Stream ve Moss'la olan ateşli tartışmamızın ardından, öğleden
sonra Olvido’yu aradım ve ona kısa bir sorum olacağını söyledim.
“Teksas’ın masum birinin idam edilemeyeceğine dair bir kuralı
var mı hala?” diye sordum.
“Aynı kural geçerli. Sen şimdi niye bunu kafana takıyorsun ki?” dedi.
“Bilmiyorum.” dedim. “Uyuyamıyorum, belki travma sonrası stres bozukluğum var. Hayatta olmamın nedenini anlamaya çalışıyorum.” dedim.
“Hayattasın, çünkü sonunda t.lı bir Federal yargıca denk geldik. Bu bakımdan şanslısın.” dedi.
“Aynı zamanda harika bir hukukçu ekibim olduğu için şanslıyım.” dedim.
“O da var tabii.” dedi. Telefonun karşı ucunda gülümsediğini hayal ettim.
Tartışmalarımız, en azından şimdilik, kendimden şüphe
duymama son vermişti. Bir sürahi dolusu taze limonata yaptım, kırılmış buz ve
nane ilave edip uzun bir bardağa boşalttım ve onları alıp dere kenarına gittim. Bir
yusufçuk bulutu üzerimden geçti ve havada bir vızıltı onu takip etti.
Limonatamdan bir yudum aldım. Haklı olduğumu biliyordum. Belki bu benim için yeterliydi.
Yoksa gitmelerine izin mi vermeliydim?
Stream'e söylediğim gibi, planımın amacı, gerçekten
caydırıcılık ise, hedefime zaten ulaşmamış mıydım? Ve eğer böyle bir amacım
olmasaydı, bu işlere girişir miydim? Şimdi onları salıverirsem, bu benim için
ne anlam ifade ederdi?
Stream, bana “Bu yaptığın büyük saçmalık” dediğinde
haklıydı. Gerçekten saçmalamıştım. Fakat onun düşündüğü gibi değildi. Her şeyi
inceden inceye planlamıştım ve eğer bana soracak olursanız, bunu oldukça iyi yaptığımı
söyleyebilirdim. Fakat sonunun nereye varacağını tam olarak tasavvur edememiştim. Onların suçu ölümü hak
etmiyordu belki ama benim de hapse geri dönmeye hiç niyetim yoktu. Benim hatam, aynı
onların yaptığı gibi, oyunun son hamlesini iyi hesaplayamamış olmamdı. Tabii,
devlet görevlilerini kaçırmam sebebiyle hapse geri döndüğüm takdirde diğer mahkûmlar
arasında ünlü olabilirdim fakat gardiyanların hayatımı kolaylaştıracağını beklemek
yersiz olurdu. Onların acımasız zulmünü ve beni ilk kez gaza boğduklarında aldıkları
zevki hatırladım. Kimyasalların tadını, kırılmış dişimin pürüzlü kenarını, yaşlar
içinde kükürtle yanan gözlerimi hatırladım. Moss ve Stream ile benim aramda karşılaştırma yapmam
kolaydı. Onlar, İskoç viskisi ve şarap içip zaman zaman ev yapımı yemeklerin
tadını çıkarıyorlardı. Kitapları ve televizyonları vardı. Ve en önemlisi, onurlarıyla
oynamamıştım. Fakat duruşma anımı gözümde canlandırdığımda, onlara gösterdiğim nezaketin
hiç de önemli olmayacağını biliyordum.
Limonatamı bitirdim ve kararımı verdim. Eğer
ikiyüzlülük ya da tutsaklık arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsam, her seferinde
ilkini tercih edecektim.
Ertesi sabah MRE sistemini kontrol etmek ve çöp
torbasını çıkarmak için aşağı indim.
Moss, “Bugün yirmi beşinci evlilik yıl dönümüm.” dedi.
İçine çöplerini atabilsin diye çöp torbasının
ağzını açıp uzattım.
“Ben sadece on dört ay evli kalabildim.” dedim.
"Kaybolmuş olsaydı, siz ne düşünürdünüz ya
da eğer siz kaybolsaydınız o ne düşünürdü?” diye sordu.
“Sen ve John benimle artık iyi polis, kötü polisi
mi oynayacaksınız?” dedim.
Stream’e baktı, daha sonra bana dönüp,
“Size hiçbir zararı olmayan kocama bu kadar kayıtsız
kalmanızın nedenini gerçekten merak ediyorum.” dedi.
“Hayır, hiç de kayıtsız değilim ama seni uygun şekilde
cezalandırmanın başka bir yolunu düşünemiyorum, bu ona herhangi bir zarar vermez, değil mi?”
dedim.
“Evet, belki zarar vermez ama ben de sana kasıtlı
olarak bir zarar vermedim.” dedi.
“Bana ölüm cezası hükmünü vermenizden sonra, avukatım davayı
kazanmak için en güvendiğimiz dalın kırıldığını söyledi, çünkü Federal mahkemelerin aksine, Teksas mahkemelerinin, masum olan birinin infaz edilemeyeceğine
dair yazılı olmayan bir kuralı varmış.” dedim.
“Bay Zhettah, başınıza gelenler için üzgünüm.”
dedi. “Keşke zamanı geri alabilmem mümkün olsaydı.”
“Sizin gibiler, ölüm yoluna giren herkesin
aklına İsa gelir, derler. Soruma cevap vermediğinin farkındayım.” dedim.
Çöp torbasını Stream’in demir parmaklıklarının
dışına uzattım ve
“Çöp?” dedim. Oturduğu sandalyeden kalkmadan
“Bugün bana soru sormadın” dedi.
"Sormamış mıydım?" Moss bir şeyler mırıldanmaya
başlamıştı, ancak neden bahsettiğinden emin olamadım.
Tieresse'nin, neden bana önceki evliliğimi
sormadın dediğinde, onunla görüşmeye başlayalı yaklaşık üç ay olmuştu.
“Merak etmiyor musun?” diye sormuştu.
“Şimdiye kadar sen de bana hiçbir kız arkadaşımı
sormadın ki.” dedim.
“Belki bir gün ben de sana onları sorabilirim ama seninki aptalca
bir karşılaştırma. Bildiğim kadarıyla kız arkadaşlarından biriyle nikâh
masasına oturup ona ölüm ayırana kadar birlikte olmaya söz vermedin.” dedi. Ölüm
ayırana kadar derken gülümsemişti.
“Peki, hadi bana ondan bahset o zaman.” dedim.
“Madem ısrar ediyorsun, amor.” derken yine gülümsüyordu.
*TSSB: Travma Sonrası Stres Bozukluğu
(Devam edecek)