KATEGORİLER

8 Eylül 2017 Cuma

KURBAN ERTESİ

07/09/2017 Perşembe, Tire

Kurban Bayramından sonra insanlar ete doymuş ki bayram ertesi sakin geçiyor. Bu sükunet biraz dinlenme fırsatı veriyor. Bugün de cuma akşamı sakin olur derken misafirler erkenden kapıda beliriyor. Ödemişli bir aile, İzmir'de oturuyorlarmış. Üç hanımefendi, yanlarında şirin mi şirin beş aylık bir bebek. Adı Rüzgar, gözlerinin rengi oğlumunkine benziyor, yeşille mavi arası. Keyfi yerinde, bizdeki telaşın aksine. Annesi hamağa yatırıyor, etrafa gülücükler saçıyor. Yukarı salonda camlar siliniyor, mangalı canlandırmam lazım. Serin bir rüzgar Rüzgar'a dokunur mu acaba? Hemen toparlanmalarını söylüyorum elemanlara. Zaten onlar da işin sonuna gelmişler. İzmir'den bir arkadaş tavsiyesi üzerine çıkmışlar yola misafirlerimiz. Pek bir övmüşler Taş Ev'i. "Gidelim bir görelim bakalım." demişler, sora sora güç bela bulmuşlar yerimizi. Salondaki manzara çok hoşlarına gidiyor ama verandada oturmayı tercih ediyorlar. Verandanın köşe masasına yerleşiyorlar. Endişe ediyorum, bebek hasta olacak diye. Annesi rahat, Rüzgar rüzgardan korkmaz, ona bir şey olmaz. Ben yine de güneş gören havuzun yanındaki masaya geçmelerini istiyorum. Eşimin özenle hazırladığı zeytinyağlı mezelere bayılıyorlar. Bütün yorgunluklar unutuluyor. Minik Rüzgar pek bir memnun halinden.

İki genç kalmış yolda, su kaynatmış arabaları. Biri Tire'li diğeri Bayındır'dan. Kuşadası'nda bir çok yerde şubesi olan meşhur bir Köftecide çalışıyorlarmış. Getirdikleri bidona su doldurup gidiyorlar. Az sonra geri geliyorlar. Böyle güzel bir yerde en azından birer çay içmeli diyerek. Yolda kalmışlar, sevaptır diyerek birer çay ikram ediyorum. Kalkmaya niyetleri yok, birer çay daha istiyorlar. Sezon kapanırsa gelip burada çalışabilecekleri geçiyor aklımdan. Görünüşte düzgün çocuklar. Sezonluk değilmiş çalıştıkları yer. Aklımdan geçen bende kalıyor.

Rezervasyonlar birbiri ardına geliyor. Hiç de sakin olmayacak bugün sanki. Altından kalkabilecek kadar misafir kabul ediyoruz. Çat kapı gelenlerden şansı olanlar erken gelenler. Onlardan biri baba dostu. Yıllardır Almanya'dalarmış. "Tanımam mı ben Şahap Bey'i? Tirespor'un yöneticilerindendi bir zamanlar." Dört kişi salonun en güzel masasına geçiyorlar. O kadar çok meze söylüyorlar ki masada yer kalmayacak diye telaşlanıyorum. Neyse ki anında silinip süpürülen meze tabakları yenilerine yer açıyor. 

Akşama doğru rüzgarla birlikte serinlik de kayboluyor. Hani derler ya "Limonata gibi bir hava.", işte tam bu hava için söylenmiş sanki. Salona almayı düşündüğüm rezerve masaların çoğu verandayı tercih ediyor. Şaşılacak şekilde bu akşam arılar ete gelmiyor. Havada uçuşan ne bir sinek, ne bir böcek. Fonda güzel şarkılar çalıyor. Kimsenin cuma akşamına aldırdığı yok, rakının keyfini çıkarıyorlar. Öyle ya, hangi kitapta ya da hadiste cuma akşamı için yasak konulmuş? İnsanlar bir şey uyduruyor, sonra uydurduklarına kendileri inanıyorlar.

Kalabalık bir aile beliriyor yanımda. Bu yoğunlukta gelen gideni takip etmek mümkün değil. Hızını alamayan misafirlerin üst üste siparişleri. "Bir Arnavut ciğeri daha alalım, çok güzelmiş elinize sağlık." Diğer masalar sabırsızlanıyor, "Bize bir kuru domates daha." Yeni gelen misafirlerden aile reisi olanı yer göstermemi bekliyor. "Rezervasyonunuz var mıydı?" "Hayır yok." "Çok açsanız yapacak bir şeyimiz yok. Rezervasyon yaptıran misafirlerimiz öncelikli." Geri çevirmek hoş değil. Devam ediyorum, "Ama acelemiz yok derseniz, buyurun oturun." "Ne kadar bekleriz?" "Yarım saat." Aradan beş dakika geçmeden, "Bize servis açacak mısınız?" Dedim ya, beklemek zorundasınız, kusura bakmazsanız. 

Bu akşamın konukları hep özel mezeler sipariş ediyor. Yeni işe başlayan yardımcı kadınlar henüz tam işin içinde değiller. Kuru domates, fellah köfte, skordaki, ot kavurma gibi mezelere çok talep var. Hani tabaklara koy gitsin türünden değil bunlar. Özenle tereyağında kavrulacak cevizleri, sarımsaklı kese yoğurdu tazeden dökülecek, maydanozlar yıkanıp itina ile kırpılacak üstlerine, zeytinyağı ile zenginleştirilecek bazıları, tabaklar süslenecek. Eşim mutfağa yardım eden elemanlara bırakmıyor ki hiçbir işi. Ne maydanozun doğranması öyle olacak, ne dereotunun sunumu. Hepsi istediği gibi, kusursuz bir şekilde. Çifter çifter keşkekler hazırlanıyor ara sıcak olarak. 

Misafirlerimizden biri iki kez çıkmış yayla yolunu. Talihsizlik işte. Kaplan köyüne varmışlar önce, levhalara bakmak akıllarına gelmemiş. Gerisin geriye inmişler o virajlı yokuşlardan. Kuşadası'nda güzel bir et lokantası varmış gittikleri. Oraya gitmeyi planlarken eşi, hanımefendi takmış kafayı Taş Ev'e. Nihayet internetten bulmuşlar rotayı. Gerisin geriye tırmanmışlar o zahmetli yolları üşenmeden. Sonunda bulmuşlar bizi. "İyi ki bulduk, iyi ki geldik." diyerek uğurluyoruz onları. Beşinci sınıfa giden bir kızları var, sanatçı ruhlu. "Doktor mu olacaksın benim kızım gibi?" diyorum. "Hayır" diyor, "Ben doktor olmak istemiyorum." "Ne olacaksın peki?" "Oyuncu olmak istiyorum." Bu cevabı çok hoşuma gidiyor. Babası araya giriyor. "Kızım gitar da çalıyor." Ne güzel sizleri burada ağırlamak. 

7 Eylül 2017 Perşembe

ESKİ DOSTLAR

06/09/2017 Çarşamba, Tire

Hava bir açıyor, bir kapıyor. Cevizlerin hasat zamanı. Kara kızların bir kısmı kümesten ağaçlara, oradan bahçeye inmişler. Venüs bağlı olduğu için sorun yok. Elimde sebze kovasını görür görmez çığlık çığlığa peşime takılıyorlar. Yanlışlıkla üstlerine basmamak için büyük çaba harcıyorum. Kümesin içinde kalanlar kapıda toplanmış. Kapıyı açıp içeri giriyorum. Kovayı önlerine boşaltınca sesleri kesiliyor. Biraz da kuru yem atınca sıra yumurtaları toplamaya geliyor. Venüs ve Fifi'ye yemeklerini veriyor, sularını tamamlıyorum. Gün geçtikçe her ikisiyle güçlü bir bağ oluşturduğumu hissediyorum. Güçlü bir bağ, insanlarla kurulamayan cinsten. Çünkü onların karınlarını doyurduğunda minnetlerini gösteriyorlar. Riyasız, aldatmadan...

Bugün keyfimi kimse kaçıramaz. Huzurluyum, çünkü Allah'a şükür kimseye borcum yok, Tahtakale'deki tuhafiyeci dışında. Bir türlü yolum düşmedi 1,5 TL lik borcumu ödemek için. Eşime de söyledim, hani ölür kalırsam ödesin diye. O 1,5 TL bile hep aklımda. Biberleri dizmek için yorgan iğnesi alacaktım, bozuğu yokmuş, "Sonra verirsin." demişti.

Hava iyice serinledi. Misafirleri salona almak lazım bu havalarda. Öğlen yemeğini kiraz ağacının altında yiyoruz. Sincaplar kestane ağaçlarının dallarında seri hareketlerle dolaşıyor. Avlu ve veranda inceden inceye temizlendi. Tavuklar kirletmesin diye Fifi ile birlikte onları uzaklaştırıyoruz. Verandanın altında havuzun giderinin boşaldığı yeni bir yer buluyorlar kendilerine. Geçen sene orası sirken otlarıyla doluydu. 

Akşamın şeref konukları üniversiteden arkadaşım ve ailesi. Onlarla birlikte gelen dostları, güzel insanlar. Mezelere, yemeklere övgüler yağdırıyorlar. Tabaklar tertemiz dönüyor. Terasta kuruyan domateslerden bahsediyorlar. Belli ki bu sayfaların sıkı takipçileri. Kuruması için terasa serdiğimiz son parti bu. Arkadaşımın değerli eşi "Kırk kilo değil mi?" diye soruyor gülerek. Gülüyorum ben de, "Hayret, nereden bildiniz?" Elbette yazılarımı okuduğunu ima ediyor. Dost insanlar, gerçek dostlar. Kırk yıldan fazla oluyor tanıyalı Ali'yi. Eski günlere gidiyor aklım. Gözlerimin önünde o çocuksu hallerim. Altı kişi kaldığımız yurt odası. Dün gibi... Vedalaşırken dostça öpüşüp sarılıyoruz, eski günlerin sıcaklığında. 

Mekanın mimarisini inceliyor iç mimar olan genç. Fonda Yann Tiersen. Elemanları evlerine bırakıyorum. Misafirlerimizi uğurluyoruz. Kimi İstanbul, kimi Almanya kimi de İtalya yolcusu. "Ta Karelia" çalıyor. Venüs'ü bağlıyorum kulübesinin yanı başına. Sabah kara kızları top zannedip oynamasın diye. Kapıları kapatma zamanı. Hafiften üşüyorum. Bu gece gökyüzünü seyretmeyeceğim. Gece kuşlarının sesini dinlemeyeceğim. Ne kadar erken geldi bu sonbahar?  

Eşim içeriden sesleniyor, "Gel bak adamın çıktı televizyona." Ayhan Sicimoğlu, hastasıyım. Saat ikiyi geçmiş. Keyif zamanı. Bir bira açıyorum, bendeki keyif kimde var? Müzik harika, Taş Ev'i kapatmışım bu saatte. İnsanın şair olası geliyor...

5 Eylül 2017 Salı

VENÜS VERSUS KARA KIZLAR

05/09/2017 Salı, Tire

Bayram yorgunluğunu bugün atıyoruz üzerimizden. Eleman konusunda doğru yolu bulduk sanırım. Yerel bir web sitesinde yaptığımız duyuru onlarca karşılık buluyor. Taş Ev iyice tanındığından olsa gerek onlarca müracaat oldu. Tatil günümüz olan dün hayli yoğun geçti. Karanlık bastıktan sonra iş görüşmesi için gelen iki hanımefendi ile anlaştık. Bugün onların ilk günü. 

Bayram yoğunluğu içinde bizi yalnız bırakmayan oğlumu Ankara'ya, kızımı İzmir'e uğurladık. Akşam her zamankine göre erken yatmama rağmen sabah eşimin seslenişi ile saat dokuzda kalktım. Büyük pazar alışverişini kısa zamanda nasıl halledeceğim diye plan yaptım kafamda. Derekahve üzerinden inersem hem Fatma Hanım'ı alacağım yere yakın olacak hem de pazar işimi görebileceğim. Diğer hanımefendi biraz ters yerde kalıyor.

Geçen hafta geç vakit gelen mantar bu kez aynı tezgahta oldukça davetkar görünüyor. Fırıncı teyzeye 1,5 lira borcum kalmıştı sanki, tam olarak hatırlayamadım. O da hatırlamayınca bir lirasını alarak "Helal olsun." dedi. Tam çıkacakken "Tamam, şimdi hatırladım." deyince dönüp elli kuruş daha verdim, gülüştük. 

Üç gün üst üste kurulan bayram pazarından pazarcılar da bıkmış olmalı ki bazı tezgahlar hiç açılmamış. Bir gün önce Toplu Konut pazarından yükte ağır alışverişi yaptığım için yeşillik dışında pek alacağım bir şey yok gibi. 

Dün eşim Fellah köfte hazırlığını yaparken ben de kırk kilo domatesi dilimleyip kurutma selelerine dizdim. Bu son kez olmalı. Bundan sonra yağmurlar başlar artık. 

Venüs bağlı olduğunda yanına doluşan kara kızlara aldırış etmiyor. Hatta mamasını yemesine bile göz yumuyor. Serbest bıraksam onları top zannediyor, peşinden koşuyor. Yakalayınca da ağzından almak zorunda kalıyoruz, tabii yetişebilirsek. Yok, yemiyor ama tavukların ne canı var ki, kafasında iki sallasa gidiyor zaten.

Evvelsi gün gelen rahmetli kayın pederin arkadaşları ile güzel sohbet ettik. Eşimin de katıldığı sohbet esnasında eski günler anıldı. Bu arada 4 Eylül Tire'nin kurtuluş günü. Bazı etkinlikler yapılmış ama bizim iş yoğunluğundan haberleri dahi izlemek mümkün olmadı doğru dürüst. Haber olarak dün gece tek duyduğum bayram boyunca meydana gelen trafik kazaları. Yüz kişinin üzerinde kurban verilmiş. Kurban Bayramında kurban olmak ne acı. 

Kurban Bayramı bize hiç bayram gibi gelmedi. Çocuklarımızla birlikte olmak, onların sağ salim işlerinin başına dönmesi bizim için en güzel bayram hediyesi. Şimdi biraz daha düzeldi sanırım ama eski bayramlarda sokak aralarında kesilen hayvanlar ve ortalığı kan gölüne çeviren kötü bir manzara geliyor gözlerimin önüne. İki de bir çalınan kapılar, kapının önünde beş on yaşlarında ta uzak mahalleden gelmiş çocuklar el öpüp bahşiş bekliyorlar. Annem sıkı sıkı tembih ederdi bizi, "Sakın ola siz öyle yapmayın, ayıptır." 

Bayram süresince güzel konuklarımız oldu. Onları özenle ağırladık. Onlardan biri de Balıkesir'den gelen genç bir beyefendi. Evlilik yıldönümleriymiş. Baldızıyla birlikte ziyaret ettiler önce Eşinin bu özel günlerini unuttuğunu sanıyormuş. Güzel bir masa süslemesi yaptık onlar için. Kocaman bir gül buketini bıraktı ve akşam bize doğru yola çıktığını mesajla haber verdi. Geldikleri saatte veranda doluydu. Kapıya çıkıp karşıladım. Eşinin gerçekten de hiç haberi yokmuş. "Kahveniz var mı? Kahve içmeye geldik." deyince şoke oldum, acaba beklediğim misafir değil mi bu gelenler? Normalde burası restoran. Kafe hizmetini kaldırdık. Hemen toparlanıp, "Buyurun efendim." dedim. 

Üst katta masa hazırdı. Hanımefendi masaya yaklaşınca sürprizin farkına vardı. Oldukça romantik bir akşam yemeği yediler. Şanslarına herkes açık alanı tercih edince salonda sadece onlar kaldı. Öyle sanıyorum ki bu geceyi ömürleri boyunca unutamayacaklar. 

Biri var iyi tanıyorum. Defalarca söz verip tutmayanlardan. Bayram öncesi olmazsa bayramın hemen ertesinde borcumu öderim diyen. Eminin bu satırları okuyordur kendileri. Şimdilik ismi saklı kalsın ama yakındır deklare edeceğim tarih. İnsanın şerefi bu kadar mı ucuzladı. Bu kişi o kişi ki, geçenlerde tatlı söze artık kanmayacağım kararını aldırdı bana. 

Çok güzel bir hava var bugün. Akşama doğru serinledi iyice. Sonbaharın ayak sesleri mi ne? 

2 Eylül 2017 Cumartesi

ALİ BABA TÜRBESİ

01/09/2017 Cuma, Tire

Bayram sabahında korna sesi ile uyanacağım aklıma gelmezdi. Bu gelen oğlum olmalı. Hemen toparlanıp acele adımlarla bahçenin demir kapısına doğru yürüyorum. Yanılmamışım. Anneannesi erkenden çıkarmış yola. Geldiğimi gördüğü halde kornaya basmaya devam ediyor. Kilidi açıp kapıyı rayın üstünde sürüklüyorum. Bugün bizim günümüz, Taş Ev'i bir günlüğüne kapatıyoruz.

Mükellef bir kahvaltıyı ne kadar çok özlemişiz. Ailemizin bütün bireyleri ile birlikte olmak kadar güzel bir şey yok. Kiraz ağacının altındaki masayı hazırlıyoruz. Kızarmış ekmeğin yanında mis gibi tereyağı kokusu. Eşimin yaptığı doğal reçeller, bal, okma, peynir, zeytin her şey tamam. Kızım kocaman bir tavada kara kızlarımızın taze yumurtalarından sucuklu yumurta yapmış geliyor. Tertemiz bir yayla havası, kuş sesleri... Oğlumun tatlı şakaları, anneannesiyle uğraşması, kızımın tatlı gülümsemesi, eşimin çocuklarının yanındaki mutluluğu birbirine karışıyor. 

Kara kızların tatili yok. Onlara sebze artıklarını götürüp yumurtalarını topluyorum. Mürdüm erikleri tam kıvamına gelmiş. Bir avuç toplayıp bizimkilere ikram ediyorum. Eşimin hoşuna gidince toplayıp ikinci bir parti reçel yapmak geliyor aklına. 

Bugün iş yok. Ne yapalım planlarına başlıyoruz. Yayladan daha güzel yer mi var? "Şöyle bir dolaşalım gelelim." diyor eşim. Nereye? E, biz alışığız maceraya. Bodrum, Fethiye, Kuşadası... "Yok, yakın bir yere gidelim." Mesela? Ali Baba Türbesine. Çine barajı inşaatı devam ederken, belki on beş yıl önce ziyaret etmiştim ama şimdi yolunu çıkaramam. Tire'ye yakın aslında. Mezarlığın üzerinde bir yerdeymiş. Sora sora Bağdat bulunurmuş. 

Yola çıkıyoruz. Dar yollardan geçerken Kaplan yolları Londra asfaltı gibi geliyor. Geçen sefer daha bakımlı görmüştüm bu türbeyi. Büyükçe bir tabelada türbenin tarihini okuyoruz. Ali Baba Türbesi, Bektaşi dergahlarının en önemlilerinden biri. Levhanın yanı başında bir çeşme ve mum yakma yeri var. Suyundan kana kana içiyorum. Türbenin içinde Bektaşi babalarının mezarları, Hz. Ali'nin resimleri ve Alevi felsefesini yansıtan güzel sözler var. Bakıcı kadınla sohbet ediyoruz. Kapıların tamiratı ile uğraşan kocası yanımıza geliyor. Niyetim türbenin üst kısmındaki küçük lokantada bir şeyler atıştırmak. Köfte, ala balık gibi şeyler yapıyorlarmış. Tam kalkıp o kısıma doğru hareketlenirken lokantaya bakan tek kişinin bir iş için şehre gittiğini öğreniyoruz. 

Kısa şehir turundan sonra bir kafede oturuyor, açlığımızı bastıracak bir şeyler atıştırıp üzerine dondurmalarımızı yiyoruz. Yaylaya döner dönmez ızgarayı hazırlıyorum. Verandaya yayılıyoruz. Venüs ve Fifi'de yanı başımızda. Kızım her ikisini de güzelce yıkayıp temizliyor. Eşimin hünerli ellerinden çıkan türlü mezelerle masayı donatıyoruz. Belki de bu şehre geldiğimizden bu yana en neşeli günümüz bugün. Şarkılar söylüyoruz, sohbet ediyoruz, şakalaşıyoruz. Arayan misafirlere bugün kapalı olduğumuzu söylüyoruz ama onlar bugünün bizim günümüz olduğunu bilmiyorlar.  

1 Eylül 2017 Cuma

İYİ BAYRAMLAR

31/08/2017 Perşembe, Tire

Gecenin ilerleyen saatleri... Taş Ev'in açık kapısının yanı başında sandalyeme oturmuş düşünüyorum. İnsanların çoğunu üşüten bir serinlik benim için haz verici. Alaca karanlıkta kayısı ağacının yaprakları hafif çalkantılı denizin ortasında yalnız bir teknenin nazlı nazlı sallanışını andırıyor. Hiç göremediğim ama seslerinden aşina olduğum gece kuşları geceye hayat veriyor. Arada cırtlak sesiyle bir baykuş sakinliği bozan tek canlı. Venüs ve Fifi çoktan uykuya dalmış. Yok, artık bugün yazacağım, yazmalıyım. Sabaha kadar sürse de kendimi toparlamam kaçarı yok. Kapının önünde saatlerce oturup keyifle hayaller kurabilirim. Demek ki daha henüz yaşlanmamışız. İnsanın hayallerini bir tarafa atıp anılarını anlatmaya başlaması yaşlandığının göstergesiymiş. 

Profösör'ün yorumlarını özlemişim. Son yazılarıma bir sürü yorum yapmış. Önce o yorumlara teşekkür mahiyetinde bir kaç söz yazıyorum. Sabahın ilk güzel haberi oğlumun Ankara'dan sağ salim geldiğini duymak. Şehre inmeden önce mangalın kömürünü ateşliyorum. Malum aşçı bırakıp gidince iş başa düştü. Her giden bir şey öğretiyor insana. Bu son gidenden geriye kalan tatlı sözün, güler yüzün ne kadar aldatıcı olduğu. Verilen sözlerin artık namus olmadığını zaten ondan önce biliyordum. Mangal yakmayı da o öğrenmedi zaten. Geldiği gibi gitti. 

Yardımcı elemanı almak üzere şehre iniyorum. Oğlum yine yapacağını yapmış anneannesine. Gece eve girip doğru onun yattığı odaya gitmiş. Kadın zaten sabahı zor ediyor, gelecekler boğacaklar beni diye. Bizim oğlan tıkırtıyı duyan anneannesinin kim o demesine fırsat vermeden "Bööö" diyerek korkutmuş. Bu yeni kalp krizi geçiren anneye efor testi gibi bir şey. Sabah yanına varır varmaz söyleniyor. "Biliyor musun senin oğlun bana ne yaptı?" Anne hadi geç kaldık, yolda anlatırsın dememe aldırmadan başlıyor anlatmaya. "Siz gidin, ben arabayı yıkatıp arkanızdan gelirim." diyor bizim oğlan.  Dün kurulan büyük pazarın tezgahları kalkmamış. Arife pazarı yarın kurulacağı için arada kalan bugün de alışveriş günü. Dün, bugün olduğu gibi yoğun bir gün yaşamıştık. İlginç olan neredeyse her gelen pirzola sipariş etmesi (!) Bugün yine pirzola almam lazım. Küçük birkaç alışverişten sonra yaylaya çıkıyoruz.

Öyle bir gündü ki dün, Ödemişten dokuz kişilik rezervasyon yaptıran Kemal Beyin gelmemesine sevindik. Bugün arife, herkes bayram telaşında, dünkü yorgunluğu üzerimizden atarız belki. Kendimize güzel bir masa donatıyoruz. Daha birkaç lokma almadan misafirler gelmeye başlıyor. Neyse bugün fazla gelen olmaz, ceviz kıralım bari diyoruz. Yine yarım kalıyor işimiz. Gelen misafirlerimizin neredeyse tamamı tavsiye üzerine gelmişler. Demek ki doğru yoldayız. Selçuk'tan, Kuşadası'ndan, Torbalı'dan ve hatta İstanbul, Ankara'dan gelen konuklarımızı zevkle ağırlıyoruz. Onlar Taş Ev'e hayran kalıyorlar. İstanbul'dan gelen genç bir beyefendi Eczacıbaşı'nda çalışıyormuş. Henüz yolun başında. "Emekli olduğumda benim de hayalim böyle bir yerin sahibi olmak." diyor ve ekliyor, "Tabii son yasalarla uzatılan emeklilik yaşından sonra emekli olabilirsek..." 

Garip bir şekilde buz kovalarımız eksiliyor. Önce biri yok oldu, son iki gün içinde iki tane daha. Kimin ne işine yarar ki. Bugün mezelerimiz çok sattı. Çok övgüler aldık. Yarın bayram, bayramın ilk günü kapalıyız. Mezeler bitti, bizde yine hazırlık olacak. Oğlumuz ve kızımız yanımızda nasıl olsa. Daha güzel bayram mı olurmuş. Yarın sofralar sadece bizim için kurulacak, yaylanın keyfi bizden sorulacak.  


28 Ağustos 2017 Pazartesi

YAPMADIĞIM BİR ŞEY KALMASIN

27/08/2017 Pazar, Tire

Eşim bu sabah işe dalınca beni geç uyandırıyor. Aslında telefonun saatini kuracaktım ama şarjı tamamen sıfırlandığından kapanmıştı. Alelacele hazırlanıp şehre alışveriş ve personel servisine çıkıyorum. Bugün malum kahvaltı günümüz. Yaylaya dönünce misafirler gelmeden kahvaltımızı yapmak istiyoruz. Mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlıyoruz kendimize. Ne var ki henüz ikinci lokmayı ağzımıza koymadan ilk arabanın sesi geliyor.

Misafirleri ağırlama telaşı içinde bir tanıdık ziyarete gelmiş. İlk şefimiz Aşkın Şef bu sürprizi yapan. Arada fırsat bulup bir şeyler atıştırdığımız masamıza buyur ediyoruz. Bodrum'da çalışıyormuş. Bir saate yakın sohbet ettikten sonra uğurluyoruz onu. Kahvaltının ardından yemek saati başlıyor. Hiç ara vermeden misafirlerimizi iyi bir şekilde ağırlıyoruz. 

Kızım bizimle birlikte. Anneannesinin sık sık tansiyonunu ölçüp duruma göre ilaç kullanımlarını düzenliyor. Bana da öğretmesini istiyorum şu tansiyon ölçme işini. Kulağıma dinleme aletini takıp bana gösterdiği şekilde şişen kolluğu ilk olarak üzerinde denediğim eşimin koluna geçiriyorum. Hava basmadan önce bant ile kolu arasına iki parmak girecek kadar boşluk bırakılacakmış. Kalp atışlarının ilk duyulduğu noktada göstergede okunan büyük tansiyon, atışların kesildiği noktada okunan rakam küçük tansiyonu veriyormuş. Böylelikle yapmadığım işler listesinde bir işe daha çentik atıyorum.

Öğleden sonra işler yoğunlaşıyor. Bir ara daha fazla gelen olursa almayalım diyorum. Şu rezervasyon sistemine geçmek lazım. Ancak adam kalkmış İzmir'den buralara gelmiş, kapıdan çevirmek de olmaz. Bir ara formül buluyorum. "Buyurun oturabilirsiniz ama sizi biraz bekletmek durumundayız, eğer acele işiniz yoksa..."

Beyaz bir Mercedes giriyor park yerine. Arabadan inen başı kapalı genç bir kadın yaklaşıyor bize doğru. "Bu restoranda alkol içiliyor mu?" "Evet alkol var ama kimseye silah zoruyla içki vermiyoruz." diyorum. Arkalarına bakmadan bahçeden çıkıyorlar. 

Geç saatlere kadar ama düzenli bir şekilde konuklarımızı ağırlıyoruz. Kapanış saatine dakikalar kala genç bir çift arabalarından iniyor. Daha önce geldiklerini hatırlıyorum. Geri çevirmek olmaz şimdi. Son misafirimiz onlar oluyor.

27 Ağustos 2017 Pazar

İNSAN MANZARALARI

27/08/2017 Pazar, Tire

Günceme bir şeyler yazabilmek için gece yarısının geçmesi gerekiyor çoğu zaman. Bu yüzden attığım tarihler bir gün sonraya denk geliyor. Güzel bir gün geçirdik bugün. Sabah oğlumun sağ salim Ankara'ya ulaştığı haberini almamız günün güzel olacağının müjdesi gibiydi. 

Ali Ustadan aldığım emanet arabayla şehre inip ekibi topluyorum. Artık işler rayına oturdu tamamen. Cumartesi günleri pazar günü gibi çok fazla kalabalık beklemiyoruz. Her an karşılaşabildiğimiz sürprizler oluyor elbette. Aynen bugün olduğu gibi. Izgara hazırlanır hazırlanmaz dört amca geliyor. Ödemişli çiftçi ya da tüccar olduğunu tahmin ettiğim misafirlerimiz İzmir'den dönüyorlarmış.  İçlerinden biri daha önce misafirimiz olmuş. Sizi güzel bir yere götüreyim diyerek hep birlikte başlamışlar çıkmaya Kaplan yokuşlarını. Geldiklerini duymadım bile. Kapının yanında sandalyeye oturmuş tatlı tatlı esen rüzgar eşliğinde şekerleme yapıyordum. Gözlerimi aralayınca misafirleri araçlarından inerken fark ettim. Hemen toparlanıp buyur ettim. Ailenin olmadığı bir yere oturalım dediklerinde olayı hala anlayamamıştım. Zaten aile yeri, bekar yeri ayrımına karşı biri olduğum için yarı şaka yarı ciddi "Eğer aileleri rahatsız etmeyecekseniz boş olan herhangi bir masaya oturabilirsiniz." dedim.

Önce yukarı salonu daha sonra verandayı gezdikten sonra verandada karar kıldılar. Mezelerini, içkilerini söyledikten sonra koyu bir iş sohbetine daldılar. Misafirlerin ne konuştuğu beni ilgilendirmez, bu yüzden muhabbetlerine pek kulak kabartmam. Yine de şeytan dürttü, kim bu zatlar diye. İçlerinden birini yeni iş kurması için cesaretlendirmeye çalışıyor gibiydi diğerleri. "Benim torunlar gelir senden alışveriş eder, onlar bile yeter sana." diyor yaşça en büyük olanı İşin ilginç tarafı her cümlenin sonunda "... ....yım." diye bir küfür yapıştırıyorlar ağız alışkanlığı ile. Aileye yakın olmasın derken meramlarını ancak anlamış oluyorum. Rahat rahat küfürlü konuşmak bazıları için zorunlu bir ihtiyaç gibi sanki. Aslında küfür ettiklerinin farkında bile değiller. Onlar için sohbetin bir parçası. Yine de zararsız insanlar. Efendice yiyor içiyor, teşekkür edip erkenden ayrılıyorlar.

Ödemişlilerin ayağı uğurlu mu geliyor ne. Gecenin geç vakitlerine kadar boş kalmıyoruz. Düzenli bir şekilde gelen gidenle ilgileniyoruz. Saat yediye doğru dün rezervasyon yaptıran genç arıyor. "Masamız hazır mı?" Henüz erken, hiç bir hazırlığa başlamadık. Ama birden misafir akınına uğrarsak sıkıntı olacak. Hemen bir fırsatını bulup masalarını düzenlemeye başlıyoruz. Balonlar, çiçekler, mumlar, hatta delikanlının bir gün önceden teslim ettiği kız arkadaşı ile birlikte çekildiği fotoğraflar güzelce tanzim ediliyor. 

Eşim sürpriz yapıp personele krema soslu tavuk hazırlıyor. Tam masaya oturacak iken arılar bu lezzetin peşine düşünce apar topar yemeklerimizi mutfağa taşıyoruz. Hayatımda yediğim en güzel tavuk yemeği bu. 

Evlilik teklifinde bulunacak genç geldiğinde masalara yetişmeye çalışıyoruz. Neyse ki erkenden masalarını hazırlamış olmamız rahatlatıyor biraz. Siparişlerini on dakika sonra vereceklerini söylüyorlar. Belli ki delikanlı işi sağlama alıyor. Genç kız hayır derse yemek de yok. On dakika sonra yanlarına çıktığımda yüzlerin gülüyor olması işlerin yolunda gittiğini gösteriyor. Mutlu anların adresi Taş Ev bir çifte daha unutamayacakları bir gece yaşatıyor. 

Biraz yoğunlaşınca detaylar kaçırılıyor. Hayır, hizmetle ilgili değil bu. İlk kez konuğumuz olan kişilere Taş Ev'in tarihi hakkında bilgi vermem hoşlarına gidiyor. Nereden geldikleri, ne iş yaptıkları hususunda bazı detaylar çıkıyor sohbet esnasında. Orta yaşlı iki beyefendi yemeklerini yedikten sonra ağaçların altındaki park yerine ilerliyor. Araçlarının üzerindeki şirket ismine benzer bir yazı ilgimi çekiyor. Hemen ayak üstü sohbete başlıyoruz. İlk kez geldiklerini, mekanı ve yemekleri çok beğendiklerini söylüyorlar. Rüzgar türbinlerini inşa eden firmanın mühendisleri olduklarından bahsederken ortak bir yönümüz çıkıyor ortaya. "Enerji sektörü benim de uzak olmadığım bir sektör." diyorum. Sakin bir günde gelirlerse onlarla sohbet edecek daha fazla zamanım olacağını hatırlatıyorum. Çok memnun bir şekilde ayrılıyorlar.

Yaşadığımız sıkıntılı dönemden sonra misafirlerimizi yeniden kazanmaya çalışıyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde Ali Usta arıyor. Yarım saate kadar arabamın işi bitiyormuş. Kapanış saatine doğru arabamı kendisi getirip bana emanet verdiği arabasıyla dönüyor.

Çok geç oldu artık yatma zamanı, yarın kim bilir nelere gebe.