Akşam üzeri, eve döndüm. CNN’de yeni bir haber yoktu. İnternet'ten de hiçbir şey bulamadım. Forum sitelerindeki hakim ve savcılar başka konularda fikirlerini
paylaşıyorlardı. Sonunda biraz olsun rahatlamıştım. Umutsuzluk için sadece bir neden yeterli değildir. Birden fazla neden olması gerekir. Umudu yaşatmak için hiçbir neden kalmadığında umutsuzluk ortaya
çıkar.
Demerest'in, hücresinde, ırz düşmanı bir gardiyan tarafından tecavüz edilmesinden bir gün sonra, Eyalet Mahkemesi, temyiz başvurumu reddetmişti. Sargent bana Stanford deneyi olarak adlandırılan bir şeyden
bahsetti.
“Koğuştaki gardiyanların neredeyse tamamının, hapishanenin zor koşullarına uyum sağlaması tesadüf mü sence?" diye sormuştu.
“Elbette, bu tesadüf olamaz. Bu işi yapabilmeleri için
belli niteliklere sahip olmaları gerekir.” dedim.
Sargent, “Hayır, Inocente. Neden sonuç ilişkisini tersine çeviriyorsun. Demek istediğim; o işi yapman, seni o tür insanlara dönüştürür. Stanford Üniversitesinde bilim adamları, bir deney için yirmi dört gönüllü öğrenci seçmişlerdi. On iki lisans öğrencisi gardiyan, on iki öğrenci de mahkûm rolünü oynuyordu. Hiçbiri daha önce herhangi bir suç işlememişti. Gönüllüler, gruplardan her birine rastgele seçilmişti. Birkaç gün
sonra mahkûm grubundakiler, delilik alametleri göstermeye, gardiyanlar grubu ise sadistçe ve
acımasızca davranmaya başlamışlardı. Davranışlarının her geçen gün aşırıya kaçıp dramatik bir hal alması sebebiyle, yetkililer, deneyi durdurmak zorunda kaldılar.” dedi.
“Bana neyi anlatmaya çalışıyorsun? Gardiyanlara
daha fazla sempati duymam mı gerekiyor?” dedim.
“Hayır.
Söylemek istediğim bu değil.” dedi.
O gün öğleden sonra bir trustee hücreme bir yığın kitapçık getirmişti. Ona kütüphaneden hiçbir
şey sipariş etmediğimi söyledim. Sargent hücresinden seslendi,
“Onları okuman için ben istedim, Inocente. Biraz aydınlanman gerektiğini düşünüyorum.” dedi.
Kitapçıkları önüme alıp incelemeye başladım.
Sargent bana, Yargıçlar Moss ve Stream tarafından verilen idam cezalarının karar özetlerini
göndermişti.
Vakalardan birini okudum.
"Allah kahretsin," dedim. Sargent,
“Dur bakalım daha, sen okumaya devam et.” dedi.
Dediğini
yaptım. Duruşması sırasında avukatı uyuklayan bir mahkûmun yaşadıkları
anlatılıyordu. Birkaç tane jüri üyesi, mahkeme raportörü ve bir mübaşirden oluşan şahitler, avukatın kafasını masaya yatırıp hafiften horladığına ve açık
ağzından salyalarını akıttığına dair olayı doğrulayan ifadeleri içeren bir tutanak imzalamışlardı.
Yargıç Moss, avukatın önemli bir şey kaçırıp kaçırmadığını söylemenin artık imkânsız
olduğunu söylemiş ve bu durumun mahkûma ne gibi bir zararı olabilir ki? diye sormuştu. İki
yıl sonra, başka bir hâkim, aynı mahkûmun suçsuz olduğuna karar vermişti.
Başka bir davada, avukatı, mahkemedeki duruşmaya sabah sabah sarhoş gelen
bir tutukludan bahsediliyordu. Stream, oyunu mahkûm aleyhine kullanmıştı.
“Her şeyden önce avukatların durumunu izlemek
duruşma hâkimlerine yapılan bir saygısızlıktır. Zaten ağır olan iş yüklerine, can
sıkıcı yenilerini eklemek için hiçbir sebep göremiyoruz. Eyaletimizin yargıçları,
adlarına yakışır, son derece verimli, adil ve güvenilir şekilde görevlerini
yürütmektedirler.”
Moss, bu karara bir de uyarı eklemişti.
“Son yıllarda, idam
cezasıyla yargılanan mahkûmların vekâletini üstlenen avukatlar, çok sayıda
anlamsız itirazlarda bulunmak suretiyle terör taktiklerini benimseyip mahkemeleri suistimal etmektedirler. Bu istismar, mahkemeler, yargı personeli ve kurbanların aileleri için hak etmedikleri bir stres yaratmaktadır.
Bu vesileyle, benzer davranışlara devam ettikleri takdirde, bunun mahkemeye bir saygısızlık olarak değerlendirileceğini savunma avukatlarına bildirmek isteriz.”
Sonraki dava, müvekkilinin karısıyla yatan bir
duruşma avukatını konu alıyordu. İkili, davalının tutuklanmasından bir hafta
sonra avukatın bürosunda birlikte olmuşlardı. Çıkar çatışması son derece netti:
Müvekkilin ölüm hücresini boylaması durumunda, evli avukat, metresiyle ilişkisini çok daha
rahat bir şekilde sürdürebilecekti. Yargıçlar, Stream ve Moss, olayı bu yönde değerlendirmediler.
Avukatın davranışının sorgulanabilir olduğunu kabul etmişlerdi ancak davanın seyri
tuhaf bir şekilde kaldığı yerden devam etti, olayda neredeyse müvekkil suçlanacaktı.
Kitapçıklarda yer alan son dava, tanıdığım biriyle ilgiliydi, o, her seferinde, duş almadan önce, soyunmayı unutan zihinsel özürlü bir mahkûmdu. Ölüm hücresindeki bütün gardiyanlar onun çelimsiz biri olduğunu
biliyorlardı. Yargıç Moss, temyiz başvurusunu reddetmişti. Eğer suçlu, cinayeti işleyebilecek
zekaya sahipse, idam edilebilmesine yetecek kadar akıl sağlığına sahip olduğunu düşünüyordu. Ayrıca, mahkûmun avukatının, mahkemeye saygısızlık ettiğini ileri sürüp beş bin dolar para cezasına çarptırılmasına hükmetmişti.
“Bu tür davalara bakan avukatlardan çoğunun
beş bin dolar parası olduğunu sanmıyorum.” dedim.
Sargent güldü.
“Komik olan ne?” diye sordum.
“Her zamanki gibi, Inocente, esas noktayı yine kaçırıyorsun.” dedi.
“Hangisini?” diye sordum.
“Bu yargıçlardan her ikisine de doğru yolu gösterecek bir sistem yok.
Nefret etmek güzel bir duygu. Sadece, nefret ettiklerin doğru o.çocukları olmalı." dedi.
Kitapçıkların bir kopyasını saklamamıştım. Aklımda
kalan önemli kısımları yazıp Kansas City'deki halk kütüphanesinden iki çıktı aldım. Reinhardt’ın ziyaretinden sonraki sabah aşağı indim ve mahkûmlarımdan her birine, kendilerine ait idam kararlarını özetleyen kitapçıkların birer kopyasını verdim.
“Size bir teklifim var. İkinizden biri,
yazdığınız bu saçma fikirlerden tek bir tanesinin mantıklı olduğu konusunda beni ikna
edebilirse, toplam hapis cezanızın bir yılını sileceğim." dedim.
Stream, “Sana hiçbir şey açıklamak zorunda
değiliz.” dedi.
“John,” dedim. “Dediğimi anladın mı? ”
“Sen kibirli serserinin tekisin.” dedi.
Moss bir şey söylemek istermiş gibi yüzüme bakıyordu.
“Stanford deneyini biliyor musunuz?” diye sordum.
Moss “Evet.” dedi.
Stream sandalyesine oturdu ve kitabını okuyormuş
gibi göründü.
“Seni tebrik ederim, John. Hücremi dağıtıp eşyalarımı
çalan, yüzlerine güldükçe bana gazı basan gardiyanlarla empati yapmamı sağladın. Hadi, görüşmek üzere.”
Moss, “Lütfen biraz bekler misin?”
dedi.
“Üzgünüm Jane. Korkarım, artık bunu yapamam.” dedim.
Aradan günler geçti, sonra haftalar. Artık onların seslerini
duymak, yüzlerini görmek istemiyordum. Aşağıya sadece çöpleri toplamak ve onlara temiz giysiler götürmek için iniyordum.
(Devam edecek)