anlatıyor. Laf lafı açıyor. İstanbul'da bitirdiği okulları, hocalarını anlatıyor. Bugünkü gençlerin elinden düşürmediği akıllı telefonlar yok o zamanlar. Zaman öldürücü oyunlar oynanmıyor bu yüzden. Bunların yerine her evde piyano var. İnsanlar zamanını sanatla uğraşarak geçiriyor, bol bol kitap okuyorlar. Bir sürü isim sayıyor bana yabancı. Eşim büyük bir kısmını zor da olsa hatırlıyor. Seha Hoca, hocaların hocası... Allah sağlıklı nice yıllar versin ona. İhtiyarlık maskaralık diyor ama üretmeye devam ediyor. Tek sıkıntısı eskiden olduğu gibi Kaplan dağının kayalıklarına doğru uzun yürüyüşleri yapamayışı, her gün güneşin batışını kayalıklardan seyredememesi...

Seha Hocaya veda ediyoruz. Pazardan aldığım balığı hazırlayacağım. Günün sonunda salı günlerinin en keyifli anları başlıyor. Güzel bir yeşil salata, yanında balık ve buz gibi bira...
                  

7 Mart 2017 Salı

KAYISI ÇİÇEĞİ

06/03/2017 Pazartesi, Tire

Bu sabah yaylada hava daha serin. Öğlene az bir zaman kalmasına rağmen ben bunu sabah serinliğine bağlıyorum. Ne var ki ilerleyen zaman içinde havanın dünkü gibi olmayacağı anlaşılıyor. Tam evden çıkarken Fırat telefon etmiş, kendisini almama gerek olmadığını, yaylaya motosikletiyle geleceğini bildirmişti. Uzun bir süre Fırat görünmeyince merak edip arıyorum. Tamirden yeni çıkardığı motosikletiyle iki kez yolda kaldığını söylüyor. Onu alıp tekrar yukarı çıkıyorum.

Fırat ve Ayşe Hanım yoğun bir şekilde temizliğe girişmişken işlerini bitiren Aşkın Şefle yukarı yaylaya çıkıyoruz. Patika yoldan yukarı ilerlerken yol boyunca baharın habercileri bize eşlik  ediyor.  Aşkın Şef ağaç diplerindeki kuzu kulaklarını toplamak için zaman zaman geride kalıyor. Sarmaşıklar henüz kendini göstermemiş. Fırtına kocaman ağaç gövdelerini devirmiş. Yukarıdaki havuza akan kaynak sularından birinin borusu dışarı kaymış, su boşa akıyor. Domuzlar pek çok yeri eşelemiş.   Fidanlar henüz kış uykusundan uyanmamış ama şimdiden onları nasıl sulayacağımızı düşünüyorum. Geçen yıl döşettiğim damlama sulama boruları kullanılacak durumda değil. 

Biz aşağı indikten az sonra iki bayan konuğumuz geliyor. Birinin eşi  ODTÜ'de öğretim üyesiymiş. Kampus içindeki lojmanlarda oturuyorlarmış. Okul günlerini konuştuk. Eskiyi özlemle andık. Eymir Gölünü sordum. Gökçek henüz el koyamamış gölümüze. Kafeteryanın eski halini, yurtlar yolundaki pastaneyi konuştuk. Benden sonra daha birçok yiyecek yeri açılmış üniversite kampusunda. Sosyete kantininde sandviç ekmeği arasında ilk kez yediğim soğuk etler geçti gözlerimin önünden. Hava kararmadan kalkmayı tercih ettiler.

Taş Ev'in önündeki kayısı ağacına dikkatli bakmamışım. Badem ağaçlarından sonra o da çiçeklerle bezenmiş. Akşam konuklarımızdan biri çiçek açmayı geciktiren bir ilaçtan söz etti. Umarım çiçeklere zarar verecek bir don yaşanmaz, biz de geçen sene olduğu gibi ilaçsız reçellik kayısılarımızı keyifle toplarız. Erik ağaçlarının çiçek açması da yakın görünüyor.

Geçtiğimiz günlerde Torbalı'dan eşiyle birlikte  Taş Ev'e hayran kalan bir misafirimiz bu kez çocuklarıyla birlikte geliyor. Beyefendinin on parmağında on hüner. Pek çok dalda hizmet veriyor. Fabrikaları, arazileri var. Yakında çok yataklı bir yaşlı evi yatırımına başlayacaklarını söylüyor. Tek sıkıntı kalifiye eleman. Düzgün insan bulabilsem otuz beş kişiye daha iş verebilirim diyor.

Yine Taş Ev'in müdavimlerinden biri Beydağ'ından gelecek misafirleri için rezervasyon yaptırıyor. Gecenin son misafirleri biraz gecikince boş masalardan birini hazırlamaya başlıyor bizimkiler. Başta şefimiz olmak üzere bugün planladığımız personel moral gecesinin hayalini kuruyorlar. Gece yemeği hoş sohbetle noktalanıyor. 

6 Mart 2017 Pazartesi

NEŞELİ BİR PAZAR

05/03/2017 Pazar, Tire

Havaların ısınması ile birlikte Taş Ev hareketlenmeye başlıyor... Ne yol şartlarından şikayet eden var ne de uzaklıktan. İnsanlar bu mevsimde hasret kaldıkları güneşle hasret gideriyorlar.

Temizlik ve mutfak işlerine yardımcı olmak üzere yeni bir takım arkadaşı ile başlıyoruz güne. Önce Fırat daha sonra Alp kısa bir süre bekletiyorlar bizi. Oysa bugün dakikalar bile altın değerinde. Ayşe Hanımı sözleştiğimiz köşede bizi bekler buluyoruz. Onu da alıp hep birlikte yaylaya çıkıyoruz.  Yeni elemanımıza önce Taş Ev'i gezdiriyor ve yapacağı işleri anlatmakla başlıyorum. Sabah kahvaltısına bir grup rezervasyonu var.

Eşimle birlikte bütün ekip el birliğiyle hazırlığa başlıyoruz hemen. Bu saatlerde zaman sanki daha hızlı akıyor. Salonda masalar kişi sayısına göre düzenlenip servis açılıyor. Kişi sayısı sürekli değişiyor. Dün rezervasyon yaptıran hanımefendi önce 12 kişi geleceklerini söyleyip yarım saat sonra kişi sayısını 14 olarak düzeltmişti. On dört kişilik kahvaltı masasına on kişi geliyorlar. Bir süre sonra masaya yeni katılanlar oluyor. Kişi sayısının sürekli olarak değişmesi işimizi arttırıyor. Serpme kahvaltıda onlarca porselen kap içinde en az yirmi çeşit ürün kişi sayısına göre hazırlanıyor. İlaveler pek sorun olmasa da kişi sayısı eksilince masalara servis edilen ürünleri geri almak pek hoş olmuyor. Öyle bir niyetimiz olsa bile misafirler masaya ne geldiyse tamamına sahiplenmiş oluyor zaten. Eşimin hazırladığı pişi ve gözleme çok hoşlarına gidiyor misafirlerin. Tabak tabak ilave pişi gönderiliyor masaya. Onlar bitince dün Aşkın Şefe hazırlattığımız gözlemeleri sokuyoruz devreye.

Kahvaltı misafirleri gelmeye devam ediyor. Terasın güzelliğini görenler salon yerine dışarıda oturmayı tercih ediyor. Son günlerin gözde mekanı teras önce kahvaltı öğleden sonra yemek misafirleriyle dolup taşıyor. Geçen haftanın aksine sadece çay kahve içmek için gelen yok gibi. Kahvaltı ile başladığımız servis saat 14.00'ten sonra yemekle devam ediyor. Eksilen malzemeleri almak üzere iki kez şehre inmek zorunda kalıyorum. Derekahve yolu çarşıya daha kestirmeden çarşıya inmemi sağlıyor. Ne var ki virajlı yollar daha tehlikeli. Burada beş bin lirası olan otuz kırk yıllık arabayı çekiyor altına. İlk inişimin dönüş yolunda sarı renkli külüstür bir şahin beliriyor karşımda aniden. Ben yokuş yukarı çıkarken o aşağı iniyor. Sol tarafa doğru dönen keskin viraja girerken süratle üzerime doğru gelen arabanın duramayacağını kestiriyorum. Hemen gaza basıp sağ taraftaki tali yola zor atıyorum kendimi. Bir koruyucu meleğimin olduğuna iyice inanıyorum artık.

Havaların soğumasıyla birlikte göçmen kuşlar gibi ortadan kaybolan misafirlerimiz teker teker dökülüyor bugün. Onlardan biri üç dört yaşlarında yakışıklı bir beyefendi. Yazın anne ve babasıyla her hafta ziyaret ettikleri Taş Ev'e uğramayalı uzun zaman geçmesine karşın beni hiç unutmamış. Neşeli bir şekilde bağırıyor arabalarından iner inmez. "Osman Dedeeee." Eski bir dostu görmüşçesine sarılıyoruz birbirimize. Anne babasıyla merhabalaştıktan sonra sohbete başlıyoruz ufaklıkla. Adını unutuyorum ama benim de onu aynı isimle, "Osman Dede" diyerek çağırmama alıştı artık. Terasta yer yok. Fırat ve Alp zorlukla yetişiyorlar. Havuz başına getirdiğimiz bir masaya oturuyorlar. Sezonun ilk avlu misafirleri oluyor "Osman Dede" ve ailesi. Yukarı salonda ve teras kalabalık olduğu için bizzat ben ilgileniyorum onların masasıyla. Hesap öderken bütün şirinliğiyle yanlışlıkla kırdığı tabak için özür diliyor.

Daha önce telefon eden Duygu Hanım, eşi ve kızıyla birlikte geliyor. Zarif kızlarının doğum günü organizasyonu için Taş Ev'i görmek istemişler. Onları terasta boşalan masalardan birine alıyor çay kahve ikram ediyoruz. Terasa bayılıyorlar. Haftaya pazar gününe doğum günü misafirleri için otuz kişilik kahvaltı servisi için rezervasyon yaptırıyorlar.

Akşama doğru biraz soluklanıyoruz fakat bu uzun sürmüyor. Ödemiş'ten bir midibüs misafir geliyor. Tavsiye üzerine bizi bulduklarını söylüyorlar. Birbiri arkasına araç doluyor park yeri olarak kullandığımız ağaçların arasına. Valelik görevimi bu anlarda yerine getiremiyorum. Misafirler bir şekilde başlarını kurtarıyorlar. Gece yine bir doğum günü organizasyonu var. İki araçla birlikte altı genç geliyor. Arkadaşlarının planladığı doğum günü sürprizinden genç hanımefendinin haberi yok. Kalp şeklinde özel olarak hazırlanmış pasta yemekten sonra servis yapılmak üzere mutfağa teslim ediliyor. Misafirlerin yaşına göre müziği ayarlıyorum. Taş Ev'de yapmadığım bir DJ'lik kalmıştı, onu da yapmış oluyorum. Yaş ortalaması yüksek olan misafirleri uğurlayınca meydan gençlere kalıyor. Durum böyle olunca fondaki Zeki Müren ağır kaçıyor. Benim de yabancısı olduğum Türkçe pop müzikleri çalmaya başlıyorum. Yemekler hoş sohbet içinde tamamlanınca doğum günü pastasıyla açığa çıkacak sürpriz doğum günü kutlamasına sıra geliyor. Önce istek üzerine Mustafa Erdoğan'dan bir şiir veriyorum fona pasta hazırlanırken. Şiirden sonra yine arkadaşından aldığım sufle ile tanımadığım yeni şarkıcılardan birinin bilmediğim bir parçasını çalıyorum. Işıklar kapatılıyor, mumlar ve maytaplarla bezenmiş pasta törenle salona çıkartılıyor. Doğum günü sahibine kestirilecek pastanın bıçağı kesmiyor bir türlü. Uyanık şefimiz bahşişi alıp hemen biliyor bıçağı. Masa ayaklanıp neşeyle herkes birbirine sarılıyor.

Bu tür mutlu olaylar diğer misafirlerin de ilgisini çekiyor. Rahatsız olmak bir yana hoşlarına bile gidiyor bu tür organizasyonlar...  Kulaktan kulağa Taş Ev mutlu anların adresi olmaya devam ediyor.

TAŞ EV TERASTA EVLİLİK TEKLİFİ

04/03/2017 Cumartesi, Tire

Dün yaşadığım ibretlik olayın etkisinden kurtulamadım. Sabah erkenden eşimle birlikte çıktık evden. Fırat ve Alp, onları alacağım yere zamanında gelmişler. Kasap, dün akşam sipariş ettiğim etleri hazırlamayı unutmuş. Sabah İzmir'den kahvaltıya gelecek gruba hazırlık yapabilmek için bir an önce yaylaya varmamız lazım. Bu yüzden hiç kaybedecek zamanımız yok. Etleri almak için bir ara fırsatını bulup yeniden şehre inmem gerekecek. Fırından nohut mayalı ekmeklerimizi alıp yolumuza devam ediyoruz.

Rezervasyon yaptıran Arzu Hanım gruptan ilk gelenler arasında. Onları terasta oturmayı tercih ederken diğer arkadaşları gelene kadar çay kahve ikram ediyoruz. Güneşle birlikte teras büyük rağbet görüyor. Masaları donatıyoruz. Gruba dört misafirin daha ilave edildiği bilgisini alıyoruz. Sayı tamamlanınca salona geçiliyor. Keyif ve neşe içinde kahvaltıya başlıyorlar. Misafirler Taş Ev'e hayran kalıyor. Kahvaltıya methiyeler düzüp bol bol fotoğraf çekiyorlar. Gruptan Nuray Hanım gelecek ay başında yeni bir kahvaltı organizasyonu için rezervasyon yaptırıyor. İzmir'den bir midibüsle 17 kişi yola çıkacaklarını söylüyor. Bir jest yapıyor, onları getiren kaptandan ücret almayacağımızı ve içilen kahvelerin ikramımız olduğunu belirtiyorum.  Tam o sırada evlilik teklifi organizasyonu için rezervasyon yaptıran misafirimiz arkadaşlarıyla birlikte geliyor. Detayları Fırat'la konuşuyorlar. Törenin başlama zamanı öne alınıyor.

Saat dörde doğru gençler geliyor. Beyefendi müstakbel eşine büyük gizlilik içinde sürpriz hazırlamak peşinde. Arkadaşları senaryonun parçaları. Delikanlı genç kızın doğum gününe denk getirmiş bu özel günü. Onlar salonda yemeklerini yerken ayrı masalarda yemek yiyen diğer arkadaşlarından bazıları ile güya tesadüfen karşılaşmış oluyorlar. Yemekten sonra doğum günü pastası geliyor, arkadaşlarına da ikram ediyorlar. Esas sürpriz terasta genç kızı bekliyor. Alt katta hazırlılar tamam. Delikanlının diğer arkadaşları zamanlarının gelmesini bekliyorlar. Hepsinin görevi ayrı; Biri fotoğraf ve film işlerini üstlenmiş, biri terasta sürpriz bir şekilde hazırlanıp süslenen masalarına geçen çifte keman, bir diğeri gitar çalacak, diğer bir tanesi ise havai fişek ve konfetileri patlatacak. Pastalar yendikten sonra genç adam sevgilisine senaryo gereği terasa çıkmayı öneriyor. Dışarı açılan kapıdan geçip birlikte özel olarak hazırlanmış masalarına doğru ilerliyorlar. Delikanlı genç kıza evlilik teklif ederken arkadaşları keman ve gitarlarıyla arkadaşlarının sevdikleri parçaları çalmaya başlıyorlar. Yüzük takılırken konfetiler birbiri ardına patlatılıyor. Fırat, şampanyayı patlattıktan sonra Alp kadehleri genç çifte ikram ediyor. Genç kızın mutluluktan gözleri doluyor, organizasyona katılan bütün arkadaşlarına teşekkür üstüne teşekkür ediyor.  Gençler neşe içinde mutlu bir olaya tanıklık ediyorlar. Çektiğimiz fotoğrafları istekleri üzerine paylaşmıyoruz.

Akşam misafirleri ile birlikte koşturmaca başlıyor. Şömine sobayı yakıyoruz ancak hava soba yakma havası değil. Gecenin geç saatlerine kadar misafirlerimizi ağırlarken yarının daha yorucu olacağını düşünmeden edemiyorum.