Tieresse, Iowa ve Davenport'ta çeşitli temsilcilikler
kurmuştu fakat orta sınıf için inşa edilen evlerin evsizleri ve yoksulları maddi bakımdan zor
durumda bırakacağından endişe ediyordu. Bu nedenle, uygun fiyatla satabileceği, ortak oyun alanı ve bahçesi olan, bağımsız, küçük aile evlerinden oluşan bir konut
projesi fikri geldi aklına.
Böylece çalışan anneler orada, birbirlerine yardımcı olabileceklerdi. Üniversitenin kuzeyinde seksen dönümlük bir arazi satın aldı. Küçük evlerin yanı sıra, aynı arazide, bir gıda kooperatifi ve bir de iş eğitim merkezi kurdu. Onun bu çılgın projesi, hayallerinin ötesinde başarılı oldu. Anneler, ilk kez iş sahibi oldular ve orada büyüyen çocukların yüzde yüzü üniversiteye gitti. Ambrose Üniversitesi onursal fahri doktora ödülü vermek için onunla temasa geçmişti. Bunu, Tieresse'nin mutfak tezgâhında unuttuğu Dekanın mektubunu okuyunca öğrendim. Onu tebrik ettiğimde, bana ödülü kabul etmediğini söyledi. Ona bunun nedenini sordum.
Böylece çalışan anneler orada, birbirlerine yardımcı olabileceklerdi. Üniversitenin kuzeyinde seksen dönümlük bir arazi satın aldı. Küçük evlerin yanı sıra, aynı arazide, bir gıda kooperatifi ve bir de iş eğitim merkezi kurdu. Onun bu çılgın projesi, hayallerinin ötesinde başarılı oldu. Anneler, ilk kez iş sahibi oldular ve orada büyüyen çocukların yüzde yüzü üniversiteye gitti. Ambrose Üniversitesi onursal fahri doktora ödülü vermek için onunla temasa geçmişti. Bunu, Tieresse'nin mutfak tezgâhında unuttuğu Dekanın mektubunu okuyunca öğrendim. Onu tebrik ettiğimde, bana ödülü kabul etmediğini söyledi. Ona bunun nedenini sordum.
Tieresse, ödülü geri çevirme nedeninin oldukça ironik olduğunu söylemişti.
“Bence
üniversite gerçekten özgür fikirlere sahipti ve toplumda değerli işler yapıyordu
ama sadece isminden dolayı ona karşı rahatsızlık duyuyordum. Ambrose azılı bir Yahudi
düşmanıydı. Onun yaşadığı kasabanın yakınlarında mafya, bir Yahudi sinagogunu yakıp
yıkmıştı. İmparator Theodosius suçluları cezalandıracak ve zararı karşılayacaktı
fakat Ambrose buna karşı çıkmıştı. Aslında Yahudilerin İsa'yı reddettiklerini, bu yüzden
onlara yapılanları hak ettiklerini söylemişti. Ona, bütün bunları nereden bildiğini
sordum. Üniversitede Hıristiyanlık Tarihi okuduğunu, okuduklarından etkilenip bu yüzden ateist olduğunu anlatmıştı. Her
neyse, belki size saçma gelecek ama bana verecekleri ödül belgesinde adımın yanında Ambrose
adını görmek istemiyordum demişti.
Moss, “Tieresse, çok iyi bir insandı.” dedi.
“Aynen öyleydi.” dedim.
Stream, Ambrose'un Augustine ile birlikte çağının en
büyük teologlarından biri olduğunu söyledi.
"Dördüncü yüzyılda yaşayan insanları, çağımızın modern ahlaki standartlarını kullanarak ölçmenin adil olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu.
"Dördüncü yüzyılda yaşayan insanları, çağımızın modern ahlaki standartlarını kullanarak ölçmenin adil olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu.
“Sonunda, John, ortak bir yönümüz ortaya çıktı işte.
İkimiz de izafi ahlak anlayışına sahibiz. Hadi şimdi, yemeğinizi daha fazla bölmeyeyim.” dedim.
Biraz kestirmek için yukarı çıktım. Onlara fahri doktora hakkındaki hikâyeyi anlatmamın sebebi, Tieresse’nin rüyamda beni ziyarete gelmiş olmasıydı. Onun beni
götürdüğü tek yer politikacıların katıldığı bağış toplama etkinliğiydi. Beyaz
eldiven giyen genç kızlar ve erkek garsonlar, ellerinde havyar tepsileri ve
şampanyalarla kalabalığın içinde dolaşıyorlardı. Süper zenginlerin
standartlarına göre, bunun pek gösterişli bir tarafı yoktu belki, ama Tieresse benim derin düşüncelere daldığımı fark etmişti.
“Büyük ayrıcalıklar içinde yetişen insanların yarısı
sosyalizmin pek çok yönünü benimsiyorlar. Diğer yarısı ise monarşist oluyor.”
dedi.
Ona bu seçimlerini neye göre yaptıklarını sormuştum.
“Bazı insanlar diğerlerinden korkarlar, bazıları
ise korkusuzdur. Her şey yetiştirilme tarzına bağlı.” dedi.
“Yetiştirilme şeklimiz, davranışlarımızın tek sorumlusu
değil ki.” dedim.
“Bunu fark etmene sevindim, aşkım. Ebeveynler
denklemdeki değişkenlerden sadece bir tanesidir.” dedi.
Birkaç dakika sonra oradan ayrılmıştık. Bana diğer
değişkenlerin ne olduğunu söylemedi.
Ertesi sabah, aşağıya indiğimde, banka kasasından
yaptırdığım ana giriş kapısını açık bıraktığımı fark ettim.
“İkinizin de yardım için bağırdığınızı duyamadım.” dedim.
Moss, “Niye bağıralım ki?” dedi.
Omuz silktim, Stream'e, “Baban ne iş yapardı? diye sordum.
Stream, “Lise tarih öğretmeniydi. Neden sordun?”
dedi.
“Dün gece eşimi rüyamda gördüm. Her
neyse, hemen bir yolculuğa çıkmak zorundayım. Birkaç gün sizden ayrı kalacağım." dedim.
Moss, “Seyahate çıkmak zorunda mısın? diye
sordu.
“Sanırım, hayır.” dedim.
Benim kadar iradesiz birinin, insanları aptalca
ve tehlikeli bir şekilde kapatmanın kötü bir şey olduğunu bilmesine rağmen, gözlerini karartıp bu işi sürdürme çabası ağır basıyordu. Bir termosa çorba, diğerine kahve doldurdum ve uçuş çantama koydum. Houston'a doğru
uçarken bunun son hava yolculuğum olacağından neredeyse emindim.
Eski evimizde, muhteşem eşi ve çift yumurta ikizleriyle bir yatırım fonu yöneticisi oturuyordu. Hafifçe tıklattığım kapı, gri
üniforma giyen bir hizmetçi tarafından açıldı.
"Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu.
“Haber vermeden geldiğim için özür dilerim ama daha
önce aramamın bir yolunu bulamadım.” dedim.
Ona kim olduğumu açıkladım ve daha önce burada
oturduğumu söyledim. Etrafa bir göz atmamın mümkün olup olmayacağını sordum. Benden
biraz beklememi istedi ve üst kata çıkıp gözden kayboldu. Koridordaki duvarda muazzam bir Matisse tablosu asılıydı. Tieresse onu çok severdi. Bir
süre sonra, tenis elbiseli bir kadın göründü. Kız kardeşini sırtında taşımaya
çalışan bir çocuk onu takip ediyordu. Beni tabloyu incelerken yakaladı,
“Aslında kocam herkesin görebilmesi için tüm
büyük sanat eserlerinin kamu müzelerinde sergilenmesi gerektiğini düşünüyor ama
bu parçayı çok sevdi.” dedi.
“Eşim de aynı fikirdeydi.” dedim.
Kadın, kendini tanıttı ve beni içtenlikle karşıladı. İçecek bir şey alıp almayacağımı sordu. Hayır deyip teşekkür
ettikten sonra beni alıp evi dolaştırmaya başladı.
Tieresse'nin öldürüldüğü yerdeki masanın
bulunduğu salonda, altı geniş koltuk, büyük bir TV ve bir de pikap vardı.
“Plak dinliyor musunuz?” diye sordum.
Dört elektrogitar ve bir akustik gitar duvar boyunca
dizilmişti.
“Kocam, değeri anlaşılmayan bir rock müzisyeni.” dedi. “Kulağının bu müziği aradığına yemin ediyor. Bana göre onun sevdiği, sadece kuru gürültü.”
“Kim olduğumu biliyorsunuz, değil mi?” diye sordum.
“Biliyorum.” dedi.
Bana önce yatak odasını gösterdi, hiçbir şeye
dokunulmamıştı, her şey düzenlediğimiz gibi duruyordu. Sonra aşağı, alt kata
indik, mutfaktan geçip arka bahçeye çıktık.
“İzin versek, ikizler her gün burada sabahtan akşama
kadar yüzecekler.” dedi.
Uzun yıllardan beri hayli büyüyen kalın meşe
dalları üzerine en az yarım düzine kuş yuvası asmışlardı.
“Ağaçlara nasıl baktıysanız, belli ki bundan
memnun kalmışlar.” dedim.
“Çocuklar onlardan birine ağaç ev yapmak için göz
koydu." dedi.
Bana budaklı bir ağaç gövdesinde yukarı doğru birbirini kovalayan iki sincap gösterdi.
Bana budaklı bir ağaç gövdesinde yukarı doğru birbirini kovalayan iki sincap gösterdi.
“Nezaketiniz için teşekkür ederim, efendim.” dedim.
“Nasıl ulaşacağımı bilseydim daha önceden sizi aramak isterdim.”
“Benim
için bir zevkti. Keşke kocam da evde olsaydı. İkimiz de, sizin bu eski evinize
bayılıyoruz. Ne zaman isterseniz, uğramaktan çekinmeyin lütfen.” dedi.
(Devam edecek)
(Devam edecek)