Dün gecenin geç vakitleri... Şu bizim kara kızlarda ya da Venüs'te biraz akıl olsa (!) Canhıraş koşturuyorum peşlerinden. Fifi bana yardım etmek istiyor. Tavuk Venüs'ün ağzında, ben Venüs'ün peşinde, Fifi bırak yapma diye yalvarıyor havlamalarıyla. Bırakıyor ağzından beni görünce. Tavuk şaşkın, Fifi önünü kesiyor Venüs'e gitmesin diye, onu yakalamaya çalışırken kaçıyor. Zor bela yakalıyor, kümesin içine atıyorum. Ne yazık ki boğazından yaralı. Bu kaçıncı?
Venüs'ü çağırıyorum. Beni görünce kirişi kırıyor. Elimdeki bir naylon parçasıyla kandırıyorum. Geliyor. Yakaladığım gibi bağlıyorum onu ağaca. Kümesten ağaçlara, oradan bahçeye atlayıp özgürlüğe kavuştuğunu zanneden garibim kara kızlar Venüs'ün kurbanı olduklarının farkında değiller. Venüs'ün tasmasını ne kadar daraltırsak daraltalım bir yolunu bulup sıyırıyor kafasını canı isteyince.
Sabah biraz gecikiyorum. Yolda kağnı gibi giden araçlarla karşılaşmayışım bir şans. Bu sayede hem alışverişimi yapıyorum hem de elemanları zamanında alıyorum. Kahvaltı için hiç rezervasyon yok. Saat 11.00'e doğru bir biri ardına yapılan rezervasyonlar karşısında zor anlar yaşıyoruz. Rezervasyon dediğin en azından birkaç saat önce yapılır. "Beş dakika sonra oradayız." şeklinde yapılan rezervasyon sayılır mı? "Kaç kişisiniz?" diye soruyorum. "Sekiz büyük üç çocuk." Dakika geçmeden bir başkası. Masalar hazırlanıyor. Bir sürü reçel çeşidi, peynirler, gözlemeler, pişiler ve niceleri. Hepsi anında hazırlanıyor. Rezervasyonsuz gelenleri saymıyorum bile. Kimi yumurtasını rafadan ister, kimi yağda. Biri ayran hem de kendi yaptığımızdan olacak. "İki de menemen olsun." Ocaklar dolu, pişiler taze taze pişiyor. Misafir sabırsız. Suyumuz bitti, ekmek getir, çay götür. harala gürele bir koşuşturmaca. Yine de tatlı bir telaş. Reçellerin tadına bakanlar kavanozuyla satın alıyorlar. Hepsi gerçek organik. Ne koruyucu ne renklendirici. Güneş altında demlenmiş, doğal.
Masaların bütün eksiklikleri giderilmiş. Siparişlerin hepsi tamam. Herkes halinden memnun, teşekkür üstüne teşekkür. Küçük Ulvi ile şakalaşıyoruz. Fifi ortalarda dolaşıyor, misafirlerin sevgilisi. Venüs bağlı. Tatlı bir yorgunluk, alınan bir derin nefes. Ankara'dan gelen misafirler. Ne kadar zarif, ne kadar yardımcılar. Neredeyse bulaşıklara girecekler önlerini kesmesem. Tuhaf bir yer oldu bu Taş Ev. Takdir ediyorlarmış beni. Ben de kendimi takdir ediyorum. Zira her bir misafirin yüzünden okunuyor mutluluğu. Yaşasın, hedefe ulaşıldı.
Beklediğimizin çok üzerinde bir yoğunluk. Eşime tamam artık bundan sonra kahvaltı misafiri gelmez, şu gözlemelerin, böreklerin, pişilerin tadına bakalım biz de. "Daha yarım saat var, ya gelen olursa?"
Gün boyunca boş durmuyoruz. Akşam geç vakte kalan bir çift salonda manzarayı seyrediyor. Yemekleri, içkileri çoktan bitmiş. Manzaradan mı yoksa içtiklerinden mi sarhoş belli değil. Elemanları götürme saatim çoktan geçmiş. Kim bırakabilir ki böyle serinliği, böyle manzarayı? Şehir kavrulmuş bugün yine.
Nihayet son misafirlerimizi de uğurluyoruz çay keyiflerinden sonra. Şehre elemanları götürdükten sonra beni ne dinlendirebilir? Elbette Amelie müzikleri. O piyano ve akordiyon tınıları arasında kendimi buluyorum. Yarın bugünden de güzel olacak. Çünkü tatil günümüz, eşimle birlikte...