Geceyi Oklahoma, Norman'da bir motelde geçirdim
ve Texas Tech beyzbol takımının uzatma devresinde maçı kaybettiği maçı izledim.
Ücretsiz Wi-Fi'ı olan barda bir bira içtim ve Teksas Savcılar Derneğinin
tartışma platformuna giriş yaptım. Reinhardt bu gruplarda anonim görünerek kendimi nasıl gizleyeceğimi bana öğretmişti, ama yine de çok dikkat ediyordum ve yargıçlar hakkında yapılan dedikoduları sadece kamuya açık yerlerdeki bilgisayarlardan takip etmeye çalışıyordum.
Moss'un eşyalarının bulunmasıyla ilgili haberden
bahseden yüzden fazla mesaj vardı. Sohbete yargıçlardan bir kısmı, meşru müdafaa
hakkının önde gelen savunucularından biri olan Stream'in, Florida konferansında
konuşma yapmasına şaşırmadığını belirtirken, katılımcıların çoğu, programında yer almadığı ve
konuyla ilgili uzmanlığı bulunmadığı halde Moss'un, Florida yasalarıyla ilgili bir
toplantıya katılma sebebini anlayamadıklarını söylüyorlardı. Mesajların sonuna
doğru Rio Grande Valley'den bir savcı, “İlişkilerini sadece mesleki açıdan
değerlendirmek doğru olmayabilir. <gülen surat>” diye yazmıştı, yoruma verilen cevaplarda genel olarak elleriyle
yüzünü kapatan ve gülen yüz emojileri vardı. Bir başka savcı cevabında, “Öyle olduğunu sanmıyorum.” diye yazmıştı. Taraflar, yargıçların aşk yaşadıklarına inananlar ve inanmayanlar olar yerlerini almıştı. Yine bir savcı, mesajında, “Bu konuda ben, yanlış bir şey görmüyorum.” diye yazmıştı.
Tarayıcıyı kapatıp geçmişi sildim. Ertesi gün, aynı olay, haftada bir yayınlanan bağımsız bir dergi muhabirinin ilgisini çekmişti.
Adliye çalışanlarının, Moss ve Stream arasındaki uygunsuz ilişki söylentilerini deli
saçması olarak değerlendirdiğini, tam aksine, Moss’un kocasıyla birlikte mutlu bir evlilik
sürdürdüklerini yazdı. Her iki hâkimin adliye çalışanları da ikisini hiçbir
zaman bir arada görmediklerini vurgulamışlardı.
Bu arada, sahil koruma, kurtarma çalışmalarının resmen
sona erdiğini, bundan sonra arama çalışmalarına devam edileceğini açıkladı. Çarpma
etkisinden kurtulmuş olsalar bile, geçen süre içinde hâkimlerin, susuzluğa ve
havasızlığa yenik düşecekleri ifade ediliyordu. Diğer taraftan yetkililer,
cesetlerin bulunması konusunda hala umutlu olduklarını söylerken Moss’a ait olduğu düşünülen
mavi renkli, deri bir ceketin, enkazın bulunduğu yerden otuz beş km uzakta yüzerken
bulunduğunu bildirdiler. NTSB'den* bir
yetkili, kazanın etkisiyle kanatlardan birinin kırıldığını ve uçağın yakıtının
bitip bitmediğinin belirlemesinin imkânsız hale geldiğini söyledi. Yetkililer,
nedeni belirsiz olarak tanımladıkları kazaya ilişkin dosyanın kapandığını ifade ettiler.
Sonraki hafta boyunca her sabah saat
sekizde aşağı, mâhkumların yanina indim fakat hücrelerine açılan ana kapıyı açmadım. Gözetleme deliğinden
Stream'in şınav çektiğini, bazen de sabit bisiklette pedal çevirdiğini izledim.
Moss, genellikle, plastik bir bardağa koyduğu kahvesini yudumlarken, sandalyesine oturmuş, kitap okuyordu. Onları
ziyaret ettiğim günlerden birinde, Moss, hücreler arasındaki perdeyi kapattı ve
duş almak için soyunmaya başlamıştı. Gözümü kapıdan ayırıp yukarı çıktım.
O an, yaptıklarımın doğru olup olmadığı konusunda ilk kez endişe duymuştum.
Bir sabah Stream,
"Sana verdiğimiz idam kararında iyi bir nedenimiz olduğunu söylemek istiyorum." dedi.
"Neymiş?" diye sordum.
"Buraya ilk geldiğimizde, seni, önce jürinin suçlu buldugunu söylemiştim. Sen de bizden idamını istemek için haklı bir gerekçe bulmamızı istemiştin. İşte, şimdi bunu söylemeye hazırım." dedi.
“Hadi söyle bakalım, John.” dedim.
“DNA testi isteyen duruşma hâkimiyle aynı
görüşte olmadığımızdan dolayı bizi eleştiriyorsun. Ancak o zamana kadar, zaten uzun süredir hapishanedeydin. O ana kadar kaç yıl hapis yattın bilmiyorum, bunu senin bildiğinden de
emin değilim. Yargıç Moss ve ben farklı bir karara imza atmış olsak bile, daha
öncesi için mevcut bilgiler dâhilinde, yapabileceğimiz bir şey yoktu.”
dedi.
“Ne yani, cezanızın fazla olduğunu mu
söylüyorsun?” diye sordum.
“Tamamen öyle.” dedi.
“Yani, birkaç bin dolar çalana bir milyon
dolar para cezası kesmek fazla. Öyle mi?” dedim.
“Evet, bu ceza orantısız.” dedi.
Yere oturdum. Onları alıp buraya getirdiğimden
beri ilk kez karşılarında oturmuştum. Moss, egzersiz bisikletindeydi ancak
pedal çevirmeyi kesmişti. Stream, ellerini demir parmaklıklara yapıştırdı.
“Liseden sonra aşçılık okuluna gittim, hukuk
fakültesine ise hiç gitmedim.” dedim.
Moss, “Leonard'ın söylediklerini anlayabilmek için
hukuk fakültesinden diploma almak gerektiğini düşünmüyorum. Bu son derece basit
ve ahlaki bir mesele.” dedi.
“O zaman beni iyi dinleyin." dedim. "Babamı yanında çalıştıran
adamlar, sanırım psikopat kişiliklere sahiplerdi. Bir gün, ambarlarına girmeye çalışan kamyon şoförünün, Federal Polis tarafından sızdırılmış bir casus olduğunu fark
ettiler. Onu derhal öldürdüler elbette ama hatırladığım tek şey bundan ibaret
değil. O zaman sadece dokuz yaşındaydım. Başını kestiler ve cesedini semt trafo
merkezinin arkasına attılar. Düşünün, yerde adamın kesik başı ve başında
siperliği yan yatmış bir beyzbol şapkası!”
Moss, eliyle ağzını kapadı. Stream dişlerini
sıkıyordu. Çene kaslarının titrediğini görebiliyordum. Lafı nereye getireceğimi
tahmin ettiğini biliyordum.
“Hukuk fakültesinde bu cezanın karşılığı için “caydırıcılık” sözcüğünün kullanıldığını düşünüyorum.” dedim.
Ertesi akşam yanıma ev yapımı lazanya, sarımsaklı
ekmek ve bir şişe Chianti* alıp 6. kata indim. Niyetim, mahkûmiyet sürelerini ne kadar indirmem
gerektiği konusunda onların düşüncelerini almaktı. Ama soru sormama fırsat bulamadım. Kapıyı açar açmaz, Stream,
“Odama yeni bir arkadaş mı gelecek?" diye sordu.
Orijinal planımda üç kişiyi hapsetmek vardı: Stream,
Moss ve DNA testine karşı çıkan bölge savcısı. Bu yüzden Stream’in hücresine
iki kişilik bir ranza koymuştum. Ancak araştırmalarım sırasında, bölge savcısının
eşinin ölüm ilanını okumuştum. Kırk iki yaşında beyin kanamasından ölmüş ve geride eşini
üç küçük çocukla dul bırakmıştı.
Stream'e “Bölge Savcısı’nın ortaokula giden ikiz
erkek ve bir de kız çocukları var. Yani, yalnız kalmaya devam etmek
durumundasın.” dedim.
Moss, “Merhamet ve acımasızlık duygularını
birleştirmiş olman bana göre büyük tutarsızlık.” dedi.
Odada havanın birden değiştiğini hissettim.
Moss, bana tutarsız dediğinde, Britanny ile birlikte olduğum geceye geri döndüm. Daha
önce böyle bir şey hiç başıma gelmemişti. İkimiz yataktaydık. TV açıktı, ekranda siyah
beyaz bir film gösteriliyordu. Britanny’nin omzunun üzerinden ekrana bakmıştım.
Lucas Gleason şamdanı alıp inceliyor, ellerinde çeviriyordu. Aniden ekranda Tieresse
belirdi. Başına sardığı havlu yere düştü. Gleason ona vuruyordu. TV’nin sesi
tamamen kaybolmuştu fakat eşimin çığlıklarını aklımdan çıkaramıyordum. Bana yardım edin
diye feryat ediyordu.
Stream,sanki aklımı okumuş gibiydi.
“Eğer karını hunharca katleden adam, idama mahkûm edilseydi,
onun son dakika itirazları sana ne kadar sevimli gelirdi?” diye sordu.
Bu soruya verilebilecek cevapların yanlış anlaşılmaması
için ne yapmak gerektiğini bilememiştim.
Kendimi güçlükle merdivenlerin tepesine attım.
Boynumdan aşağı ter boşalıyordu ve nefes alamıyordum. Aslında işin bu noktaya gelmesinin sebebini biliyordum. Hapishane hayatının stresi ilham perisini uyandırıyordu. Cevabını
veremeyeceğim tek şey buydu. Nasıl yapabilirdim? Sargent'ın Gandhi ve açlık
grevleri hakkında bana söylediklerini hatırladım. Bu stresle başa çıkmamın ya da
onları serbest bırakmamın bir yolunu bulmam gerekiyordu ve bunu kimseye soramayacağımı gayet iyi biliyordum.
*NTSB: Ulusal Ulaşım Güvenliği Dairesi
**Chianti: İtalyan şarabı