KATEGORİLER

4 Ekim 2017 Çarşamba

KAYSTROS TAŞ EV BİR YAŞINDA

03/10/2017 Salı, Tire

Bugün çok özel bir gün. Taş Ev bir yaşını doldurdu. Kocaman bir yılı geride bıraktık. Bir işletmenin geleceği altı ayda belli olur derler. Şükürler olsun dimdik ayaktayız. Adettendir diyerek geçen sene tam da bugün ufak çaplı bir resmi açılış yapmıştık. Mevsim itibarıyla misafirlerimizi salonumuzda ağırlamak gerekiyordu. Resmi açılış ya; şehrin idari ve mülki idare amirlerinin yanı sıra bir kaç tanınmış simayı ve dost bildiklerimizi davet etmiştik. Ne yazık ki kaymakam, jandarma komutanı, emniyet müdürü o gece yapılan geniş kapsamlı bir Fetö operasyonu sebebiyle görev başında olduklarından Belediye Başkanı ise sağlık nedeniyle İzmir'de bulunduğundan katılamamışlardı yemeğimize. Açılışı değerli meslektaşım Organize Sanayi Bölge Müdürü Sn. Galip Kılıç ile Tire Süt Kooperatif Başkanı Sn. Mahmut Eskiyörük birlikte yapmışlardı. Yerimiz geniş olmadığından davet edemediğimiz bazı dostlar gönül koydu, üzüldük bu duruma elbette. Diğer taraftan değer verip davet ettiğimiz bazıları hayal kırıklığına uğrattı. Belki bu yüzden şaşalı kutlamalara, yıl dönümü kampanyalarına yer vermedik ilk yaşımızda.

Yaşanan bir yıllık deneyim bize insanları daha iyi tanımayı öğretti. Hedefimizden, çizgimizden asla taviz vermedik. Bize dediler ki; "Rezervasyon yaptırmayı sevmez buranın halkı, kapıdan dönerse bir daha gelmez. "Akşamcı takılan kimi muhteremler dediler ki; "Rakıyı en ucuza sen ver ki, devamlı sana gelelim." Taş Ev Restaurant bölgenin incisi olmaya adaydı kafamda. Üç kişi ağırlamayı otuz kişi ağırlamaya tercih ettik. Bazı misafirler komşumuz olan diğer restoranları yermekten kendini alamadı. Biz hoş karşılamadık bu tutumlarını. Çünkü onlar olduğu için biz var olduk burada. Tehlikeli bulduğumuz bu kişiler bir daha uğramadı semtimize. 

Bir yılın sonunda hemen herkes biliyor ki, burası nezih, içkili bir aile restoranı. Dört hanımefendinin bir araya gelip gönül rahatlığı içinde gecenin geç vakitlerine kadar içkilerini yudumlayıp rahat rahat sohbetlerini yapabileceği bir ortam yaratabildiğimize göre hedefimize ulaşmışız demek.

Kış çok sert geçti. İki kez bahçeyi bembeyaz kar örtüsü kapladı. Taş Ev bir başka güzel olduç Yollarımız buz tuttu. Belki de en zor günlerimizdi. Belediyenin kapısını aşındırdık tuzlama yapılsın diye. Buzlar eridikten sonra tuzlamaya geldiler. Hakkını ödeyemeyeceğimiz sadık misafirlerimiz kendilerini riske atıp yine geldiler. Yolda arabaları kaldı. Onları kurtarmaya çalışırken ben de büyük tehlike atlattım. 

Kışın zor şartları hızımızı kesmedi. Şömine sobamız kestane odunlarıyla çıtır çıtır yanarken sıcak şarap ikram ettik misafirlerimize. Taş Ev'de kahvaltı servisimiz yaz kış devam etti.     

Geçen bir yıl aynı zamanda bir eğitim süreciydi bizim için. En büyük sıkıntımız personelden yana oldu. Başlangıçta kendini gösterip sonradan bizi kendilerine mahkum sayan bazı zavallılar yıllarca sürecek sıcak bir yuvadan oldular. Bayram günü eşim ve kızımla bir anda yalnız kaldık, yılmadık. İyi niyet ve gayretimizi gören hatırşinas misafirlerimiz işimizi kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Onlardan bazıları "Burası bizim evimiz, o sıcaklığı hissediyoruz." derken duygulandık. 

A dan z'ye her işe girdik, üstesinden gelince kendimize güvenimiz arttı. Geçmiş kariyerimize aldırmayıp bulaşık da yıkadık, mangal da yaktık, çöpleri de döktük, tuvaletleri de temizledik yeri geldiğinde. Bütün bu işler inanılmaz derecede zevk verdi bize. Yorgunluğumuz misafirlerimizden aldığımız tatlı bir sözle kayboldu. "Mezeleriniz harika, pirzolanız mükemmel." sözlerini duymak havalara uçurdu bizi. Belki inanmayacaksınız ama eşimin bel ağrısı şikayetleri bile azaldı. 

Asalet timsali Fifi, kara kızlarla birlikte girdi hayatımıza. Kısa sürede yeni yuvasını benimsedi. Kışın kapılar kapalı iken havlayarak haber verdi misafir geldiğini. Sonradan sevimli haydut Venüs geldi. Geldiğinde Fifi'nin yarısı kadar yoktu. İnanılmaz bir hızla büyüdü. Onlar en gerçek dostlarımız oldu. 

Evet, bugünü sıradan bir gün olarak geçirdik. Zaman zaman yaşadığımız keyifli ve zor anlar düştü aklıma. Sabah hava yeni yeni aydınlanmaya başlarken eşim mecburen yine uyandırıyordu beni. "Tüp bitti, değişmesi lazım." Kapıyı açıp çıktım dışarı. Beni gören Fifi ayaklarımın etrafında dört dönerek sevincini gösteriyordu.

Tüpü değiştiriyor, vanayı açık pozisyona getiriyorum. Büyük pazar alışverişi için ihtiyaçlarımı gözden geçiriyorum. En önemlisi dün bilemek için bıraktığım bıçakların alınması lazım. Eşim mutfaktan sesleniyor. "Ocak yanmıyor, tüpü değiştirmedin mi?" Uyku sersemliğinden olacak, vanayı açtığım halde tüpün açma kapama düğmesini çevirmemişim. Düğmeyi sağa çevirince gaz yolunu buluyor, ocaklar yanıyor. Gündüz saatlerinde misafirlerimiz Aydın'dan öğretmen bir çift. Beyefendi Çineli olduğunu söyleyince. "Ben de Çine Barajının ilk proje müdürüyüm." diyorum. Salondan şehrin manzarasına hayran kalıyorlar. İki çocukları da harbiyeliymiş. Fetö'cüler sözde sağlık nedenleriyle ordudan ayırmışlar büyük olanı, başarılı bir üsteğmen iken. Şimdi ABD'de pilot'muş. Diğer oğlunu da Harp Okulunun üçüncü sınıfından atmışlar Fetö'cü diye. Büyük oğulları Fetö'cüler, küçük oğlu sözde Fetö'cülere karşı operasyon yapanlar tarafından tasfiye edilmiş şanssız bir aile. Sadece tasfiye edilse yine iyi. Harp Okulunda öğrenci iken atılan gitmiş elektrik mühendisi olmuş sonra. Kurduğu şirkete iş yaptırmamışlar bu kez. Atatürkçü aydın bir aile. Uzun uzun memleket hallerinden konuşuyoruz. 

Öğretmen çifti uğurladıktan sonra İncirliova'dan geliyor misafirlerimiz. Hava serin olmasına rağmen verandada oturmayı tercih ediyorlar. İçlerinden birinin ilk ziyareti değil bu. İnsanların dostlarına gururla "Bakın sizi bir yere götüreceğim, bayılacaksınız." demeleri ne güzel. İki oğlundan biri bilgisayar, diğeri ziraat mühendisi. Diğerinin tek oğlu Edebiyat Fakültesini bitirmiş üç yıl önce. Hiç biri mesleklerini yapmıyor, babalarının kurduğu iş düzeninin içindeler. Alkolün rahatlatıcı etkisiyle beni masalarına davet edip sohbetlerine ortak etmek istiyorlar. Onların hayali çocuklarının kravat takıp mesleklerinde yükselmeleri. Çevrem geniştir diye iş konusunda yardımcı olmamı istiyorlar. "Bakın, ben diyorum otuz beş yıl kravatı boynumdan eksik etmedim. Şimdi onu boynumdan attığıma çok seviniyorum." 

Verandanın diğer masasında bir baba kızı ağırlıyoruz. Hanımefendi doktor, oldukça genç görünüyor. Kızımın arkadaşıymış. Ne yemek istediklerini soruyoruz, tavsiyelerimize uyacaklarını söylüyorlar. Tire'ye dışarıdan gelenlere yörenin en meşhur yemeği olan Tire şiş köfte sunuyoruz. 

Tanıtım filmi için ekip biraz daha çekim yapmak istiyor. Hazırladıkları taslak filmi gösteriyorlar. Çok beğeniyoruz. Yine drone havalanıyor, cepheden Taş Ev'in son görüntülerini alıyor.    

2 Ekim 2017 Pazartesi

850 EDEPSİZLİĞİ

02/03/2017 Pazartesi, Tire

Tatil günümüz ya, eşimle tembellik yaptık bugün. Çalışma günlerimizin temposundan eser yok. Hiç ayrılmadık birbirimizden. Güzel bir menemen yaptım, birlikte oturup yedik. Küçük pazara gittik öğleden sonra birlikte. Orada sadık misafirlerimizden biriyle karşılaştık. Gamzeli Hanım deriz eşimle biz ona. Ceviz almışlardı bizden. Bir yanlış anlama sonucu on iki lira fazla ödemişlerdi. "Size on iki lira borcum var." deyip durumu izah ettim. "Bir sonraki gelişimizde hallederiz." dedi, gülümseyerek. Daha sonra eve uğrayıp mevsimlik kıyafetlerimizi aldık. 

Niyetim erken dönmekti. Alışveriş listesi kabarık olunca uzun sürdü işimiz. TC. Devlet Demiryolları'ndan aradılar yine. Üç sene önce bıraktığım görevime benden sonra devam eden arkadaş ile aynı ismi taşımamızdan dolayı karışıyor işler. Geçen gün de Daire Başkanı aramıştı, şantiye ziyareti için Ankara'dan yola çıktıklarını haber vermek amacıyla. Yanlış kişiyi aradığını anlayınca "Bu vesile ile sesini duymuş oldum." demişti. Bunlar neyse de sabahın erken saatlerinden mesai bitimine kadar 850'li bir numara tatil günümü zehir ediyor. En olmadık zamanlarda elimdeki işi bırakıp telefona bakıyorum, hep aynı numara. Cevap vermeyince yine arıyor. Yüzüne kapatınca yine arıyor. Açıyorum, cevap vermiyor. Çin işkencesi gibi bir şey. Eşim evde hazırlık yaparken saç tıraşı olmak üzere altımızdaki kuaföre gidiyorum. Önlük ellerimin üzerinde, berber işini yapıyor. Zırr telefon. Güçlükle cebimden telefonu çıkarıyorum. Yine aynı numara. "Size yeni kampanyamız hakkında bilgi vermek isteriz, bize beş dakikanızı ayırabilir misiniz?" "İlgilenmiyorum." diyorum, canınız cehenneme dememek için kendimi zor tutarak. "Nedenini öğrenebilir miyim?" diyor. Nedeni yok işte. İlgilenmiyorum o kadar. Kişi haklarına saygısızlık bu yaptıkları. Eskiden kapı kapı dolaşan pazarlamacılar vardı. Bunlar telefonla daha beterini yapıyor.

Öğretmen Evi'nin bahçesinde oturup dinlendik biraz. Aldıklarımızı yerlerine yerleştirdikten sonra takip ettiğim bazı bloglara bakmak niyetim.

PAZAR TELAŞI

01/10/2017 Pazar, Tire

Yine zaman çarkı hızlı dönmeye başlıyor. Ekim ayına güzel bir başlangıç yapıyoruz. Elemanları zamanında alıp geliyorum. Emine Hanım yöresel olarak katmer denilen otlu gözlemeleri yapmak üzere yufkaları açmaya başlamış bile. Hava kapalı, yağmur yağdı yağacak. Kim çıkar bu havada evinden diye düşünürken yanıldığımı anlamam uzun sürmüyor. Kahvaltıya gelmediği pazar günü artık merak etmeye başladığımız eczacı hanımefendi ilk rezervasyonu yapıyor. Hemen hazırlığa başlıyoruz. Onlar henüz gelmeden İzmir'den yola çıkan misafirlerimiz Kaplan Köyünden arıyor. "On beş dakika sonra oradayız." Kahvaltımızı etmeye fırsat bulamadan hummalı bir telaş başlıyor. Bir hanımefendi arıyor. İsmini söylemese de numarası telefonumda görünüyor. "Misafirimiz gelecek, beş kişiyiz, sizde kişi başı kahvaltının ücreti ne?" Söylüyorum, pahalı geliyor ki, teşekkür edip kapatıyor telefonu. E, ne yapalım her kalitenin bir bedeli var. Merak ediyorum kim bu arayan. Facebook'a telefon numarasını yazıyorum. Devlet Hastanesi uzman doktorlarından biri çıkıyor karşıma, şaşırıyorum.  

Bizi bugün rahatlatan olay misafirlerimizin önceden arayıp rezervasyon yaptırmaları. Yarım saat önce aramaları işimizi kolaylaştırıyor. Bu süre o kadar önemli ki bizim için. O esnada yumurtalar kaynatılıyor, domates ve salatalık söğüşler hazırlanıyor, beş çeşit ev yapımı reçel kişi sayısına göre porselen kaplara konuluyor, gelmelerine yakın pişiler, gözlemeler hazırlanıyor. Yetmezmiş gibi, eşim bugün bir de minik kuplarda kek hazırlamış. Beklenenden fazla gelen olunca kekler tükeniyor, bu sefer tahinli kurabiyeler alıyor yerini. Çaylar potlara dökülüyor, ekmekler, ısıtılmak üzere hazırlanıyor,  Kaplan'ın meşhur suyu sürahilere dolduruluyor ve servisler açılıyor.

Her şey saat gibi tıkır tıkır işliyor. Defalarca çaylar tazeleniyor, ilave ekmek isteyenler mi ararsın, kekikli, pul biberli zeytin yağı mı? Arada tereyağında yumurta, sucuk ya da sucuklu yumurta isteyenlere gecikmeden yetişiyoruz. Bu koşturma içinde nihayet uzun süredir beklediğimiz yağmur nihayet geliyor. Şimşekler çakıyor, gök gürültüleri ortalığı inletiyor. Yağmuru salondan seyretmenin keyfine doyum olmuyor. Misafirlerimizden bazıları yakınlarını arıyor telefonla. "Öyle güzel bir yer keşfettik ki, inanmazsın." Tire'de ya da yakın ilçelerde yaşayıp ilk kez konuk ettiklerimiz neden şimdiye kadar gelmedik buraya diyerek hayıflanıyorlar.

Ama bende en çok iz bırakan Defne adında iki üç yaşlarında bir kız çocuğu. Benimle o kadar sıcak bir ilişki kuruyor ki yanımdan ayrılmıyor. Masalara uzanıp servise yardım etmeye çalışıyor. Ben salona çıkarken peşimde, aşağı inerken yine peşimde. "Ne güzel kızsın sen öyle." deyince pek de mütevazı. "Herkes öyle diyor." diye cevap veriyor. Bana yetişmeye çalışırken bir ara merdivenlerden düşüyor. Dudağı kanamaya başlıyor. Ağlamasını durdurmak zor. Yine onunla konuşarak acısını unutturmayı başarıyorum. Kahvaltılarını bitiren ailesini uğurlarken onun aklı burada kalıyor. En yakın arkadaşı Mete. "Mete ile birlikte yarın yine gelelim." diyor annesine. "Söz mü?

Her şey çok beğeniliyor bugün. Böyle bir güzelliği Tire'ye kazandırdığım için teşekkür ediyorlar. Her ayrılan yanında kartvizitimizi götürüyor. Mezelere bayılıyorlar, elimizdeki malzemeler tükeniyor. Akşama doğru bir nefes alıyoruz. Ne çalışanlar ne de biz ağzımıza bir lokma bir şey koyamadık. Yardımcı hanımlar hemen bir şeyler hazırlamış. Fırsat bu fırsat aceleyle atıştırıyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde sadece bir masa kalıyor. Onlar da derin mevzulara dalmışlar. 

1 Ekim 2017 Pazar

ÇEKİM GÜNÜ, ESKİ DOSTLAR

29/09/2017 Cuma, Tire

Küçük pazar alışverişi için biraz erken iniyorum şehre. Kapya biberler geçen haftalardaki gibi iri değil. İki ayrı yerden güzellerini seçiyorum. Kışa hazırlık olsun diye ağaç motoru için benzin alırken arabamın deposunu dolduruyorum. 

Sabah gelirken personelle birlikte Erdal'ı alıyorum. Kocaman ceviz ve kestane kütüklerini kesmekte zorlanıyor. Kışa girmeden şömine sobamızda keyifle yakacağımız odunların şimdiden hazırlanması gerek. 

Tanıtım filmimiz için bugün ANKA Prodüksiyon'u ağırlıyoruz. Dört kişilik ekip saatlerce emek veriyorlar güzel bir şey ortaya koymak için. Dün drone kullanarak çektikleri filmi gösteriyorlar. İnsanın ulaşamayacağı her noktadan fotoğraf ve film çekmek bambaşka bir güzellik çıkartıyor ortaya. 

Film çekimleri başlayınca eşimle ızgara başında kimin poz vereceği konusunda tatlı tatlı çekişiyoruz. Misafirlerimiz gönüllü olarak çekimlerde rol alıyorlar.  Ekiple birlikte adeta bütünleşiyorlar. Akşama doğru İzmir'den bir beyefendi arıyor. Bir arkadaşı sevgilisine evlenme teklif edecekmiş. Demek ki ünümüz ilçe sınırlarını aştı. Web sitemizde gördüğü menüler hakkında görüşüyoruz. 

Artık çok sevdiğim haber programlarını izleyemiyorum. Haberleri bile yolda giderken arabamın radyosundan dinleyebilirsem ne ala. Kalkınma Bakanı Çin ve Hindistan'dan sonra dünyada en çok büyüyen ülke olduğumuzu açıklıyor ve ilave ediyor: Bütün dünyanın bize karşı durmasına, teröre, bölgenin ateş çemberi olmasına rağmen... Sadece bir de üç milyon Suriyeliye kapılarımızı açtık demeyi unutuyor. Gelişmiş ülkeler sıralamaya giremiyor. Çünkü onlarda gelir dağılımında adalet var. Bizde birileri servetlerini büyütüyor sadece. Onlar büyüdükçe bizi de kendilerinden sayıyor olmalılar.  

30/09/2017 Cumartesi, Tire


Sabah erken saatlerdeki serinlik hoşuma gidiyor. Eşimle lafa dalınca biraz geç çıkıyorum. Kaplan Köyünün dar ve virajlı yokuşları beynime çizildi artık. Yabancı olanlara ürkütücü gelen yol benim için adeta bir otoban. Biberleri közlemek için mangalı hazırlıyorum. Öğlen yemeği benden bugün. Hanımlar salonun camlarını silmekle meşgul. Eşim irmik helvasına yoğunlaşmış. 

Telefonum çalıyor. Arayan tanıdık biri, bende kayıtlı. Bir tur getirmiş İzmir'den. Kahvaltıdan sonra kahve içmeye gelmek, Taş Ev'i göstermek istiyormuş beraberindekilere. Tamı tamına yirmi dokuz kişi. Burası bir restaurant, diyorum. "Yarım saat sonra oradayız." diyor. "Cafe tarzında çalışmıyoruz, zaten rezervasyonsuz o kadar kişiyi ağırlayamayız." diyorum. "Daha yarım saatiniz var ama." diyor. Özür dileyerek geri çeviriyorum taleplerini. Eşime takılıyorum. "Restaurant yerine müze yapsaydık Taş Ev'i kararımız daha mı isabetli oldurdu acaba?"

Saat bire geliyor. Eşim soruyor, "Didim'den buraya kaç saat sürer?" 1,5 saat falan diyorum. Kdz. Ereğli'den tanıdığımız Zeynep Hanım, arkadaşı Neşe Hanım ile birlikte ziyaret edecekler bizi. Beş yılımızı geçirdiğimiz Karadeniz'in en güzel ilçesinden sohbeti tatlı Zeynep Hanım dün telefon edince çok sevindirmişti bizi. Beklediğimiz misafirlerimiz geliyor. Güzel bir hava var bugün. Onları verandaya alıyoruz. Eski günleri, arkadaşları konuşuyoruz. Neşe Hanım, eşim gibi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni. Zeynep Hanım'ı anlatmaya kelimeler yetmez. Kdz. Ereğli'de nerede bir sanatsal etkinlik varsa orada karşınıza çıkar. Oyunculuk performansı hala hatırımda. Rahmetli Leyla Hanım ile birlikte sergiledikleri doğaçlama yöresel köylü kadınlarının şiveli repliklerinden örnekler veriyor aradan otuz sene geçmesine rağmen. Eşim türlü mezeler ve Tire şiş köfte ikram ediyor misafirlerine. Eşimi bu kadar mutlu görmemiştim uzun zamandır. Sohbet esnasında Narköy ve geçenlerde ziyaretimize gelen sahiplerine geliyor konu. Nar Hanım ile Zeynep Hanım tanışıyorlarmış meğer. Hemen arıyor onu "Bil bakalım ben neredeyim?" Nereden bilsin iki gün önce o paha biçilmez tohumları getirdiği Taş Ev, bu kez arkadaşı Zeynep Hanımı ağırlayacak. Bu ara Acemi Demircinin isteğini yerine getirip tohumların bir kısmının fotoğrafını çekiyorum.

Onca sıkıntı çekmesine rağmen çevresine neşe saçan Zeynep Hanımı uğurladıktan sonra gelen misafirlerimiz genel olarak fazla alkollü içki sipariş etmiyor. Bugün mezelerimiz vn bisin e keşkek revaçta. Mangalımız tam kapasite çalışıyor. 

Aniden bir patlama sesi, ardından eşimin ve çalışan kadınların bağrışmaları ile irkiliyorum. İlk aklıma gelen birini elektrik çarptığı. Ses çay ocağından gelmiş. Yan tarafındaki elektrik bağlantı kutusu alev almış, kıvılcımlar çıkıyor. Hemen fişi prizden çıkarıyoruz. Eşimin ilk düşündüğü şey yarın kahvaltıda çay veremezsek ne olacağı. Ben kimsenin zarar görmediğine seviniyorum. Hemen elektrikçiyi arıyorum. Yeni elektrikçimiz sözünün eri, düzgün biri. Durumu anlatıyorum. Hemen gelip arızayı gideriyor.

Verandada ağırladığımız sanatçı kimliği olan genç dostum hocasıyla birlikte derin sanat sohbetlere dalıyorlar içkilerini yudumlarken. Trafik kontrolünde polise ehliyetini kaptırmış altı aylığına. O yüzden uzun zamandır yolu düşmüyormuş Taş Ev'e. Hem kendisinin hem de hocasının zarafeti, nezaketi etkiliyor bizi. Eşim onlara irmik helvası ikram ediyor. Biz onlardan, onlar bizden hoşnut kalıyorlar. 

Bugünün bir diğer özelliği gelen misafirlerimizin çalınan müzikle ilgili beğenileri. Müzikleri kimin seçtiklerini soruyorlar bana. Kim olabilir ki? 

29 Eylül 2017 Cuma

O LA LA

27-28/09/2017 Çarşamba, Perşembe Tire

27/09/2017 Çarşamba

Yeni elemanlar her geçen gün işe ısınıyorlar. Personeli getirdikten sonra rutin işlerimi yapıyorum. Terasta cevizlerimiz kurudu. Onları özenle toplayıp çuvallara dolduruyorum. Eskiden beş kilo yük ağır gelirken elli kiloluk çuvalları sırtlayıp depoya götürmekten büyük haz duyuyorum. Yerinden kalkmayan ağır çuvallar sırta vurulunca tüy gibi hafifliyor. Yukarı yayladaki ceviz ağaçlarından bu sene hiç verim alamadık ama aşağı yaylada topladığımız ceviz geçen senekinin iki katı. Kestane hasat mevsimi yaklaştıkça beni yine bir korku sarıyor. Bir ortakçı bulmak en iyisi. 

Sakin bir gün geçiyoruz ama yine de başımızı işten kaldırmıyoruz. Akşam yemeğine gelen misafirlerimiz rezervasyon yaptırmadan şanslarını denemişler. Onlardan biri eski müdavimlerimizden. Arkadaşları geldiğinde onca rakıya bana mısın demeyen beyefendi bu kez ailesiyle birlikte geliyor. Eşinin başı kapalı. İçecek siparişlerini alırken en azından ellilik ister diye düşünürken meşrubat sipariş etmesi güldürüyor bizi. Belli ki eşi hanımefendi dizginleri almış eline.

Personeli evlerine bıraktıktan sonra dönüş yolundayım. Biraz yorgun ama misafirlerimizi memnun ettiğimiz için mutlu. Taş Ev'e iyice yaklaşırken son virajda  gecelerimin sadık yoldaşı ayın parlaklığı dikkatimi çekiyor.Hemen durup bir kare alıyorum. 

28/09/2017 Perşembe, Tire

Elemanları yaylaya getirdikten sonra yapacağım işleri sıraya koyuyorum kafamda. Günün ilk sürpriz misafirleri geliyor. Bu sayfaların eski okurları onu gayet iyi hatırlayacaklardır. Bizim eski şef Aşkın yanında bir arkadaşı ile birlikte geliyor. Mutfağımızın eski sihirbazı halen Bodrum'da çalışıyor. Verandada biralarını yudumlarken samimi bir sohbet başlıyor. Eşim de işini bırakıp katılıyor bizlere.

Az sonra genç bir çifti konuk ediyoruz. Bahçede buz gibi biralarını yudumlarlarken mezelerimiz ve keşkeğimizin tadına varıyorlar keyifle. Yeni işletmeye açıldığımız zamanlarda gelmişler ilk kez. Bu aralar "Senede bir gün" cüler çoğalıyor. Ne zaman mutfakta işe koyulsam mutlaka bir gelen oluyor. Etlerin hazırlanması benim işim. Yapmadığım bir bu iş kalmıştı zaten. İlginç bir şekilde yaptığım her işten zevk alıyorum. 

Akşam saatlerinde içeri bir araba girdiğini haber veriyorlar. Gelenler Bayındır'dan. Arkadaşları "Gidin, Taş ev'i bir görün." demiş. Avukatlık yapan beyefendiyi gezdirirken faaliyetlerimiz hakkında bilgi veriyorum. Hayran kalıyor, en kısa zamanda rakı içmeye geleceğini söylüyor.

Üç beyefendi geliyor. Biralarını içerken asıl amaçlarının nikah sonrası davetlilere verecekleri yemek hakkında görüşmek olduğunu söylüyorlar. Elli kişilik bir menü hazırlamamı rica ediyorlar. Salonumuz elli kişilik ama kırk kişiye daha konforlu hizmet verebileceğimi söylüyorum. Yarın arayacaklarını söylüyorlar.

Akşamın büyük sürprizinden habersiz tanıtım filmimizi çekecek genç arkadaşları davet ediyorum. "Bu akşam sakin olur, rahat rahat konuşuruz yapılabilecek ne varsa." Son aşçımızın hünerli (!) ellerinden yediği bonfile soteden sonra uzun bir ara vermişti saygıdeğer konuğumuz. Şehrimizin en büyük sanayi kuruluşunun bir numaralı ismi ile Ticaret Odası Başkanı ve saygıdeğer eşleri ile birlikte bizi onurlandırıyor. Misafirlerimizin sipariş ettiği ana yemek değişmiyor. Belli ki bize bir şans daha vermişler. Bu kez mutfakta eşim var. Onlara hünerli elleriyle bir mantarlı bonfile sote çıkarıyor. Misafirlerimiz mest oluyor. Mezelere bayılıyorlar. Sadece onlar mı? 

Bayındır'dan gelen özel misafirlerimizi ben ilk kez görüyorum. Daha önce babamın cenazesi nedeniyle İzmir'de olduğum gün kahvaltıya gelmişler. Eşim hatırlıyor onları. Yanlarında kızları ve aslan parçası şirin mi şirin bir torunları var. Asker emeklisi konuklarımızı güzel bir şekilde ağırlıyoruz.

Dün müteahhit aynı zamanda meslektaşım bir dostumu üçüncü kez aramıştım. Bahçedeki park yeri büyük sorun haline geldi artık. Alçak lüks arabaların altı taşlara sürttükçe içim cız ediyor. Çoktandır gelmesi gereken bu dostum yanında konukları ile birlikte misafirimiz oluyor. Bir müddet sonra çekim ekibindeki arkadaşlar katılıyor onlara. Çekimi yapan genç arkadaşım ile müteahhit meslektaşım kardeş oluyorlarmış meğer. Bir yandan çekim yapılırken keyifle yiyor, içiyorlar. Yemeğin sonuna doğru bahçede yapmayı düşündüğüm araç park yeri düzenlemesi ile ilgili görüşüyoruz. 

Keyifli bir akşam oluyor. Personeli evlerine bıraktıktan sonra dönüş yolundayım. Biraz yorgun ama misafirlerimizi memnun ettiğimiz için mutlu.

28 Eylül 2017 Perşembe

ARA SIRA DEĞİŞİKLİK İYİ GELİR

25-26/09/2017 Pazartesi-Salı, Kuşadası, Tire

25/09/2017 Pazartesi

Bugün tatil günümüz olduğu için geç kalkıyoruz. Hayvan dostlarımızla ilgileniyor, onların yemlerini, mamalarını ve sularını tazeliyorum. Öğlen vakti Toplu Konut pazarından ihtiyaçlarımızın önemli bir kısmını alıyorum. Pazar alışverişini üç güne dağıtmak her bakımdan iyi. Hem daha az yorucu, hem de daha taze oluyor aldıklarımız. 

Dönüşüm saat dördü buluyor. "Hadi biraz dolaşalım, biraz değişiklik olsun." diyorum eşime. Dünün verdiği stresi üzerinden hala atamamış görünüyor. "Bu vakitten sonra nereye gideceğiz?" diyor. Aklımda Kuşadası olduğu halde söylemiyorum. Hazırlanıp çıkıyoruz yola. Hava çok güzel. Ne sıcak yakıyor ne de soğuk üşütüyor. Biraz sürat yapıp radara yakalanmadan varıyoruz Kuşadası'na. Merkeze yakın, deniz kenarında bir yere park ediyoruz arabamızı. Deniz havasını özlemişim. Kordon boyu çarşıya doğru yürüyoruz. Çarşıda biraz alışveriş yaptıktan sonra eskiden sıkça gittiğimiz bir balık lokantasına giriyoruz. 

Mezeler ilgi alanımız. Nasıl sergiliyorlar, neler var? Benim favori mezem köz patlıcan. Eşim deniz börülcesini tercih ediyor. Yanında bir de tekmil fava söylüyoruz. Ortaya bir de kaşık salata. Kaşık salatada salatalık kullanılmamış. Salatalıkları mı bitti yoksa buranın adeti mi? Bize hizmet eden garsonla sohbet ediyoruz. "Büyük bir gemi geldi bugün." Tecrübeli bir garson olarak aldığı ücreti merak ediyoruz. Bin beş yüz lira deyince şaşırıyoruz. Uzun süredir aynı yerde çalışıyormuş. "Burada tip'ten kazanıyoruz." diyor. "Yabancılar masa başına on Euro, on beş Euro bahşiş bırakıyorlar." Bizim dışımızda iki masa daha dolu, diğerleri boş. İrice bir levrek söylüyoruz. Mezeler lezzetli, balık taze ve güzel pişirilmiş. Hemen yanı başımızda balıkçı tekneleri hoş bir görüntü oluşturuyor. Balığın yanında iki de bira içiyorum buz gibi. Keyfimiz yerine geliyor. Garson uyarıyor. "Yolda çevirme olabilir." İki biradan ne olur ki. Yol boyunca sohbet ediyoruz eşimle. Dönüşümüz saat dokuzu buluyor. 

26/09/2017 Salı

Sabahın yedisinde sesleniyor eşim. Zeytinyağı boşaltılacakmış (!) Yeniden menü hazırladığımdan dolayı sabaha karşı yatmıştım oysa. O ise sabahın köründe kalkmış bir sürü meze hazırlığına başlamış bile. Yeni hazırladığım menüde hazırlaması zaman alıcı ve sıcak sunulan mezeleri ara sıcak bölümüne aldım. Mesela kuru domates. Tepsiden tabağa al olmuyor. Önce ısıtacaksın, daha sonra tereyağında kavurduğun cevizi üzerine dökeceksin ki lezzetine doyum olmasın. Şehre inip yazıcıdan çıkartıyorum yeni menümüzü. Bu kez yabancı konuklarımız için sunduğumuz yemek ve mezelerin İngilizce açıklamalarını da ilave ettim. 

NARKÖY 

Öğleden sonra sürpriz konuklarımız var. Enver Bey, emekli bir general. Birkaç hafta önce eşiyle gelmişti ziyaretimize. Bu kez ablası Nar Hanım ve eniştesi Ahmet Beyi getiriyor bize. Ahmet Bey Tire'liymiş. Onlar da bizim gibi bir rüyalarını gerçekleştirmişler. Gelmelerinin sebebi bize moral vermek. Taş Ev, eşim ve benim hakkımda internet sayfalarımızda verilen bilgileri okumuş, etkilenmişler. Koca general "Ben de mutfakta yeri geldi bulaşık yıkadım." diyor. Ama bir tesisleri var şimdi Narköy adında, muhteşem bir yer. Verandada şaraplarını yudumlarken deneyimlerini anlatıyorlar uzun uzun, tesis ve hizmetlerinden bahsediyorlar. Narköy kocaman bir çiftlik, içinde bir butik otelin ve restoranın yer aldığı, kendilerinin yetiştirdiği organik ürünlerden başka bir malzemenin kullanılmadığı bir hayal dünyası. Yurt içinden ve yurt dışından seçkin misafirlerin ağırlandığı doğal bir ortam, bir yaşam merkezi. Nar Hanım ellerinde 1.500 tohumun yer aldığı bir banka oluşturmuş. Bize gelirken yirmi çeşit kadar organik sebze tohumu getirmiş sağ olsun. "İnşallah sizin de bir tohum bankası oluşturmanıza katkısı olur bunların." diyor içtenlikle. Tohumlar hakkında detaylı bilgi veriyor. "Bu kayısı domatesi, görünümü kayısıdan farksız ama bir de lezzeti var, sormayın." Emekli bir öğretmen, kendini organik tarım üzerinde çok iyi geliştirmiş. "Bizim otuz sekiz çalışanımız var şu anda." diyor Enver Bey. "Sabredin, sizin burası çok güzel olacak, hiç bir şey sizi yıldırmasın." Bu sohbet hem bana hem eşime büyük moral oluyor. Onlara spesiyallerimizden fellah köftesi ve  kuru domates ikram ediyoruz. Nar Hanım Adanalıymış. Fellah köftesi ve kuru domatese, cevizimizin lezzetine bayılıyorlar. Gidip onlara dalından şeftali topluyorum. Bizim meyvelerin de ne ağaçlarında ne de toprağında ilaç var. Çekirdeklerini yanlarına almayı ihmal etmiyorlar. Güzel başlayan günümüz güzel bitiyor.

27 Eylül 2017 Çarşamba

UNUTULMAYACAK BİR PAZAR GÜNÜ

24/09/2017 Pazar, Tire

Sabaha karşı ayak ucuma doğru kaymışım yataktan. Sırt üstü yatarken dizimi büküp ayağımın topuk ucundan destek alarak var gücümle kendimi hızla yukarı çeker çekmez alnımın sağ tarafı taş duvarla buluşuyor. "Ahh" diye bir ses çıkarıyorum yarı uyur vaziyette. Sabah gözlerimi açar açmaz alnımdaki ağrıyı hissediyorum. Elimle dokunuyorum. Küçük bir baloncuk oluştuğunu fark ediyorum. 

Komşu hatırına üye olduğu partinin delege seçimleri için oy kullanacak eşim. İki liste yarışıyor. Her iki taraftan mutlak surette oy kullanması için baskı yapılıyor. Bugün bir de kahvaltı servisimiz olduğu için iki ayağımız bir pabuca giriyor. Saat dokuzda başlayacak oy verme işlemi on beş dakika gecikiyor. Daha sandık işlemleri bile saatinde tamamlanamıyor ise bu kadrolarla partinin durumu belli ki çok zor. Elemanları alıp dönüyoruz yaylaya.

Geçen haftanın aksine kahvaltı sakin geçiyor. Kahvaltı misafirleriyle yakından ilgilenecek zamanı buluyoruz. Emine Hanım'ın kendi açtığı yufkalarla yaptığı gözlemeler enfes. Bugüne kadar yediğim en güzel gözleme diyebilirim. İçine değişik otlar koyuyor. Gözlemeye katmer diyor buradakiler. Kahvaltı saati bittikten sonra açlıktan çıkmış gibi saldırıyorum katmer tabağına. 

Sakinliğin gelecek fırtınanın habercisi olduğunu nereden bilebilirdim? Fırsat bu fırsat takip ettiğim blog dostlarımın yazılarını okuyorum. Bazen bir karikatür, bazen bir resim ya da müzik mutlu ediyor beni. Özellikle gezi yazıları, kitap yorumları ya da öyküler, hayattan gerçek kesitler. Genç bir hanımın yeni doğan bebeğiyle birlikte kabaran annelik duyguları ne güzel dökülmüş yazılara.

On kişilik bir rezervasyonumuz var. Akşama düğünleri olacak damat adayı aramıştı. "Tam olarak geleceğimiz saat belli değil." demişti genç adam. Nereden bilsin ki? Gelinin kuaförü, süslenmesi ne kadar zaman alacak. Erken gelmeleri için dua ediyorum. Dualarımı kainatın sahibi görmezden gelmiş olmalı. Akşama  bir de doğum günü için masa süslemesi var. Ama biz beklemeye devam ediyoruz.

Yabancı ülkedeki ünlü restoranların web sitelerini incelerken en geç bir gün önceden rezervasyon yaptırmaları gerektiği, bildirilen saatten itibaren dört kişiye kadar iki saat, daha fazla sayıda gelenler için iki buçuk saat süre verdiklerini görmüştüm. Şimdi bazılarının aklından geçenleri duyar gibiyim. "Onlar kim, sen kim?" Ne olursa olsun, yeni işletmeye açılan bir müessese için rezervasyon çok daha önemli. Sadece o değil elbette. Verilen saate ve bildirilen kişi sayısına da uyulmalı. Ha, sonradan kişi sayısında değişiklik mi oldu? Açarsın telefonu bildirirsin. Öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki... Hanımefendi erkenden arıyor, yedi kişilik rezervasyon yaptırıyor. En güzel masayı ayırıp servisleri açıyoruz. Hatta ızgaraya attığımız kömürü bile ona göre ayarlıyoruz. Bakıyoruz, ne gelen var ne arayan? Dilek Hanım diye kaydetmişim telefonuma. Arıyorum, hani bir mani mi çıktı acaba diye. Telefon çalıyor cevap veren yok.

Neyse, eşimi kızdırmış olsalar da benim için şenlikli, macera dolu bir gün oluyor. Saat dört sularında üç kişilik bir aile geliyor. Onları en iyi şekilde ağırlıyoruz. Düğün misafirlerinden olduklarını söylüyorlar. On kişilik rezervasyon yaptırılmıştı. Bu haliyle hoşuma gidiyor, çünkü geriye kalır yedi kişi. Tam bir buçuk saat sonra gelin arabasıyla geliyor misafirlerimiz. Bahçe bir anda arabalarla doluyor. "Masanızı yukarıda, salonda hazırladık efendim." Damadı görünce daha önce ağırladığımız misafirlerimizden biri olduğunu fark ediyorum. Kulağıma eğilip kimseden hesap almamamı bütün hesabı kendisinin ödeyeceğini söylüyor. Emin olmak için soruyorum. "Daha önceden gelip yemeklerini yiyen üç kişi de dahil mi buna?" "Evet, onlar da dahil."

Yedi kişi gelecek diye beklerken dakika başı araba geliyor. Beklediğimiz sayının en az iki katına ulaşıyor kalabalık. On kişilik hazırladığımız masaya bir biri ardına masalar ilave ediliyor. Siparişleri almaya başlıyoruz. Gelin hanım deseniz, o da tanıdık. Daha önce bir firmanın tanıtım fotoğraflarını çekmek için bizim mekanı kullanmıştı. Son derece rahat tavırlarıyla ortama neşe katıyor. Damat biraz durgun, biraz şaşkın. "On kişilik rezervasyon yaptırmıştınız." diyecek oluyorum. "Ne yapayım, duyan takıldı peşimize geldi." diyor. Misafirler salonu dolduruyor. Gelin ve damat Taş Ev'in dekorunda fotoğraf çektirmeye başlıyorlar. Arkadaşlarının bir kısmı salonda, bir kısmı aşağıda avluda. Gelin hanımdan geliyor ilk sipariş. "Üç tabak skordaki (!)" Şov başlıyor. Hepsi bir biri ardına sipariş yağdırıyor. "Bana Arnavut ciğeri, yanında bira." "Bana da bira." "Bize deniz börülcesi." "Biz fellah köfte istiyoruz. " "Biralarımızı hemen alabilir miyiz?." "Bana da bira getirir misiniz?" "Biz ayran istiyoruz."... "Sıcak siparişlerini alayım." "Karışık ızgara köfte de ne var?" "Benimki ondan olsun" "Benim ki de." "Biz de ondan istiyoruz." "Tamam, karışık köfte dokuz porsiyon oldu." "Bana ızgara köfte." "Ben de." "Bize iki porsiyon Tire şiş köfte." "Hemen gelebilir mi? Çok açız." Gelin hanım masanın bir ucundan sesleniyor. "Ben gelinim, pirzola yiyeceğim." "Bir Arnavut ciğeri daha alalım."....

Mutfak telaş içinde ama işin içinde iş var. Rezervasyonsuz gelen bir aile bahçeye oturmuşlar. "Biz önce birer çay içelim, daha sonra yemekleri söyleriz." Bir sürü çocuk, Venüs ve Fifi ile arkadaşlık ediyor. Arabayla ikinci aile geliyor ilk gelenlerin arkadaşı. Bir masa daha ekliyoruz. Erkekler bira söylüyorlar teker teker. Birayı götürüyoruz. Yanındaki ancak uyanıyor. "Ben de bir bira alayım." İkinciye götürüyoruz. Onun karşısındaki beyefendi "Ben de bir tane lütfen." Üçüncü arabada gelince bir masa daha ekliyoruz. Hanımefendiler boş durur mu? "Biz dört çay daha alalım." Çocuklar peşim sıra geliyorlar. "Ben ice tea istiyorum, şeftali olsun." "Patates kızartması var mı?" O telaş içinde yapıp götürüyoruz. Daha tabağı masaya koyar koymaz "Ya, size zahmet olacak, bir tane daha alabilir miyiz?" İkinci gider, üçüncüyü isterler, üçüncü gider dördüncüyü. Teker teker. "Sıcakları söyleyecektik." "Tavuk şiş hemen gelsin."

Meze tepsisiyle yukarı çıkıyorum. "Biz bunu istemedik." İstemediniz tabii, isteyenler aşağıda bahçede sohbet ediyorlar. Sıcaklar geliyor. Yeni gelenler olmuş, onlar yeni sıcak siparişlerini veriyor. Birasını bitiren yenisini istiyor. Allah var, damat halden anlıyor. Elimde sipariş edilip sahiplenilmeyen iki tabak köfte kalıyor. Gelin hanım, getir getir, ben yerim." Diğer tabağı da diğer masa alıyor elimden. Sularını, ekmeklerini götürüyorum. Bahçedeki gruba ekmek dayanmıyor. Teker teker sipariş ettikleri mezelerin yanında sepet sepet ekmek gidiyor.

Dışarıdan sipariş edilen tavuk şiş ve patates kızartmasını götürüyorum. Kısa bir süre sonra üç masanın üç beyi kalkıp geliyor yanıma. "Bizim sıcaklar iptal, yediklerimizi ödeyelim kalkalım." "Sıcaklar çıktı şimdi getirecektik." "Yok, yok iptal edelim, bir buçuk saattir bekliyoruz." "Peki."diyorum ama denilecek çok laf var aslında." A be kardeşim o kadar açsanız, niye hemen vermediniz siparişinizi de çayı, kahveyi önceden içip keyif yaptınız. Rezervasyonsuz geldiğiniz halde yukarıdaki rezervasyon yaptıran gruba daha iyi hizmet etme imkanımızı engellediniz. Zaten teker teker sipariş ettiğiniz çay ve kahveyi içerken bir saatten fazla sohbet ettiniz, mezelerle karnınızı doyurdunuz. Ne zaman ki düğün yemeğinin misafirlerine sıcaklar çıkacak, teker teker verdiğiniz sıcak siparişlerinizi beş dakikada masanızda olsun istiyorsunuz. Üç masa ayrı ayrı hesap ödemeye başlıyor. Kuvere itiraz ediyorlar. Servisleriniz açıldı, çoluk çocuk, çaylar kahveler içildi, şişe şişe su servisleriniz yapıldı, sepet sepet ekmek tükettiniz. Sizden sadece kuver alsam yeridir. Biri "Bizim beş tane de çayımız vardı." "Çay ve kahveye ücret almıyoruz, onlar ikramımız." diyorum. Tatsızlık çıkmadan bu sıra dışı misafirlerimizi uğurlarken içime bir ferahlık çöküyor.

Düğün misafirleri de apar topar kalkıyorlar. Gelin hanım bizi de davet ediyor düğüne nazik bir şekilde. Damat bey hesabı ödüyor. Onları uğurlarken yeni misafirlerimiz geliyor. Eşime kabul etmeyelim bak ne ekmeğimiz kaldı ne domatesimiz. "Koş şehirden al, yetiştir hemen." İki grup masaların tabakları masadan kaldırılacak, masalar temizlenecek. Yardımcı hanımlar masaları toplamaya başlamışlar bir yandan.

Arabaya atladığım gibi fırlıyorum. Daha saat akşamın sekizi olmamış. Fırın çoktan kapatmış. Başka bir yerden ekşi mayalı ekmek bulduğuma seviniyorum. Her zaman alışveriş yaptığım manav açıktır İnşallah. Pazar günleri her yer kapalı oluyor burada. Şansım varmış, domatesleri de oradan alıyorum. Dönüş yolunda başımdan kaynar sular dökülüyor. Aklıma dün rezervasyon yaptırılan bir masa süslemesi geliyor. Zaman kavramını unutup içimden bir ohh çekiyorum. Gelmediklerine seviniyorum. Yoksa ne zaman fırsat bulup da masa süsleyecektim bu hengamede. Yaylaya dönüyorum. Misafirler yemeklerine başlamışlar. Gelenlere eşim ekmeğimizin kalmadığını söylediği halde bunu önemsememişler. Yanlarına gidip ekmeğin geldiğini söylüyorum. "Biz zaten ekmek yemiyoruz." diyorlar.

Yeni gelenler oluyor. Aman iyi ki gidip ekmeği domatesi almışım. Genç bir çift giriyor içeri. Baloya gider gibi özenerek giyinmişler. "Bizim rezervasyonumuz vardı." Allah'ım, yer yarılsın içine gireyim. Vitrinin önünde eşim güzel mezelerini tanıtıyor. Ben ne yapacağımı kara kara düşünüyorum. Tam yukarı çıkmak için merdiven basamağına ayaklarını atarlarken beyefendiyi dışarı çağırıyorum. "Bakın size kötü bir haberim var. Binlerce kez özür diliyorum. Biliyorum bu affedilecek gibi değil. Ben sizin masayı süsleme işini unuttum. İsterseniz size en kaliteli şarabımızı ikram edeyim bu hatamdan dolayı. Ama isterseniz ben masanızı hazırlarken siz verandada birer çayımızı için." Genç beyefendinin yüzünün şekli değişiyor bir anda. Ne büyük hayal kırıklığı. Arkadaşının doğum günü için bir sürpriz yapmak istemiş. Kendimi onun yerine koyuyorum. Şimdi kafa göz dinlemeden üzerime yürüse sesim çıkmayacak. O kadar büyük bir olgunlukla karşılıyor ki beni. "Çok bekler miyiz?" "Hayır, siz çayınızı içene kadar masanız hazır olur." "Peki." diyor.

Hemen malzemeleri alıp manzaraya hakim en güzel masayı hazırlıyorum. Bu işi artık gözüm kapalı yapar hale geldim. Beş dakika sonra nazik bir şekilde verandaya, yanlarına gidiyorum. "Beyefendi, masanız hazır efendim, isterseniz üst salona alalım sizi." Yukarı çıkarken, "Biz şarap istiyoruz ama şişe olmasın, birer kadeh yeter." En kaliteli şarabımızı açıp kocaman kırmızı şarap kadehlerine boşaltıyorum. Kadehler büyük olduğu için şişenin dibinde iki parmak kadar şarap kalıyor. O da benim nasibim diyorum içimden. Özel olarak ilgileniyorum onlarla, kabahatim büyük zira. Mezelerin yanı sıra sıcakları söylüyorlar. Hanımefendinin önündeki şarap kadehinden sadece birkaç yudum aldığını anlıyorum. Beyefendi ise dokunmamış gibi. Kısaca bilgi veriyorum Taş Ev hakkında, ilk kez gelenlere yaptığım gibi. Hayvancılıkla uğraşıyormuş köyün birinde. Her şeye rağmen memnun ayrılıyorlar. Hesabı pek çok şehirlinin yapmadığı gibi masaya istiyorlar. "Şarap, söz verdiğim üzere ikramımız." diyorum. " Beyefendinin cevabı beni şok ediyor. "Biz zaten içmek için değil, dekor olsun diye istemiştik." O kalitede bir şarap bu hallere mi düşecekti? Dili olsa eminin o da bir şeyler söyleyecek. Neyse, onları gayet güzel bir şekilde ağırlıyoruz. Önemli olan da bu zaten.

Misafirlerimizi uğurladıktan sonra yığınla bulaşığın yıkanıp toparlanması saat 24.00'ü buluyor. İlk kez elemanları bu kadar geç bırakıyorum. Dönüşte eşimle "Önceden bir çay içelim, yemekleri daha sonra söyleriz." diyen grubun yanlış yer seçtiklerini konuşuyoruz. Onlar Derekahve'de çaylarını içip Orta Park'ta fast food atıştırsalar daha iyi ederlermiş. Diyorum ya, burası "Slow Food" restoranı, keyif yapmak için gelinecek bir yer, her yediğinin tadına varacaksın, hakkını vereceksin. Nasıl olsa muhteşem manzara ve tertemiz yayla havası ikramımız...