Hava birden serinledi. Tipik bir sonbahar günü. Kendimi bildim bileli hayalini kurduğum bir yaşam. Rutin işlerimi yapıyorum sabahleyin, benim için erken sayılabilecek bir saatte. Önce kara kızların yiyeceklerini götürüyorum kümese. Bazıları ceviz ağacının dalları üzerinden kümesin dışına çıkmış. Dışarıdakiler elimde kovayı görünce peşime takılıyor. Hepsi beni bekliyor çığlık çığlığa. Bu bağırışları açlıktan mı sevinçten mi anlamak imkansız. Fifi bana eşlik ederken sırasının gelmesini bekliyor. Venüs kulübesinin yanında uzanmış yatıyor. Biraz yem atıyorum tavuklara güzel yumurtlasınlar diye. Sesleri kesiliyor. Suları bitmiş, dönüp su getiriyorum. Suyun başına üşüşüyorlar. Venüs ve Fifi'nin mamalarını verip sularını tazeliyorum.
Rüzgar şiddetleniyor. Henüz yapraklarını dökmeyen ağaçlar esen rüzgarın sesine kulak verip dans ediyorlar. Yağmur yağacak gibi kaplıyor gökyüzünü bulutlar. Sonra birden güneş yüzünü gösterip ortalığı aydınlatıyor. Mutfak ekibinin yaptığı zerde çok hoşuma gidiyor. Tepsileri güneşe çıkarmam gerek biraz kıvamını bulsun diye. Ama ben bu şekliyle daha çok sevdim. Zaten güneş de yok doğru dürüst. Hava durumuna bakıyorum. Bir hafta daha yağış görünmüyor. Cevizler kurur o zamana kadar. Dün yağmurdan korkup üzerini örttüğüm cevizleri kuruması için tekrar seriyorum.
Sakin zamanlarda hanımlar boş durmuyor, ceviz kırıp ayıklıyorlar. Akşam misafirlerimize kendilerini özlettiklerini söylüyorum. "İki kere geldik, kapıdan döndük, demir kapı kapalıydı." diyorlar. Pazartesi günü olmalı. Birinin pazartesi günü olabileceğini ama geçen hafta perşembe günü geldiklerini söylüyorlar. Bir yanlışlık olmalı, perşembe günleri açık olduğumuzu söylüyor, yine de gelmeden önce aramalarını salık veriyorum.