Geçen sene ikaz etmişlerdi aslında; kestaneleri gömüye koymadan altına bir yaygı ser diye. Ben yine unuttum, toprağın üzerine kozalakları boşalttırdım. E, gömü açılınca kozalakları kürekle makinaya atarlarken toprakla karıştı tabii. Bu sene bitmeyen işim, kestanelerin ayıklanması, silinip parlatılması. Eğil kalk yaptıkça sırtıma ağrılar giriyor ama yapacak başka bir yolu da yok. Başkasına yaptırmayı da göze alamıyorum, çürüğünü çarığını karıştırırlar, baştan savma olur diye. Dün akşam yoğun bir sırt ağrısı ve soğuk algınlığıyla döndüm eve. Eşim bir Tylolhot hazırladı sağ olsun, üstüne de bir Apranax içip yattım. Sabaha bir şeyim kalmamıştı.
Albay emeklisi amcanın aşk hikayesini dinledim bugün. Hergün eşiyle birlikte Güzelyalı Parkına yürüyor, oralarda ev yemekleri yapan bir lokantada karınlarını doyurup parkta üç dört saat vakit geçirdikten sonra evlerine dönüyorlar. Bizden aldığı peynirin etiketini kesip getirmiş, dönüşte bu peynirden alacağım diyor.
Seksen beş, doksan yaşlarındaki bu güzel çiftin ayaklarıyla ilgili bir sorunları yok, uzun yürüyüşlere çıkabiliyorlar ama ağızlarında diş kalmamış. Daha önce bahsetmiştim, dört yıl önce tek oğullarını trafik kazasında kaybetmişler. Hanımefendi sağ elinin işaret parmağını kaldırıp "Ben neden bir çocuk yaptım, neden, neden?" diye sorup artık kuruyan gözlerle ağlıyor. Eşi ise lafı başka konulara getirip onun çektiği ıstırabı kendince azaltmaya çalışıyor. "Bana bir de o kabak tatlısından ver." diyor ve anlatmaya başlıyor. Merak içinde gözlerinin içine bakan eşi hanımefendiyi tam elli beş yıl öncesine sürüklüyor.
"Cemil adında bir arkadaşım vardı. Eşimi ilk görüşüm onun sayesinde oldu. Dört beş arkadaş birlikte Gençlik Parkına oradan da Hayvanat Bahçesini gezmeye gideceklermiş. Beni de çağırdı, gittik. Ben o zaman Ankara'da görevli genç bir subayım. Gelenler arasında bir kız dikkatimi çekiyor, Dil Tarh ve Coğrafya Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi Güner, Ödemiş'li bir ailenin kızı. Güzel vakit geçiriyoruz. Bir hafta sonra yeniden randevulaşıyoruz. Bu sefer gittiğimiz yer Çubuk Barajı. Ağaçların arasında koşturuyoruz, saklambaç oynuyoruz. (Bunları söylerken hınzır bir gülümseme çehresini kaplıyor) O da bana karşı boş değil...."
"Birkaç gün geçtikten sonra yine arkadaş ortamından Güner'i tanıyan Emel adında bir kız geliyor yanıma. Benimle özel bir konuda konuşmak istediğini söylüyor. Bir pastaneye oturuyoruz. Çayımızı yudumlarken Güner'le arkadaşlığınız ciddi mi? diye soruyor. Kısa süren bir cevap arayışımdan sonra, evet diyorum, neden olmasın? Ama diyor, onun çıktığı başka bir arkadaşı var (!) Sonradan öğreniyorum ki, bunu söyleyen kızın gönlü bendeymiş. İşi bozmak ve onunla ilgilenmek için beni ondan, onu benden uzaklaştırmaya çalışmış hep. Hatta eşimin Ödemiş'teki ailesine kadar haber uçurup, güya benim yaramaz biri olduğuma dair söylentiler çıkararak karalamaya çalışmış. Gel zaman, git zaman ara bozan kızın foyası ortaya çıkınca biz kızı istemeye gittik. O gün bugündür hiç ayrılmadık, birbirimize hep destek olduk."
Güner Hanım, Mustafa Necati Bey'in gözlerinin içine bakarak maziye dalıyor, mutlu bir tebessümle. Onu bir an olsun evlat acısından uzaklaştırmayı başaran eşi ve bizler de mutlu oluyoruz...
Gençlik Parkı deyince beni de maziye götürdü bu park. Şimdiki durumu nedir o güzelim parkın bilmiyorum ama eskiden güzel bir yerdi. Üniversite için babamla birlikte Ankara'ya gitmiştik. Parkın karşısında Sıhhiye'de bir otelde kalıyoruz. Ankara'ya ikinci gelişim, hatta daha önce kayıt için geldiğim sayılmazsa İzmir'den dışarı ilk çıkışım. Daha on yedi yaşında bir çocuk, heyecanlı... Babam gururlu ama benden daha heyecanlı. Beni mutlu edecek bir şeyler arıyor, Gençlik Parkı'nın havuzu kenarındaki beton yolda yürürken. Öğrenci boykotları sebebiyle eğitime başlama 20 Aralık tarihine sarkmış. O zamanlar Ankara soğuğuna alışkın değilim. Cebimin içinde olmasına rağmen ellerim donuyor. "Karnın aç mı?" diye soruyor babam. Sen bilirsin dercesine başımı eğiyorum. "Yarım tavuk yermişin? Hani şu şişe dizilenlerden?" Bilmem ki, daha önce hiç yememişim, yarısını bitirebilir miyim tek başıma? Salaş bir yer, nar gibi kızarmış tavuklar geliyor önümüze. İçerisi sıcak üstelik. Evet, yarım tavuk yiyebilirmişim. Babamı kaybettikten sonra az da olsa ufak tefek ayrıntılar geliyor aklıma zaman zaman. Gençlik Parkı da bunlardan biriydi işte...