Bugünü tam manasıyla kendime ayırdım. Uzun aradan sonra nihayet bu hafta anne ve babamı ziyaret edeceğim. Gitmişken kızımı ve Venüs'ü de görmekti niyetim ama olmadı. Bugün hava güneşli ama serin biraz.
Sabah kahvaltısından sonra yola çıkıyorum. Yarın öğlenki özel gün rezervasyonu için süsleme malzemeleri alacağım yerde mola veriyorum. Gaziemir'de büyük bir mağaza burası. Giriş katında muhtelif dekorasyon malzemeleri, heykeller, eskitme ahşap dolaplar, mumlar, tablolar enva-i çeşit aksesuarlar var. Hepsi cezbedici. Üst kattaki geniş alanda yapma çiçekler sergileniyor. Güller, ortancalar, menekşeler, çiçekli ve çiçeksiz bitkiler, hatta kaktüsler. Hepsi yapma ancak dokunmadan yapma olduğunu anlamak zor. Uzak Doğu'dan ithal edilen bu yapma çiçekler gerçek bir sanat şaheseri. Rengarenk gonca güller, açmış güller, demet güller... Kırmızı bir gonca gül dalını inceliyorum. Dikenler gerçeği gibi ele batmıyor. Sap kısmının rengi sanki olması gerekenden biraz daha açık ama çiçek yaprakları tam rengini bulmuş. Yapma çiçek gerçek çiçeğin yerini tutar mı? Tutmaz sanırım. O zaman gülü ağacından koparmak daha mı iyi? Diğer taraftan çiçek dalında güzel demiyorlar mı? Aslında çiçekçilik endüstri haline gelmiş. Her bir türü ve rengine farklı anlamlar yüklenen milyonlarca çiçek sevgiliye, hastaya, eşe ve dosta hediye edilmek üzere yetiştiriliyor. Yapma çiçek her ne kadar ustaca yapılmış olsa da suni olduğunu düşününce bütün havası kayboluyor gözümde. Taş Ev'i süsleyecek güzel resim ve tablolar var. Tablo seçiminde eşimle birlikte karar vermeyi tercih ediyorum. Ne yazık ki yanımda değil. Rahatsızlığından dolayı evde kalıp dinlenmek istedi.
Kızımı arıyorum. Ayarlarını mı kurcaladım da bozdum bilmiyorum ama ne eşim ne de ben kızıma telefondan ulaşabiliyorum. Telefon çalar çalmaz meşgule düşüyor hemen. Bu yüzden whatsapp kanalını deniyorum. Defalarca aramama karşılık cevap alamıyorum. Eşime telefon ediyorum. O bir şekilde ulaşıp merakımı gideriyor. İşyerine gitmiş. İnternetinde sorun olduğundan whatsapp görüşmesi de mümkün olamamış.
Bugün Tıp Bayramı. Kızımın ve onun gibi diğer sağlık çalışanlarının bayramı. İnsanlara şifa dağıtmak ne yüce bir duygu. Sabah misafirlerimizden birinin Facebook sayfasında "İyi ki, doktorluk mesleğini seçmişim." yazısını okudum. O an kızım geldi aklıma. Üniversite sınavında bütün tercihlerini silme Tıp Fakültelerinden yapacak kadar sevdalı bu mesleğe. Mesleğin zorluklarını onun öğrencilik yıllarından itibaren öğrendik. Sayfalar dolusu bilgiyi dar zamanda nasıl tutardı hafızaları anlayamazdım. Dilimin dönmediği Latince kelimeler nasıl olur da o kadar kolay dillerinden dökülürdü. "Ex" olmanın dünyadan elini eteğini çekmek, "Vertebra" nın omurgayı oluşturan kemikler olduğunu ondan öğrendim. Gün geldi ezberlemeye çalıştığı kelimeleri elime tutuşturduğu kitaptan takip ederken uykum ağır bastı. Ama o uyumadı. Üniversiteyi dönem ikincisi olarak bitirdi. Nöbetler başladı. Biz yatağımızda uyurken geceleri tükenmek bilmeyen enerjisiyle şifa dağıtmaya devam ediyordu. Devamlı kendini yenilemek zorunda hissettiren bir meslek doktorluk. Kızımla bugün buluşup onun bayramını kutlamak isterdim ama yine işinin başında olduğu için olmadı. İnsanlara şifa dağıtan bu yüce meslek dalında çalışanların bayramı kutlu olsun. Onlara hak ettikleri saygının gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Annemleri her ziyaret ettiğimde çocukluk günlerim gelir aklıma. Eve yaklaşırken telefon ediyorum. Annem açıyor telefonu. Sesi güzel geliyor. On gündür çektiği soğuk algınlığını atlatmış görünüyor. Seviniyorum. Onları ziyarete geleceğimi, babamın beni beklemesini söylüyorum. Geçenlerde babamın bir telefonu utandırmaya yetmişti beni. "Oğlum sen Ankara'dayken daha sık görüşürdük, seni çok özledik, gel de bir yüzünü göreyim." demişti. Geçen haftalarda iş, güç derken zaman bulamamıştım. Ancak bu haftaymış kısmet. Eşrefpaşa'nın dar cadde ve sokaklarından geçiyorum. Yeni yeni iş yerleri açılmış, bazıları kapanmış. Gördüklerim bana artık eskiyi hatırlatmıyor. Mahallenin eskileri, çocukluğumun tek katlı evleri gibi birer birer göçmüş gitmişler. Yeni yabancı yüzler eski bahçeli evlerin yerini alan apartman dedikleri küçücük kutucuklar gibi soğuk. Annem telefonda uyarmıştı "Kalaylıların evini yıkıyorlar sokağa girmen zor." diye. Geçişe kapattıkları sokağımıza giriyorum. Evin yakınlarında bir kapı önüne park ediyorum arabayı. Doğduğum evin karşısındaki evleri yıkıyor bir lastik tekerlekli ekskavatör. Çocukluk yıllarımı geçirdiğim sokağın son evleri de yıkılıyor. Eski zamanların kocaman evleri gözüme şimdi küçücük geliyor. Arabamdan inip başımı sol taraftaki binalara doğru kaldırıyor, dalgın dalgın bakıyorum. Hepsi birbirinin aynı beş katlı bitişik nizam binalar. Annemlerin evi doğduğum evin yanındaki apartman üçüncü katı. İlk kez evi bulmakta zorlanıyorum. İş makinesinin yıktığı yapılar sokağın görüntüsünü değiştirmiş. İmdadıma kapının önündeki çam ağacı yetişiyor. Bahçeli evimizin her iki yanına dikmişti onu dedem, çok eskiden. Çam ağaçlarının gölgesi, iğne yaprakları her zaman çocukluğumun bir köşesinde yerini korumaya devam ediyor. O ağaçlardan birinin elektrik hatlarına engel oluşturduğu gerekçesiyle kesildiğini öğrendiğim zaman çaresizce ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Dedemin hatırasıydı onlar. Diğeri kahramanca direniyor insanlara inat. İşte o eşini kaybetmiş çam ağacını gördüm de öyle emin oldum annemlerin oturduğu evden.
Beni özlemle kucaklıyorlar. Çok değil bir saat yetiyor birbirimizi görmeye. Babamın meşhur gut rahatsızlığı dışında olumsuz bir durum yok. Annem merakla soruyor, endişeli. Evet mi çıkar dersin. Ben karamsarım. "Korkarım öyle." diyorum. Televizyonda babam Ulusal Kanal ve Halk TV arasında dolaşıyor. Televizyonun sesi kısık ama aklı orada. Biraz yükseltiyor sesini sonra dayanamayarak. Ekranda Bahçeli. Ekranın altında büyük puntolarla "Ne değişti Bahçeli?" yazıyor. Bahçeli daha önceki yıllarda kayda alınmış bir grup toplantısında bas bas bağırıyor. "Cumhurbaşkanı Akepe'den olabilir, Mehape'den olabilir, Cehape'den olabiliiiir. Sadece Recep Tayyip Erdoğan'dan cumhurbaşkanı olamaz..." Şimdi cumhurbaşkanı olamaz dediği kişiyi çok daha büyük yetkilerle başkanlığa taşıyor. Benim gözümde siyaset kokmuş, lağım bile temiz kalır yanında. Anlayamadığım halk görmüyor mu bütün bu olup biteni, başkanlığın ülkeye değil sadece birinin günahlarını örtmeye yaradığını. İnşallah o günahlar bir referandumla örtülmez de yaptıkları yanlarına kalmaz bu halkı aldatanların, makam uğruna kendini satanların.
Annem yemek yemem için ısrar ediyor. Eskiden çok yemek seçer, her sevmediğim yemekte yağda yumurta yerdim. O günleri hatırlıyorum. Annem istersen iki yumurta kırayım deyince çocukluğuma dönüyorum. O yumurtalar çocukluğumun bonfileleriydi. Yapılacak işler nedeniyle fazla kalamıyorum, kırılmasın diye bir kahve içip ayrılıyorum yanlarından, çocukluğumun dar sokaklarından...
Gaziemir Metro'dan alışveriş yapmam lazım. Kızım arıyor, onunla görüşemediğim için üzgünüm. Evde eşimi yalnız bırakmamın huzursuzluğu da var içimde. "Venüs'ü de görmeyecek misin şimdi?" diye soruyor. Bir daha ki sefer inşallah.
Dönüş yolunda Aşkın Şefi arıyorum. Pazar alışverişini benim yerime o üstlendi bugün. Güzel arapsaçı görüp aldığını söylüyor. Eve girmeden önce Salı Pazarına gidiyor, kalabalığa dalmaksızın en yakın balıkçıdan balığımızı alıyorum. Salı günlerinin ritüeli haline getirdiğim balık masasını kuruyorum. Metrodan aldığım aysberg ve roka pazardan aldığım dereotu ve domatesle melez bir salata hazırlıyor, halis zeytinyağımızla çeşnilendiriyor, balığın yanında eşimle birlikte keyifle yiyoruz.
Beni özlemle kucaklıyorlar. Çok değil bir saat yetiyor birbirimizi görmeye. Babamın meşhur gut rahatsızlığı dışında olumsuz bir durum yok. Annem merakla soruyor, endişeli. Evet mi çıkar dersin. Ben karamsarım. "Korkarım öyle." diyorum. Televizyonda babam Ulusal Kanal ve Halk TV arasında dolaşıyor. Televizyonun sesi kısık ama aklı orada. Biraz yükseltiyor sesini sonra dayanamayarak. Ekranda Bahçeli. Ekranın altında büyük puntolarla "Ne değişti Bahçeli?" yazıyor. Bahçeli daha önceki yıllarda kayda alınmış bir grup toplantısında bas bas bağırıyor. "Cumhurbaşkanı Akepe'den olabilir, Mehape'den olabilir, Cehape'den olabiliiiir. Sadece Recep Tayyip Erdoğan'dan cumhurbaşkanı olamaz..." Şimdi cumhurbaşkanı olamaz dediği kişiyi çok daha büyük yetkilerle başkanlığa taşıyor. Benim gözümde siyaset kokmuş, lağım bile temiz kalır yanında. Anlayamadığım halk görmüyor mu bütün bu olup biteni, başkanlığın ülkeye değil sadece birinin günahlarını örtmeye yaradığını. İnşallah o günahlar bir referandumla örtülmez de yaptıkları yanlarına kalmaz bu halkı aldatanların, makam uğruna kendini satanların.
Annem yemek yemem için ısrar ediyor. Eskiden çok yemek seçer, her sevmediğim yemekte yağda yumurta yerdim. O günleri hatırlıyorum. Annem istersen iki yumurta kırayım deyince çocukluğuma dönüyorum. O yumurtalar çocukluğumun bonfileleriydi. Yapılacak işler nedeniyle fazla kalamıyorum, kırılmasın diye bir kahve içip ayrılıyorum yanlarından, çocukluğumun dar sokaklarından...
Gaziemir Metro'dan alışveriş yapmam lazım. Kızım arıyor, onunla görüşemediğim için üzgünüm. Evde eşimi yalnız bırakmamın huzursuzluğu da var içimde. "Venüs'ü de görmeyecek misin şimdi?" diye soruyor. Bir daha ki sefer inşallah.
Dönüş yolunda Aşkın Şefi arıyorum. Pazar alışverişini benim yerime o üstlendi bugün. Güzel arapsaçı görüp aldığını söylüyor. Eve girmeden önce Salı Pazarına gidiyor, kalabalığa dalmaksızın en yakın balıkçıdan balığımızı alıyorum. Salı günlerinin ritüeli haline getirdiğim balık masasını kuruyorum. Metrodan aldığım aysberg ve roka pazardan aldığım dereotu ve domatesle melez bir salata hazırlıyor, halis zeytinyağımızla çeşnilendiriyor, balığın yanında eşimle birlikte keyifle yiyoruz.