KATEGORİLER

22 Haziran 2020 Pazartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 44

Ağaç Ev Sohbetlerinin 44. Hafta konusu, geçen haftanın derin sohbetlerini biraz dengelemek amacıyla biraz farklı yönden geliyor. Sorular, bu güzel etkinliğin moderatörü sevgili Kedi Mırıltısı tarafından seçilmiş. Yeni tartışma konumuz şöyle;


1. Evcil hayvanınız var mı ya da hiç oldu mu? Bu hayvanı kendinize yoldaş olarak seçmenizin amacı neydi (yani meselâ niye kedi değil de özellikle köpek aldınız)? Onunla bir anınızı paylaşın, resmi varsa onu da paylaşabilirsiniz. Eğer yoksa, sadece diğer soruları cevaplandırabilirsiniz.
2. Vahşi bir hayvanı evcilleştirebiliyor olsanız bu hangisi olurdu ve neden? 
3. Son olarak da, evcil hayvan satışı ve alımı hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce bu doğru mu?


Birinci soruya cevap vermekte zorlandım. Kendime ait bir evcil hayvanım olmadı, ipek böcülerimi saymazsam. Ancak zaman zaman ortaklaşa bakımını üstlendiğimiz, kızımın nüfusuna kayıtlı 2,5 yaşında bir Golden'ımız var. Daha önce de, Paşa adında yine kızima ait bir muhabbet kuşumuz vardı, onu dört yıl önce kaybettik.

Golden'ımızın adı Venüs, bir aylıkken bir köpek üretme çiftliğinden alındı ve yaklaşık bir yıl yaylada onun bakımıyla sadece ben ilgilendim, şimdi kızımın yanında kalıyor. Annem ve eşim evde evcil hayvan bakımına sağlık açısından karşı çıktıkları için şahsım adına bir evcil hayvanım hiç olmadı diyebilirim.

Uzun yıllar, kedinin tırmalamasından ve köpeğin ısırmasından korkuyor ve bu yüzden onlardan uzak duruyordum. Venüs'le birlikte köpek dostlarımıza olan sevgim aşırı derecede arttı. Bazı insanların kedilere aşırı düşkün olduklarıni biliyorum. Fakat benim, kedilere karşı mesafeli ilişkim halâ devam ediyor, diyebilirim. Evet, canları yanmadıktan sonra tırnaklarını göstermeyeceklerini bildiğim halde, tırmık yemekten korkuyorum.  Köpekler o kadar hassas canlılar ki, o güçlü çeneleriyle en sert kemikleri un ufak ederken, elimizi ağızlarına aldıklarında, kendilerini  inanılmaz bir şekilde kontrol ederek zarar vermiyorlar. Bu beni her zaman hayrete düşüren bir olaydır. Güdüleri ısır, parçala derken, onların iştahla tireyen çenelerini ellerimize en ufak bir zarar vermeksizin zapt edebilmesi muazzam bir şey.

Bu yüzden köpek, diğer evcil hayvanların yanında benim favorimdir. İmkânım elverse bir at sahibi olmak isterdim. Atların asil duruşları ve bakışları beni her zaman etkilemiştir.

Venüs ilk aylarında büyük bir hızla büyümüş ve irileşmişti. Yaylada komşu bir çiftlikten aldığımız fino'ya benzeyen Fifi adını verdiğimiz bir başka köpekle mutlu bir şekilde oynaşıp duruyorlardı. Fifi ne kadar sakin, aklı başındaysa, Venüs, gençliğinin verdiği enerjiyle bir o kadar hareketli ve çılgındı. En kötü huyu, bahçenin bir köşesindeki kümeste beslediğimiz elli kadar tavuğun peşinden koşup onlarla oyun oynamak istemesiydi. Tavuk bu, koca köpeğin oyun arkadaşı nasıl olabilirdi ki. Zavallı hayvancağızların incecik boğazlarını ağzına alıp iki salladı mıydı, garibanlar, ruhlarını teslim ediveriyorlardı. Bu yüzden tavukların gezme saatlerinde Venüs'ü bağlamaya başladık. Gündüzleri tavukların, geceleri Venüs'ün serbestçe gezme saatleriydi. Ancak tavuklardan bazıları canına susuyor, yüksek kümes tellerini aşamayınca kümesin içindeki ağaca tırmanıp firar ediyorlardı. Genellikle bu olay sabah günün ilk ışıklarıyla başlıyor, gece kaldığımız Taş Ev'de tavukların çığlıklarıyla uyanıyorduk. Sesleri duyar duymaz, hemen üzerimdeki eşofmanımla bahçeye firlıyor, tavuk önde, Venüs onun arkasında, ben de en arkalarında bahçeyi dört dönüyorduk. Elbette ne tavuğun ne de Venüs'ün çevikliği vardı bende. Çoğu kez sekilerden aşağı yuvarlanırdım ama toprak yumuşak olduğu için, bir de artık usturuplu düşmenin inceliklerini öğrendiğim için bir sakatlık durumu olmazdı. Sonuçta tavukla ben ikiye bir üstünlüğü yakalar, bazen boğazındaki tüyleri tamamen yolunmuş halde de olsa tavuğu kurtarır, müsabakayı kazanırdık.

Bir gün serbest bıraktığımız Venüs bu eğlencesinden mahrum kaldığından olsa gerek, etrafı çitle çevrili bahçemizin bir yerinde bulduğu delikten kaçarak kayıplara karışmıştı. Kızım hemen koşup yanıma geldi. O hafta yoğun yağışın altında çevre köyleri, dağı bahçeyi aradık, hiçbir yerde izine rastlamadık, hiçbir yerde yoktu. Ya kaçırdılar, ya da yabani hayvanlara yem oldu diye düşünüp perişan bir halde umutlarımızı tükettik.

On gün kadar sonra evdeyken telefonum çaldı. Köyün sakinlerinden biri arıyordu. Gelin köpeğinizi alın, sizin bu meret, köyde tavuk bırakmadı. Arabaya atladığım gibi köye koştum. Üstü başı kir içindeydi. Birbirimize sarıldık, özlem giderdik. Kızımla o günün sabahında, bulan kişiye ödül koyalım diye konuşmuştuk. Kaç para olsun diye sormuştum. 1.000 TL olur mu? diye sormuştu. Hemen kızımı aradım, "Parayı hazırla, Venüs'ü buldum" dedim. Bu ona verilecek en büyük hediyeydi.

Bu arada Venüs'ün fotoğrafını daha sonra eklemeye çalışacağım.

2.  Vahşi hayvanların eğitilmesi çok zor. Eğer buna mecbur kalsaydım, herhalde o bir kaplan olurdu. Neden mi? E, güzel, alımlı ve güçlü bir hayvan ne de olsa.

3. Evcil hayvanlar üzerinden yapılan ticareti hiç doğru bulmuyorum. Venüs'ü de bu yoldan tedarik etmek bir hataydı. İnternet üzerinden ya da hayvan barınaklarından herhangi bir bedel ödemeksizin evcil hayvan edinmek sanırım yapılması gereken tek şey. Her şeyden önce, evcil hayvan bakımının çocuk bakımından farklı olmadığını ve masrafını göze almak gerektiğini hatırlatmakta fayda var.

Evcil hayvan bakımı, insanda güzel duygular yaratan bir uğraşı. Birlikte hoşça vakit geçirebileceğiniz size, onunla ilgilendiğiniz sürece sevgisini gösteren zararsız bir arkadaş, bir dost.

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 48/3

Stream'in evine yakın bir yerde park ettiğim Lexus arabamın içinde otururken, onu hack’leyerek kablosuz yönlendiricisine girmem sadece beş dakikamı almıştı. Reinhardt bunu bilse benimle ne kadar gurur duyardı. Stream için oluşturduğum e-posta hesabında oturum açtım ve oradan bir not gönderdim:


“Deneme, bir iki üç. Lütfen beni kabul et.”

Gönder tuşuna bastım ve bir an gözlerimi kapadım, sonra Yargıç Moss’un oturduğu, Travis Gölü'ne bakan ve üst düzey insanların yaşadığı evi aradım. Onun ağına girmem biraz daha uzun sürdü. Tabletimi kullanarak hesabına giriş yaptım.

“Mesajını net bir şekilde almış bulunuyorum. Yalnız, bir dahaki sefere senden biraz daha cesaretli olmanı bekliyorum. <baştan çıkarıcı sırıtış>”  yazdım.

Stream'in bloğuna geri döndüm. İkinci bir e-posta yazdım:

“Mükemmel! Bu hafta sonu kaçamağına ne dersin? Sahilde büyüleyici bir BB biliyorum.”

Acaba bu onun doyumsuz beklentilerini karşılar mıydı? Son bir e-postam daha olacaktı, Yargıç Moss'tan bir cevap geldi.


“Gerçekten iyi olur, mükemmel bir fikir. Benimki cemaatine vaaz vermekten kalan tüm hafta sonlarını golf oynayarak geçiriyor ve muhtemelen nereye gittiğimin farkına bile varmaz. Yarınki öğle yemeği için iş yerimizde buluşmaya ne dersin?”


Göz kırpışan bir gülen yüz emojisi ile imzaladım. Neyin yanlış gidebileceğini, hangi noktaların yanlış göründüğünü düşünmeye çalıştım, ancak hiçbir şey gözüme ilişmedi. Bu konularda iyiydim. Ya doğal halim buydu ya da hapishane beni düşündüğümden fazla etkilemişti. Her şeyi kapattım.

Serin, bulutsuz bir geceydi. Tüm elektronik malzemelerimi bagaja koymak ve bacaklarımı uzatmak için arabamdan indim. Sakallı üç adam, otobüs durağının bulunduğu caddenin karşısındaki parkın içinde, bir çardağın altına geçmiş, mariachi* çalıyorlardı. Müziğin etkisiyle ayağımla ritim tuttuğumun farkına vardım. Güney Lamar'daki bir taco standından rendelenmiş tavuk tamales**, fasulye ve iki şişe Carta Blanca birası aldım. Araba, onların yoğun kokularıyla doldu, daha sonra hepsini hangara taşıdım. Dışarıda katlanır bir sandalyeye oturdum ve başımı gökyüzüne dikip yıldızları inceledim. Bacaklarım titriyordu, o anda hissettiğim ateşli bekleyişi daha önce sadece iki kez yaşamıştım: La Ventana'nın kapılarını ilk açtığım gece ve Tieresse ile evlendiğimiz gün. İkinci biramın yarısına gelmeden, derin ve rüyasız bir uykuya daldım. Güneş doğarken uyandığımda kendimi tamamen yenilenmiştim.

Ertesi sabah, Lexus’ümü araçların çaprazlamasına dizildiği Adliye’nin park sahasına çektim ve aracımı caddeyi görecek şekilde konumlandırdım. Stream’in Motorola’sıyla, Moss’un Nokia’sını aradım ve kendimle iki dakika süren bir görüşme yaptım. Sonra Moss'dan Stream'a bir mesaj gönderdim,

“Sesini duymak güzeldi, yakışıklı. On dakika kadar geç kalacağım. Sakın bensiz başlama.”

Mesajın sonunu göz kırpan emoji ile imzaladım, sonra geri mesaj attım,

“Beni çok heyecanlandırıyorsun, otele kadar yürüyebileceğimden emin değilim. Emekleyebilirim.” <gülen surat>

İki saat sonra, Stream'den Moss'a bir mesaj daha gönderdim:

“Bu, hafta sonu için harika bir açılış atraksiyonumuz olacak.”

Moss, bir kalp göndererek cevap verdi. 

Telefonları kapattım ve her ikisini de alüminyum kılıflarına yerleştirdim. Verilerin uzaktan silinmesini önlemenin yanı sıra, kılıfların onları izlemeyi imkânsız hale getireceğini düşünüyordum. Stream ve Moss'u takip eden korumalarının olabileceğini zannetmiyordum. Lâkin aşırı duyarlılık ve paranoya arasında bocalarken yakalanmamak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım.

Sonraki on bir ay boyunca, her perşembe akşamı güneye uçtum, hangarımdan  çıkıp Austin'e gittim, aynı gün birbirlerine bir ya da iki mesaj ve geceleri de bir ya da iki e-posta gönderdim. Kameraların bulunduğu ücretli yollardan ve marketlerden uzak durmaya çalıştım. Kafamda daima, iyice aşağı çektiğim bir kovboy veya bir beyzbol şapkası vardı. Gece yarısından sonra Austin'den ayrılıp, eyalet dışına çıkıyor, yemek ve otel ücretlerini kendi kredi kartımdan çektiriyordum. Gelecekteki suç mahallinin yakınlarındaki yerlere gitmemem ve gittiğim uzak yerlerde özellikle iz bırakıyor olmam, sözde Güneybatı'nın küçük kasabalarını keşfetme arayışımın bir parçasıydı. Pazar günleri yanıltmak amacıyla Kansas'a dönüyor hangarıma şöyle bir uğrayıp Moss ve Stream'i bir kez daha konuşturmak! üzere tekrar Austin'e gidiyordum. Moss ara sıra kocasının şüphelendiğini ve planlanan hafta sonu buluşmasına gelemeyeceğini belirtip özür diliyordu. Stream ise her zaman, ona endişelenmemesini, ilişkilerinde en önemli şeyin gizlilik olduğunu vurguluyordu.

Buluştukları yerleri özellikle üstü kapalı bir biçimde açıklamaya dikkat ediyorlardı - bir otele, plaja veya yaylaya gitmekten bahsediyorlardı - ama asla hareketlerinin izlenmesine imkân verecek şekilde değildi. Dikkatli olmaları gerekiyordu, bu yüzden müfettişler hiçbir motel veya restoran çalışanından sevdalı çiftleri ne zaman gördüklerine dair bilgi alamayacaklardı. E-postaları ve mesajları çapkın ve mahcup, müstehcen ve bazen de ahlaksızdı. Onları gözümün önüne getirdiğimde, kendimi, keskiyi eline almadan önce taşa gizlenmiş eserini görebilen bir heykeltıraş gibi hissediyordum.


Onurları böyle bir şeyi kaldıramazdı elbette, kimsenin kabul edebileceği bir şey değildi bu. Fakat şimdi, Yargıç Moss ile Yargıç Stream’ın dijital olarak kanıtlanabilecek ihtiraslı bir gönül ilişkisi vardı ve bu konuda oldukça aşağılayıcı bir durum yaşayacaklardı. Birlikte olmaları için bir bahane yaratmıştım ve bu yüzden birlikte kaybolmalarının net bir sebebi olacaktı. Durum böyle olunca her ikisini aynı anda hazırladığım yere koymam kimsenin dikkatini çekmeyecekti. Ancak onları oraya nasıl getireceğime dair hiçbir fikrim yoktu.

Ve sonra şans bir kez daha yüzüme güldü.
Batı Texas’taki romantik hafta sonu B&B buluşmaları konusunda, âşıkların birbirleri arasında birkaç e-posta ve mesaj alışverişini ayarlamak için yeniden Texas’a uçmam gerekmişti. Cumartesi sabahıydı. Villanın yakınlarında, yol kenarına park ettiğim Lexus’ümün içinde kahvemi yudumlarken, geçen tırlara aldırmaksızın I-10 mola yerine çektikleri arabalarının arka koltuğunda seksin ne kadar heyecan verici olduğuna dair birbirlerine süslü ve komik şeyler yazıyordum.

Stream, Porsche'una bindiğinde bilmediğim farklı bir şeylerin olduğunu düşünmeye başlamıştım. Önceki hafta sonlarında SUV'unu kullanırken peşini bırakmamıştım. İşime yarayabilecek başka bilgilere ulaşabileceğimden emin değildim ancak gereksiz riskler almak istemiyordum. Anında kararımı verip onu takip etmeye koyuldum.

Arabasının örtüsünü tepeden aşağıya indirdi ve 71 numaralı otoyola doğru sürdü. Bastrop ilçesinde altı kadar fast-food mekânı olan bir alışveris merkezinde mola vermek hususunda tereddüt geçirdi ama yemek için burada durmadı. Bunun yerine, güneydoğu yönünde iki şeritli bomboş bir yolda sürmeye devam etti. Aramızda bir kilometreye yakın mesafe bıraktım. On dakika sonra yoldan saptı. Elektronik olarak kontrol edilen bir kapıya şifresini girerken onun yanından geçip iki yüz metre kadar ileriye park ettim. Geldiği yer yaklaşık üç bin metre uzunluğunda bir piste sahip özel bir hava alanıydı. Orada başka hiç kimse yoktu. Bir dürbünle Stream'in doksan dakika boyunca yüksek performanslı tek motorlu bir uçakla piste kalkış ve iniş yapmasını izledim.

Yargıç Stream pilottu! Tanrılar benim yanımdaydı ve planım kafamda oluşmaya başlamıştı.

İki saat boyunca orada kaldı, gelen giden başka kimse olmadı. Uçağın kuyruk numarasını yazdım ve sonra uçağın Stream adına kayıtlı olduğunu öğrendim. Devam eden birkaç ay boyunca havanın izin verdiği her cumartesi günü havada vakit geçirdiğini keşfettim, bu yüzden güzel bir bahar gününde casusluk yapmak için Bastrop'a uçtum.

*mariachi: Geleneksel bir Meksika müziği

**tamales: Mısır unu ve kırmızıbiberle yapılan bir Meksika yemeği

(Devam edecek)

21 Haziran 2020 Pazar

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 47/3


Hız göstergesi ibresini azami hız sınırının saatte beş mil altında tutarak, Austin şehir merkezine varmam bir saatten az sürdü. Meclisin yanına park ettim ve adliyeye doğru yürüdüm. Girişin, havaalanı güvenliğinden farkı yoktu. 
Ayakkabılarımı çıkarttım ve telefonumu tepsiye koydum. Beni orada tanıyan, kim olduğumu bilen hiçbir insan göremedim. Mahkeme salonuna geçtim ve avukatların, devlet okullarının mevcut finans sisteminin yoksullara getirdiği ayrımcılık konusunda yaptıkları savunmaları izledim. Aklı başında her insanın bildiği bir konuyu, avukat ve yargıçların aralarında nasıl tartıştığını görünce bir kez daha çılgına döndüm. Bir sonraki tartışmayı tam ortasında bıraktım; bu, bir kadını bacağından vuran bir adamın, üç yıl sonra yaraya atfedilen bir enfeksiyon nedeniyle ölmesinden dolayı, cinayetle suçlanıp suçlanamayacağıyla ilgiliydi. Alacakaranlıkta yürüme mesafesindeki lüks bir otele uğradım ve çatı barda oturup biramı yudumlarken bir de hamburger yedim. Beni orada yine kimse tanımadı.

O gece hangardaki pikabımın kasasında, bir uyku tulumunun içine girip uyudum ve ertesi gün şafak vakti Austin'e geri döndüm. Zaman içinde hâkimlerin “bazı alışkanlıklarından vazgeçmeyen yaratıklar” olduğunu öğrendim ve günlük yaşamlarının, ilk yaptığım keşif gezisinde gözlemlediklerimle neredeyse hiç bir fark bulunmadığını anladım. Her ikisi de adliyeye kendi araçlarıyla gidiyorlardı. Stream’ın altında, ya bir Porsche Cabrio ya da bir Chevy SUV oluyordu. Moss ise BMW kullanıyordu. Plakalarından onların hâkim olduğu kolaylıkla anlaşılıyordu. Genellikle geceleri, yerel polis, evlerinin önündeki kaldırıma, içinde kimse bulunmayan bir araç olurdu. Bazen de bir memur sabahları işe giderken onların peşine takılıyordu.


Moss, her gün arabasına binip saat dokuz otuz civarında adliye binasına geliyordu. Stream ise bir donut dükkânındaki arabaya servis penceresinden bir şeyler alıyor ama her seferinde arabasından inip içeri giriyordu. Her ikisi de öğle yemeği için saat on iki otuz civarında adliyeden ayrılıyorlardı. Moss, her gün aynı lüks restorana gidip oradan ızgara tavuk, bir kadeh şarap ve Sezar salatası alırken Stream, genellikle köfteli veya salamlı sandviç paketi hazırlatıp masasına geri dönüyordu. Asla bir araya gelmiyorlardı, en azından gördüğüm kadarıyla. Hayalini kurduğum dünya bundan farklıydı. İşyerinden tam zamanında, saat beşte ayrılıyorlardı. Stream, yolunun üstünde, Kongre meydanındaki bir barda bir veya iki saat vakit geçiriyor, eve dönerken Çin yemeği, barbekü veya pizza alıyordu. Cuma akşamları sık sık misafirleri olurdu ve gece yarısından önce onları evlerine uğurlardı. Haftada iki kez yiyecek için marketten alışveriş yapıyordu. Mağazada hiç kimse onun kim olduğunu bilmiyor olmalıydı. Akşam yemeği için eve döndüğünde, bir daha sabaha kadar dışarı çıkmazdı.

Moss’un alışkanlıkları ise biraz farklıydı. O, kocasıyla birlikte her iki veya üç gecede bir, etkinliğe, bir partiye, bazen de sakin bir restorana giderlerdi. Ya kocası ya da bir başkası alışverişi yapıyor olmalıydı ki, Moss'un markete girdiğini hiç görmemiştim. Hafta sonları bazen alışveriş merkezine gider ve gün boyunca orada kalırdı. Kocasıyla birlikte kiliseye gitmezdi. Bunun yerine, Pazar sabahları, bir saat sürüş mesafesindeki şehir kulübüne gider, daha sonra şampanya partisi için üç kadınla bir araya gelirdi. Onları masalarına yönlendiren smokinli garson onu her zaman Hâkime Hanım diyerek selamlardı.

Karavanı ayırıp hangarda bırakmış olmama rağmen, eski pikabımın hala dikkat çekebileceğinden kuşku duyuyordum. İkinci keşif haftamda ikinci bir araç aldım, Boerne'de ikinci el araba galerisinde bulduğum düşük kilometreli bir Lexus’tü bu. Ödemeyi banka çekiyle yaptım. Defterime herhangi bir aksilikle karşılaşmam durumunda yapmam gerekenleri yazdım, Polis beni çevirir ve burada olma nedenimi sorarsa ne cevap verecektim?


Kansas'a döndüğümde not defterimi attım. Yarım hafızama güvenmek endişelerimin kaydını tutmaktan daha az riskli görünüyordu. Restorandakilere Arches ve Zion Milli Parklarının fotoğraflarını gösterdim, daha gezecek çok güzel yerlerin olduğunu söyleyerek, yakında oraları görmeyi planladığımı söyledim. Sabah kahvaltısında otururken ölüm hücresinde kullandığım ve cep telefonuma kaydettiğim eşyaların bir listesini hatırlamaya çalıştım, ayrıca her gün bana verilen malzemelerin ayrı bir listesini yaptım. O öğleden sonra ihtiyacım olan her şeyi yerel bir mağazadan satın aldım. Tıraş bıçaklarının satıldığı koridorda durdum.

Ya, mahkûmlarım umutsuzluğa düşüp kendilerini öldürmeye kalkarlarsa, daha da kötüsü biri diğerini öldürmeye çalışırsa? Hapiste bulunduğum süre boyunca, adamın biri kendini asmıştı ve biri de aşırı dozda uyuşturucu almıştı ama kimse tek kullanımlık bir tıraş bıçağıyla intihar etmeyi başaramamıştı, bu yüzden yirmili paketlerden bir tane aldım. Eskisini geri aldıktan sonra, onlara her hafta yeni bir bıçak verecektim. Aldığım bütün önlemlere rağmen yine de kendilerini öldürebileceklerinden şüpheleniyordum ancak her gün onlara bir şeyler getirip götüreceğimden bu işe kalkışamaları zordu. Çarşamba günü ve gecesi, hapishanemde her şeyin düzgün çalışıp çalışmadığını görmek için bir deneme daha yaptım. Perşembe sabahı ilk işim yeniden Texas'a uçmak oldu.


Havaalanına inip uçağı hangarın içine soktum, suni deri sırt çantasını uçağın bagaj bölmesinden çıkarıp içindekileri benden önce kullananların geride bıraktıkları kontrplak tezgâha yaydım. Bilgisayarın ve tabletin kilidini açmak için şifreler oluşturdum: sırasıyla IheartSarah ve LeonardIheart. Bunlar aşırı derecede romantik ve hatırlanmaları kolay sözcüklerdi. Yetkililerin hacklemesini kolaylaştıracağını umuyordum. Her ihtimale karşı, şifreleri, her bir makinenin altına yapıştırdığım bant parçalarının stüne yazdım. Her hatırlatıcı not için iki farklı kalem, iki tür bant ve farklı el yazısı kullandım. Ayrıca iki e-posta hesabı oluşturdum: biri JudgeMossTexas, diğeri JudgeStreamTexas. Her birinin şifreleri bilgisayar ve tablet için kullandığım şifrelerle aynıydı. Kendi telefonum için ilave SIM kartlar alacağımı ve görevime başladıktan sonra, Austin'e yaptığım seyahatlerde kullandığım kartı işim bittiğinde atmam gerekeceğini hatırlamak için not aldım.

O akşam, Austin'deki Altıncı Caddeye gittim, harekete geçmeden önce, tüm elektronik eşyalarımı topladım ve Lexus'ümü Yargıç Stream’ın yaşadığı Round Rock'taki mahalleye doğru sürdüm. Aracımı onun oturduğu villanın üç kapı ötesine park ettim ve dizüstü bilgisayarımı çalıştırdım. Keep Austin Weird logolu bir sweatshirt giyiyordum ve başımda Teksas bayrağı olan bir beyzbol şapkası vardı. Birisi bana ne yaptığımı sorduğunda, şehre yeni geldiğimi ve yerel müzik dinleyebileceğim bir mekân aradığımı söyleyecektim.


Arabamda oturduğum süre içinde kimse beni rahatsız etmedi. Her ne kadar Reinhardt'a neler planladığımı ve ne yapmak istediğimi anlatmak istesem de, her ikimizin hayrına bunu yapmaktan vazgeçmiştim. Fakat onun uzmanlığına ihtiyacım vardı.
Onu ziyaret ettiğimde yılın ilk Ocak ayında, Reinhardt'ın Princeton'daki evinde, yarım günümü siber güvenlik konusunda eğitim alarak geçirmiştim. Ona sorduğum soruların çoğundan şüphelenmedi ama içlerinden biri fena halde dikkatini çekmişti ve merak edip neden bu konularla ilgilendiğimi sordu.

“Bunu sana söylemezsem daha iyi olur.” dedim. Başını salladı ve daha fazla üstelemedi. Bir şey sakladığımı biliyordu ama bana güveni tamdı. Ayrılırken,

“Başka bir şeye ihtiyacın olursa, bana bildir, tamam mı? Ve dikkatli ol.” demişti.

(Devam edecek)

19 Haziran 2020 Cuma

SİSTEM Mİ YOKSA BİREY Mİ DOĞRU OLAN HANGİSİ?

Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki bölümüne katılan blog yazarları sosyal hayatımızı olumsuz yönde en çok etkileyen konular üzerinde samimi fikirlerini paylaştılar. Genel olarak eğitim sorununa dikkat çekilirken, özgürlüğün, fırsat eşitliğinin ve adaletin yeterli düzeyde olmaması, ırkçılık ve kadına karşı şiddet konuları dile getirildi.

Bazı eğitimci arkadaşlar, toplumun en büyük sorunu olarak "eğitim" in görülmesini ve eğitimcilerin bu sorunun baş sorumlusu olarak gösterilmesinden yakınarak gereksiz yere alınmışlar. Gereksiz diyorum, çünkü bu konudaki tartışmalarda, eğitimcileri suçlayan ya da onları sorumlu gören hiçbir yazıya rastlamadım.

Bazı arkadaşlar da, eğitim ve diğer etik/ahlâki sorunların sistemden kaynaklanmadığını, insanın kendi kendini geliştirebileceğini, iyi bireylerin iyi toplumu oluşturacağını, hiçbir sistemin soruna çare üretemeyeceğini, sorunun bireysel ahlâk sorunu olduğunu iddia ederken, daha da ileri gidip eğitimli kişilerle, elitist tabakanın sistem tartışmalarıyla boşa zaman harcadığını, hiçbir sorunu çözmek gayretinde bulunmayıp korkularından ve cesaretsizliklerinden dolayı ellerini taşın altına koymadıklarını ifade etmişler.

Eşimin eğitimci olması, çocuklarımın da aynı eğitim çarkından geçmesi sebebiyle eğitim konusunda bir parça söz hakkımın olduğu kanaatindeyim. Öncelikle eğitimcilerin toplumun mevcut eğitim düzeyindeki sorumluluğunun ihmal edilebilecek düzeyde olduğunu, eğitimin sadece eğitimcilerin sırtına asla bindirilemeyeceğini söylemek isterim. Eğitimin de, sağlık, adalet, yönetim ve ekonomi branşlarında olduğu gibi sistemden kaynaklanan ciddi sorunları vardır ve eğer eğitimi en büyük sorun olarak görüyorsak, bunun tek sorumlusu, gelmiş geçmiş ve mevcut hükümetlerdir.

Nasıl bir sistem? Özgürlüğe önem veren, adil, eşitlikçi, yeniliklere açık, bilimsel ve uygulanabilir olmalıdır sistem. Sistemi ayakta tutan yaptırımlar, hapis ve para cezaları, herkese, bütün bireylere eşit ve adil bir şekilde belirlenmeli, denetlenmeli ve uygulanmalıdır. Asya'nın pek çok bölgesinde gördüğümüz pis insanlar, sahip oldukları sistem sayesinde, Singapur'u dünyanın en temiz memleketi yapmışlardır. Evde istediğin kadar çocuğuna temiz olmayı, başkalarının hakkına saygı göstermeyi öğret, eğer ülkede sistem yoksa hepsi nafile çabadır.

Eğer vatandaş ödediği vergilerin doğru bir şekilde kamu yararına kullanıldığını görüyor ve vergide adaletin sağlandığından emin olabiliyorsa seve seve gider, son kuruşuna kadar vergisini öder. İyi bir sistemin olmadığı yerde vergi dairelerinin duvarlarına "Vergilendirilmiş Kazanç Kutsaldır" yazarak sorunun çözülmediğini artık biliyoruz. Örnekler çoğaltılabilir ancak konumuza dönelim.

Bir kabule göre "bireyin davranış biçimi genlerine kazınmıştır ", diğerine göre insan doğduğunda bir "tabula rasa", yani yoğrulmamış hamurdur, ailesi ve çevre şartları onu biçimlendirir. Sağlık bakımından genlerin önemini kabul etmekle birlikte, sosyal davranış bakımından, ikinci görüşe daha yakınım. Aile başta olmak üzere bütün çevre sağlıklı bir sistemin içinde yaşıyorsa, yeni doğan bir çocuk da kendini o sisteme uydurmak zorunda kalır. Sistem kamu mallarının hırsızlığına, rüşvete, yolsuzluğa kapılarını kapatmışsa, o çocuk da, o toplumun bir ferdi olarak kötüye, yanlışa tevessül etmez. Ya ederse? Edemez, çünkü sistem buna müsaade etmez, toplumun düzenini bozan, topluma ya da kamuya bir zarar veren her kimse, ister sıradan bir vatandaş, isterse cumhur başkanı olsun, hak ettiği cezayı verir.

Sistemi kurmak kolay mı diyeceksiniz. Hem kolay hem de zor. Toplumu önceleyen, kişisel menfaat sağlamaya set vuran, adil, eşitlikçi ve bağımsız bir sistem her alanda kolaylıkla kurulabilir. Sorun ne?

Her şeyden önce toplumun her kesimi bunu istemesi lâzım. İstemezler mi? Küçük bir kısmı istemez, diğer büyük kısmı istese bile ellerinde iyi bir sistem kuracak güçleri yoktur. İstemeyen küçük kısım mevcut sistemden yarar sağlayan varlıklı insanlardan oluşur. Büyük kısım ise gerçek anlamda halk dediğimiz, kolay kandırılabilen, manevi değerleriyle uyutulan, küçük kısım tarafından özellikle cahil bırakılan toplumun büyük ekseriyetidir. Peki, çare?

İşte geldik yine başa. Madem küçük, varlıklı bir nüfus dünyayı sadece kendi  menfaatleri uğruna döndürecek bir düzen kurmuş ve türlü yalan ve aldatmacalarla yaptıklarının ne kadar da çok halkın menfaatine olduğunu söylüyor ve onları kandırabilmek için özellikle cahil bırakıyor, o zaman tek çarenin cehaleti ortadan kaldırmak olduğunu görmek zorundayız. Yani, tek çare bilimsel EĞİTİM! Yukarıda sözünü ettiğim gibi sağlıklı bir eğitim sistemine kavuşmak inanıyorum ki, her türlü sorunu ortadan kaldırabilecektir.

Kanaatimce bütün soyut kavramlar, duygularımız, inançlarımız tamamen bireysel özelliklerimiz. Onları topluma mal edemeyiz. Birini severiz ya da birileri tarafından sevilebiliriz. Toplum bizi sevmek veya biz toplumu sevmek zorunda değiliz. Toplumda saygı ve itibar görmenin de hiçbir anlamı yoktur desem ilk başta şaşırabilirsiniz. Fakat, devleti dolandıran, yalancı, hilekâr ve yetim hakkını yiyen varlıklı bir kişinin toplumda en itibarlı kişi olarak görüldüğü, elini öpebilmek için önünde uzun kuyrukların oluştuğu bir ülkede yaşadığımızı söylesem ne demek istediğimi anlarsınız. Oysa, esas saygıyı ve itibarı hak eden, boğazından haram lokma geçmemiş, bilimin ve sanatın doruklarına tırmanmış nice insanımızın eğer cebinde parası yoksa yüzüne bile bakılmadığı mâlumlarınızdır.

İnanç da bireyseldir ve öyle olmalıdır. Onu topluma mal etmek, kullanılmasına, insanlarımızın saf duygularının sömürülmesine zemin hazırlar.

Peki doğru olan hangisi? Düşündüklerimi sizlerle paylaştım. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, nüfusunun yarısı yukarıda belirttiğim görüşlere aynen katılır, diğer yarısı tamamen karşı çıkar. Benimle aynı fikri paylaşanların ruhlarını biraz okşarken, diğer yarısı, muhtemelen, ciddi bir şekilde bana öfkelenmişlerdir. Öfkelenenlerin bana Mevlâna'dan, sahabelerden öyküler anlatıp, Kur'an ve hadislerden verecekleri örneklerle düşüncelerimi bertaraf etme gayretlerini derin bir saygı ile karşılamaya hazırım. Çünkü benim gibi düşünenlerin bana öğreteceklerinden daha fazlasını onlardan öğrenme imkânım olacak.

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 46/3


Daha fazla bilgi edinmek için internet üzerinde arama yaptım. İlgimi çeken fazla bir şey bulamamıştım. Bunun tek istisnası, hücremde idam edileceğim günü beklediğimin ikinci yılında gündeme düşen bir haberdi. Moss’un papaz kocasının, eski bir kilise çalışanıyla altı yıl süren ilişkisi vardı. Durumun ortaya çıkması sebebiyle işinden kovulduğunu iddia eden kadın tarafından dava edilmişti. Altı aylık kızının babası olduğunu iddia ediyordu. Mahkeme bilinmeyen nedenlerle dava hakkında takipsizlik kararı vermişti. Papazın metresini bulmaya çalıştım. Onun hakkında tespit ettiğim en iyi bilgi, onun ve kızının birlikte Honduras'ta yaşıyor olmasıydı.

Leonard Stream, resmi özgeçmişine göre, Texas Lutheran Üniversitesi'nin pazarlama bölümünden mezun olmuş. Meslek hayatına atılmadan önce iki yıl boyunca profesyonel golf oynamıştı. Daha sonra, Baylor Hukuk Fakültesine gitmiş, oradan mezun olduktan sonra bir ara enerji sektöründe çalışmaya başlamış. Moss'un seçilmesinden bir yıl kadar önce, mahkemenin kıdemli üyelerinden birinin vefatı üzerine, Vali tarafından boşalan yere atanmıştı.

İnternet üzerinde yaptığım araştırmalarda Yargıç Stream hakkında epey bilgi sahibi olmuştum. İş hayatına fast-food bayilikleri alarak başlamıştı. Valinin çocukluk arkadaşı olması sebebiyle ondan aldığı mali destekle ayakkabı imalatı işine girişmiş ancak iş yerinde çalıştırdığı yirmi bir kişiden on sekizinin, yasa dışı yollardan ABD'ye girdiği göçmen dairesi yetkilileri tarafından saptanmıştı. Bunun üzerine şirketi basılmış ve daha sonra iflas ettiğini açıklamıştı. Stream ve ortağı, Federal yasaları ihlal ettiği gerekçesiyle idari para cezasına çarptırılmışlardı ama cezai bakımdan herhangi bir suçlama yapılmamıştı. Stream ilk evliliğini, Midland’taki güzellik yarışmasına katılan biriyle yapmıştı ve ondan hiç görüşmedikleri bir oğlu vardı. İkinci karısı ise Dallas’tan sosyalist fikirlere sahip biriymiş, mahkemeye atandıktan kısa bir süre sonra kendisini fiziksel ve psikolojik istismarla suçlamış ve olaylı bir şekilde boşanmışlar. Buna rağmen Stream, bir sonraki seçimlerde Yeşiller Partisinden adaylığını koymuş ve yeniden milletvekili seçilmişti. Halen bekâr durumda ve zaman zaman çevresine el altından eşcinsel olduğunu söylüyormuş.

Dışarıdan bakıldığında, Stream ve Moss, yüzde doksan dokuz olasılıkla aynı şekilde oy kullanan profesyonel meslektaşlarından farklı kişiler değillerdi. İkisi de ağır ceza suçlarına ilişkin zorlu kararlarında polis sendikaları ve savcılar tarafından düzenli olarak desteklenmişti. Benimki de dâhil olmak üzere Stream ve Moss'un yürüttüğü yaklaşık yüz idam cezası davasında, hiçbir zaman mahkûmların lehine oy kullanmamışlardı. Moss'un benim hakkımda yazdıklarının - Tanrı'nın en güzel yaratıklarından birini bencil ve açgözlü arzularına kurban eden aşağılık bir katil olduğum - bire bir aynısını başkaları için de ifade etmişti. Cinayete kurban giden beyaz kadınlarla ilgili  cinayet davalarında en az üç siyahî erkek için hep aynı sözleri kullanmıştı.

Onun zaman zaman bilimselliğe karşı tavrı, yasalara karşı aldırmaz tutumunu bile gölgede bırakıyordu. Brazos ilçesi, adliye basın muhabiri tarafından ortaya çıkarılan ve daha sonra ulusal medya tarafından takip edilen ünlü bir davada, laboratuvardan çıkan DNA sonuçları, tecavüz ettiği kadını öldürmekle suçlanan ve bu nedenle hüküm giymiş adamın aslında masum olduğunu ortaya çıkarmıştı. Moss buna rağmen ona karşı oy kullanmış, mahkûmun, saldırı sırasında prezervatif kullandığını, dedektifleri şaşırtmak amacıyla kadının vajinasına başka birinin menisini bulaştırmış olabileceğini söylemişti. Stream de onun görüşünü desteklemişti ancak olaya Federal Mahkeme müdahale etmiş ve mahkûmun yanında yer almıştı. Ne Stream ne de Moss, son sekiz yıldır ne yerel ne de genel seçimlerde muhalefete düşmüştü.

İnternet ortamında gerçekte yapabileceğinizden çok daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Bu düşünce içinde restorandaki personele iki haftalığına gidip Nevada ve Utah'daki milli parkları gezeceğimi söyledim. Bunun yerine, Tieresse’in uçağındaki sırt çantasının içindekileri kontrol ettim, tüm cihazlar için kullanabileceğim bir araç şarj cihazı satın aldım ve Texas Hill Country’den havalandım. San Antonio'nun güneyinde, kontrol kulesiz, delik deşik pisti ve tekerlek izleriyle dolu yolları olan küçük bir havaalanına doğru alçalıyordum. Rüzgâr tulumunu kontrol etmek için tarlanın iki yüz yetmiş beş metre üzerinde turlarken, altımda görünen yer sanki terk edilmiş gibiydi. Özel bir havacılık web sitesine göre, haftada gelen ve giden hava taşıtlarının sayısı sıfırdı ve alanda hali hazırda hiç uçak yoktu. Açık kapısında asılı paslı bir asma kilidi bulunan, boş hangarın yanına uçağımı park ettim. Bisikletime atlayıp dikkat çekmeyen bir araba bulmak için yakınlardaki ikinci el araç pazarına gitmeyi düşünüyordum. Biraz ileride, yol üstünde, çekilir tip bir karavanla birlikte yan camında satılık levhası bulunan eski bir Ford pikap gördüm. 40 dönümlük küçük bir çiftliğin 60 cm yüksekliğine erişmiş, biçilmeye hazır yonca tarlası ortasındaki toprak yoldan yokuş yukarı pedal çevirdim. Kot kumaşından tulum giyen göbekli bir adam, bana, pikabın, onu yıllarca kullanmayan yaşlı babasına ait olduğunu söyledi. Pikabın üzerinde herhangi bir yazı yoktu ancak muayeneleri tam, plakası günceldi. Pikabı nakit bin beş yüz dolar ödeyerek satın aldım. Çiftçi bir kutu motor yağı verdi. Bisikletimi kasaya atıp uçağı indirdiğim alana geri döndüm. Çekmeyen bir bölgede bulunduğum için cevap alamayacağımdan emin olduğum bir telefon numarası çevirdim. Hata yapmış, yanlış kişiyi aramıştım. Karşıma, geçmişi Teksas'ın cumhuriyet yıllarına kadar dayanan seksen bin dönümlük sığır çiftliğinin yöneticisi çıktı. Yönetici, bana, iniş yaptığım havaalanının, iki yıl öncesine kadar, ilaçlama uçakları tarafından kullanıldığını ancak çiftlik yönetimi tarafından, on mil kadar kuzeyde, özel jetlerin de faydalanabileceği daha büyük bir pist yaptırılması sebebiyle, eski hava alanının, artık kaderine terk edildiğini söyledi. Yöneticiye pistlerinin işime yarayabileceğini söyledim.


“Burayı uyuşturucu ticareti ya da kaçak Meksikalı göçmen taşımak için kullanmayacaksın değil mi?” diye sordu.

“Hayır, efendim, sadece eşimle boşanmam sebebiyle, yaralarımı sarmak için ona ihtiyacım olacak, biraz yalnız kalmak istiyorum.” dedim.

Bana yakınlık gösterdi ve kirayı gönderebileceğim bir posta hesap numarası verdi. Lüks bir restoranda yiyeceğim yemek fiyatına bir yıl boyunca kullanabileceğim içinde hangarı olan bir pist kiralamıştım. Parasını hemen gönderdim. Hava alanı, pikap, karavan ve birkaç parça eski mobilya ile birlikte içinde bir odanın bulunduğu hangar, hepsi elimin altındaydı. Sırt çantamdan sırtı spiralli bir defter çıkardım ve sayfanın en üstüne bir başlık attım:

Beni açığa düşürebilecek konular!

İlk satıra, çiftlik yöneticisini yazdım.

Yönetici adımı bile sormamıştı ancak en fazla korkulması gereken şeyler, farkında olmadan yaptıklarımızdı.

(Devam edecek)

18 Haziran 2020 Perşembe

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 45/3


Altı hafta sonra, malzemelerimi stoklamıştım ama yaşam tarzımı da biraz değiştirmem gerekiyordu. Isıtmalı havuz yaptırmak için bir şirketle sözleşme imzaladım. Normal bir havuzda da yüzebilirdim ancak havuzu ısıtarak veya ısıtılıyormuş gibi göstererek yüksek enerji tüketimini açıklayabilirdim. Daha sonra, Kansas City’den bir şirkete domates, kıvırcık marul ve altı çeşit biber yetiştirebileceğim doksan metrekarelik bir sera inşa ettirdim. En önemli işlerden biri de elektrik ve su bağlantılarını elden geçirmekti.

İşin kurnazlık tarafını hallettikten sonra, artık benim için inşaata başlama vakti gelmişti. Bir ıslak beton kesme makinesi kullanarak, altıncı bodrum katının beton zemininde dört adet 10 cm x 10 cm delik açtım ve iki adet korunaklı hücrenin inşaatına başladım. Deliklerin içinden geçen PVC borular vasıtasıyla, su ve atıklar iki kat alttaki depolama tanklarına boşalacaktı. Her iki hücrenin tavanından 50 cm aşağı gelecek şekilde yatay birer çelik çubuk monte ettim. Mahkûmlar portatif duş çantalarını o çubuklara asabileceklerdi. Oklahoma City'den satın aldığım kamp tuvaletlerini deliklerin üstüne denk gelecek şekilde yerleştirdim. 

Tavana gömme LED ışıkları taktım. Işıkları her gün sabah saat yedide açıp geceleri saat on birde kapatacaktım. Onlarla birlikte televizyonu, eş zamanlı çalıştıracak bir zamanlayıcıya bağladım. Elektrik devrelerini de aynı şekilde bir yönlendirici aracılığıyla bilgisayar ağıma aktardım. Tüm ampuller hücrelerin dışındaydı, bu yüzden onları içeri girmeden değiştirebilecektim. Hasımlarımın fiziksel olarak ne kadar yetenekli olabileceklerini bilmiyordum ve öğrenmeye de hiç niyetim yoktu. TV'nin altında, kapının yanındaki duvara cıvatayla tutturduğum, mahkûmlarımın serbest bırakılıncaya kadar kalan zamanlarını, saat ve dakika cinsinden gösterecek geri sayımlı dijital bir saat ve onun yanında da gün, tarih ve saati gösteren pille çalışan bir takvim vardı.

Yedi buçuk santimetre arayla düşey çelik çubuklar ön cepheyi kapatacaktı. Her hücreye paranın satın alabileceği en yüksek teknolojiye sahip güvenlikli kapılar koydum. Onları Houston'daki bir hırdavatçıdan almıştım. Demir çubuklardan oluşan ve hücreleri birbirinden ayıran bölmedeki kapıya kilit koymamıştım. Birbirlerini ziyaret etmek istedikleri zaman benden izin almak zorunda kalmayacaklardı. Bitpazarından onlar için ucuz sehpalar aldım ve her birinin üzerine bir kitap rafı yerleştirdim. Çekmecelerine not defterleri ve birer düzine kurşun ve tükenmez kalem koydum. Işıklar kapandıktan sonra okumak istedikleri takdirde kullanabilecekleri, iki pille çalışan kamp fenerlerinden aldım. Her hücrenin birer adet normal sandalyesi, sallanan sandalyesi ve spor yapmaları için sabit bisikleti vardı. Odaların her birine bir karyolanın yanı sıra en sağlamından birer tane de ranza yerleştirdim. Her iki karyolanın yatakları yirmi yıl garantiliydi.

Birinci çelik çubuk sırasının kırk santimetre önünde, iki asma kilitli ve otuz santim çekme zincirli kapısı olan ikinci bir çubuk sırası vardı. Bu alan, onlarla benim, daha önemlisi onlarla özgürlük arasında tampon bir bölge oluşturuyordu.

Hücrelerinden kaçabileceklerinden kuşku duyuyordum ancak ölüm hücrelerinde öğrendiğim ve önemli gördüğüm başka bir şey daha vardı: güvenlik tedbirlerinde gereksiz çokluk! Merdivenlerden yukarı çıkan dış kapıyı bir banka kasasından yaptırmıştım. Onu buraya taşımak için Junction City'den bir kamyon kiralamıştım ve parasını ödememde yardımcı olmaları için Kansas City'den üç günlüğüne kiraladığım işçileri kullandım. İşleri bittiğinde, evlerine uğurlamadan önce onlara bira ve taco aldım. O günü ve o gün yaptıklarıyla ilgili tek bir şeyi hatırlamayacaklarını umuyordum. Kasa kapısı modifiye edilmiş, çok özel bir kilide sahipti ve onu sekiz haneli bir şifreyle açabiliyorum. Yüz milyon kombinasyon olduğu düşünülürse, şifremin güvenli olduğundan oldukça emindim. Kapılarına bir gözetleme deliği açmak için endüstriyel elmas uçlu bir matkap kullandım, böylece mahkûmlarımın yanlarına yaklaşmadan onları  uzaktan da görebilecektim.

Bir kat üste, yani beşinci kata, elektrikli bir köpek maması dağıtıcısının otomatik kolu vasıtasıyla günde bir kez yiyecek ve suyun hücrelerden her birine indirileceği on santimetre genişliğinde iki kare delik açtım. Mahkûmlar atıklarını ve küçük çöp parçalarını yaşam alanlarının tabanındaki drenaj deliklerinden atabileceklerdi, atıklar bulundukları yerin iki kat aşağısındaki depolama tankına düşecek ve arka bahçe septik tanklarında bulunan bakteriler tarafından bertaraf edilecekti. 3. ve 2. katların döşemelerine otuzar santimetre kalınlığında ses yalıtımı döşettim, aynı malzemeden ve aynı kalınlıkta, duvarları da kapladım. 1. Kattan aşağıya doğru, yer altı silosunun her tarafına, fiber optik kablo döşeyerek bozuk para büyüklüğünde, küçük, uzaktan kumandalı kameralar yerleştirdim. Dijital saatin içinde de bana hem video hem de ses gönderebilecek uzaktan kontrol edebileceğim bir kamera vardı. Duman ve yangın alarmları ile karbon monoksit detektörlerini, tehlike durumunda bana mesaj gönderecek şekilde programladım. Amacım katil olmak değildi, hapishane bekçisi ya da bir gardiyan olmayı hedeflemiştim.


Sabahtan itibaren akşamın erken saatlerine kadar haftada dört gün çalışıyordum, inşaat yaklaşık dokuz ay sürmüştü. İşlerim bittiğinde, 6. kata bir radyo indirdim ve sesini sonuna kadar açtım.  Banka kasasından yaptığım kapıyı kapattım ve dışarı çıkana kadar katları tırmandım. Hiçbir ses duyamıyordum. Kulağımı aşağı açılan menhol kapağına dayadım ve iyice kulak kabartarak dinledim. Uzaklarda bir helikopterin rotor sesi dışında yine hiçbir şey duyamadım. Hangarın dışına yürüdüm ve sesin fark edilip edilmeyeceğine baktım. Uzaktan kumandayla sesin seviyesini ayarlayabiliyordum, aşağıda Rolling Stones'un “Satisfaction” şarkısı çalıyordu.

Ertesi sabah kahvemi içtikten sonra, restoran çalışanlarına bir sonraki seyahatimin beni heyecanlandırdığını söyledim. Kuzey Arizona'ya gidecektim. Onlara pazartesi günü göstereceğim resimleri aslında bir hafta önceden çekmiştim. Batıya uçacağım dediğim beş gün boyunca yeraltındaki hücrelerde kaldım. Birine üç günümü, diğerine iki günümü ayırdım ve her şeyi test ederek  elden geçirdim. Işıklar programlandığım gibi yanıyordu. Göz maskem ve kulak tıkaçlarım TV'nin ışığını ve sesini yok edebiliyordu. Yiyecek ve su beslemeleri zamanında aşağı düşmüştü. Duş tankı ilk gün aşırı dolmuştu. Gereken ayarları yaptım. Pis su ve atıklar sorunsuzca boşaltılmıştı. Hava temiz ve havalandırma düzenli olarak çalışıyordu. Bir beyzbol sopası ve bir de levye kullanarak dışarı çıkmaya çalıştım ama bir çentik dahi atamadım. Anahtarlarım ve telefonumdan başka ne tür bir aletin onların kaçmalarına imkân verebileceğini hayal  dahi edemiyordum ve her ikisinin de ellerine geçmemesi için her türlü tedbiri almıştım.  Burası tam bir kaleydi. Alcatraz'dan daha güvenli bir hapishane inşa etmiştim. Eğer bu zindandan kaçabilirlerse, özgürlük onların hakkıydı.

Hasımlarımla tanışmamın artık zamanı gelmişti. Bir tanesini hemen, ikincisini biraz düşünerek bulmuştum, ama diğer ikisi o an aklıma gelmemişti.


Teksas Eyaleti Adalet Bakanlığı'nın web sitesindeki resmi özgeçmişine göre, Sarah Moss, on yıldır Ağır Ceza Mahkemesi'nde çalışıyordu. Mary's Hukuk Fakültesini bitirmiş, altı yıl boyunca San Antonio'da Bölge Savcı Vekili olarak görev yapmıştı. Bexar İlçesinin Bölge Savcı Vekilliğine atanmayı bekliyordu, atama gerçekleşmediği için mahkemedeki görevine devam ediyordu. Teksas Üniversitesinin ponpon kızlarındandı ve orada, ileride kocası olacak Güney Austin'li bir Megachurch papazı olan Harvey ile tanışmıştı. İkilinin hiç çocukları yoktu.

(Devam edecek)

17 Haziran 2020 Çarşamba

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 44/3


Gittiğim restoranda, her zaman, birilerinin geride bıraktığı yerel gazeteleri okuyor ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek amacıyla ulusal haber sitelerine göz atmak için ücretsiz wi-fi'dan faydalanıyordum.

Aşçı yardımcılarım ve pasta şeflerim de dâhil olmak üzere birkaç eski çalışanım bana ulaşmıştı, ayrıca önceden tanıdığım bazı insanların aileleriyle de bağlantı kurmuştum. Bu nedenle e-postamı ve sosyal medyamı da kontrol etmeye başlamıştım. Bir saat veya biraz daha fazla orada kaldıktan sonra, personele teşekkür ediyor, hesapla beraber bahşişimi bırakıyor ve evime giderken caddenin karşısındaki marketten günlük alışverişimi yapıyordum. Ayda iki ya da üç kez hırdavatçı dükkânına uğruyordum. Dükkân sahibi ve yöneticisi neredeyse her zaman elimin altında evde kendin-yap türünden bir fikir projesi olduğunu biliyordu. Kasaba eşrafına örnek gösteriliyordum. İnsanlar içime kapandığımı, herkese dostça davrandığımı, sakin biri olduğumu, üzüntümü ve acılarımı içime hapsetmiş göründüğümü ama asla kızgın ya da kırıcı olmadığımı söylüyorlardı. Bunları söyleyen halktan insanlar genel olarak haksız sayılmazdı.

Perşembe sabahları evden çıkardım. Hava şartları iki gün müsaade ettiğinde, Tieresse'nin uçağına atlayıp hafta sonu için bir yerlere uçardım ama pazar günü öğleden sonra mutlaka geri dönerdim. Pazartesi günleri, lokanta personeli bana nereye gittiğimi sorarlardı, onlar sormasa bile ben yine söylerdim. Hepsine beş bin metre yüksekten çektiğim küçük kasabaların ve milli parkların fotoğraflarını gösterirdim. Bazen küçük kasabaların birinde iki yıldızlı motellerde kalır, yerel restoranlarda karnımı doyururdum. Diğer zamanlarda küçük şehirlere uçar ve zincir restoranlarda yerdim. Yaptığım gezilerde, en çok kamp yapmayı, açık arazide ateş üzerinde yemek pişirmeyi ve vahşi doğa yürüyüşlerini seviyordum. Arkamda en acemi dedektifin bile izimi sürebileceği kanıtlar  bırakıyordum. Kansas, Nebraska, Oklahoma, Colorado, Utah, New Mexico, Arkansas, Missouri, Louisiana ve Teksas'a - Teksas'ta bir sürü yer – çok sayıda uçuş yaptım. Restoranda yeni çalışmaya başlayan bir garson olan Renata, bir keresinde bana bu kaçışlarımın nedenini sormuştu, ona hiçbir şeyden kaçmadığımı söyledim. Sadece kaybettiğim zamanımı telafi ettiğimi, bütün ülkeyi havadan ve karadan tanımaya çalıştığımı söyledim. Renata, beklediğim soruyu sormakta gecikmemişti.


“Zamanını nerede kaybetmiştin?” 

Komilerden birinin, Ramos'un, onun kulağına bir şeyler fısıldadığını fark ettim.

Öğleden sonraları, güneş ışığının açısı beni melankolik bir hale soktuğunda, çiftliğin etrafında uzun yürüyüşlere çıkardım. Ceketimin cebinde, Tieresse'nin külleri ile birlikte börtü böceği beslemek için bir torba ayıklanmış ceviz bulunurdu. Baharın ilk günlerinde çimlerin arasına kır çiçeği tohumları ektim. Günlerimin çoğunu, dere kenarında ağaçtaki salıncağa binerek ve kuşların söylediği şarkıları dinleyerek geçirdim. Akşam karanlığında verandada bir iki kadeh içki içiyor ve akşam yemeğimi yerken televizyon seyrediyordum. Eve hiç kimseyi davet etmedim ve kasabadan gelen davetsiz misafirim hiç olmadı. Saat on birden önce yatağa giriyor ve kitap okuyordum. Güneşle birlikte yeniden doğuyordum, uzun bir güne başlamak için çok istekliydim.


Yıllar önce, Tieresse, burayı ilk gördüğünde birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra araziyi hiç tereddüt etmeden satın almış ve birlikte Houston'a geri dönmüştük. Tieresse, gecenin birinde, tam da La Ventana’yı kapatmaya hazırlandığım sırada, evin projeleri ile birlikte, üç boyutlu bir maketini getirdi. Bunları az önce mimarın ofisinden aldım dedi. Paftaları açtı ve masaya yaydıktan sonra,

“Mükemmel görünüyor değil mi, şimdi harekete geçmeye hazır mıyız?” diye sordu.


“Bunu göstermenin tek yolu var.” dedim. Ertesi sabah, elimizde çizimlerle, araziye koşmuştuk.

Onu, o gün bulmuştuk.

Evimizi yerleştirmeyi planladığımız patika yolun karşı tarafında, bir çalı yığınının arkasına gizlenmiş, neredeyse çift kişilik bir yatak büyüklüğünde, büyük bir menhol kapağı vardı. Pist yapmayı düşündüğümüz bir mil uzunluğundaki beton şeridin kuzey ucundan zorlukla görülebilirdi. Merak içinde açmaya çalıştım, başaramayınca çalıların ve gevrek karahindibaların altında gizlenmiş bir dişli çarkın olduğunu keşfettik.


Tieresse çarkı çevirdi, ağır çelik kapak içeriye doğru açıldı. Her biri otuz santimetre uzunluğunda dört menteşe ortaya çıktı. Şaşkın bir halde,

“Bu da ne?” dedi.

Ne olduğunu anlamadık. Hatta emlâkçıyı da aradık, o da orada böyle bir şey olduğunu bilmediğini söyledi. Uçuş çantamdan bir el feneri kaptım ve aşağı süzüldük. Tieresse,

“Vay canına! Üç kuruşa tarihi eser satın aldık.” dedi.  Uçağının hangarını bu tarihi eserin üzerine inşa ettik.

Bulduğumuz şey, eskiden F tipi Atlas füzesi barındıran bir yeraltı silosuydu. Otuz yıl önce, üstüne yapılan küçük bir yapıyla girişi gizlemişti fakat beton briket bina çoktan yok olup gitmişti. 1960'ların başında, soğuk savaş'ın en yoğun yaşandığı bir dönemde, ABD hükümeti çoğunlukla Midwest’te, bunun benzeri onlarca yeraltı silosu inşa etmişti. Atlas, Titan ve Minuteman füzelerinin muhafaza edildiği bu yapılar, doğrudan nükleer darbelere dayanacak şekilde inşa edilmişti. Artık hizmet dışına alınmasından dolayı hükümet, onların varlıklarını bile kabul etmiyordu. Bu sebeple arazimizin tapusunda gösterilmemişti. Sorduğumuz hiç kimse silahların ne zaman çıkarıldığını söyleyemedi, ancak yer altı silosunun her türlü tesisatı, elektrik ve havalandırması basit bir onarım ihtiyacı dışında mükemmel düzeyde korunmuştu. 

Silonun, zemin altında sekiz katı vardı, ilk altı kat, dar spiral bir merdiven vasıtasıyla zeminden aşağı doğru inerken,  onun altındaki iki kata erişim, duvara sabitlenen gemici merdivenleri ile sağlanıyordu. Yedinci ve sekizinci katlarda depolama tankları, sıcak ve soğuk bağlantı sistemleri, basınç üniteleri ve drenaj sistemi vardı. Altıncı katta yedek bir ısı termostatı, bir kenara atılmış iki egzoz fanı ve dizel bir duman detektörü dışında pek bir şey yoktu. Tüm donanımlar kuzey ve batı duvarlarına yerleştirilmişti. Tieresse,

“Eğer istersek bu siloyu küçük bir butik otele çevirebiliriz. Bütün Midwest rezervasyon yaptırmak için sıraya girer.” demişti.

Ona bunu gerçekten yapmak isteyip istemediğini sormuştum. Gülümseyip beni öpmüştü.


“Belki bir milyon yıl sonra!" dedi. "Dünyanın bu noktası sadece senin ve benim.” 


Aradan yedi yıldan birkaç ay fazla geçmişti, her şey bıraktığımız gibiydi. Bir kafa lambası takarak, sekiz kat aşağı inip çıktım, her katı not defterimin ayrı bir sayfasına çizdim. Kendin-yap fikir projelerim kafamda şekillenmeye başlamıştı. Altıncı katı, saç levha, beton briket ve paslanmaz çelik profiller kullanarak ihtiyacım olan, hem gizli hem de güvenli bir hale getirebilirdim. Birbiriyle bitişik iki hücre yapardım. Üç tarafı dolu duvarla çevirir, ön tarafı çelik çubuklarla kapatabilirdim. Sonra, bir sıra çelik çubukla odayı ortadan böler, iki ayrı alan oluştururdum. Hapishanedeki hücrelerde bulunan bazı ünitelerden yoksundu ve pencereleri de olmayacaktı. Ama alanlarını daha geniş tutabilirdim, çünkü mahkûmlarım her zaman orada olmak zorundaydı. Onları havalandırma veya duş için ayrı bir odaya getirip götürme riskini göze alamazdım. Arka duvarın her iki tarafına birer duş perdesi asardım, böylece mahkûmlarım birbirlerine karşı mahremiyetlerini koruyabilirlerdi ya da başka yöne eğilimleri varsa bu durum onlara fayda sağlayabilirdi.

İhtiyacım olan malzemelerin bazılarını kasabadaki hırdavatçıdan aldım. Dükkân sahibinin merakını uyandıracak malzemeler için Kansas City veya Overland Park'a gittim. Salina yakınlarındaki inşaat ekiplerine tel çit malzemelerini satan bir şirketten çelik çubukları, Topeka'daki ulusal inşaat malzemeleri satan zincirden saç, Tulsa'daki bir dükkândan da beton briketleri satın aldım. Aldığım her malzemenin parasını nakit olarak ödedim. Bir dükkân sahibinin, yüz dolarlık banknot destemden şüphelendiğini fark ettim ve ona, kredi kartı bilgilerimi vererek federal hükümet tarafından izlenmek istemediğimi söyledim. Elimi içtenlikle sıkarak bunu mantıklı bulduğunu söyledi.

(Devam edecek)